• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.1.3. Avrupa Birliğine Uyum Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü ve

2.1.3.3. AB ve Türk Bankacılık Sektörlerinin Karşılaştırılması

Temel bankacılık göstergeleri ekseninde değerlendirildiğinde, Avrupa Birliği bankacılık sektörünün Türk bankacılık sektörüne oranla daha gelişmiş ve ekonomik işleyişe katkı yapan bir niteliğe sahip olduğu görülmektedir. Bu durum, bazı açılardan Türkiye’nin ulusal gelirinin görece düşüklüğüyle de doğrudan ilgilidir. Bu nedenle, sektörler arasında yapılacak karşılaştırmalarda kullanılacak değerlerin milli gelir(GSMH) rakamlarıyla ya da toplam aktiflerin tutarıyla ilişkilendirilmesinde büyük yarar vardır174.

2005 yılı sonu rakamlarına göre AB ülkeleri bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğü toplam milli gelirlerinin 3 katı kadardır. Türkiye’de ise bu oran 0.81 düzeylerindedir. Sektörün ekonomiye katkısının en önemli göstergesi olan kredi kullandırma rakamlarında da Türk bankacılığı AB ortalamasının gerisinde kalmıştır. Toplam Kredi/Toplam Aktif oranı AB’de 2005 yılı için %51.74 iken Türk bankacılık sektöründe bu oran %38.6 düzeyindedir. Menkul değer cüzdanının toplam aktifler içerisindeki payı ise AB ülkelerinde %17 dolayında iken Türkiye’de bu oran %36 düzeyindedir. Söz konusu oranlar, kaynakların ekonomi açısından ne ölçüde verimli kullanıldığının da bir göstergesidir. Bu çerçevedeki önemli bir başka gösterge olan Toplam Kredi/Toplam Mevduat oranı da bu durumu desteklemektedir. Mevduatın krediye dönüşüm oranları ortalaması AB-15 ülkelerinde %100’ü, yeni üye ülkelerde ise %80’i aştığı göz önüne alındığında, %50 düzeylerindeki Türkiye ortalamasının oldukça düşük kaldığı görülmektedir.

Söz konusu rakamlar Türk bankacılık sektörünün gerçek işlevlerini ne ölçüde yerine getirdiğinin de önemli bir göstergesidir. Kredilendirme, yıllar boyunca ikincil bir işlev olarak ele alındığından; devletin borçlanma gereksiniminin ve dolayısıyla reel faizlerin düşük düzeylere çekilmesi ve AB’ye tam üyeliğin sağlanması durumunda, bütünleşmenin doğuracağı yeni piyasa ortamında sektörün yabancı

174 Aşağıda konu akışı içerisinde AB bankacılık sektörüne ilişkin sunulan veriler; ‘EU Banking

Sector Stability’ (http://www.ecb.int/pub/pdf/other/eubankingsectorstability2006en.pdf, 16.12.2006), ECB, November 2006; ‘EU Banking Structures’ (http://www.ecb.int/pub/pdf/other/eubanking structures2006en.pdf, 16.12.2006) ECB, October 2006” çalışmalarından alınmıştır. Türk bankacılık sektörüne ilişkin verilerse, Türkiye Bankalar Birliğince yayınlanan istatistiklerden elde edilmiştir.

bankalarla rekabet etmekte oldukça zorlanacağı tahmin edilmektedir. Gelirlerin önemli bölümünün yıllar boyunca rekabet dışında kalan alanlardan elde edilmiş olması ve zaten düşük olan kredi hacminin önemli bir kısmının da grup şirketlerine aktarılmış olması nedeniyle, Türk bankacılığı gerçek faaliyet alanları konusunda yeterli gelişmeyi sağlayamamıştır. Kredi fiyatlarının (Birlik üyesi ülkelere oranla) oldukça yüksek düzeylerde oluşmasına da neden olan bu durum ayrıca, gerek ürün çeşitliliği gerekse de uzmanlaşma gibi sektörü rekabette öne çıkaracak niteliklerin daha da gelişmesini önlemiştir.

