El-emlesü [Ar.]: Üzeri düz ve tazlak ve tayıncak nesne (TarS: 1032).
Dağ [Fa.]: Daz demektir. Meselâ baĢında kıl olmayan kiĢiye dağ-ser derler ve ot bitmeyen yere tazlak yer derler (TarS: 1032).
… Tazlak sahradır (TarS: 1032).
Fail adları ifade eden kelimelerde geçer.
çapar ulak, (çapar (II)): Haberi çabuk yetiĢtirmek için her menzilde atı ve binicisi
değiĢen posta; tatar.
Yimek içmek arasında ağ boz atlı bir çapar geldi. (TarS: 823). Dört yana kabâil-i Araba çapar atlılar gönderdi (TarS: 823). Birgi‟ye döndü gelür Ģah-ı guzat
Gitti Ġstanbul‟a çapar ulağat (TarS: 823).
Alet, eĢya adları ifade eden kelimelerde geçer.
dutak (II), (tutak (II)): Saban okunun elle tutulacak yeri, saban kulağı.
Destâne [Fa.]: Tutak (TarS: 1277).
Dest-âheng [Fa.]: Tutak çift âletidir (TarS: 1277). Niyam [Fa.]: … ve saban tutağı (TarS: 1277).
Hayvan adları ifade eden kelimelerde geçer.
dönek: Uçarken taklak atan güvercin.
El-merʿaĢ [Ar.]: Bir cins göğercine denir ki havada uçarken taklabazlık eder, kuĢçular
dönek tâbir ederler (TarS: 1239).
ÇeĢitli soyut ve somut adlar ifade eden kelimelerde geçer.
boyak: Boya.
Meni sen hâb-ı gafletten uyandur
Uyanuklar boyağına boyandur (TarS: 645). Gezerkenbir boyakçı küpüne ol
DüĢ olup düĢtü nâgeh yanılıp yol (TarS: 645).
can keseği: Can, ciğer paresi.
Ġbrahim eydür: Canum keseği (harekelidir) ben cevmerdırakvan (TarS: 752).
çınakla-, (çaynakla-, çırnakla-): Tırmalamak. (“cırnaklamak” Zülfikar, 1995: 191)
Et-tekdihu [Ar.]: Bir kimsenin yüzün çırnaklamak ve tırnak ile yüzün yırtmak (TarS: 899). Et-tahriĢü [Ar.]: Dırmıklamak ve çınaklamak (TarS: 899).
El-kedhu [Ar.]: Ve dahi bir kimsenin gevdesin veya yüzün yırtmak ve dırmıklamak ve
çaynaklamak (TarS: 899).
çiğnek: Çok çiğnenen, üzerinden çok gelinip geçilen.
Rûzigarın düĢkünü hayl-i belânın çiğneği
Çiğnek oldum gitti sultanım reh-i aĢkında ben
Rahmedüp bir çare kılmazsan dil-i nâĢad içün (TarS: 914). Sipah-ı derd ü game çiğnek oldu padiĢehim
Haraba vardı ol âbad gördüğün gönlüm (TarS: 914).
çilek: Yağmur serpintisi.
Teslid [Ar.]: Yağmur çileği ve çileyüp yeri ıslatmak (TarS: 920).
çise, (çisek, çisenti): Yağmur serpintisi.
ĠĢbu ay göründüğü günde eğer
Ya çise olsa yahut yağsa matar (TarS: 926).
TaĢĢ [Ar.]: UĢacuk yağan yağmur ve çisek (TarS: 926). Vesaʿ [Ar.]: Yağmur çisekleri (TarS: 926).
dayak, (tayak): Mesnet, dayanılacak Ģey.
YaraĢur yiğide örü durmak
Koca durımaz bulmayınca tayak (TarS: 1029). Yâr elidür destgirüm dayağum
Sınuk ayağum elde dayağum yok (TarS: 1029). Hayatım direği canım tayağı
Ümidim baĢı maksudum ayağı (TarS: 1029).
değek, (teğek, tevek, devek, diğek): Asma filizi, asma kütüğü, asma dalı.
Değme direk arası altun teğek
Salkımını inciden kılmak gerek (TarS:1036).
Asma üzüm değeklerinden salkımları asılmıĢ (TarS:1036).
Nitekim üzüm değeği Ģol yakınındağı ağaca sarmaĢır (TarS:1036).
dernekli, (derneklice, dirnekli, dirneklü): (Vücudu) derli toplu olan.
Derir [Ar.]: Bedeni sıkıca derneklice olan recül (TarS: 1114). Zehmak [Ar.]: Kısa boylu, bedeni derneklice recüldür (TarS: 1114). Ez-zehmak [Ar.]: Vücudu dirnekli tıknaz bodura denir (TarS: 1114).
dilek: ġefâat.
Anın dileğinsiz bir çöp deprenmez (TarS: 1149). ġefâat [Ar.]: Dilek (TarS: 1149).
Ehl-i mahabbete ölüm üzre ölüm budur
Yâr öldürürken eyleye aʿda gelip dilek (TarS: 1149).
Eline urmağ ile ditreyek olsa menfaatten kalsa, gözüne urmağ ile davʿı gitse yâni görmez olsa … (TarS: 1188).
dizek dizek: Sıra sıra, dizi dizi.
