• Sonuç bulunamadı

3. AHÎLİK NEDİR?

3.4. Ahîlik ve Üretim

İnsan belirsizlikten hoşlanmaz, olayları saptamak ister, elde ettiği bu bilgilerle de zihninde güvenli bir dünya kurar. Bu saptamayı yapabileceği entellektüel zamanı155 temel biyolojik gereksinimlerini tamamladıktan sonra sağlayabilir. Yerleşik yaşama başlayan insanın üretim sürecine156 dahîl olması, üretebilmesi entellektüel edinimleri için zaman sağlamıştır. Bu edindiklerini yazının bulunmasıyla bilgi birikimi hâline getirerek, kültürel evriminde ensefalizasyona gidebilmiştir.

Yerleşik yaşam, şehir yaşamını doğurmuş, Dunbar sayısını artırmasıyla şehir yaşamı, belirli kurallar çerçevesine bağlı bir ahlak nizâmına dönüşmüştür. Bu ahlak

152 Karpuz, H., “Şihabüddin Sühreverdi Külliyesi”, DİA., C:38, s.420; Kollektif, Türk Kültür

Varlıkları Envanteri Konya, Ankara, 2009, C:3, s.1769.

153 Bayram, M., “Ereğli’de Medfun Olan Şeyh Şihabüddin Makbul Kimdir?”, III. Millî Selçuklu

Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, Konya, 1994, s.122-123.

154 Özdil, Y., Mustafa Kemal, İstanbul, 2018, s.95-97.

155 Günümüzde Entellektüel zaman olarak ifade ettiğimiz “fehm etmek”, kavramı saptayabilme hadisesi aslında tarih boyunca üst sınıfın Antikçağ’da da felsefecilerin, Ortaçağ’da din adamlarının sAhîp olduğu “boş zaman”dı. Bkz. Bahadır, M., “Antikçağ’dan Günümüze Boş Zaman Üzerine Bir Değerlendirme”, Erzurum Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, I/II, Temmuz 2016, s.103.

156 Bazı kaynaklarda dönem olarak da ifade ediliyor ama “dönem” kelimesi “belli özellikleri olan zaman parçası, devre, devir, periyot” anlamına gelirken, “süreç” “aralarında birlik olan veya belli bir düzen veya zaman içinde tekrarlanan, ilerleyen, gelişen olay ve hareketler dizisi” olarak tanımlanır. Bu ayrım önemlidir. Tekin, B.B., Batılılaşma Döneminde Osmanlı Tezhip Sanatı(1789-1922), (Erciyes Ü. Yayınlanmamış Doktora Tezi), 2008, s.2.

anlayışı içerisinde Sosyal Darwinizmde olduğu gibi belli grubu öteleyerek, paryalaştırma yoktur. Bu ahlak nizâmı Selçuklu ve Osmanlı gibi medeniyetler ortaya koyarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni vücuda getirmiştir bunun usâresi ise Anadolu Ahîliği’nde mevcuttur.

