• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KURAMSAL ÇERÇEVE VE ĐLGĐLĐ LĐTERATÜR

1.3. Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT)

1.3.4. ADDT’nin Đnsan Doğasına Bakışı

Ellis’in insan doğasına bakış açısı; insanı kötümser ve deterministik ele alan analitik yaklaşımla, en olumlu biçimde gören Rogers arasında bir yerdedir. Ne psiko-analitik kadar kötümser ne de Rogers kadar iyimserdir. Đnsanı değerlendirmede insancıl ve var oluşçu terapiyle pek çok ortak yönleri vardır. Ellis insan doğasına bakış açısını, insancıl olarak nitelendirmektedir. Ellis’e göre birey ne iyi ne de kötüdür ve fakat bunların ikisini de göstermeye eğilimlidir. Đnsanın verimli, mutlu ve başarılı olması için akılcı düşünmesi ve davranması gerekmektedir. Her duygu bir düşünceyle birliktedir ve duygusal ve algısal bozukluklar akıldışı düşüncelerin sonucunda ortaya çıkar. Ellis insana yönelik bakış açısının daha iyi anlaşılabilmesi için 3 temel varsayım ortaya koymuştur;

 Düşünce ve duygular çok yakın ilişki içindedir.  Düşünce ve duygular birbirine eşlik ederler.

 Hem düşünce hem de duygu içselleştirilmiş konuşmalara eşlik ederler.

Ellis (1994) ADDT’nin temel varsayımlarından birisi olarak; insan bilişi, duygusu ve davranışının bir bütün ve birbiriyle iç içe olduğu görüşünü öne sürmüştür. Böylelikle bireyin tutumları ve benliğine, diğerlerine ve dünyaya yönelik değerlendirmeleri geniş oranda duygusal ve davranışsal tepkilerini etkilemektedir. ADDT’ye göre psikolojik problemlerin düşünce, his ve davranışların etkileşimiyle gerçekleştiği ve bu boyutlardan birindeki değişimin diğerlerinde de değişimler sağladığı gerçeğini dikkate almak önemlidir. ADDT’nin kuramsal bakış açısına göre, bireyin olaylara yönelik algıları inanç, duygu ve davranışlarıyla sürekli bir etkileşim içindedir. Ayrıca birey, duygusal ve davranışsal tepkilerini kontrol ettiğinin farkında olursa onun işlevsel düşünme ve davranma olasılığı daha yüksek olur (Ellis, 1999).

ADDT’nin insan doğasına yönelik en temel ilkelerinden birisi Walen, DiGiuseppe ve Wessler (1980) tarafından tanımlanan ve “bilişin, insan duygusu için en önemli

yakınsak belirleyici olduğu” (s. 15) yönündeki tasarımdır. Aslında bu tasarım bireyin olayları düşünme ve yorumlama tarzının onun duygusal tepkilerini önemli oranda etkilediğini savunmaktadır. ADDT yaklaşımına göre, geçmiş ve gelecekteki dışsal olaylar, bireyin duygularına katkıda bulunmakta ancak bireyin duygusal tepkilerini doğrudan etkileme veya açığa çıkarma açısından sınırlı bir güce sahip olmaktadır. Đçsel algılar ve değerlendirmeler, dışsal olaylara göre duygusal tepkileri daha fazla yordamaktadır. Ayrıca “genetik ve çevresel etkileri de içeren çoklu faktörler, akılcı olmayan düşünce ve inanç ile psikopatolojinin etiyolojik öncüleridir” (Walen ve diğerleri, 1980, s. 16).

ADDT’ye göre insanlar olumsuzluklarla dünyaya gelmezler, psikolojik sorunlar öğrenmeyle kazanılır. Davranışlar bilişsel öğrenme yaşantılarıyla oluşur ve davranışlar yanlış bilgi ve inançlardan olumsuz etkilenir. Nevrotik ve psikotik eğilimler öğrenilmiştir, doğuştan değildir, problemli insanlar hem yapısal hem de biyolojik bozukluklara sahip olabilirler. Yapısal ve biyolojik bozukluklar rahatsız edici inançların ortaya çıkmasına yol açar ve bu inançları geliştirme özelliği insana özgü bir durumdur. Ayrıca birey akıldışı inançları, çocukluk yıllarından beri kendisi için önemli olan insanlardan öğrenmekte, bu inançlar bireyin dogma ve batıl inançları tarafından yaratılmaktadır. Daha sonra birey, benliğini tahrip edici bu inançları sanki yararlıymış gibi yineleyerek sürdürmektedir.