El-mesfûf [Ar.]: Katar katar edilmiĢ ve dizek dizek durkurulmuĢ kimseler (TarS: 1192).
donak, (tonak): Bezek, süs. (“don [E.T. tōn]+a-(süsle-, beze-)” KBS: 299)
Ziynet [Ar.]: Bir Ģeye hüsün hasıl etmek için ilâve olunan nesne ki bezek, donak, süs derler (TarS: 1212).
döĢek esiri: Yatalak, esir-i firaĢ.
Pâ-beste-ı dert olup zamiri
Halk olmuĢ idi döşek esiri (TarS: 1242).
durak eyle-: Durmak, kalmak, karar etmek, eğlenmek.
Tan atıcağız gece olmaz ırak
GüneĢ eylemez gökte yindek durak (TarS: 1259).
2.6. -(A)l
Fiillere gelerek sıfat ve zarf niteliğinde yeni türetmeler yapar (Gülsevin, 2011: 136). Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.
çökel, (çökül): Su taĢıp çekildikten sonra bıraktığı çamur.
Ergene köprüsünün yeri ormanlıktı ve çamur çökeldi (TarS: 945).
dükeli, (tükeli, dükel, düğeli): Hep, cümle, hepsi, bütün, herkes. (“tüke- tüken, bitmek; yeterli olmak, kâfi gelmek” TaĢ: 153)
Dükeli yalvardılar medet uma
Yâ Resulallah iriĢ ol kavüme (TarS: 1306). Zikrden doğdu andağı kuĢlar
Dükeli anda yaylayıp kıĢlar (TarS: 1306).
Ġlâhi sen hot dükel nesneden münezzehsin (TarS: 1308).
2.7. -AlAk
Bu ek, fiilden fiil yapan -ala (-ele) ekinin -k sıfat yapma ekiyle kaynaĢmasından oluĢmuĢ, iĢlek olmayan eklerden biridir. -AlAk, kelimeye „tekrarlama, art arda, sık sık veya sürekli yapılma‟ kavramları katar (Zülfikar, 1991: 55-56, Ergin, 2000: 197, Korkmaz, 2014: 146, Banguoğlu, 2011: 211, Hatipoğlu, 1974: 25).
Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.
Calığ [Fa]: Ol attır ki bindikleri vakıt onat yürümeye, sıçraya ve kalgıya, Türkçe çabalak derler (TarS: 781).
ÇeĢitli somut ve soyut ad ifade eden kelimelerde geçer.
çökelek: Tortu, çöküntü.
Saʿıt [Ar.]: Hamr çökeleği (TarS: 945).
Hasere [Ar.]: Desti dibinde kalan bulanık ve çökelek (TarS: 945). Dürd [Fa.]: Çökelek (TarS: 946).
düĢelek, (düĢelik): Hasılat, varidat, kazanç, pay, hisse.
Gördü kim düşeliği az, külfetine göre hasılı yok (TarS: 1344).
PadiĢahın ziyanın gözleme, düĢeliğim çoğ olsun deme, tâ ki düşelikten mahrum kalmayasın (TarS: 1344).
Bir padiĢah bir Ģehre girmelü olsa yoluna kumaĢ döĢemekle tezyin ederler, ol kumaĢlar rikâpdar ağanın düşeleğidir (TarS: 1345).
2.8. -Am
ĠĢlek olmayan bir ektir. Ek kelimeye bütünden bir parça, bölüm türetme kavramı katar (Zülfikar, 1991: 56, Korkmaz 2014, 146, Ergin, 2000: 196, Gülsevin, 2011: 134).
Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.
çağnam çağnam: Çağıl çağıl.
Çağnam çağnam kayalarda çıkan su (TarS: 793). 2.9. -AmA
ĠĢlek olmayan eklerden biridir. (Atalay, 1941: 29). Gramer kitaplarında yer almayan ek, muhtemelen fiile „yer‟ kavramı veren ya da iĢin aralıklarla yapıldığı kavramını katan -AmAk fiilden isim yapma ekinden gelir (krĢ. -AmAk).
Alet, eĢya adları ifade eden kelimelerde geçer.
dizeme: Bağ, bahçe etrafına kamıĢ veya ağaçtan yapılmıĢ çit.
El-hızar [Ar.]: Bahçe çevresine yaptıkları duvar ve çit dizeme ki ağaçtan ve kamıĢtan ederler (TarS: 1192).
Havlı kapısından girip dizeme üzerinden mezkür gönleği aldım (TarS: 1192).
2.10. -AmAk
Fiilden fiil türeten -A- ekiyle -mAk mastar ekinin kaynaĢmasından oluĢmuĢtur. Fiilden „yer, yöre, mekân‟ kavramı veren adlar, alet adları, soyut adlar türetir ve „iĢin
aralıklarla yapıldığı‟ kavramlarını katar. ĠĢlek değildir (Zülfikar, 1991: 57, Korkmaz, 2014: 146, Ergin, 2000: 196, Banguoğlu, 2011: 234, Hatipoğlu, 1974: 27).
Alet, eĢya adları ifade eden kelimelerde geçer.
basamak: 1. Merdiven.
Pâye [Fa.]: Sekiz mânası var… Sâlis, nerdüban ki amme merdiven derler, Türkide
basamak tâbir olunur (TarS: 405).
Lâtu [Fa.]: Zine pâye mânasınadır. Amme merdiven derler. Türkide basamak denir (TarS: 405).