• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. CUMHURİYET ÖNCESİ KARİKATÜR VE AKBABA DERGİSİ

3.4. Akbaba Dergis

‘Pazartesi ve perşembe günleri yayımlanan milletsever mizah gazetesi’ olarak çıkan Akbaba dergisinin 7 Aralık 1922’de Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi’nin kuruculuğunda yayın hayatına başlamıştır. Belirttiğimiz gibi Akbaba, Aydede dergisi kapandıktan sonra yayına girer. Aynı zamanda Aydede’ nin yazar ve şair kadrosu tarafından çıkarılır.

Türk mizah basınının yayın süresi en uzun dergi olma özelliğine sahip olan Akbaba dergisi 3 kapanma olayı haricinde sürekli çıkmıştır. Türkiye’nin oluşum ve gelişim evrelerini değerlendirmeye ve yahut işlemeye çalışırken Akbaba Dergisinden yararlanmayı tezin genel amacında çok verimli ve gerçekten doğru bir çalışma materyali olduğunu düşünmekteyim. Derginin yazı ya da karikatürlerin konu ve ya işlenme politikasına birazdan değineceğim. Ancak bunu incelerken takip edilen düşünce ya da tarafın çalışmamda anlatmaya çalıştığım amaçla hiçbir alakası yoktur. Öncelikle derginin Türkiye tarihi açısından uzun bir dönemine tanıklık etmiş olması, karikatür ve Türkiye siyaseti karşılaştırmasında işlenmeye açık ve uygun bir özellik taşımaktadır. Tabii derginin yayın hayatı süresinde belli ilerleyişlerinin ya da tam tersi düşüşlerinin siyasetteki çalkalanma ve yahut değişimlerin çok etkisi vardır. Aslında burada bildiğimiz bir şey çıkmakta. Toplumsal döngüde işlenen; sanatta, resimde, iletişim araçlarındaki -basın yayın, tv, radyo ve mizahi türler ki karikatür bunun içine girer- her şeyin siyasetle alakası vardır. Bu nedenledir ki Türkiye’ de yaşanan her hangi olay ve ya olguda siyasetin payını görebilmek mümkündür.

Akbaba dergisini yayın süresinde Yusuf Ziya başkanlığında Türk mizah literatürüne çok önemli katkılarda bulunmuştur. Bunu dergide bulunan yazar kadrosu sayesinde sunulan karikatür ve yazılarla düşünebiliriz. Üçüncü başlığımızda Akbaba dergisi yazıları ve karikatürleriyle sunmaya çalıştığımız Türkiye siyasetini incelerken özellikle dikkatimi seçen durum şudur ki; Akbaba dergisi karikatürleri, çoğu zaman sözle ya da yazıyla anlatamadığımız ya da anlatmaya çalıştığımız pek çok şeye ses

olmuştur. Derginin bir dönem iktidar ve yahut hükümet odaklı durması ise bu gerçeği kesinlikle yadsımaz. Kendini bulma yolunda ilerlemeye çalışan ve bunun için çabalayan Türkiye’yi düşündüğümüzde, dergi ya da basının tarafsız olabilme durumu, en azından tezin konu aldığı dönemlerin hiç biri için mümkün değildir. Cumhuriyet’in kuruluş sürecinden İkinci Dünya Savaşı’na kadar ki dönem Türkiye için kurulma ve devrimlerin yerine yerleşmesi ve özümsenmesi süreçleriydi. Ve bu dönemler aynı zamanda Avrupa’da ve diğer ülkelerde de çok zorlu ve çok önemli değişimlerin ve gelişmelerin olduğu süreçlerdi. Şunu da eklemek gerekir ki Türkiye’nin bu değişimlerden uzaklaşması ve yahut etkilenmemesi mümkün değildi. O yüzden kendi içine dönüp, kendi dinamiklerini yaşaması için bir ortama sahip olmadığı da söylenebilir. Türkiye’nin tam olarak sorunu ise neyi nasıl yapamaması ve oturtturamamasıydı ki buna neden olan şeyler tek bir sebep ya da suçlu ‘şu’ diyerek açıklamak yargısız infaz demektir. İşte bu karmaşık süreçlerin içinden Türkiye siyaseti birçok evreyi geçirdi. Bu süreç içerisinde siyaset yürürken peşinden geri kalan tüm kurumsal yapıları da değiştirdi ve yahut değiştiler. “Şadi Dinççağ, politik tarihimize ‘tek parti dönemi’ olarak geçmiş zaman sürecini şöyle anlatır: ‘Bu dönemde genellikle partili karikatür çizilmedi. Kadın- erkek ilişkileri karikatürlere konu oldu. Yazarlar eleştirildi. Politik karikatürlerde ise konular dış ülkelerden alındı. İkinci dünya savaşı sırasında Almanya eleştirildi. Belediye karikatüre girdi.’ Çok partili yaşama geçişi Akbaba’nın yönetmeni Yusuf Ziya Ortaç’tan dinleyelim: Sonra, M. Kemal kendi safına siyasi ismini koydu: Halk Fırkası. Biz o günden sonra Halk Fırkası’ndaydık. Artık Şark Cephesi Kahramanı Kazım Karabekir Paşa’nın adı Akbaba’nın dilinde (Şarkılı İbret Paşa) idi. Akdeniz’de düşman donanmasına meydan okuyan Hamidiye Kahramanı Rauf Bey’i, neredeyse küçücük hokkamızın Karadeniz’inde boğacaktık. Fakat Serbest Fırka’ya gülemedik. Bizim ona attığımız her kahkahaya o, okuyucularımızın sillesiyle cevap verdi. Politika mizahının en güzel örnekleri ile dolu o eski sayılarımızın satışı bir ayda yirmi beş binden iki bine düşmüştür... İki bin… Zarar dayanmak imkansızdı, bir müddet can çekiştikten sonra, Serbest Fırka kapanırken biz de kapandık!’ Yusuf Ziya Bey ‘Atatürk’ün huzurunda gördüğü itibaren’ nedenini ‘Gazi’nin Akbaba’yı sevmesine’ bağlar. 1928 yılında yeni yazının alınması ile başlayan evre, artık bütünüyle Cumhuriyetin ürünlerini sergilemeye başlayacaktır. Yeni yazıya geçildikten sonra, bütün kişilik kazanmış

