• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.1. KASÎDE NAZIM ÇEŞİDİ OLARAK ŞİTÂİYYE

3.1.4. GELİBOLULU MUSTAFÂ ÂLÎ

3.1.4.1. Şitâiyye

Şitâiyyenin kimin için yazıldığı kasîdenin başında belirtilmemiştir. Hakkında yapılan çalışmalarda da bununla ilgili de herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Şitâiyyenin ilk 11 beyiti nesîb bölümü, 12 ve 13. beyitler girizgâh bölümüdür. Hacim olarak olukça küçük olan medhiye bölümü ise kasîdenin 14 ile 19. beyitleri arasında bulunmaktadır. Şitâiyyenin fahriye bölümü ise 20 ile 24. beyitleri arasıdır. Son bölüm olan du'â ise 25. beyitle başlamış, içine kış ile ilgili unsurları katarak 28. beyitte son bulmuştur.

Gelibolu Mustafâ Âlî kasîdenin nesîb bölümünde, kış mevsiminin gelmesiyle birlikte tabiatta oluşan değişimin yeryüzüne çeşitli yansımalarını anlatmıştır. Bunu yaparken tabiatın görsel yönünü de ortaya çıkaran kelimelerden yararlanmıştır. Bunlardan bazıları "serv, hezâr, çemen, gülistan, nebât"tır. Bunlar özellikle bahar ve yaza ait kavramlardır. Şâir, böylece kış mevsiminin bunlar üzerinde meydana getirdiği değişimi göstererek tabiata kışın etkisini anlatmak istemiştir. Şâir, kış mevsiminin öncelikli olarak

77

Kudret Altun, Gelibolulu Mustafa Âli ve Divânı-Varidâtü'l-Enîkâ (Niğde: Özlem Kitabevi, 1999), s. XXXVIII.

tabiatta bıraktığı görsel etkiyi anlatmakla birlikte insanlar ve diğer canlılar üzerindeki etkilerini de anlatmaktan geri kalmamıştır.

Şitâiyyenin başında güneş, yeryüzünden kaybolmuştur. Çünkü kış, bulutlarıyla gökyüzüne gelmiştir. Bulutlar, güneşin Hz.Yusuf'un yüzene benzeyen güzel yüzünü kapatarak onu gökyüzünden uzaklaştırmıştır. Kar da yağarak dünya sarayının gözlerini kör etmiştir:

Güm eyledükde güneş Yūṣufını ebr-i şitâ Sebel-pezīr idi berf ile dīde-i mīnâ (Ş.5 / B.1)

Güneşin kaybolması tabiat için önemlidir. Çünkü güneş, gökyüzünde dünyanın bir sancağı gibidir. Kış hükümdarı geldiğinde karla önce yere çadırını kurmuş, sonra da gökyüzündeki tabiatın sancağı olan güneşi almıştır. Bu her ne kadar savaşta normal olarak karşılansa bile genel olarak değerlendirildiğinde hoş bir durum olarak kabul edilmez. Ancak durum böyle olunca güneşle, kar arasında soğukluk olmuştur:

Ḳurınca Ḫusrev-i Behmen ḫıyâm-ı sīm-ten Sipihṛun͂ olmış idi zer-livâsı nâ-peydâ (Ş.5 / B.2)

Güneşle z̠erre ne ḫoş hem-dem idi berf ile ger Aralarına bürūdet bırakmayaydı hevâ (Ş.5 / B.3)

Yaşanan bu soğukluktan en çok tabiattaki canlılar etkilenmiştir. Etrafta bitki kalmamış, hepsi ölmüştür. Saba rüzgârları bunu kendine gam etmiştir. Sohbet meclislerine artık hoş kokular yaymak yerine kefen getirmiştir. Etrafta gıda niyetine hiçbir şey kalmamıştır. Tabiat adeta ölmüştür:

Teraḥḥum itdi meger mürde-i nebâtâta

Bisât-ı bezmi götürdi kefen getürdi ṣabâ (Ş.5 / B.7)

