• Sonuç bulunamadı

Dil, içinde yaşanılan topluma uyumda en önemli araçtır. Çocuğun dil kazanımının desteklenmesi, diğer gelişim alanlarının desteklenmesi açısında da son derece önem kazanmaktadır. Özellikle iki dil arasında kalmış ve her iki dil yönünden de yetersiz olan çocuklar için, dil daha büyük bir önem taşımaktadır.

Düşünme ve iletişim aracı olan dil, aynı zamanda öğrenme ve öğretme mekanizmasının da bir aracıdır. Bireylerin içinde yaşadıkları toplumdaki diğer bireyleri anlama ve onlarla sağlıklı bir iletişim kurmadaki başarıları; kullandıkları ortak dilde sahip oldukları becerilerin niteliği ile bağlantılıdır. Çünkü bireyler anlatmak istediklerini tam ve doğru anlatabilmek ve iletişim kurabilmek için dilin temel becerileri olan dinleme, okuma konuşma ve yazma becerilerine gereksinim duymaktadır. Bu beceriler, modern yaşamda bireylerin en büyük problemlerinden olan iletişimsizlik problemini ortadan kaldırabilecek becerilerdir. Bu becerileri içeren dil, toplulukları bir araya getiren ve onlar arasında bütünlük, birlik bağı kurarak toplum olma bilincinin gelişmesinde en önemli etmenlerden biridir. Toplumların ortak bir dile sahip olması, ulusal birliğin güçlendirilmesinde, kültürel miraslarının nesiller arasında paylaşılmasında önemli bir unsurdur.

Sosyal bir olgu olan dil, toplumların eğitim öğretim sisteminde de ayrı bir öneme sahiptir. Her ülkede eğitim dili olarak kabul edilen resmi bir dil vardır ve ülkelerin eğitim öğretimleri bu resmi dil üzerine kurulmaktadır. Ancak her ne kadar bütün uluslarda dil birliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalar yapılıyor ise de gelişen teknoloji ve küreselleşme sonucu olarak her ülkenin kabul ettiği resmi dilden farklı bir dile sahip olan bireyler, ekonomik, sosyal ve politik yaşamlarında bu farklılıktan dolayı birtakım sorunları yaşamaktadırlar.

Erken çocukluk döneminde Türkçe’nin kazanımı ile ilgili olarak bu sorunlar hem ulusal hem de uluslararası olarak iki farklı boyutta karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, ülke genelinde var olan kültürel mozaik özelliklerinden dolayı Türkçe’nin

ikinci dil olarak kazanılması sorunu, ikincisi ise 1960’da başlayan uluslararası işçi göçü sonucu oluşan Türkçe’nin ana dil yani birinci dil olarak kazanılması sorunudur.

Ülkemizde resmi eğitim dili Türkçe’dir. Ancak, tarihsel süreçten günümüze kadar zengin ve farklı kültür mozaiği çeşitliliğinin bir ürünü olarak farklı diller konuşulmaktadır. Sosyolojik boyutta olaya bakıldığında, ülkemizin her yöresinde farklı etnik kökene sahip topluluklar, yaşadıkları bölgelerde kendi kültürlerini yaşatmakta, yaşamlarını kendi gelenek ve göreneklerini çerçevesinde devam ettirmektedirler. Bu topluluklar kendi aralarındaki iletişimlerinde ana dillerini kullanmakta dolayısı ile bu topluluklarda büyüyen çocuklar 0-6 yaş döneminde yani resmi eğitime başlayana kadar resmi eğitim dili olan Türkçeyi değil, kendi anne babalarının ve yakın çevrelerinin konuştukları dili öğrenmektedirler. Türkçe’den farklı bir ana dile sahip olarak yetişen 0-6 yaş arasındaki bu çocuklar, bulundukları toplulukların dışındaki iletişimleri ve eğitimleri söz konusu olduğunda resmi dil olan Türkçe’yi kullanmak ve öğrenmek zorundadırlar. Özellikle zorunlu eğitim yaşamlarına başladıkları ilköğretim yıllarında Türkçe'yi yeterli düzeyde kullanamayan bu çocuklar, tam olarak anlamadıkları ve bilmedikleri bir dilde eğitim yaşamıyla karşılaşmaktadırlar. Bu çocuklar, ilköğretime başlayana kadar Türkçe'yi yalnızca yakın çevrelerindeki yetişkinlerden ve çeşitli iletişim araçlarından öğrenmektedirler, ancak baskın olarak kullandıkları dil kendi ana dilleridir ve Türkçe bu çocuklar için ikinci dildir. Bu çocuklar, Türkiye de okul öncesi eğitim zorunluluğunun olmaması ve ülkenin ekonomik koşulları nedeniyle ilköğretime başlamadan önce okul öncesi eğitim olanaklarından yeterince yaralanamamaktadırlar. Yararlanmış olsalar bile okul öncesi eğitim kurumlarında uygulanan programlarda, Türkçe dil etkinliklerinin içeriklerin, bu çocukların dilsel ihtiyaçlarına yönelik dil merkezli bir anlayışta olmadığı için çocukların ikinci dilleri olan Türkçe’nin kurallarına uygun bir şekilde kazanımı resmi eğitim sürecine kadar ertelenmiş olmaktadır. Dolayısı ile iki dilli çocuklar, resmi eğitime başladıkları ilk yılda sosyal ve eğitimsel sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum çocukların ileriki akademik başarısını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Çünkü, yeni öğrenmelerde ve okuma-yazmanın gelişiminin temelinde, konuşulan dilin anlaşılması ve iletişim son derece önemlidir.

