• Sonuç bulunamadı

1.3. Eğitim, Ġki Dillilik ve Dil Politikaları Bağlamında Yurt DıĢındak

1.3.2. AB Dil Politikası, Çok Dillilik ve Türk Toplumu

BirleĢik Avrupa hayali 5 Mayıs 1949 tarihinde Strasbourg kentinde, on Avrupa ülkesinin kurucu üye ülke olarak katıldığı Avrupa Konseyi‟nin oluĢmasıyla baĢlamıĢtır. 1949 yılında Türkiye‟nin de katıldığı Avrupa Konseyi‟nin 48 üyesi bulunmaktadır. Konsey‟in baĢlıca amacı demokrasi ve insan haklarını korumak, eğitim ve kültür politikaları için ortak yollar çizmek, ırkçılık, etnik ayrımcılık, çevrenin korunması ve organize suçlar gibi temel sorunlar için çözüm yolları bularak Avrupa vatandaĢlarının yaĢam koĢullarını iyileĢtirmek ve tüm bireylere Avrupalılık kimliği kazandırmaktır. Avrupa Konseyi‟nin resmî dilleri Ġngilizce ve Fransızcadır. Avrupa Konseyi‟nin belirlediği eğitim ve kültür politikaları için de en ağırlıklı konu dil politikasıdır (Bilginer, 2010).

Sadece Ġngilizce ve Fransızcayı resmi dil olarak kabul eden Avrupa Konseyi‟ne karĢın, Avrupa Birliği çok kültürlülük, çok dillilik, bütün üye ülkelerin eĢitliği ve bu üye ülkelerin birbirlerine karĢı kültürel ya da dilsel üstünlüğü olmadığı ilkelerini benimsemiĢtir. Bu doğrultuda 27 tam üyeye sahip olan AB, bu ülkelerde konuĢulan toplam 23 dili resmi dil olarak kabul etmiĢtir. Yüzlerce üye ülkeye sahip BirleĢmiĢ Milletlerin bile 6 resmi dili bulunurken, 27 üye ülkeye sahip AB‟nin 23 resmi dilinin olması, Birlik için birçok sorunu da beraberinde getirmiĢtir (Bilginer, 2010). 2003 yılında AB Komisyonu için toplam bir milyon dört yüz seksen bin sayfa tercüme yapılmıĢtır. Tüm AB kurumlarının çeviri ve tercümanlık masraflarının maliyeti kiĢi baĢına 2,55 Euro olmuĢtur. Yine 2003 verilerine göre kiĢi baĢına eğitim için 0,72 Euro, adalet ve içiĢleri için 0,33 Euro, sağlık ve tüketicilerin korunması için 0,95 Euro düĢmektedir. Toplamı alınırsa dahi kiĢi baĢına düĢen rakam 2 Euro olmakta ve AB‟nin tercüme bütçesinden küçük olmaktadır (Gündüz, 2006). AB Genel Bütçesinden ve AB Parlamento Bütçesinden tercüme masrafları için yapılan harcamalar ile AB mahkemelerinde görülen bir dava dosyasının karara bağlanmasının, dil ve iletiĢim sorunları nedeniyle ortalama 25 ay sürmesi birlik içerisinde dil çeĢitliliği ve farklılığı nedeniyle yaĢanan sorunları gözler önüne sermektedir (Bilginer, 2010).

Avrupa Birliği tüm üye ülkelerin dilleri ve kültürleri arasında eĢitliğe dayalı bir denge oluĢturmayı amaçlasa da birlik içerisinde Ġngilizcenin baskınlığı dikkatleri çekmektedir.