ADDT bireyin hem mantıklı ve doğru düşünebilme, hem de mantıksız ya da çarpık düşünebilme potansiyeli ile dünyaya geldiğini savunmaktadır. Kendini koruma, mutlu olma, düşünme ve ifade etme, sevme, başkalarıyla beraber olma, kendini geliştirme ve gerçekleştirme eğilimine sahip olan birey; aynı zamanda kendini tahrip etme, düşünmeden kaçınma, erteleme, hataları tekrarlama, batıl ve boş inançlar geliştirme, hoşgörüsüzlük, mükemmeliyetçilik, kendini suçlama ve kendi potansiyellerini geliştirmeden kaçınma gibi olumsuz eğilimler de sergileyebilir. Bireyin hata yapma eğilimi yüksek olan doğasını vurgulayan ADDT, hata yapmaya devam etse de bireyin yaşamında kendileriyle daha barışık olmalarına ve kendilerini kabul etmelerine yardımcı olmayı amaçlar (Corey, 1991). Ellis, bireyin kendi kendisiyle konuştuğunu, kendini değerlendirdiğini ve kendini cesaretlendirdiğini savunmuştur.

ADDT, insanların hem mantıklı hem de mantıksız olmak için doğuştan olduğu kadar sonradan da kazanılmış güçlü eğilimleri de olduğu görüşündedir. Ellis’e göre insanlar hem mantıklı olmak ve hoş şeyler üretmek, hem de kendilerine başkalarına zarar vermek, mantıksız olmak ve aynı hataları tekrarlamak için büyük bir potansiyele sahiptirler. Đnsanların mantıksızlığı nasıl geliştirdikleri ve korudukları sorusu üzerinde duran Ellis, mantıksızlığın gelişim sürecinin telkin ve öğretilerle tamamlandığını ifade etmiştir. Ellis, insanların mantıklı seçim yapma kapasitelerini geliştiremediklerini ve mantıklarını kullanmayarak duygusal rahatsızlıklarını büyük ölçüde kendilerinin yarattığını savunmaktadır.

ADDT bireyin kendini ve diğer insanları suçlamasının birçok duygusal bozukluğa yol açtığını öne sürmektedir. Bu yüzden nevroz ve kişilik bozukluklarından kurtulmak için birey, kendini ve başkalarını suçlamayı terk etmelidir. Birey suçlamalar yerine, mükemmel olmadığının farkında olarak kendisini mevcut haliyle kabul etmelidir. Ellis’e göre insanoğlu, akılcı düşünme yeteneği ile dünyaya gelmesine rağmen dogmatik istekler ve tercihler yönünde de güçlü eğilimlere sahiptir. Eğer birey akılcı inanç ve tercihlere sahip olursa, depresiflik, saldırganlık ve kendine acıma gibi durumlarla karşı karşıya kalmaz ve kendini rahat hisseder. Akılcı olmayan inançlar ve yıkıcı duygular, işlevsel olmayan davranışlara yol açar (Corey, 1991).

Ellis (1994) tüm insanların, akılcı ve bilimsel olmayan bir tarzda düşünmeye yatkın olduklarını açıklamıştır. Bireyler ekolojik, politik ve sosyal bir sistem içerisinde işlevde bulunmaktadır. Bu nedenle çevre, bireyin akılcı olmayan bir tarzda düşünme eğilimini desteklemekte ve bu eğilimi sürdürmesine yardımcı olmaktadır. ADDT kalıtsal ve çevresel faktörlerin, sürekli biçimde bireyin akılcı olmayan düşünmelerine ve sonuçta duygusal problemler yaşamalarına neden olduklarına inanmaktadır. ADDT “şimdi ve buradaya” odaklanmakla, bireyin akılcı olmayan inançlarıyla mücadele edebileceklerine, bu inançları yeniden düzenleyebileceklerine ve böylece kendilerini daha sağlıklı ve uyumlu biçimde algılayabileceklerine inanmaktadır. Akılcı düşünme uygulamaları sayesinde birey, sağlıksız ve öz-yıkıcı duygularını değiştirmeyi öğrenebilir (Walen ve diğerleri, 1980).

