2.23 GIC / GUC
2. Çepçevre, fırdolayı, dairenmâdar.
Neverde-i pirâhen [Fa.]: Gönlek eteğine dolayı dikilen Ģerit ve ana benzer ne varsa (TarS: 1203).
Dedi ey devleti sürülerimin
Tolayu bekcisi ürülerimin (TarS: 1203). Dolayı alup etrafını yekser
Oturdular koyup pây üstüne ser (TarS: 1203).
dolu, (tolu): Sağrak, içi içki ile doldurulmuĢ kadeh. Tolu içmekler etti anı sermest
Kim olmuĢtur saâdetten tehi-dest (TarS: 1205). ĠĢrete meĢgul oldular tolular içtiler (TarS: 1205). Ben bu dün yârime tolu içürem
Sağrakı doldurup temam getir (TarS: 1205)
dolu bak-, (tolu bak-): Kuvvetli saymak, zaif saymamak.
Eğer kim düĢmanın ola karınca
Dolu bak toprağa kanın karınca (TarS: 1207).
DemiĢ fazl ehli hasma dolu bakgıl
Sen anı alu görme ulu bakgıl (TarS: 1207).
doluya dut-: Çok içki içirip baygın hale getirmek.
Rakıb-i hâlî derunu toluya tuttular (TarS: 1208).
dutarık, (duta (II), dutu, tuta, tutu, dutarak, tutar, tutalga, tutalık): Sar‟a,
hastalık nöbeti.
Mahalle-i Depecik‟ten Ġbrahim bin Abdullah ve DerviĢ bin Hasan ve Mustafa bin Abdullah ve Sefer bin Mustafa, Ümmi bint Hacı Abdi‟nin dutalığı vardır, divanedir deyü Ģahadet ettiklerinde… (TarS: 1278).
Div-fersay[Fa.]: Dutulu. Div ve fersûden lâfzından vasf-ı terkibîdir (TarS: 1278). BaĢında cin mi var yohsa tutarıŋ
Nedendir bu kadar ah ile zarın (TarS: 1278).
Es-sarʿ [Ar.]: Bir illet adıdır ki Türkide tutarık tâbir olunur. A‟za-yi nefsiyeyi ef‟alınden yâni his ve hareketten menʿ eder. Lâkin tamamen menʿ eylemez (TarS: 1278).
dutu (I), (tutu (I), duta)): Rehin.
Biz on kiĢi viribiyelim. Eğer siz dahi taĢra bizim kiĢilerimiz içün tutu verirseniz didiler (TarS: 1289).
Her kiĢi kendü ameline tutudur yarın kıyamet gününde ameline göre ıvaz olur (TarS: 1289).
… Ben borçlularım kıtında dutu gibiyim dedi (TarS: 1289).
duyu, (tuyu): Duygu, his.
Agâh [Fa.]: Tuyusu olan, habîr mânasına (TarS: 1298).
Alem [Ar.]: KiĢiye gelen bili ve anlama ve tuyu ve âlim olmak (TarS: 1298). Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.
aŋulu: Anılır, meĢhur.
Yusuf kul iken sultan oldu aŋulu Tanrısı kıldı anı Ģöyle ulu (TarS: 176).
arucak: Zayıfça, arıkça.
DüĢü içinde yedi sığır görür Kamu semiz Ģöyle ki nazik yürür Yine görür yedi dahi arucak
Semizleri yir tüketir dolucak (TarS: 241).
Ġmam taĢra geldi gördü mescidin önünde bir arucak deve çöküptürür (TarS: 241). Kimi yayak, kimi arucak deve üzerinde yol çeküp arıklaĢmıĢ geleler (TarS: 241).
berkilü: PekitilmiĢ, kapalı.
Bir kul satın aldım, Ģart eyledim kim gece dahi bana kulluk kılaydı. Bu kez gece oldu, istedim bulmadım, gördüm ki kapular dahi berkilü (TarS: 517).
dürülü: DürülmüĢ, katlanmıĢ.
Kapıda bir name dürlü buldular
Geri kendi yerlerine geldiler (TarS: 1334).
2.26. -IcI / -UCU
Her türlü fiil kök ve gövdelerine gelerek ad ve sıfat türeten çok iĢlek bir ektir. Yaptığı isimler çok ve devamlı yapan veya olan nesneleri karĢılar (Ergin, 2000: 191, Banguoğlu, 2011: 246, Hatipoğlu, 1974: 75, Zülfikar, 1991: 93, Korkmaz, 2014: 153). Banguoğlu ekin Eski Türkçede -gUçI ekinden geldiğini söyler (2011: 246).
