• Sonuç bulunamadı

4. GİRİŞİMCİLİK TÜRLERİ 1: ÖZEL VE KAMU GİRİŞİMCİLİĞİ

4.1. Özel Girişimcilik

68

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Girişimcilik türleri dendiğinde aklınıza ilk olarak gelenler nelerdir?

2) Özel ve kamu girişimciliğini birbirinden ayırt eden faktörler nelerdir?

69

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya geliştirileceği Özel Girişimcilik

Kamu Girişimciliği

Özel ve kamu girişimciliği arasındaki farklılıkları öğrenmek

Okuyarak/Araştırarak

70

Anahtar Kavramlar

• Özel girişimcilik

Kamu girişimciliği

71

Giriş

Bir ülkede zenginlik ve dinamizm yaratılması, öncelikle o ülkenin firmalarının rekabetine bağlıdır ve bu sırayla o ülkenin girişimcileri ve yöneticilerinin yetenekleri üzerindeki temele dayanır. Günümüz modern firmalarının özü, fonksiyonlarının uzmanlaşmasında yatmaktadır. Ekonomik faaliyetlerin yönetilmesinde yönetici ve girişimciler önemli rol oynarlar. Fakat girişimciler daha bağımsız bireysel işadamı ve firma girişimcisi olarak firmaya daha fazla katma değer kazandırırlar (Cuervo vd., 2014).

Bu kapsamda girişimci; risk almaktan korkmayan, hızlı karar verebilen, yapacağı iş için kararlı olup en yüksek seviyede azim gösteren ve bu yönde davranış sergileyen kişidir.

Bu sebeple bir şirketin başarısı veya bir ülkenin ekonomik refahı, o şirkette veya toplumda yüksek başarma güdüsüne sahip girişimci kişilerin sayısı oranında artış gösterecektir.

72

4.1. Özel Girişimcilik

Günümüzde sadece teknolojide değil, ekonomik ve sosyal alanlarda da hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bu küresel boyuttaki değişime ayak uydurmak ve refah seviyesini arttırmak, girişimcilik olgusuna gereken önemin verilmesiyle mümkün olacaktır. Çünkü girişimcilik bireysel olarak kişilerin başarılı olmasının yanı sıra milli ekonominin gelişimine de katkıda bulunacaktır. Büyümenin motoru özel sektördür ve özel sektörü oluşturan ve yaşatanlar girişimcilerdir (Yalçıntaş, 2010).

Piyasa ekonomisinin tarihi aslında girişimcinin tarihidir. Zira piyasanın taşıyıcı gücü girişimcidir. Günümüz özel sektör girişimcilik anlayışı, Sanayi Devrimi ile başlayan bir süreçle ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda ilk ticari kapitalizm olarak kabul edilen Merkantilizmle birlikte büyük sanayi kuruluşları oluşmaya başlamıştır. Merkantilist yaklaşımdan sonra liberalizm, kendisini Avrupa’da hissettirmeye başlamış ve akılcılığın ön plana çıkması, rekabetin üst düzeyde yaşanması, uluslararası ticaretin desteklenmesi özel sektör girişimciliğinin önemini had safhada artırmıştır. Dolayısıyla girişimcilikte risk unsuru ilk kez 17. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Diğer yandan 1800’lü yıllarda sanayileşmenin yaygınlaşmasının büyük tesiriyle girişimci ve risk sermayecisi arasındaki fark belirginlik kazanmıştır.

Sonrasında Sanayi Devrimi iki temel unsurla hız kazanmıştır. Bunlardan ilki bilimsel bilgi, ikincisi ise Coğrafi Keşifler ve ticaret neticesinde oluşan sermayedir. Sanayi Devrimi’nden sonra önem kazanan girişimciler, modern bilim temelinde ulaşılan bilgilerden faydalanarak büyük hacimli üretime imkân sağlayan yeni teknolojik ilerlemelere imza atmışlardır.

Sanayileşmenin ilk yıllarında üretim artmış, ticaret hacmi serbestleşerek genişlemiş, katı rekabetin acımasız bir şekilde yaşandığı piyasa ekonomisine dönüşmüştür. Kapitalizmin kuralları özel sektör girişimciliği açısından kayda değer bulunmuştur. Sonsuz çıkar ilişkisi bir anlamda zamanın ihtiyaçlarının da artması ile birlikte birçok iktisadi kanunun oluşmasına imkân tanımıştır. Kapitalizmin acı kuralları ve uygulanma şekline uzun süre dayanılamamış ve alternatif model ortaya koyma çalışmalarına bilim adamları tarafından hız verilmiştir.

Özellikle sosyalizm, himayecilik ve Alman Tarihçi Okulu bunların başlarında yer almaktadır.

