• Sonuç bulunamadı

ġöhretten düĢmüĢ, unutulmuĢ olan.

Ad ile bitirir imiĢ er iĢi

Yok hisabına imiĢ adsız kiĢi (TarS: 21).

Adlı kiĢi: nâbedir [Ar.], adsız kiĢidir ħâmil [Ar.] (TarS: 22).

3. Nâmert.

Nâmerd [Fa]: MaǾruf adsız ve erliksiz mânasına (TarS: 22).

akılsız: Baygın, bîhuĢ.

Halifeyi ditremek tuttu, aklı ĢaĢtı yere düĢtü, akılsız yattı, üç güne değin baĢın kaldırmadı (TarS: 71).

Dilin altında iki damar var gök gök… Dil ol iki damar sebebiyle söyler, anlarsuz savt eyler, illâ söz olmaz (TarS: 165).

Ol üç kaidenin evvelkisin kim sebeplerde kıldım, Ģol sebeplerde kıldım kim anlarsız sağlık ve bekâ-yı ömr olmağa çare yoktur (TarS: 165).

ansız (I), (ansuz (I)): Onsuz, o olmadan.

Kirpiğin kaĢınla zülfün manadur Ümmü‟l-Kitap

Kim kabul olmaz salât ansız dimiĢtür Mustafa (TarS: 168). Ammesi anı eyle sevdi temam

Ansız etmezdi bir nefes âram (TarS: 168).

Bir sâat ansuz sabre mecâl olmaz (TarS: 169).

aŋsız (II), (aŋsuz (II)): Ansızın, birdenbire, nâgehan.

Ve çünki aŋsuz düĢer, tizcek yine zail olur (TarS: 169). Çekicek âdemin kürsisin aŋsuz

Çekerler bil bu resme genlü gensüz (TarS: 169).

Nâgehan [Fa.]: Aŋsız demektir, nâgeh mânasına (TarS: 169).

arısuz, (arısız): Kirli, mülevves, pis, mürdar.

Asılsız ve arısuz kiĢinin kulluğu ve öğütçülüğü ümit ve korku bünyadı üzerine olur (TarS: 208).

Arı geldin ü hem arı gidegör

Ki ardır arısız gidesin bugur (TarS: 208).

Altınci yer içinde tamu ehlinin bitileri ve yavuz amelleri ve arısuz canları vardurur (TarS: 208).

asılsız: Soysuz, asaletsiz.

Asılsız: furûmâye [Fa], kânun [Ar.]: ocak (TarS: 244). assısuz: Faydasız, beyhude, boĢ.

… Cevap verdi kim: Bir tanık ile hüküm sabit olmazdı, Pes assısuz yere bir canavara azap verdirmediği reva görmedim (TarS: 254).

aĢkınsuz: AĢkından uzak olarak, aĢkın olmadıkça.

Mey-i aşkınsuz olmasın bu canım

Güm olsun ansuzın âlemde namım (TarS: 265).

azabunsuz: Azapsız.

Hisabınsuz azabunsuz oların

belüsüz, (bellisiz): Belirsiz, meçhul. (“bel: zahirlik, aşikarlık, bedahet” Sami: 300)

Bir baĢı ayağı belüsüz cemaâtın yöresine yörendi (TarS: 501).

Her kim belüsüzlüğe ve aĢağa kalmağa razı ola Ģol enar yaprağı gibi… (TarS: 501). Senin rencin belüsüz renc oluptur

Duası ananın ilenç oluptur (TarS: 501).

beynisüz: Beyinsiz, ahmak, anlayıĢsız, kafasız.

Kara yüzlü SaǾlûk ol beynisüz

Dedi sana kurban benim gibi yüz (TarS: 529). Vezire Ģah eydür ki ey beynisüz

Ne düzen ola kim deyem anı düz (TarS: 529).

bilüsüz: Bilgisiz, cahil.

Ecel kiĢinin bağlayıcak yolun

Bilüsüz olur ürce söyler sözün (TarS: 575).

Bilüsüzler bilü bilenler iĢine karıĢtınız (TarS: 575).