Fail adları ifade eden kelimelerde geçer.
Sâyil [ Ar.]: Aħıcı nite ki seyyal [Ar.] (TarS: 62).
aldayıcı: Aldatıcı <al+da-y-ıcı
Ey oğul cehd eyle ki kimseyi aldayıcılardan olmayasın (TarS: 98). Kerdkâr [Fa.]: Yaldaklanup aldayıcı kimesne (TarS: 98).
Dil-firib [Fa.]: Gönül aldayıcı (TarS: 98).
alıcı, (alıcı kuĢ): Avını kaçırmıyan, avcı.<al-ıcı Alıcı Ģahine benzer Âl-i Osman beyleri
Dest-i kudret salsa bir iklime alur ol yeri (TarS: 101). Ġdüp sâkıyâ bezm-i pür-velvele
Yine alıcı çakırın al ele (TarS: 101)
Alıcı kuş gibi ebna-yi zaman
Almak ister ne eyü der ne yaman (TarS: 101).
at aktarıcı: Binicisiyle beraber atı yere seren, düĢüren bahadır ve cenkçi.<ak-(ı)t-ar-
ıcı
Esb üfken [Fa]: At aktarıcı mânasınadır ve dilâver ve bahadır kimesneye ıtlak olunur ki yalnız baĢına kendisini düĢman askerine urup at ve adam aktara (TarS: 271).
atıcıdığı: Atıcı olduğu.
Her kim bir atımda okla kuĢ ursa sorguç götürürdü ki, atıcıdığı malûm ola (TarS: 274).
at otayıcı: Baytar. <ot+a-y-ıcı
Kasnak düzücü: ettar [Ar.]:, koku satıcı: atar [Ar.]
At otayıcı: baytar [Ar.], sayru evi: mâristan [Fa.] (TarS: 278). avaz urucu: Seslenen, bağıran.
Hâtif [Ar.]: Avaz urucu (TarS: 282).
bilici: Bilgin, hakîm, âlim.
Oğuzun ol kiĢi tamam bilicisiydi (TarS: 561).
Ey bizim Tanrımız, bu evi yapmağı bizden kabul kılgıl kim sen duaları iĢidici ve hacetleri
bilici Tanrısın (TarS: 561).
Ya bilici ol, ya dinleyici ol; sakın dördüncü olma ki helâk olursun (TarS: 561).
boyun çekici: Kimseye boyun eğmiyen, itaatsiz.
Gerden-keĢ [Fa.]: Boyun çekici (TarS: 653).
buyruk tutucu: Ġtaatlı, halîm, muti.
Râm [Fa.]: Dölek ve buyruk tutucu mânasına (TarS: 730). Mu‟temir [Ar.]: Buyruk tutucu (TarS: 730).
Ferman-berdâr [Fa.]: Buyruk tutucu, mutiʿ mânasına.
can alıcı: Azrail.
Bunlar eydür can alıcı almadı
Canımızı vü katına gelmedi (TarS: 749).
Can alıcıdan korkup oğlancıkların yavuz öğretme (TarS: 749).
Ġster iken tabib-i dermanı
TuĢ gelür can alıcıya canı (TarS: 749).
çalıcı: Çalgıcı, saz çalan.
Eydici ve çalıcı cariyeler buldu (TarS: 807).
ġeĢtânın âhengi müstakim ola çalıcı ne vakit anın kulağın burasıdır (TarS: 807). OturmuĢ bir çalıcı saz elinde
Çalar bir saz-ı hoĢ-âvaz elinde (TarS: 807).
çeri sürücü: Asker sevkına memur kimse. <sür-ücü
… Müsellimleri ve yayaları götürmek için çeri sürücülerinden hmilaân-ı hurûf Mehmet ve Mustafa irsâl olundular (TarS: 868).
… Alay beyleri ve zuǾamâ ve erbab-ı timar ve çeri baĢı ve çeri sürücülerden ve gayriden… (TarS: 868).
Osman ve Ömer nam çeri sürücüleriŋ timarı olup lâkin âdet-i ağnam mir-i livaya hâsıl yazılmağla âdemleri kanun ve defter mucibince alıp gittikten sonra merkuman çeri
sürücüler… (TarS: 869).
çırpıcı: Bez dokunduktan sonra yıkayıp ağartan kimse. (“çırpmak (V): Çamaşır yıkamak” DerS: 1190)
Gâzürek [Fa.]: Gâzür musaggarıdır, gâzür bez ağartıcı çırpıcıya denir, Arabide kasar derler (TarS: 907).
