• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL ÇERÇEVE VE ĐLGĐLĐ LĐTERATÜR

1.3. Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT)

1.3.11. ADDT’de Terapötik Süreç

ADDT, danışanın kendi davranışlarını düzenleyebilmesi becerisine sahip olduğuna inandığı için terapi sürecinde danışanın kendini kabul etmesine zemin hazırlamak yeterlidir. Terapist danışanın kişiliğini değerlendirmez. ADDT yönelimli terapistler, kendi inanç ve değerlerini açmakta da serbest ve dolaysız davranırlar. Bazıları kendi kusurlarını, danışanlarıyla paylaşmaya isteklidirler. Özel bir soruna kısa dönemde odaklanmayı amaçlayan bireysel ADDT uygulamalarında, danışanla haftada bir oturum görüşülür. Oturumlarda danışanlar, kendilerini baskı altında tutan sorunlarını tartışır ve kendilerini üzen duyguları anlatırlar. Sonra terapist, üzücü duyguya neden olan geçmiş olayları keşfeder ve danışana ödev vererek akıldışı inançlarına karşı koymasına yardım eder. Terapist, danışanın akıldışı inanç ve düşüncelerini doğrudan uygulamamalarını destekler ve bu düşünceler yerine daha akılcı kalıplar geliştirmesine yardımcı olur. Terapist, her oturumda danışandaki gelişmeleri kontrol eder. Danışanlar önemli semptomlardan çoğunu kaybedinceye ve daha hoşgörülü ve akılcı yaşam tarzını öğreninceye kadar görüşmelere devam edilir. Bu süreçte terapistler, danışanlara akıldışı inançlarla nasıl mücadele edeceklerini öğretirler.

Yapılandırılmış ve yönlendirici özelliklere sahip ADDT uygulama sürecinde terapistler, sıklıkla problem yönelimli ve uygulamaya yönelik bir tutum takınırlar. Oturumlar belli bir zaman aralığıyla sınırlı ve diğer terapi yaklaşımlarına göre kısa sürelidir. ADDT’nin temel prensipleri ilk oturumda, terapist tarafından danışana anlatılır. Ayrıca danışana, terapi oturumlarından öğrendiklerini pekiştirmesi için bu prensipleri içeren okumalar verilir. ADDT’de danışana düzenli olarak ev ödevleri verilir. Terapi oturumları terapistler tarafından kaydedilerek, bu kayıtlar evde tekrar gözden geçirmeleri için danışanlara verilebilir. Terapi süresince terapist, danışanları yeniden bilişsel yapılandırma ve felsefi tekniklerle düşünmeye sevk eder ve onları çarpık düşünceleri ve uyumsuz davranışlarıyla yüzleştirir. Danışanlar, sürekli daha akılcı düşünmeyi ve pekiştirilen davranışları yapmaya söz verirler. Terapi sürecinde önemli bir nokta, danışanın kendilerinde gözlemledikleri değişimlerin bilişsel, duygusal ve davranışsal

tekniklerden kaynaklandığı, bunun terapi sürecinin veya terapistin sihirli gücü olmadığını anlamalarıdır.

Genellikle ADDT yöntemlerini uygulamaya başlamadan önce terapistler, danışanlarını ADDT yapısına ve yaklaşımına oryante etmeye çalışmaktadır. Terapistlerin, kısa süre içinde terapi oturumları için problem çözme oryantasyonu sağlamaları son derece önemlidir. Bu oryantasyonun sağlanması terapistin, danışanına duygusal problemlerini çözmeleri için kendi kendine yardım edebileceğini ve oturumların etkileşimli olarak yürütüleceğini bildirmesi açısından yararlıdır. Terapistler, süreci başlatmak için basit biçimde danışanlara konuşmak istedikleri konu veya sorunları sorabilirler. Terapistler ayrıca danışanlarına öncelikle hangi konuda konuşmak istediklerini de sorabilirler (Ellis, 1994; Walen ve diğerleri, 1980). Danışanlar problemlerine odaklanması için cesaretlendirilir ve terapist danışandan şu anki yakınma ve belirtilerini listelemesini ve sonra da en üzücü problemini belirlemesini ister. Birinci oturumun sonunda terapist ve danışan problemi belirler ve buna ilişkin plan yaparlar. Bu aşamada, danışanların duygusal ve davranışsal problemlerini çözmelerine yardım etme ve onlara problem çözme yeteneği kazandırma üzerinde durulur.