Bu faṣl içinde eger yerde olsa va'llâhi

Buḫūr-ı Meryem olurdı ḫar-ı Mesīh'e ġıdâ (Ş.5 / B.5)

Çemen diyarında sadece servi ağacı bu ortamda ayakta kalmıştır. O da bahar ve hazanda giydiği giysileri çıkarmadığından kendini koruyabilmiştir:

Çıkarmaduġı içün kâkumın baḥâr u ḫazân

Çemende serve es̠er idemez bu dem sermâ (Ş.5 / B.6)

Bu görüntü içerinde şâirin özellikle bahara olan özlemi hiç bitmemiştir. Bununla birlikte şâir, bahar mevsiminin geleceğine dair ümidini de kaybetmemiştir. Bütün bu olanların sebebini baharın yaklaşmasına, kışın gitmesine delalet olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle gül bahçelerine yağan karları, tabiatın onlara yaptığı bir iyilik olarak görmektedir. Çünkü kar, gülün büyüyüp bahara hazırlanması için iyi gelir:

Yine bahâr yükün baġlamazsa ḥâdisedür

Bu denlü sīmi ki berf itdi gülsitīna 'atâ (Ş.5 / B.8)

Soğuklar kış mevsiminde oldukça etkili olarak kendini göstermiştir. Bu nedenle kış mevsiminin gelmesiyle bülbül de soğuktan korunmak için üzerine kahverengi kürkünü giymiştir:

Hezâr geymese engine kâkum-ı sincâb

Ḫoş an͂dururdı şitâ-i ateş-i Ḫalīli an͂a (Ş.5 / B.9)

Sert rüzgârlar her yeri etkisi altına almıştır. İnsanlar için en korunaklı yerler ise sahranın etekleri olmuştur:

Kime gerekse irişdürdi bâd-ı serd zarâr

Velī görince beni ṭutdı dâmen-i ṣaḥrâ (Ş.5 / B.11)

Şâirin güneşin kaybolmasının ardından soğukların gelip tabiata hâkim olmasını ve bunun sonucunda canlıların içine düştüğü olumsuzlukları anlattığı, içinde bahara dair özlemlerini hissettirdiği nesîb bölümü bittikten sonra girizgâh bölümüne geçilmiştir.

Kasîdenin 12 ve 13. beyitleri kasîdenin girizgâh bölümüdür. Şâir, medhiye bölümüne geçmeden önce övgüsünü yaptığı kişiyi Dârâ, İskender gibi tarihî kişiliklerle kıyaslayarak onlardan adalet, yiğitlik gibi özellikler yönüyle üstünlüğünü dile getirmek istemiştir. Böylece şâir, kışın sert etkisini dağıtmış ve medhiye bölümüne geçiş için zemin hazırlamıştır:

Meğerki mesned idi binâ-ı mîr-i èâlem-gîr

Ne mîr-i Òusrev-i kisver-güşâ vü Dârâ-râ (Ş.5 / B.12)

Ki yaèni nûr-ı Sikender der ü áazanfer-nâm Çeker Maóabbeti tûâın hezâr mîr-livâ (Ş.5 / B.13)

Kasîdenin 14 ve 19. beyitleri arası medhiye bölümüdür. Şâire göre övgüsünü yaptığı kişi ölümsüzlük suyu gibidir. Gecenin karanlıklarını ortadan kaldırmış, her yeri aydınlık etmiştir. Onun varlığında kimsenin kimseye kötülük etmesi düşünülemez. Bu nedenle hiç kimsenin baharda ayağının altında diken, kışta da buz bulunmaz:

Óayât âbı durur tîġi ôulmet-i şebde

Gürûh-ı òasma sebîhûn idince rûz-ı veġâ (Ş.5 / B.14)

Kimesne kimsenüñ ayağun almaya èahdinde

Meger bahârda òâr u şitâda yaò meãelâ (Ş.5 / B.15)

Ruóâma èadli úılur bâd-bâzı hem-pervâz

Hümâya eylese şahini tevèemân sezâ (Ş.5 / B.16)