Kasab [Ar.]: Kettan bezidir, çırpıcı: kasar [Ar.] u dak [Ar.] dövmek (TarS: 907).
diŋici, (diŋücü): Fısıltı ile söylenen sözü sezdirmeyerek dinleyip sahibine ileten.
Ve iki yüzlü adamlardan ırağ ol ve yedi baĢlı ejderhadan korkma, evet, diŋüciden kork; zira ol söz iletip getirmekten bir demde yırduğun sen bir yılda dikemeyesin (TarS: 1161). El-müsterık [Ar.]: Daima nihani sözler kulak tutup dinler olan kimseye denir ki diŋici tâbir olunur (TarS: 1161).
düdük çalıcı, (düdükçü): Neyzen.
Neyzen [Fa.]: Düdük çalıcı (TarS: 1299). Nayzen [Fa.]: Düdükçü (TarS: 1299).
Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.
aŋdırıcı, (aŋdurucu): Yadigâr. <aŋ-dır-ıcı
Yadgâr [Fa.]: Aŋdurucı ve teberrük (TarS: 144). Yadgâr [Fa.]: Aŋdurucı (TarS: 144).
Yadgâr [Fa.]: Teberrük mânasına ve aŋdırıcı (TarS: 144).
arayıcı it: Av köpeği.
Kohusunu ol ahunun ağyar duyunca
Defʿi düĢer arayıcı it gibi suyunca (TarS: 185).
arkalanıcı: Birisine dayanan, yardımına güvenen.
El-mültahi [Ar.]: Arkalanıcı ve bir yere sığınıcı kimse (TarS: 216).
depeleyici ağu: Semmi katil, öldürücü zehir. <dep-ele-y-ici
Ve fülfülü gördü kim depeleyici ağuların birisidir Ģöyle kız kim direm ile dartılır (TarS: 1090).
Helâhil [Fa.]: Depeleyici ağu (TarS: 1090).
duyucu, (tuyucu): Hassas, duygulu.
Ve beĢ türlü havas ki âdemin teninde hassastır yâni duyucudur (TarS: 1298).
2.27. -Iç / -Uç
Sıfat ve alet adı olarak birkaç örnek veren bir ektir. Ekin -GIç ekinden geldiği görüĢü yaygındır (Banguoğlu, 2011: 247, Korkmaz, 2014: 154).
ÇeĢitli isim ifade eden kelimelerde geçer.
bölüç: Bölük.
Zarifetün [Ar.]: Bir bölüç örülmüĢ saç ve örme (TarS: 665).
domalıç, (domalaç, tomalaç, tomalıç): Tümsek, yokuĢ, kambur, yumru.
Ehl-i hikmet demiĢlerdir kim: Yolu elden komak olmaz; eğer tomalıç dahi olursa (TarS: 1209).
SuntuǾ [Ar.]: Alnı yumru, kaĢları ince, yanağı tomalıç kimse (TarS: 1209). Ahded [Ar.]: Arkası tomalıç göksü içine tıkık kimse (TarS: 1209).
Sıfat ifade eden kelimelerde geçer.
domaliç gözlü, (domalaç gözlü, tomalaç gözlü, tomalıç gözlü): Fırlak gözlü.
<domal-
El-ʿameĢ [Ar.]: ġol kimse ki gözünün yaĢı durmaz ve domalaç gözüyle dahi derler (TarS: 1209).
domalıç olmak, (tomalıç olmak): YumrulaĢmak, tümsekleĢmek, pırtlak, fırlak
olmak.
Câhıza [Ar.]: TaĢra tomalıç olmuĢ göz (TarS: 1210).
El-esbec [Ar.]: Yassı yağrınlı, alâ-kavlin yağırnısı çıkık tarzında yumru ve domalıç olan kiĢiye denir (TarS: 1210).
El-cühûz [Ar.]: Göz domalıç olmak mânasınadır ki sahibine lokma göz tâbir olunur (TarS: 1210).
2.28. -(I)k / -(U)k
GeçiĢli, geçiĢsiz tek ve çok heceli fiillere gelerek sıfat ve adlar türeten çok iĢlek bir ektir. Eski ve çok yaygın bir sıfat-fiilken bu iĢleyiĢini kaybederek anlamlı fiillerden sıfat yapmıĢtır. Bu ekle yapılan türetmeler „yapılmıĢ, bitmiĢ bir iĢ‟ anlamı katar. Ek, kelimeye özellik bulundurma, huy ve tabiat, aĢağılama ve araç-gereç kavramı katar (Banguoğlu, 2011: 248, Korkmaz, 2014: 154, Zülfikar, 1991: 99, Ergin, 2000: 188, Hatipoğlu, 1974: 80).