İki dilli çocukların akademik başarısı üzerine yapılan araştırma sonuçları, çocukların konuşulan dili anlamasının ve bilmesinin ileriki okuma-yazma dilini kavramasında önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca çocuğun ileriki akademik başarısında konuşulan dilin anlamsal, söz dizimsel, biçim birim gibi dil bilimsel boyutlarda dilin çözümlenmesi akademik başarının ilk başlangıcı olan okuma- yazmanın kazanılmasında önemli bir kriter olduğu belirtilmektedir (Wishon ve diğerleri, 1986:91; Barbour, 1992:12; Perrotta, 1994:237). Mann ve Liberman (1984), okul öncesi çağındaki dil becerilerinin ileriki okuma başarısıyla ilişkili olduğunu ve bu ilişkinin akademik başarıya etkisinin de önemli olduğunu belirtmişlerdir (Mann, ve Lıberman, 1984: 592).

Erken çocukluk döneminde Türkçe’nin birinci dil olarak kazanılmasın durumunda uluslararası boyuttaki sorunlara bakıldığında da aynı durumların geçerli olduğu görülmektedir. İşçi göçleri sonucu Avrupa ülkelerinde yaşamlarını devam ettirmek zorunda kalan Türk göçmen ailelerinin çocukları da okuma yazma sürecine başlangıçta aynı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Her iki grupta da ana dili ve toplum dili farklı olan iki dilli çocuklar sosyal yaşam ortamları gereği ikinci dillerinde iletişime geçmek ve eğitimlerini ikinci dilde sürdürmek durumundadırlar. Bu çocuklar eğitim-öğretime başladıklarında, hem anadilleri hem de toplum dilindeki yetersizlikleri nedeniyle yarım dillilik durumu ile karşı karşıya kalmakta ve bu durum da iki dilli çocukların ileriki eğitim başarılarını olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

Ülkemizde resmi dil olan Türkçe’nin yeterince doğru ve güzel kullanılmadığı yerler artık sadece kalkınmaya öncelikli bölgelerin ya da göçmen çocuklarının ana dil kazanım yetersizliği sorunu değildir. Bugün ülke genelinde Türkçe’nin yeterince doğru ve güzel konuşulmadığı yörelerde büyük sorunlar yaşanmaktadır ve bu sorunların eğitime olumsuz yansımaları görülmektedir. Özellikle ana dilleri Türkçe olmasına rağmen, dilin kazanımında dört temel beceri olarak kabul edilen dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerilerini geliştirememiş olarak ilköğretime başlayan çocuklar da iki dilli çocuklar gibi benzer sorunlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Bu

nedenle, erken çocukluk döneminde Türkçe’nin kazanımıyla ilgili sorunlar, yalnızca ana dili Türkçe olmayan çocukların sorunu değil, bütünsel olarak ülke sorunudur. Çünkü ülke genelinde 2000 li yıllarda hala okuma yazma bilmeyen ve çocuğunun eğitimine gereken önemi vermeyen aileler bulunmaktadır. Türkçe’nin kazanımıyla ilgili bu sorunlar, bu ailelerin çocuklarının eğitimlerinde de benzer şekillerde görülmektedir.

Gelişmiş toplumların seviyesine çıkmak için, nitelikli, kalifiye insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu kalifiye insan gücücünün yetiştirilmesi içinde erken çocukluk döneminden itibaren uygar, nitelikli, amaçları ve bu amaçlara nasıl ulaşılacağı belirlemiş, yöntem ve tekniklerinin net olduğu bir anlayışta oluşturulmuş eğitim sistemine ihtiyaç vardır.

Bu nedenlerden dolayı bu araştırmanın, iki dilli ve çok kültürlü ortamdaki çocukların dil kazanım süreçlerini destekleyeceği, dili anlamalarına ve etkili bir iletişim aracı olarak kullanabilmelerine yardımcı olacağı ve ikinci dil kazanımlarına destek vereceği, kültürel kimlik ve kültürel benlik kazanımlarında yardımcı olacağı, her iki kültüre de uyum için gerekli olan deneyimleri kazanmalarını sağlayacağı düşünülmektedir. Araştırma sonuçlarından elde edilecek verilerin iki dilli çocukların dil problemlerinin çözümünde ilgililere yardım sağlaması bakımından son derece önemli olduğu düşünülmektedir.

Ayrıca iki dilli çocukların dil öğrenim ihtiyaçlarının karşılanmasında, okul öncesi eğitimden başlayarak tüm eğitim kademelerinde yürütülen programların geliştirilmesinde rehber olabileceği düşünülmektedir.