Pes ayıp olurdu Yaradana kim rızkın bilüsüz ve sipassızlara yedire (TarS: 575).

cüftsüz: EĢsiz, ,bekâr.

El-ânis [Ar.]: Cüftsüz, eĢsiz ki aslâ evlenmemiĢ kiĢi (TarS: 780).

daŋıĢıksız, (taŋıĢıksız): MüĢaviri olmayan.

Ne emin öğüt verir ne kethuda

Birübar Allah tanışıksız Huda (TarS: 999).

dartıĢıksız, (tartıĢıksız): Ġhtilâfsız, bilâ, itiraz.

Andan ġidât dahi öldü ve PadiĢahlık yalnız ve dartışıksız ġeddad‟a kaldı (TarS: 1015).

deŋsiz: Münasebetsiz, saygısız. Deŋsiz alıĢtırma oğlu, uĢağı

Sıkı bağla, gevĢek tutma kuĢağı (TarS: 1086).

desturunsuz: Destursuz, izinsiz.

Sana atası ve kardaĢı desturunsuz ere uydu desinler (TarS: 1122).

dıŋsuz, (tıŋsuz): Sessiz, sâkit, sâkin.

Çün bu söz âhirine değdi, hazırlar kamusu dınsuz durdular, hiç kimse bir söz söylemedi (TarS: 1134).

.. Senin dıŋsuz durduğun ve anın hüccetine karĢı söylemediğin Ģunun niĢanıdır kim sen ana inandın (TarS: 1134).

… Eğer dillilik ve fesahat ileri dutarsa çok sözlüdür derler ve eğer dıŋsuz durmağı ihtiyar ederse ululanır derler (TarS: 1134).

dileksüzrek: Ġstemeyerek, istemeye istemeye.

… Pes ok bıraktılar. Beni Ġsrail‟den bir sâlih kiĢiye çıktı kim ol dürger idi ana Yakup oğlu Yusuf derler idi ve ol Meryem‟in atası karındaĢı oğlu idi. Pes Meryem‟i beslemeğe

dileksüzrek boyun duttu (TarS: 1151).

dilsiz olmak: Susmak, sükût etmek, ses çıkarmamak.

KaravaĢlar eydürler budur beğin

Dilsiz olgıl baĢına dirgil öğün (TarS: 1158).

dipdiŋsüz ol-: Büsbütün sükûnetini kaybetmek.

Deniz dipdiŋsüz oldu ol ünün heybetinden (TarS: 1165). Resul Hazreti bu sözü iĢidicek dipdiŋsüz oldu (TarS: 1165).

duyusuz, (tuyusuz): Duygusuz, hissi.

Mugaffel [Ar.]: Zekâveti ve fıtneti olmayan tuyusuz recül (TarS: 1298).

1.55.+sIzDA

Ġsimden isim yapan +sIz ve +DA eklerinden oluĢan birleĢik bir ektir. Zarf ifade eden kelimelerde geçer.

aŋsuzda, (aŋsızda): Ansızın.

Kinâgeh düĢe ol ki temkin bula

Piyadeyken aŋsuzda ferzin ola (TarS: 170).

Peygamberün devesin ĢeĢe dururken aŋsuzda bir yanadın bir ok dokundu ol kul öldü (TarS: 170).

… ÜĢbu ara kim yol kıranıdır aŋsuzda yol kavminden zahmet görevüz (TarS: 170).

apaŋsızda, (apaŋsuzda): Birdenbire, ansızın. Apaŋsuzda ün koptu vü meĢǾale

Deniz yüzü oldu dolu meĢǾale (TarS: 177). Bu düzgün ile yazıya çıktılar

Apaŋsızda çepçevreye baktılar (TarS: 177).

Bunu derler idi kim yâ UkâĢe

Apaŋsızda saâdet kondu baĢa (TarS: 177). 1. 56. +sIzDAlIk

Zaman ifadesi taĢıyan kelimeler üzerine gelerek yeni isimler türetir.

aŋsızdalık: Ansızın olmak hali.

El-mübağate [Ar.]: Aŋsızdalık müfacee gibi (TarS: 170).