Tablo.2.8: Bazı AB Ülkeleri ve Türkiye'de Uzun Vadeli Faiz Oranları

1999 2000 2001 2002 2003 2004 AB Ortalaması 4,66 5,04 5,03 4,91 4,14 4,12 Danimarka 4,91 5,64 5,08 5,06 4,31 4,31 Belçika 4,75 5,59 5,13 4,99 4,18 4,15 Almanya 4,49 5,26 4,8 4,78 4,07 4,04 Yunanistan 6,3 6,1 5,3 5,12 4,27 4,26 İspanya 4,73 5,53 5,12 4,96 4,12 4,1 Fransa 4,61 5,39 4,94 4,86 4,13 4,1 İrlanda 4,71 5,51 5,01 5,01 4,13 4,08 İtalya 4,73 5,58 5,19 5,03 4,25 4,26 Lüksemburg 4,7 5,5 4,86 5,97 5,22 5,1 Hollanda 4,63 5,4 4,96 4,89 4,12 4,1 Avusturya 4,68 5,56 5,07 4,97 4,15 4,15 Portekiz 4,78 5,6 5,16 5,01 4,18 4,14 Finlandiya 4,72 5,48 5,04 4,98 4,13 4,11 İsveç 4,98 5,37 5,11 5,3 4,64 4,42 İngiltere 5,01 5,33 5,01 4,91 4,58 4,93 Türkiye 109,5 37,7 99,6 63,5 44,1 24,7

Kaynak: Gültekin Rodoplu, ‘Küreselleşen Dünyada Türkiye ve Avrupa Birliği Finans

Pazarlarına Genel Bakış’, Panel Tebliği, Mersin Üniversitesi, 2005, s.5.

*2005 yılı sonu itibariyle uzun vadeli faiz oranları Euro bölgesinde %3.93, Türkiye’de ise %16.3 düzeylerinde gerçekleşmiştir. (http://www.ecb.int/press/pr/stats/mfi/html/index.en.html ve http://www.hazine.gov.tr/stat/egosterge/VI-KamuMaliyesi/VI_10_2.xls 13.12.2006)

Öte taraftan tam üyelik süreci sektörde dikkate değer iyileşmelerin ortaya çıkmasında önemli bir etken olmuştur. Alınan önlemler ve ekonomide önceki dönemlere göre sağlanan istikrar sonucunda, açılan kredi tutarları geçmiş yıllara oranla önemli bir yükseliş eğilimine girmiştir. Söz konusu tutarların istenen düzeylere yükseltilebilmesi, ekonomik iyileşmelerin sürdürülmesi ve düzenleyici otoritenin bu yöndeki çabalarıyla yakından ilişkilidir. Tablo.2.8’de sunulan

Türkiye’ye ilişkin faiz oranı verilerinde gözlenen düşüş eğilimi, Türk bankacılığında son yıllarda oluşan olumlu gelişmeler bağlamında ele alındığında; sektörün sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasında makroekonomik politikaların önemini ve sorunların çözümünde eşgüdümlü çabaların gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Türk bankacılık sektöründe kârlılık rakamları AB bankalarına oranla oldukça yüksek düzeylerdedir. AB bankacılık sektörünün 2005 yılı ortalama aktif kârlılığı %0.63 düzeylerinde iken Türkiye’de bu oran %1.40 olarak gerçekleşmiştir. Söz konusu rakamlar Türk bankacılık sektörünün daha yüksek kârlılıkla çalıştığını göstermektedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi sektördeki kârların önemli bölümü DİBS’lere yapılan yatırımlardan sağlanmaktadır. Ayrıca bu alandaki rekabet eksikliğinin de etkisiyle, krediler AB koşullarına oranla oldukça yüksek fiyatlarla ve işlem maliyetleriyle kullandırılmakta, diğer bankacılık hizmetleri de yine yüksek ücret ve komisyonlarla gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla yüksek kârlılık rakamları, Türk bankacılık sektörünün aktiflerini Birlik ülkeleri bankalarına göre daha verimli kullanabilmesi yeteneğinden değil, gerçekte, ekonominin yapısal sorunlarının oluşturduğu (çarpık) piyasa koşullarından kaynaklanmaktadır. Temel ekonomik göstergelerin AB koşullarına uygun hale getirildiği ve bütünleşmenin resmen sağlandığı olası bir durumda, Türk bankacılığının süregelen yapısıyla Birlik üyesi ülke bankalarıyla rekabet etmesi ve kârlılığını bu düzeylerde sürdürmesi olanaklı görülmemektedir.

Sektörde son yıllarda ortaya çıkan ve hizmet çeşitliliğinin, teknoloji kullanımının ve fiyat rekabetinin artması yönündeki gelişmeler ise son derece olumlu olarak değerlendirilmektedir. Ekonomik göstergelerdeki iyileşmelere ve artan rekabete koşut olarak sektörde sağlanan iyileşmeler, uluslararası düzeyde rekabet edebilme gücüne ulaşma hedefi bağlamında, umut verici unsurlardır.