Karşılık beklemeksizin insanlara iyilikte bulunmak bu ahlâkın temel ilkesidir. Yalnız bu ilke Hz. İsa’nın yanak hadisesi gibi değildir.Tez içerisinde ahlak kavramına ayrıca bir yer açmayı ve konu hakkındaki bazı mütalaaları bir araya getirerek hattı belirlemek istedik, ancak çalışma esnasında araştırmamız ilerledikçe, Ahîliğin ahlakdan ve/veya ahlakın Ahîlikten ayrılması birbirinin içini boşaltacak, dolayısıyla müspet bir sonuç vermek güçleşecektir. Ahîlik ve ahlak nasıl bir şekildeyse ahlak da nesil farklılığına maruz kalmadan ikâme edildiği vakit, gelecek nesle ikmâl edilebilir. İşte bu heterokronik (=normal zamanın dışında oluşan) farklılığın oluşmaması ise birinci nesil ile onu takip eden nesil arasındaki mesafeye bağlıdır. Bu mesafeyi kronolojik olarak sınırlamak, doğru değildir, bu mesafeyi fizyolojik olarak sınırlayabiliriz157. Birinci neslin fizyolojik bitkinliği halinde, hemen takip eden nesil bu fidanın taşıyıcısı olacaktır. Bu noktada fizyolojik olarak değil de kronolojik olarak beklersek, biyolojik varlığı mevcut olmayan bir fidanı elden ele taşıyor olacağız ki buda bir sonraki nesli olumsuz etkileyecektir. Sonrasında “melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz” demek yanlıştır, zira bu kendi elimizdedir. Bizler “ibn-i vakt” olmayarak yarının endişesini taşırsak, “kökü mazide olan âti” fikrî algısıyla, ustanın çırağa el vermesi gibi neslimiz payedâr olacak ve Türk milleti ilelebet yaşayacaktır. İşte Ahîlik bir iç kisve gibi ahlağı bünyesinde barındırmaktadır. Fütüvvetnâmede “Ey mürîd! İçüni gıll ü gîşden, buğz u hasedden, kibr u kinden bâdi, cemî ahlâk-ı zemîmeden ârî kıl, müzeyyen ol ahlâk-ı hamîde ile”158 denilerek söylenilmek istenen ifade edilmektedir.

Üretim, insanoğlunun varlığıyla başlatılabilir. Maslow’un ihtiyaçlar pramidi baz alınırsa, güvenlik ihtiyaçları katagorisinde değerlendirebileceğimiz üretim; fizyolojik ihtiyaçlarını kolaylaştıracak bir yoldur. Üretim, insanın zihnî ve amelî olarak gerçekleştirdiği bir “praksis” olarak hayat boyu tatbik edilmiştir. İnsanın zihnî olarak gelişimini ensefalizasyon değeriyle; amelî kabiliyetini ise bipedalizm-ervim ile alakalı

157 Carel, A., İnsan Denen Meçhul, İstanbul, 2010, s.120-122. 158 Şeker, M., age., 2011, s.100-107.

değil trinacria gibi devingenlik anlamı kastedilmektedir- sürecine bağlı olarak düşünürsek, üretim insanın toplum olmasını sağlamıştır diyebiliriz159.

İnsan, tarih boyunca her zaman toplum içinde yaşamıştır. Toplum: ‘societas’ ‘topluluk’, ‘işbirliği kurmak’ gibi anlamlara gelsede özünde; ‘socius’, ‘dost, arkadaş, iştirakçi’ anlamı taşımaktadır.160 İnsanların dost, arkadaş olarak hareket etmeleri işlerini kolaylaştırmış, bir bireyin enerji faaliyetinde üretebileceği enerji, iki-üç kişinin enerji gereksinimini karşılarken; bireylerin kollektif çalışmasıyla bu oran daha da artmıştır. Böylece bazı bireyler ‘kendini tamamlama’ safhasında entellektüel yetilerini topluma praksis ederek ‘tarım toplumu’, ‘sanayi toplumu’, ‘bilgi toplumu’ olarak insanlığı; bireyden cem’, cemaat, cemiyet ve medeniyete ulaştırmışlardır. Burada husus ne ferdi bir yükseliş ne de paryadan aristokrasiye oligarşik bir üstünlüktür161, esas amaç toplum olabilmektedir.

Kadim geleneğimizde olan “der hikâyei ...” bahsiyle anlatılan ve menkıbevî tarih / destanî tarih ile, tarih bağlantısını kuran, “story” ile “history” münasebeti gibi, menkıbevî tahayyülden, tarihi temayüle aksettiren fenomenler mevcuttur. Bu fenomenlerden birisinin de Ahîlik olduğunu, bu gibi etkenlerin artmasıyla soyuttan somuta akışın sağlanacağı ve tarihi sürecin reel hattının belirlenmesinin kolaylaşacağını düşünmekteyiz.Bu ifadeler hep kapsam olarak Ahîliğin içerisinde mevcuttur. Aslında bu zaviyeden bakınca, böyle bir müesseseye ait somut ögelerin olmaması hayli ilginç değil midir?