Daha sonraki dönemlerde serbest piyasa ekonomisine geçilmesi, girişimciliğin hız kazanması açısından önemli bir dönemeç olmuştur. Özellikle Amerika’da Taylor, Avrupa’da Fayol ve Weber’in öncülüğünde girişimcilik bilimsel temellerini oluşturmuştur. Weber, girişimcilik açısından tarihi dönemeci iki açıdan değerlendirmektedir. Birincisi iş yeri ile evin birbirinden ayrılması, diğeri ise muhasebe kayıtlarının tutulmasıdır. Serbest piyasa ekonomisinin olgunlaşmasında Avusturya Okulu’nun katkısı oldukça büyüktür. Bu ekole bağlı iktisatçı ve siyaset bilimcilerden özellikle Friedrich August Von Hayek, serbest piyasa düzeninin felsefi anlamda savunuculuğunu üstlenmiştir. 1974’de Nobel Ekonomi Ödülü’nü alan Hayek;

merkezi ekonomik planlamanın, bireysel özgürlükleri kısıtlayacağı tezini savunmuştur.

Hayek’e göre ekonomide kararlar, bireylerin değer yargılarına ve amaçlarına göre biçimlenmektedir. Bu nedenle özgür karar vermenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

Serbest piyasa ekonomisinin temelini oluşturan girişim hürriyeti anlayışı, modern girişimciliğin yeşermesi için gerekli ortamı da sağlamıştır. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde Avusturyalı iktisatçı Joseph Schumpeter, girişimciliği yeniden yorumlayarak kavramın bugün de geçerli olan fikri temelini atmıştır (Ercan ve Gökdeniz, 2009).

73 J. Schumpeter’e göre girişimcinin fonksiyonu, yeni bir buluşla veya yeni bir mal üreterek ya da eski bir malı denenmemiş teknolojileri kullanarak yeni bir yöntemle üretmek suretiyle üretim sürecine yeni bir bakış açısı sağlamaktır. İşte kapitalizme atfedilen “yaratıcı yıkıcılık” teriminin bir ayağında rekabet, diğer ayağında da risk alma kabiliyetine bağlı bu girişimcilik öğeleri vardır. Neticede Adam Smith’in “görünmez eli” ile Schumper’ın “yaratıcı yıkıcılığının” baş aktörü girişimcidir (Öztürk, 2012).

Türkiye’de özel sektör girişimciliğinin tarihine bakıldığında 1923-1929 arası dönem ön plana çıkmaktadır. 1923-1929 arasında uygulanan politikalarda milli bir burjuvazi inşa etmek ve sermaye birikimini bu yolla temin etmek üzere genel olarak özel girişimciliği ön plana çıkartan oluşumlara yer verilmiştir. Aslında 1923-1929 döneminde oluşturulan politikalar, 1908-1918 dönemi arasında Osmanlı Devleti’nin ekonomi politikalarında belirleyici rol oynamış olan İttihat ve Terakki Fırkası’nın “girişimcilik” anlayışının devamı olarak görülebilir. Zira bu anlayışın temelinde de takip edilen sanayi politikalarıyla ulusal unsurlardan oluşmuş bir girişimci burjuva sınıfı oluşturmak yatmaktadır. Nitekim 1913’te yerli üretimi arttırmaya yönelik konulmuş olan Teşvik-i Sanayii Kanunu’nun 1927’ye kadar yürürlükte kalması da bunu göstermektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ekonomi politikalarının vurgusu da özel girişimciliği teşvik etmeye yönelik olmuş, 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi’nde serbest piyasa koşullarının oluşumunu sağlayacak kurum ve mülkiyet rejiminin kurularak milli girişimcilere yönelik özendirici teşviklerin verilmesi üzerindeki ilkeler benimsenmiştir. Öte yandan bu yıllardaki girişimciliğin kimler tarafından gerçekleştirildiğine bakıldığında devletin yüksek kademelerinde çalışan bürokratların bunu üstlendikleri görülmektedir. Dolayısı ile Türkiye’nin ilk girişimcileri devletin içinden gelen bürokratlar olagelmiştir. Tabiatıyla bunların piyasa disiplini anlayışı, girişimciliğin esası olan risk alma, fırsat kollama gibi hassaları gelişmiş değildi. İçerisinde yetiştikleri kültür, bireysel girişimciliği değil; Ziya Gökalp’in öncülüğünü yaptığı Durkhaim’ci bir cemaatçiliği esas alıyordu. Bu “işadamı tipi”, Schumpeter’in bahsettiği “yaratıcı yıkıcılıktan” (creative destruction) çok uzak olup istikrarı ve statükoyu yüceltmektedir. Değişimin önüne durağanlığı koyan bu zihn-i kurgunun zaman içinde atalete, içe kapanmaya ve rant kollama sürecine dönüşmesi beklenmelidir ki olan da budur. Türkiye’de girişimciliğin tarihi sürecindeki diğer aşamalara bakıldığında devletin ekonomik faaliyetlerin içine bizzat girdiği, ülkedeki birçok ticari ve sanayi faaliyetin başlamasında yönlendirme ve teşviklerde bulunmanın yanında bu faaliyetleri bizzat yürüttüğü devletçilik dönemi olarak anılan 1930-1950 dönemi, 1950-1960 dönemini ele alan ve liberal ekonomiye geçiş diye adlandırılan yıllar, ülkenin planlı ekonomiye adım attığı süreç olarak literatürdeki yerini alan 1960-1980 yılları ve son olarak da Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde ithal ikamelerin son bulup ihracata yönelik kalkınma planlarına başladığı 1980 ve sonrasını ele alan dışa açık liberal ekonomi dönemi gelmektedir (Candan, 2011; Öztürk, 2008).