Daha sonra problem çözme yaklaşımı danışana anlatılır ve terapist temel problemleri tanımlamak ve saptamak için danışanla birlikte çalışır. Terapist ve danışan birlikte çalıştığında, terapi bir ortaklık ve işbirliği şeklinde yürütülebilir. Bu noktada terapistin, danışanların pratik ve duygusal problemlerini birbirinden ayırt etmesi son derece önemlidir. Örneğin eğer bir erkek danışan işsizlik problemini tartışmak isterse, terapist işsizliğin pratik bir problem olduğuna dikkat çekmelidir. Diğer yandan terapi sürecinde danışanın, işsizliğine yönelik neler hissettiği ve düşündüğünün tartışılması daha uygundur. Terapist aynı zamanda danışana, duygusal problemleriyle etkili biçimde başa çıkabilmesi durumunda, pratik problemlerini de daha iyi çözebileceğini ifade edebilir (Ellis, 1994).

Temel problemin tanımlanmasından sonra, ADDT yönelimli terapist tipik olarak; danışanın ABC modelindeki duygusal sonuçlarını (C) değerlendirir ve danışanın depresyon, suçluluk veya anksiyete gibi uyumsuz ve sağlıksız olumsuz duygularını açığa çıkarır. ADDT yaklaşımına göre sağlıksız olumsuz duyguların üzerinde çalışılması ve değiştirilmesi önemli bir hedeftir çünkü bu duygular danışanın amaçlarına

ulaşma, yaşamdan zevk alma gibi beceriler geliştirmesini engeller ve öz-yıkıcı davranışlara yol açar (Walen ve diğerleri, 1980). Đşsiz danışan örneğinde terapist, “işsiz olmanla ilgili neler hissediyorsun” gibi sorularla danışanın duygularını inceler. Bu değerlendirme aşamasında, danışanın duygularını tanımlaması önemlidir. “Kendimi çok kötü hissediyorum” gibi duyguların belirsizliğini bildiren tanımlamalar, değişim için uygun değildir. Eğer terapist ve danışan hedeflenen duygu üzerinde anlaşma sağlayamazlarsa, terapi etkisiz ve verimsiz olabilir. Bu nedenle terapistin, danışanının duygularını onunla birlikte tartışması ve tanımlaması gereklidir (Dryden & DiGiuseppe, 1990).

Duyguları yani C’yi tanımladıktan sonra, danışanın harekete geçiren olayı yani A’yı tartışması uygundur. Đşsiz danışan örneğinde terapist, danışanın işsiz olmasının onu rahatsız eden olay (A) olduğunun farkındadır ancak bunun tanımlanması yani danışanı rahatsız eden spesifik olayın belirlenmesi terapi sürecini kolaylaştıracaktır. Terapist danışandan, kendisini en çok rahatsız eden durumu tanımlamasını isteyebilir. Patronunun ona öfkelenmesi mi, para kazanamaması mı yoksa en son yaptığı iş başvurusunun reddedilmesi mi? Eğer danışan sırf patronunun kızgınlığı ve önyargısından dolayı işten atılmasının, kendisini rahatsız eden en temel faktör olduğunu ve kendisini sinirlendirdiğini ifade ederse terapist bu noktaya odaklanabilir. Burada dikkat alınması gereken önemli bir nokta, A’nın dışsal bir olay olmasının zorunlu olmamasıdır. Hayal edilen bir olay, düşünce veya bir duygu gibi bir dizi içsel deneyimler de A olarak nitelendirilebilir (Dryden & DiGiuseppe, 1990).

A ve C’nin tanımlanmasından sonra, danışanın amaçlarını tam olarak netleştirmek yararlı olabilir. Yukarıdaki örnekte, danışanın öfke duygusunu azaltmanın yollarını tartışmak, danışan ve terapist için yapıcı sonuçlar sağlayabilir. Terapistin danışandan, gergin ve sinirli (sağlıklı olumsuz duygu) olmasının nedenlerini betimlemesini istemesi, uygun bir amaçtır. Burada terapistin, ikincil duygusal problemleri tanımlaması ve değerlendirmesi yararlıdır. Đkincil duygusal problemler, öncelikli ve önemli rahatsızlıklardan kaynaklanan rahatsız edici yan duygulardır. Đkincil problemlerin belirlenmesi önemlidir çünkü birincil rahatsızlıkların iyileştirilmesi sürecinde bu problemler engel oluşturabilir. Bu nedenle danışanlar, ikincil duygusal problemlerinin arka planını anlamalı ve değerlendirebilmelidir (Moriarty, 2002).