Avrupa Birliği‟ne bağlı yayın organlarında duyurular ve kimi iletiĢimler tüm resmî diller kullanılarak değil, çoğu zaman Ġngilizce, Fransızca ve Almanca gibi dillerde yapılmaktadır. Özellikle de Ġngilizcenin Avrupa toplumu içerisinde yaygın olarak bilinmesi, okullarda en fazla öğrenilen yabancı dil olması gibi sebeplerle Avrupa Birliği‟nin tek ortak dili gibi bir statüde olduğu gözlenmektedir. Bu durum Birlik‟in diller ve kültürler arasında eĢitlik ilkesine ters düĢmektedir. Avrupa Birliğinin dil çeĢitliliğinden kaynaklanan sorunlarının çözümü ve Ġngilizcenin baskınlığının ortadan kaldırılması için Esperanto gibi bir yapay dilin tek ortak dil olarak kabul edilebileceği fikri ortaya atılmıĢsa da bu dilin söz konusu ihtiyaçları karĢılayabilecek ölçüde geniĢletilebilmesi için hem kaynak hem de yoğun çaba gerektirdiği düĢünülmüĢ ve bu fikrin Avrupa Birliği açısından dil sorunlarına çare olamayacağı görülmüĢtür.

Avrupa Birliği kurumları ve üye ülkeler içerisinde yaĢanan dil sorunları sadece resmi dillerin fazlalığından kaynaklanan sorunlar değildir. Birlik, üye ülkelerin resmi dillerine uyguladığı eĢitlik ve çeĢitlilik ilkesini Avrupa toplumu içerisinde azınlık dilleri ve 3. Ülkelerden gelen göçmen iĢçilerin çocuklarına da uygulamak durumunda kalmıĢtır. Böylece 1974 yılında imzalanan antlaĢmada Avrupa Topluluğunun üyesi olan devletlerin Milli Eğitim Bakanları aktif iki dilliliği eğitim politikasının ana prensibi olarak tanımlamıĢtır. Avrupa Konseyi 1977‟de Avrupa Topluluğuna üye olan devletlerde 3. Ülkelerden gelip çalıĢanların çocuklarının okul eğitimiyle ilgili bir talimatname çıkartarak üye devletlerin, ana dili ve devlet dilinin öğretilmesi için kendi bünyelerinde kurumlar oluĢturmalarını önermiĢtir. Daha sonra Avrupa Parlamentosu 1985‟te aldığı bir kararla üye devletlerden 1977 talimatnamesini hayata geçirmelerini istemiĢtir. Söz konusu talimatnamede belirtilen önerilere ve Maastricht AntlaĢması‟na rağmen aktif ili dillilik ilkesi Avrupa Birliğine üye ülkeler tarafından 3. Ülkelerden gelen göçmen iĢçilerin çocuklarına uygulanmamıĢtır. Bu durum Avrupa birliğinin, üye devletlerin resmi dillerine ve üye devletlerde yaĢayan azınlıkların dillerine tanıdığı eĢitlik prensibini 3. Ülkelerden gelen öğrencilerin ana diline tanımadığını açıkça ortaya koymaktadır (Ġleri, 2001).

Öte yandan Avrupa ülkelerinde göçmen çocuklarına yönelik olarak uygulanan eğitim politikalarında görülen, AB‟nin temel ilkelerinden olan diller ve kültürler arsı eĢitlik ve çeĢitlilik ilkesiyle zıt durumlar, etnik azınlıkların ana dillerinde eğitim alabilmeleri konusunda da yaĢanmaktadır. Bunun en açık örneği Yunanistan‟daki Türk azınlığın durumuyla ortaya çıkmaktadır. AB‟nin Maastricht ölçütlerine göre etnik azınlıkların ana dillerinde eğitim alması insan hakları çerçevesinde değerlendirilmekte ve etnik azınlıklara

ait bireylerin ana dillerinde eğitim alabilmesi önerilmektedir. Ancak Yunanistan‟daki Türk azınlık “Müslüman azınlık” nitelemesi ile dini azınlık sınıflandırmasına tabi tutulmakta ve böylece buradaki Türk toplumunun dilsel ve kültürel hakları ihlal edilmektedir (Yağmur, 2009). Bu ve benzer durumlar Avrupa Birliği dil politikalarının temelini oluĢturan çok dillilik, diller ve kültürler arsında eĢitlik ve çeĢitlilik prensibine tamamen aykırı olması yönünden birlik içerisinde yaĢanan önemli dil sorunlarından biri olarak algılanmaktadır.