Türkiye’nin muâsır medeniyetler seviyesine erişebilmesinde ahlak mekanizması derhal çalıştırılmalıdır. Bu süreç önce normatif ahlak –adâb-ı muâşeret- uyulması gereken kurallar olarak, devamında ise işin ruhunun işlenmesi yani “yaratılanı hoşgörmek” şeklinde olmalıdır.

Biyolojik ırkçılık, parçalayıcı ve bölücü bir niteliğe sahîpken, sosyal ırkçılık, birleştirici ve bir araya getiren bir yapıya sahîptir162. Aynı kültüre, aynı din ve “gazâ”

159 Uysal, H., Atasoy, H.T., “İnsan İşgücünün Artı-Değer Üretme Yeteneğinin Biyolojik Kökeni Üzerine Bir Deneme”, Üsküdar ÜniversitesiXII. Kognitif Çalıştayı, 2015, s.1-2.

160 Coştu, Y., “Toplumsallaşma Kavramı Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”, Dinbilimleri

Akademik Araştırma Dergisi, Samsun, 2009, C:3, S.9, s.118-119.

161 Burada Weberin dikotomik yaklaşımında ifade ettiği “Virtüöz Dindarlık” ve “Kitle Dindarlığı” gibi ayrımlardan vareste genel çizgi ifade edilmektedir.

kavramı gibi aynı ülküye sahîp toplum arasındaki, endogamik evlilik163 kollektif bilincin oluşmasını sağlayacaktır. Göçer toplulukların bu çerçevede bir olması ve aşiret-boy aralarında gerçekleştirilen evliliklerin siyasi yönünün yanısıra, içtimai olarak da devlet teşekkülüne katksını ortaya koymaktadır. –Bu noktada da hinterland genişledikçe endogamik evlilik, egzogamik evliliğe geçerki iktidarlık, hükümdarlık ile bağlantılıdır.- Ahîler arasında da Ahî mensuplarının vakti gelen evlatlarını, yine kendi Ahî çevrelerinde, hatta belki de kendi iş kolunda ki bir diğer Ahînin evladıyla izdivacı uygun görülecektir. Bu tutum “dengi dengine” olan bireylerin evliliği ile ferdin, ailenin ve toplumun refahını yükseltecektir. Bu bilinç, toplumun iç işleriyle uğraşmasına, onu düzenlemesi için ayrıca efor sarfetmesine de ihtiyaç duyurmamaktadır. Netice itibariyle, mikrokosmoz olan insandan, mezokosmoz olan aileye ve bu ölçüt paralelinde makrokosmoz olan devletin, cühanşûmül düşüncesinin oluşmasında ki umdeler arasında değerlendirilebilir ve içtimai ırk, milli şuuru hareketlendirerek millet ve devlet olma bilincini güçlendirir.

Bilincin oluşmadığı ve hareket felsefesinin kavranamadığı dönemlerde, doğu ve batı toplumlarının farklılığının statik ve dinamik olarak ayrılarak, Doğu statik, Batı ise dinamik olarak değerlendirilmiş dolayısıyla Doğu’nun tarihi olmayacağı tezi atılmıştır. XIX. Yy’lın sonları ve XX. Yy’da Marksist düşünce içerisinde Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT), Batı tarafından bırakılmaya çalışılırken, Osmanlı için kullanılmaya çalışılmıştır. 1960’larda Marksist tarih anlayışıyla başlayan bu tutum, Barkan ve İnalcık’ın yaptıkları çalışmalarla Osmanlı toplum yapısını tanımlamaktan aciz olduğu sonucuna varılarak, Osmanlı toplum yapısnın sui genesis olduğu vurgulanmıştır164.