karikatürcülerimizde bir çizgi ve tip değişmesi ortaya çıkacaktır” (Kırcalı; 1981: 34- 35).

Karikatür ise bu süreçte, çoğu zaman değişen rolünü kaptı, tabii ‘değiştiren’ rolü içinde olmayı daha çok arzulayarak. Karikatürün ‘değiştirme’ misyonunun ne kadar olduğu tartışılması gereken bir durum olarak düşünüyorum. Ancak toplumda karikatürün misyonu daha çok ses çıkarmak için bir araç olmuştur. Söylenemeyen ve ya dile getirilemeyen, arka plana atılmış ve ya gündeme damga vuran şeyi komik ya da traji komik işlemek karikatürün çoğu zaman görevi olmuştur. Tabiî ki en önemli ve en güzel yaptığı şey ise ‘eleştirmek’ tir. Bu noktada Akbaba dergisinin olabildiğince eleştiri, ya da mizahi özelliğini taşıdığını söyleyebiliriz.

Akbaba’nın başlayış sürecine geri dönerek Yusuf Ziya’nın derginin yayın hayatına girerken ki o meşhur yazısının bir kısmını paylaşarak devam edelim: “Akbaba’da tıpkı bir gönül erine benzer: Ne aşırı ileriyi sever, ne aşırı geriyi! Mesleği ilkbahar gibi orta yerde olacaktır!.. ‘Akbaba’, bazen çok eğlence severmiş. Çok cefa görmüş bir ihtiyar, saçı sakalı bembeyaz bir akbaba gibi nükteli sözleri, tatlı hikayeleri içine anlamlı anıştırmalar, gizli öğütler sıkıştıracaktır. Bazen de göklerde uçan bir akbaba kuşu gibi gözlerini dünyaya yumup tamamen havai olacaktır!

‘Akbaba’, ismini bu iki anlamından yararlanarak, tıpkı: -Şu yükü taşı!

Dilediği zaman: -Ben kuşum! -Uç da görelim! Denildiği zaman!

Yanıtını veren devekuşu gibi, gerektiğinde:

-Ben değersiz bir kuşum, ciddi şeylere aklım ermez! Diyecek. Bazen de:

-Ben yaşlı bir adamım, bir koca ölüyüm, bir akbabayım. Öyle yükseklerde dolaşacak çok havalanacak dermanım yok!..

İnsanların çok yaşlısına, saçı sakalı bembeyaz olanına akbaba derler. Kuşların en çok yaşayanı da akbabadır. İnşallah bizim Akbaba’mız da gazetelerin en uzun ömürlüsü olur!..” (Çeviker; 1991: 187- 188).

Cumhuriyet’in ilk yılları, kültür ve düşünce hayatı bakımından canlı ve tartışmalı geçtiği için bu durum Akbaba’ya çok yansımıştır. Hareketli bir yayın süreci geçirirken, demokratik diye tanımlayabileceğimiz bu süreç ayaklanma ve suikastlar yüzünden sona erer. 1925 yılından sonra kültürel olarak durgunluğun yaşanmış olması Akbaba’yı etkiler. İşlenen konular daha çok belediye sorunları, güncel mevzulardır. Politik konulara değinilmez ve çok resmi bir kimlik kazanır. Yeni yazıya geçiş evresi ise tüm yayın hayatına olduğu gibi Akbaba’nın hemen bu sürece geçiş hareketliliğine iter. Tabi bu hareketlilik yanında çok sıkı ve tek düze bir düzeninde hakim olduğu bir süreçtir yaşanan. “Yeni harflerle ilgili kanun, 9 Kasım 1928 günü yürürlüğe giriyor. Aralık ayında da yeni harflerin basında kullanılması zorunlu tutuluyor. Bu büyük değişiklik, kültür hayatını bütünüyle kesecek ve her şey sıfırdan başlayacaktır. Nitekim 1928 yılında yayınların sayısı 53- 75 arasında kalıyor. İlk beş yıl yayın sayısında büyük bir gelişme göze çarpmayacaktır. 1929 yılında ise 500 kitabı geçememiştir. 1929- 1933 yılları arasında yayın ve kültür hayatının felç halinde bulunduğu doğrudur” (Öngören; 1998: 80). Bu sebeple 1930 yılına kadar sürekli devam eden Akbaba 1930’da kapanır ve 29 Nisan 1933’te yeniden yayınlanmaya başlar. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda kadar düzenli biçimde çıkan dergi 1949 baharında yine kapanır.