2. Fiilden Ġsim Yapım Ekleri 2.1. -AcAn

Sıfat türeten bu ekin kullanımı nadirdir. Gramer kitaplarının çoğunda yer almaz (Atalay, 1941: 99, Hatipoğlu, 1974: 63).

bilecen: Her Ģeyi bilen, anlıyan.

Dihkan [Fa.]: Köylerin söz sahibi mânasına ki ana bazıları bilgiç ve bilecen derler (TarS: 552).

2.2. -Aç

ĠĢlek olmayan eklerden biridir. Kelimeye alet, eĢya adları ile içinde bulunulan durum kavramı katar (Ergin, 2000: 196, Banguoğlu, 2011: 229, Hatipoğlu, 1974: 42, Zülfikar, 1991: 51, Korkmaz, 2014: 69). Banguoğlu, ekin Eski Türkçedeki -GAç ekinden geldiğini söyler (2011: 229).

Alet, eĢya adları ifade eden kelimelerde geçer.

döğeç: Havan, havan eli.

Sir-kûp [Fa.]: Sarımsak döğeci (TarS: 1224). Sarımsak döğeci iki çuval ve heğbe (TarS: 1224). Cende [Fa.]: Döğeç ve kamçı (TarS: 1224).

Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.

domaliç gözlü, (domalaç gözlü, tomalaç gözlü, tomalıç gözlü): Fırlak gözlü.

El-ʿameĢ [Ar.]: ġol kimse ki gözünün yaĢı durmaz ve domalaç gözüyle dahi derler (TarS: 1209).

El-ʿameĢ [Ar.]: … Baʿzı kitapta dahi domalıç gözlü kiĢi demiĢ (TarS: 1209).

2.3. -AgAn / -AğAn

Genellikle fiil kök ve gövdelerine gelerek „alıĢkanlık‟ sıfatı türeten iĢlek bir ektir.

ağaç delegen (ağaç delen): Ağaç kakan denilen kuĢ.

ġol ağaç delegen kuĢ Süleyman Peygamber‟e geldi, eyitti… (TarS: 27). Acelân [Ar.]: Ağaç delegen denilen kuĢtur (TarS: 27).

Hûl [Fa.]: Ağaç delen dedikleri kuĢa derler (TarS: 27).

El-aʿmeĢ [Ar.]: Gözünün yaĢı akağan ve görmesi zaif kiĢi (TarS: 67).

aŋrağan: (Aslan kaplan gibi hayvanlar hakkında) Haykıran, kükriyen.

ġiri-jiyan [Fa.]: Aŋrağan ve gazabnâk aslan (TarS: 166). ġiri-jiyan [Fa.]: Aŋrağan ve gazapnâk arslan (TarS: 166).

bakağan: Bakıcı <bak-ağan

Mevlâ dâim bendesi aybına bakağan olmaz (TarS: 382).

bilegen: Ġyi bilen.

Nessâb [Ar.]: Her kiĢinin soyunu sopunu katı bilegen kimse ve türkü yakıcı (TarS: 553).

biĢeğen: Çabuk piĢen.

Beseniyye [Ar.]: Bişeğen iri daneli yumuĢak buğday (TarS: 611).

biteğen: Ġyi yetiĢen, çok biten.

Sulu ve balçıklı yerde bitegen olur (TarS: 614).

çökeğen: Çok çöken, her vakıt çöken.

El-berk [Ar.]: …ve dahi Ģol deveye derler ki kesir-ül-hârike ola yani çökeğen ola (TarS: 944).

dal yatağan: Dal kılıç, yatağını çekmiĢ halde.

Dayı-i Cezayir-i nazmım ki felekte

KeĢti-i beyanımda suhan dal yatağandır (TarS: 983).

değegen: Değen, çok değen, dokunan.

Ham‟i [Ar.]: Gözü değegen yaramaz kimse (TarS: 1035).

ġakzâ [Ar.]: Gözü değegen avrat ve gayet acıkmıĢ tavĢanvıl (TarS: 1035).

depegen: Tekmeleyen, çok tekme atan.