1980 ve 1990’lı yıllardaki birçok çalışmada önemli bir sorun olarak gösterilen yoğunlaşma olgusu, bütünleşen piyasalarda artan rekabet baskısının da etkisiyle artık bir sorun olarak değil (çok yüksek düzeylerde olmaması koşuluyla) olumlu bir nitelik olarak değerlendirilmektedir. Finansal piyasalarda ortaya çıkan risklerin yapısı ve boyutları, banka birleşme ve devralmalarını özendirerek

yoğunlaşma oranlarının artmasına ortam oluşturmaktadır. 2005 yılı itibariyle AB ülkelerinde %59.7 olan ilk beş bankanın sektörün aktif büyüklüğü içindeki payı, Türkiye’de de yaklaşık olarak aynı düzeyde gerçekleşmiştir. Türk bankacılık sektöründe konuyla ilgili asıl sorun, söz konusu oran içerisindeki kamu bankalarının yüksek payıdır. Her ne kadar son yıllarda önemli iyileşmeler sağlanmış olsa da, kamu bankalarının yıllar boyunca verimlilik ve etkinlikten uzak çalıştıkları bilinmektedir175. Sağlanan iyileşmelerin korunabilmesinin siyasal gelişmelere karşı son derece duyarlı olması, kamunun bankacılık sektöründeki payının azaltılması gereğini ortaya koymaktadır. Kamu bankalarına dönük olarak sürdürülmekte olan özelleştirme çalışmalarının sonuca ulaştırılmasının, sektörün gelişimine uzun dönemde katkı sağlaması beklenmektedir.

Bankacılık sektörleri arasında yapılan karşılaştırmalarda kullanılan en önemli göstergelerden biri de sermaye yeterlik oranlarıdır. Ancak TBB tarafından sektörün sermaye yeterliliğine ilişkin yayınlanan veriler, 2001 yılına kadar yalnızca kredi riski göz önüne alınarak hesaplanmıştır. Oysa bu hesaplama yönteminin gerçek risk düzeylerini yansıtmadığı 90’lı yılların ortalarından beri yaygın olarak kabul edilmektedir. Sadece kredi riskinin göz önüne alındığı hesaplamaların bankaların sermaye yeterliliklerinin belirlenmesinde son derece etkisiz olduğu, konuyla ilgili çok sayıda bilimsel çalışmada ve daha önemlisi Basel Komitesi tarafından yayınlanan raporlarda belirtilmiştir. Türk bankacılık sektörünü sermaye yeterliliği açısından dünyanın en önde bankaları arasında gösteren söz konusu hesaplamanın, sektörün karşı karşıya olduğu gerçek risk düzeyini yansıtmadığını, yakın geçmişte yaşanan kriz deneyimleri göstermiştir.

Öte taraftan, 2002 yılından itibaren uygulamaya konulan ve piyasa riskini de dikkate alan verilere göre de sektörün sermaye yeterliliği oldukça yüksek düzeylerdedir. Örneğin özel sermayeli ticaret bankaları için söz konusu oran, 2002- 2005 döneminde sırasıyla %19.7, %23.5, %22.3 ve %17.2 olarak gerçekleşmiştir176.

175 Bu durum yapılan birçok çalışmada ortaya konmuştur. Ayrıntılı bir örnek çalışma için bkz, Fikret

Çankaya, Mehmet Öz, Kamu Bankalarının Özelleştirilmesi: Kamu ve Özel Sermayeli Bankalarda Etkinlik ve Verimlilik Analizi, TBB, İstanbul, 2001.

176

Veriler TBB internet sitesi, ‘http://www.tbb.org.tr/turkce/bulten/3%20aylik/TopluMaliTablolar/

Ancak piyasa duyarlılığının oldukça yüksek olduğu bir ortamda, piyasa riskinin ölçümünde halen standart yöntemin kullanılıyor olması ve bunun yanı sıra denetim ve gözetim işlevlerinde yaşanan olumsuzluklar, söz konusu oranların sorgulanmasını gerektiren bir başka unsurdur. Anılan nedenlerle, sermaye yeterliliği verilerine ilişkin karşılaştırmaların sağlıklı sonuçlar üretmesi beklenmemelidir. Basel-II Uzlaşısı’na uyum sonrasında, sermaye yeterlilik düzeylerine ilişkin karşılaştırmaların çok daha güvenli sonuçlar vermesi olanaklı hale gelecektir.

2.1.3.4. Basel-II Uzlaşısının Türk Bankacılık Sektöründe Uygulanabilme