ÇeĢitli isim ifade eden kelimelerde geçer.
acık, (acığ, açuk): Acı, dert, ıstırab.
Gel imdi elcüğezimi bağla, olmasun can acığında talabıyam (TarS: 4). Cümleten can ü cenane rihleti derdi anın
ġöyle acık kodu kim ol tâ dem-i haĢre sürer (TarS: 4). Sayru olduk acılar çekmekle ah ol yârdan
Kalmadı ol acığ ile hiç ağızda dadımız (TarS: 4).
ağsırık: Aksırık. <as+kır-ık
ÜĢnûse [Fa]: Atse yani ağsırık (TarS: 58). ġenûse [Fa.]: Ağsırık (TarS: 58).
Seyuser [Fa.]: Ağsırık ve atse mânasınadır (TarS: 58).
algasamak: Korkutmak, tethiĢ etmek. <al-(yen-, galip gel-)-(ı)k+sa-mak
Ve savaĢtığın kiĢiyi algasadım deyü bühtan etme ki barıĢmadığından boynunda mazleme kalmasın (TarS: 100).
alıĢık: Alacak. <al-ıĢ-ık
El-garim [Ar.]: Ve dahi garim il üzerinde alışığı olan kimseye derler (TarS: 105). Ed-dımar [Ar.]: Alınması umulmayan alışık (TarS: 105).
Ey kar ile oda barıĢıklık ve alışıklık veren Tabrı, Salih kulların arasına alıĢıklık ve barıĢıklık vergil (TarS: 105).
anık: Mevcut, hazır. (“anu-: hazırlanmak” DLTD: 29)
Çü ġiraz u Kirman ilinden yana Çıka bir çeri kim adet yok ana Beğ ü padiĢahlar anıklarınun
Ola hali müĢkil kamu varının (TarS: 153).
ardık: Artık, ziyade. <ard-ık
On yıldan ardıkdır ki Ģu çerikle alırım, ardıksa da bilmezem deyicek zikrolunan çerik halk çerikte yüz yetmiĢ beĢ dirhem zevâyit bulunacak… (TarS: 186).
aĢık: Akıntı, cereyan.
… Ve boğazda Karadeniz aşığı vardır ki doğru Akdenize cereyan eder. ġöyle ki oradan mürur eden gemilere ok eriĢmez (TarS: 264).
aĢ yerikliği: AĢ yerme.
Veham [Ar.]: Aş yerikliği (TarS: 268).
avcı delik: Para tutmaz.
El-maħruk [Ar.]: Avcı delik tâbir olunan âdeme ıtlak olunur ki bir günde eline bir hazine verilse telef ve tebah olup akĢama bir akça kalmaz ola (TarS: 282).
aydınlık delüğü: Pencere, ıĢık girecek delik.
Kûh [Ar.]: Aydınlık delüğü konmayan saz damdurur (TarS: 316).
barıĢık: BarıĢıklık, sulh.
ÂĢtî [Fa.]: Barışık, sulh mânasına (TarS: 401).
baĢ açuk: Korkusuz, pervasız.
Meydan-ı vegaada tuğ gibi baş açuk cihan pehlivanı dirilen serkeĢleri… bînam ü niĢan etmiĢ… (TarS: 417).
bilik (II): Akıl, us, anlayıĢ, kavrayıĢ, bilgi. <bil-ik
Aklı ĢaĢmıĢ biliği yitmiĢ koca babam var (TarS: 561).
biŋ artuk: Binden fazla.
Vurup idbar-ı tâlıʿ bâr-ı mihnet
Dem olur günde biŋ artuk yiriz let (TarS: 576).
bingeĢik: Üst üste binmiĢ.
RevâĢih [Ar.]: Koyunda diĢ ardınca biten bingeşik diĢ (TarS: 578). Sürmül [Ar.]: DiĢler arasında bingeşik biten diĢ (TarS: 578).
biti, (bitik (I) ): 1. Mektup, yazılmıĢ Ģey.
Ġki feriĢte ine gele karĢına dura
Günahlarını yaza sala boynuna biti (TarS: 615). Ne bilmek yarar don içinde ne var
Bilür bitüği ol ki yazu yazar (TarS: 615).
Bitidir ki bunu hüthüt getirdi
Süleymandan iĢaretler yetirdi (TarS: 616).
2. Defter-i aʿmâl.
Muhammed ümmetinin bitilerin ak kılgıl (TarS: 617). Kimdir ki kulların bitisin ak kıla, meğer Allah (TarS: 618). Mü‟minlerin bitisi ak ola sağ eline verile (TarS: 618).