Meseldir bu bir sözü etme iki

Depegen tavarın ağır yeğ yükü (TarS: 1087).

Legedzen [Fa.]: Depegen (TarS: 1088).

Legedzen [Fa.]: Depegen demektir (TarS: 1088).

dönegen: Çok dönen.

Gerdâ [Fa.]: Dönegen, sıyga-i mübalâğadır (TarS: 1239).

Girdâ, girdan [Fa.]: Sıyga-i mubalâğadır, dönegen mânasına (TarS: 1239). Gerdâ, gerdan [Fa.]: Gayetle dönegen (TarS: 1239).

dutağan, (tutağan): Ġyice, sıkıca tutan, çok tutan.

Mest-kâre [Fa.]: Tutağan Ģarap (TarS: 1276).

Mi‟nas [Ar.]: Öğürsek olan tavar ve üns tutağan kimse (TarS: 1277).

duyağan: Çok duyan.

Ehass [Ar.]: Katı ses duyağan sak kulaklı er (TarS: 1297).

düĢeğen: Çok düĢen.

Sakınan göze çöp düşeğen olur (TarS: 1344). … Hırs-ı dâneyle dâme düşeğenlerdir (TarS: 1344).

2.4. -AğI (-evi)

Gramer kitaplarında yer almayan bir ektir. Muhtemelen fiilden fil yapma eki -A- ve fiilden isim yapma eki -GI ekinden gelir.

Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.

bitevi: Düzgün, bir sırada. (“bitevi: bir bütün halinde olan, birbirine yapışık olan tam, kesiksiz” TTL: 358)

Sana secdedir sehl ü armaz boyu

Ki arkan sünüğü değül bitevi (TarS: 615).

Alet, eĢya adları ifade eden kelimelerde geçer.

bukağu, (bukağı): Hayvanın ayağına vurulan köstek. (*buk-: bük-kıvır-” KBS: 178)

Ağır bukağu topuçağın döğer diyeyin mi (TarS: 685). Kelepçe elde, ayakta bukağı (TarS: 686).

Ġki uyan 6, on bukağı 15, hurdevat 50 (TarS: 686).

2.5. -(A)k

Eskiden beri iĢlek olan bu ek, fiilin bildirdiği hareketi çokça yapanı, olanı, yapılanı; o hareketin yapıldığı yeri, aleti; o hareketle yapılan nesneleri ve sıfatı karĢılar (Ergin, 2000: 188, Korkmaz, 2014: 145, Banguoğlu, 2011: 230, 53, Hatipoğlu, 1974: 78).

Yer adları ifade eden kelimelerde geçer.

ağnak: Hayvanların yatıp yuvarlandıkları yer.

Bir kiĢi ki âĢıktır aĢkı zâil olmak dilese eğer diĢiye âĢıksa diĢi katır ağnağında ağnasun, eğer erkeğe âĢıksa erkek katır ağnağında ağnasun (TarS: 53).

Merağa [Ar.]: Tavar ağnağı ve ağnamaklık (TarS: 53).

batak, (bataklu): Bataklık.

Nil‟in kenarında bataklu yerler vardır, içi tolu arslandır, üzerine çıkıcak kolanı anların önüne bırağırsın, sen gidesin (TarS: 456).

Ki yazın dahi gitmezdi batağa (TarS: 456). Har [Fa.]: EĢek ve batak (TarS: 456).

bitek: Bitki biten yer.

MeĢcer [Ar.]: Katı ağaç biteği olan menbit (TarS: 615).

Ħamîle [Ar.]: ġol alçağrak durucu olan, ot biteği olan kalınca yer (TarS: 615). Hasan dağının eteği

Çevresi güller biteği (TarS: 615).

çökek: 1. Çöküntü, çirk, tortu.

Dürd [Fa.]: Çirk ve çökek (TarS: 944).

El-kıĢde [Ar.]: Yağın tortu ve çökeği (TarS: 944).

Es-saʿıt [Ar.]: Çökek yâni tortu dedikleri ki süci süzüldükte zarfın içinde kalan hâĢâktir (TarS: 944).