Terapi sürecinde A, C ve ikincil problemlerin belirlenmesinden sonraki aşama, B-C ilişkisini öğretmektir. B-C ilişkisinin odak noktası, bireylerin değerlendirmeci

inançlarının, duygusal durumlarının ve problemlerinin temel belirleyicisi olduğu

ilkesidir. Bu ilke, ADDT’nin verimli biçimde uygulanması için zorunlu ve kritik bir ilkedir. Tipik olarak bireyler, A’nın C’ye neden olduğuna inanmaktadır. Örneğin patronu kendisine aslında yaptığı işten dolayı kızgın olan danışan, hatalı biçimde patronunun kendisine kafayı taktığını düşünebilir. Terapistin amacı, danışana kendisini sinirlendiren faktörün patronunun kızgınlığı değil, patronunun kızgınlığına yönelik inançları ve yaptığı yüklemeler olduğunu göstermektir. Bu noktayı betimlemek için terapist, “Seni sinirlendiren patronun hakkında kendine neler söyledin?” şeklinde bir soru sorabilir. Bu soru, akılcı olmayan inanç ve çıkarsamaları açığa çıkarmanın yanı sıra sağlıksız olumsuz duygulara, diğer bireylerin neden olmadığını da gösterebilir (Walen ve diğerleri, 1980).

Bir sonraki aşama danışanın, A’ya yani olaya yönelik akılcı olmayan inançlarını ortaya çıkarmaktır. Bunu sağlamak için genellikle, “C’de seni rahatsız eden duyguların gelişmesine yol açacak biçimde A hakkında kendine neler söyledin” şeklinde bir soru sorulabilir. Bu noktada amaç, temel akılcı olmayan inancı veya inançları tanımlamaktır. Temel akılcı olmayan inançlara ulaşmak için ADDT uygulamalarında genellikle, “çıkarım zinciri” tekniği kullanılmaktadır. Bu teknik, bireyin inançları veya çıkarımları arasında bağlantı kurma süreci olarak tanımlanabilir. Đşsiz danışan örneğinde, yukarıdaki soruyu danışan “patronum beni iş arkadaşlarımın önünde azarlamamalıydı” şeklinde yanıtlayabilir. Daha sonra terapist, “ve patronunun sana arkadaşlarının önünde kızması seni ....” (terapist bu cümleyi danışana tamamlatmaya çalışır) şeklinde bir ifade kullanarak, çıkarım zinciri tekniğini uygulayabilir. Bu durumda danışan “patronum çok kızgındı ve bana çok kaba ve kötü davrandı (bana istediğim gibi davranmadı)” şeklinde bir cevap verebilir. Bu noktada danışanın akılcı olmayan inancının şu olduğu görülmektedir; insanlar bana istediğim gibi davranmalıdır, böyle davranmayanlar kötü

insanlardır. Bu akılcı olmayan inanç, iki temel akılcı olmayan inanç kategorisi olan;

zorunluluklar ve insanların değerine yönelik genel değerlendirmeleri kategorisinde sınıflandırılabilir (Moriarty, 2002).

Temel akıldışı inanç veya inançlar belirlendikten sonra terapisti danışana inançları ve duyguları arasındaki bağlantıyı göstermeye çalışır. Terapist bunu başarmak için bir hipotez öne sürer. Örneğin işsiz danışanın terapisti danışanına, diğer insanların ona iyi davranmasının zorunlu olduğunu düşündüğünü ve diğer insanların böyle davranmadığı sürece sinirleneceğini söyleyebilir. Danışanın B-C bağlantısını anlayıp anlamadığını test etmek için terapist, “öfke duygunu kızgınlık duygusuyla değiştirebilmen için önce neyi değiştirmen gerekiyor” şeklinde bir araştırma yapabilir (Dryden & DiGiuseppe, 1990). Terapist, danışanının inançlarıyla duyguları arasındaki bağlantıyı anladığını saptadıktan sonra, D yani tartışma süreci başlayabilir. ADDT’nin epistemolojik konumuyla ilişkili olan tartışma, danışana akıldışı inançlarının verimsiz, mantıkdışı ve uyumsuz olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Terapist üç temel tartışma stratejisi olan ampirik, akılcı ve işlevsel tartışmayı kullanarak bilişsel tartışma sürecini yönetir. Ayrıca terapist, Sokratik, didaktik, mizahî ve metaformik gibi çeşitli tartışma stilleri kullanabilir (Beal, Kopec, & DiGiuseppe, 1996).