O, devletin temelidir. Şâire göre devlet binasının sağlam olması için dört duvarının onun adalet ve cömertlikle ilgili sözleri ile bezenmiş olması gerekmektedir:

Binâ-yı devletinüñ oldu çâr-dîvârı

èAdâlet ile şecaèat belâġat ile seòa (Ş.5 / B.17)

Onun Ka'be'sinin ışığının koruyucusu şâir olunca, medhinin çırasıyla bütün gökyüzü ışıkla dolmuştur:

İşigi Kaèbesinüñ ben olınca Óassânı

Kasîdesinin 20 ve 24. beyitleri arası fahriye bölümünü oluşturmaktadır. Bu bölümde şâir kış mevsiminden hiç bahsetmemiştir.

Şâir, şiirlerinin varlığı ile adeta şâirlerin sultândır; çünkü yaşadığı devrindeki şâirlere yardımcıdır. Buna rağmen çok cefalar çekmektedir. Çektiği cefalar o kadar çoktur ki kim olursa olsun buna katlanamaz. Ama yine de başına ne kadar cefa gelirse gelsin çekmeye de razıdır:

Şükür Òudâya şehen-şâh-ı milket-i naômımı

Benüm bu devrde var ise melce-i şuèarâ (Ş.5 / B.20)

Şu kimse kim ola mîr ü vezire hem zânû

Tahammül ide bilür mi cafâya ãubh u mesâ (Ş.5 / B.23)

Sezâ mıdur gel e insâf eyle sulùânum

Bu faølum ile çekem yine niçe dürlü cefâ (Ş.5 / B.21)

Gelibolulu Mustafâ Âlî şâirlikte kendisini o kadar üste görmektedir ki kendisi şâirler içinde papağan, diğer şâirler ise kargadır. Onun sözleri şeker gibi tatlıdır. Bu nedenle şâir, övdüğü kişinin kapısında, onun kölesi olacak kadar aşağıda olabilir. Ancak o, yazdığı şiirleriyle övdüğü kişiyi dünyada üne kavuşturacak kadar da şâirlik konusunda üstedir:

Gül ile bülbülüñ arasına girer mi ġurâb

Alur mı aâzına şekkerden özge hiç bebġâ (Ş.5 / B.22)

Úapunda benden isem nèola ihtirâm it kim

İdem seni òat-ı naômumla şöhre-i dünyâ (Ş.5 / B.24)

Kasîdenin 25 ile 28. beyitleri arası du‘â bölümüdür. Kasîdenin büyük bir bölümünde şâir, gamlarını ve kederlerini anlatmıştır. Ancak gam diyarına yapmış olduğu seyahati, bir şekilde sonlandırması gerekmektedir. Bunun farkında olan şâir, bir an evvel

du'â bölümüne geçilmesi gerektiğini söyleyerek aşağıdaki beyitle du'â bölümüne giriş yapmıştır:

Yeter seyâóat-i etrâf-ı gussa vü endûh

Zamanıdur olalum gel ġarîú-i baór-i duèâ (Ş.5 / B.25)

Şâir, du‘â bölümünde kış ile ilgili unsurlara yer vermiştir. O, yağan karın yaktığı meşalelerin aydınlattığı dünyanın nurlu ışıklarla dolmasını, buzdan ayna gibi duran çemen diyarının cila bulmasını istemektedir. Ayrıca kışın otağı ile fezâ âleminin şereflenmesini, yağan kar ile de dağların süslenmesini dilemiştir:

Nite ki èâlemi pür-nûr ide meşâèil-i berf

Niteki âyine-i yaò bula çemende cilâ (Ş.5 / B.26)

Feøâ-yı 'âleme irsün otagun ile şeref

Niteki berf ile zeyn ide kûhsârı şitâ (Ş.5 / B.27)

Du'â bölümüne, övgüsüne nail olan kişinin kılıcıyla düşman bölüğüne soğukluk ettiği müddetçe, dostlarının içine sıcaklığının dolması dileğiyle son vermiştir:

Gürûh-ı düşmene tîğün bürûdet itdükçe

Bıraú derûn-ı eóibba tâbiş-i germâ (Ş.5 / B.28)