Ellis’in bireyin işlevsel olmayan düşünce ve hislerini düzenleme ve değiştirme kapasitesine sahip olduğuna inanmasına rağmen Walen ve diğerleri (1980) bu tür bir

düzenlemenin “çok kolay biçimde gerçekleşemeyeceğini” ifade etmiştir. Đnançların yeniden formüle edilmesi, sıklıkla çaba, iç-görü ve motivasyon gerektiren gerçek bir mücadeledir. Ellis (1994) eğitme, mücadele etme ve tartışma gibi çeşitli “bilişsel-ikna edici yöntemler” (s. 55) aracılığıyla birçok bireyin sağlıksız düşünme yollarını değiştirebileceğini bildirmiştir. Buna uygun olarak ADDT’nin amaçlarından birisi; danışana bilimsel düşünmeyi öğretmektir. Ellis (1979) bilimsel düşünceyi içselleştiren bireylerin, daha derin duygular yaşama ve duygularını düzenleme becerisi sergileyebilme olasılıklarının yüksek olacağını savunmuştur. Ayrıca bilimsel düşünme yöntemi aracılığıyla bireyler inançlarını, duygularını ve davranışlarını daha doğru biçimde değerlendirme yeteneği geliştirebilirler.

ADDT’ye göre akılcı bir potansiyelle dünyaya gelen birey, akılcı düşünebilme yeteneğine sahiptir. Ancak akıldışı ve rahatsızlık yaratacak düşünce biçimlerine de sahip olabilir. Birey mutlu olmaya, kendini gerçekleştirmeye, âşık olmaya, kendini ifade etmeye, diğerleriyle ilişkiye girmeye ve kendini gerçekçi olarak değerlendirmeye yatkındır. Bununla birlikte öz-yıkıcı davranışlar geliştirerek, kendine hoşgörüsüz davranarak, hatasız davranmaya yönelerek, mükemmeliyetçi davranarak ve kendini suçlayarak mevcut potansiyellerini engeller.

Ellis’in (1991a, b; 1995; 1996) insan doğasına yönelik bazı görüşleri şu şekilde özetlenebilir:

 Birey biriciktir.

 Bireyi rahatsız eden, olay veya durumlardan çok onları algılayış biçimidir.  Bireyin kendi biliş, duygu ve davranışlarını değiştirebilme yeteneği vardır.  Birey kendini ifade eden, değerlendirebilen ve destekleyen bir yapıya sahiptir.  Birey hem mantıklı hem mantıksızdır. Mantıklı düşünüp davrandığında etkili,

mutlu ve yeterli olur.

 Duygusal ve psikolojik sorunlar, akıldışı düşüncelerin sonucudur. Duygu düşünceye eşlik eder ve sonuçta duygu önyargılı, oldukça kişiselleştirilmiş ve akıldışı düşünme biçiminden etkilenir.

 Akıldışı düşünme, erken yıllardaki mantıkdışı öğrenmelerden kaynaklanır. Biyolojik olarak bu öğrenmelere eğilimli olan bireyin akıldışı düşünceleri, özellikle ebeveynleri ve kültürel değerleri aracılığıyla pekiştirilir.

 Birey dil ve sembollerle konuşan ve düşünen bir varlıktır. Duygu düşünceye eşlik ettiği için duygusal rahatsızlıklar sürerse, akıldışı düşünme de devam eder. Rahatsız olan birey, mantıkdışı davranışını akıldışı içsel konuşmalarıyla sürdürmeye devam eder.

 Duygusal rahatsızlıkların sürdürülmesi, içsel tartışmaların sonucudur. Bu yüzden dış dünyadaki olaylar ve durumlar, içsel yargılarla değerlendirilir. Depresyon ve kaygı dış olaylardan değil, bireyin bu dışsal olaylarla yönelik algısından kaynaklanmaktadır.

 Birey kendi potansiyellerini gerçekleştirebilir ve kendi bireysel ve sosyal yaşamını değiştirebilir. Bireyin değişim kapasitesi vardır ve geçmişin kurbanı değildir.

 Negatif ve öz-tahripçi düşünce ve duygular, algı ve düşüncelerin bilişsel yeniden organizasyonu ile yenilebilir.