3. Senet, belge.
Gelin ana yazınız hem bir biti
Muhkem olsun aramızda bu satı (TarS: 619). Ol kuyudan çıkarıp sattıkların
Üç aybı var diyü bitide yazdıkların Yazdırdı ol saraya birin birin (TarS: 619).
bitik (II): BitiĢik.
Ek-ħalaku [Ar.]: … ve dahi bitik olup iremik olan avrata da halaku derler (TarS: 619). El-fetaku [Ar.]: … Yâni iremik ve bitik olmak (TarS: 619).
boğaz deliği: Hulkum.
Kutsuz kiĢi di: meĢ‟um [Ar.], burun düdüğü: hayĢum [Ar.]
Boğaz deliği: hulkum [Ar.], enek çukuru: nûnan [Ar.] (TarS: 628). çıtırık: Kıvılcım, Ģerâre. (<çıt+ır-ık Zülfikar, 1995: 201)
Âbid [Fa.]: Kığılcım ve Ģerâre-i ateĢ mânasınadır, bazı diyarda çıtrık ve çınkı dahi derler (TarS: 909).
dağuk, (tağık, tağuk, tağuħ): PeriĢan, dağınık. (*“tāġı-: dağıl-” KBS: 260) BaĢım tağuk, gözüm dolu, elim boĢ
Ayak bağlı, yürek dağlı, halim yoĢ (TarS: 967). Zülfünü göreli gönül oldu periĢan ü tağuħ
Gerçi ırah saldun ise yahına getürdün beni (TarS: 967).
Irak yollardan artık develere binip saçları dağuk, yüzleri tozlu topraklı (TarS: 967).
Bir niceler eyitti: Anın baĢı önünde etten iki buynuz gibi nesne var idi andan ötürü ana Zülkarneyn demek, Arap dilince iki buynuzlu demek olur. Bir niceler eyitti: Ġki görklü
bölüğü var idi önünde asılmıĢ idi (TarS: 665).
Eğer avrat gusleylese, saçları dibine su yetiĢtirse bölüklerini çözmek lâzım değildir (TarS: 665).
Salıversin kolunca
Beliğin kara değil mi (TarS: 665). 2. Parça, kısım.
Bir bölük bal iki bölük su Ģol kadar kaynatalar üç bölükten bir bölüğü kala (TarS: 665).
buçuk: Yarım, yarı.
Anınçün dost yüzünden gözün ırmaz
Buçuk sâat bu ansız hiç dem urmaz (TarS: 674). Buçuk gün turmayan aklın katında
Ne lâyık ola Ģahın hazretinde (TarS: 674).
Buçuk direm niĢadırı döğeler, oğlak ödiyle karıĢturalar dürteler (TarS: 674). buyruk, (buyruğ, buyuruk): 1. Emir, ferman.
Buyruk oldu Cebrail tiz in yere
Komagıl Yusuf‟u ki yere ire (TarS: 725).
Bayındır Handan buyruk böyledir Hanım dediler (TarS: 725). Zülfünü gösterir isen gülde biten benefĢeye
Buyruğ eğer olur ise kulluğuna yazıla hat (TarS: 725). 2. Âmir.
Benim fikr ü sağıncım ayrukturur
Veli aĢk baĢıma buyrukturur (TarS: 727). Vay ana ki buyruk değil kendüye
Gerek türlü türlü belâya döye (TarS: 727).
ġol elindeki koynundağı, sandığındağı sanıp sakındığın nesnelere biregüler buyuruk olsa gerektir (TarS: 727).
bükük: Dönemeç.
El-mahniye [Ar.]: Dere büküğüne ve dolamacına derler (TarS: 740).
çalıĢık: ÇalıĢma, gayret. <çalıĢ-ık
Ġmam Buharî, her sâatı sünenün isnadı çalışığında geçmiĢti (TarS: 811).
BiniviĢtem in bekûĢiĢ zi dua behahiĢem bes [Fa.] (TarS: 811).
çekiĢik: ÇekiĢme.
Gönülü geh saçun u geh lebün ü geh diĢün
Çekişiğe bırahurlar size gerekmez mi (TarS: 850). danıĢık, (tanıĢık): 1. ĠstiĢare.
Ben bunu tanışık içün demedim belk beĢaret içün dedim (TarS: 995).
… Pes anın üzerine karar kodular, birez nakit andan getirdiler, kalanın danışığ ile bir ağaç dibinde gömdüler (TarS: 995).
Kaçan bir ulu iĢ ve tanışık olsa perde götürüp yüze yüz söyler idi (TarS: 995).