Çok partili hayata geçiş sürecinde hükümet odaklı olan Akbaba bu sefer çok tepki alır. Bu süreçteki kapanışını ise Yusuf Ziya şu şekilde ifade etmiştir: “Biz DP’ye vurdukça, millet bize vurdu. 1949 baharında can evinden yaralanan Akbaba, bir daha gözlerini yummuştu” (Öngören; 1998: 91). 1952 yılında gelindiğinde ise mizahi yönden çok daha renkli bir süreç yaşanmaktadır. Akbaba penceresi de bu mizahi canlılık ve bolluğa ayak uydurur. Ancak etiketlenen yapısından kurtulmada çok zorlanır ve 1960’da tekrardan kapanma tehlikesi yaşar ancak kapanmaz. 27 Mayıs olayı 1960’a kadarki dönemi kapatır ve 27 Mayıs’tan sonra kalkan baskı ile birlikte DP’ye çok sert bir saldırı başlar karikatür dergilerince. Tabii bunların başında Akbaba’yı düşünebiliriz. Bu süreç öncesinde çok canlı olan karikatür çevresi yine durgunlaşır. “Bu dönemin özelliği, mizah dergisi olarak ikinci bir derginin görülmeyişi ile de anlaşılabilir. Çok kısa ömürlü ve mizah dergisi kalitesinden çok uzakta bazı denemelerin dışında, on yılı, Akbaba tek başına sürdürmüş sayılır.

Doğrusu, 1908’den sonra hiçbir dönemde, bir tek dergi ile on yılın geçirildiği görülmemiştir” (Öngören; 1998: 97). 1970’ten sonraki dönem ise artık nefes alma dönemidir. Bu arada 1967’de Yusuf Ziya hayatını kaybeder ve kurucu olarak oğlu Ergin Ortaç geçer. 1970’li yıllar Türkiye’nin her yönde ilerleme dönemidir. Yeniliklerin, değişimlerin en fazla görüldüğü süreçler olarak da değerlendirmek mümkündür. Kentleşmenin, müzik, sinema genel anlamda sanat alanında büyük bir canlılık meydana gelir. Tabiî ki siyasi çalkantılar bu dönemde de vardır. Aralık 1977’de ise Akbaba yayın hayatına son verir. “1977’de hayatına son veren Akbaba, bir mizah dergisi geleneğinin son halkasıydı. Bu gelenek, Diyojen’ le, Çıngıraklı Tatar ve Hayal’le başlayan mizah edebiyatıyla karikatürün bileşiminden oluşuyordu. Kalem, Cem, Karagöz, Diken ve Aydede’ yle doruk noktasına ulaşmış; 1922’de Aydede’ nin bıraktığı yerden başlayarak Akbaba – birkaç ara sayılmazsa – kesintisiz 55 yıl mizah vadisinde uçup durmuştur” (Çeviker; 1997: 408). Ve anlaşılacağı üzere Akbaba dergisi Türk mizahı için çok önemli bir yerde durmaktadır. Bu yerin önemliliği ise Osmanlı devleti ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki halkada Osmanlı mizahından beslenerek Türkiye karikatürünü besleyen, yetiştiren bir kuşağın oluşumuna yardımcı olmaktan geçer.

Önemli olan diğer bir noktada Akbaba dergisinin tüm seyrini etkileyen Yusuf Ziya’nın kendisidir. Siyasi duruşu ve derginin profili Ortaç tarafından belirlenmiştir. “Yusuf Ziya Ortaç, siyasal iktidarın ekonomik olarak kontrolü altında olan bir yayıncı ve yazardır. Dergisini oluştururken bu kontrolü diğer üreticiler üzerinde sürdürmektedir. Karikatürlerin konu ve esprisini belirlemekte, mizahı hikayeleri biçimlendirmektedir. Dergide kimlerin yazacağı konusunda siyasal iktidara danıştığı da olmuştur. Diğer yandan siyasal iktidarla var olan kontrol ve koordinasyon ilişkisini gizlemekte, pek çok üçüncü dünya ülkesinde var olduğu üzere ulusal egemenlik temasını öne çıkararak devletçi geleneğin pekiştirilmesini de sağlamaktadır” (Cantek; 2011: 88).

Benzer Belgeler