Eğer terapist, işsiz danışanın “insanlar bana daima iyi davranmalıdır” şeklindeki akıldışı inancını ampirik yaklaşım ve Sokratik tartışma biçimini kullanarak analiz ederse, danışana “insanların sana sürekli iyi davranması gerektiğine yönelik kanıtın nedir?” şeklinde bir soru sorabilir. Eğer terapist işlevsel/pratik yaklaşımı ve didaktik tartışma biçimini benimserse “görünüşe bakılırsa patronunun iyi davranması gerektiğine inanmana rağmen sana kötü davranması hem seni öfkelendirdi hem de aktif biçimde yeni bir iş aramana engel oldu” şeklinde bir açıklama yapabilir. Danışana yöneltilen soruların, danışanı kendisi hakkında düşünmeye sevk ettiği ve kendi görüşlerini geliştirmesine yardımcı olduğu için, ADDT oryantasyonlu terapistlerin daha çok Sokratik tartışma biçimini tercih ettikleri öne sürülmektedir. Ellis, danışana akıldışı inançları ile akılcı inançları arasındaki farkı gösterdiği için Sokratik tartışmanın kullanılmasının daha etkili olduğunu belirtmiştir (Dryden & DiGiuseppe, 1990).

Terapistin danışana, sahip olduğu akıldışı inançların mantıklı, işlevsel ve gerçekçi olmadığına ikna ettiği tartışma aşamasından sonraki aşamada, akılcı bir inanç oluşturulmaya çalışılır. Beal ve diğerleri (1996) danışanın, akıldışı inançlarıyla değiştirebileceği daha üstün ve akılcı bir inanca sahip olduğunda, akıldışı inançlarını azaltabileceğini belirtmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi akılcı inançlar esnek, katı

olmayan, bireye seçim şansı tanıyan arzular, istekler ve umutlardır. Örneğin işsiz danışan akıldışı inancını; “patronumun bana kötü davranması hiç hoşuma gitmedi ancak bana iyi davranmak zorunda olduğuna ilişkin bir kanıtım yok” şeklindeki alternatif akılcı bir inançla değiştirebilir.

Danışan ve terapist etkili ve akılcı bir inanç üzerinde anlaşma sağladıklarında, terapist danışanın akılcı alternatif görüşleri benimseme düzeyini genişletmeye çalışacaktır. Terapist danışana, eğer gerçekten akılcı bir inanca inansaydın neler düşünüp hissederdin? şeklinde bir soru sorabilir. Bu sorunun amacı, pozitif olumsuz duyguları tanımlamaktır. Bu durumda işsiz danışanın, hiddet yerine kızgınlık duygusu hissetme olasılığı daha yüksek olacaktır. Ayrıca danışanın kendini hiddetli hissettiği durumlarda, akılcı inançları yazması ve okuması şeklinde etkili bir ev ödevi olabilir. Terapist aynı zamanda danışanından, insanların ona iyi davranmak zorunda olmadıklarını ve iyi davranmadıklarında kötü insanlar olarak değil, sadece kötü davranan insanlar olarak nitelendirilebileceklerini yansıtan daha fazla başa çıkma açıklamaları üretmesini isteyebilir.

Terapide sonal amaç danışanın kendisinin terapisti olmasına ve kişisel değişim yaşamasına yardım etmektir. Terapi süreci, danışan ve terapistin özel amaçlarına ulaşmalarıyla sona erer. Böyle bir noktaya ulaşabilmek için danışanın daha akılcı düşünce ve davranışlar sergilemesi ve ADDT ilkelerini iyi bir şekilde kavrayarak günlük yaşam durumlarına aktarması gerekmektedir. ADDT’de sürecin başarılı olduğuna karar verebilmek için danışanın aşağıdaki şartları sağlaması önemlidir:

 Düşünce ve davranışları için daha fazla sorumluluk alabilmesi,  Kendini her yönüyle (güçlü ve zayıf) kabul edebilmesi,

 Daha bilimsel ve bağımsız düşünebilmesi,  Risk alabilme becerisi sergileyebilmesi,  Kişisel ve çevresel stresini azaltabilmesi.

Son oturumda, danışanın tüm oturumlar boyunca neler öğrendiği ve bunları dış dünyada nasıl kullanacağı üzerinde durulur. Bazı terapistler, eğer danışan isterse gelecek oturumlar için açık kapı bırakırlar.