Zamana ve mekâna göre bireyci ya da cemaatçi vurgu öne çıkmış olsa da günümüzde esas olan bireysel girişimciliktir. Nitekim merkezi planlama ve faşizm deneyimlerinde olduğu gibi bu gerçeği reddederek piyasa karşıtı birtakım karşı alternatifleri ikame etmeye çalışan

“piyasa dışı” modeller de denenmiştir. Ancak bu modeller, içermiş olabileceği birtakım iyi niyetlere rağmen, vaatlerini yerine getirememiş; tersine mal ve hizmet üretiminde kaynak

74 israfına ve yüksek mübadele maliyetlerine sebep olup sonunda büyük bir hayal kırıklığı ile ortalıktan çekilmiştir. Girişimci; çeşitli düzeylerde yönlendirilmiş ve denetlenmiş de olsa, piyasa mekanizması üretimin, dağıtımın ve bölüşümün ana ekseni olduğu sürece geleceğin de kahramanı olmaya devam edecektir. Günümüzde üretim paradigmasının küreselleşmesiyle uzmanlaşma ve iş bölümü; serbest ticaret ve rekabet sayesinde doğal kaynakların sınırlamaları ve nihayet dünyadaki fonların fazlalığı nedeniyle de ulusal tasarrufların eksikliğinin telafi edilebileceği bir dönem yaşanmaktadır. Bu bağlamda günümüzde rekabette ağırlık teknoloji paradigmalarına, toplumsal organizasyonlara ve yönetişim kapasitesine kaymakta; bu da diğer faktörlerin yanı sıra, girişimcinin önemini daha da artırmaktadır. Günümüzde girişimcilik kavramı daha çok risk alma, yenilikleri yakalama, fırsatları değerlendirme ve tüm bunların hayata geçirilme süreci olarak anlamlandırılmaya başlanmıştır (Öztürk, 2012).

Girişimci; ekonomik kaynakların israfını önler, kaynakların düşük üretkenlik alanlarından yüksek üretkenlik alanlarına aktarılması sürecinde baş aktördür. Girişimci üretim kaynaklarını yeni bir tarzda birleştirerek kullanılmayan üretim faktörlerinin kullanılmasını sağlar. Bunu yaparken de kullanılmakta olan üretim araçlarının ve var olan girdilerin değişik şekillerde kullanımı ile üretimi arttırır. Girişimci yeni düşüncelerin yaratılmasını, yayılmasını ve uygulamasını hızlandırır. Ayrıca yeni endüstrilerin doğmasına yol açar, teknolojik verimliliği arttırır ve hızla büyüyen sektörler yarattığı için ekonomik büyümeyi hızlandırır (Yalçıntaş, 2010).

Genel olarak özel sektör girişimciliğinin kendine göre sorumlulukları söz konusudur.

Özel sektör denilince hür teşebbüs anlaşılmaktadır. Hür teşebbüs, hür bir şekilde sermaye tedarik etmek ve bu sermayeyi dilediği gibi kullanmak anlamına gelir. Elbette, hür teşebbüsü de sınırlayan bazı yasalar bulunmaktadır. Ancak, özel sektör; yönetimde, finansmanda, üretimde ve denetimde özgürlüğe sahiptir. Özel sektör yöneticileri, işletmenin sahipleri tarafından seçilerek işe alınır. Ya da işletmenin sahibi aynı zamanda işletmenin yöneticisidir.

Özel sektörde önemli olan kamu yöneticilerinde olduğu gibi işlerin yapılmış olması değildir.

Önemli olan başarıdır. Özel sektör yöneticisinin başarı kriterleri de bellidir. İşletmenin sahibi ya da ortaklarının beklentilerini karşılama düzeyi, özel sektör yöneticiler için önemlidir (Özdevecioğlu, 2002).

Özel sektörün çalışma koşulları incelendiğinde özet olarak şu hususlar dikkat çekicidir (Özdevecioğlu, 2002):

• Özel sektörün kültürü, sahiplerin veya yöneticilerin oluşturacağı kültüre bağlıdır.

• Özel sektörde başarılı olamayan yöneticiler için önemli yaptırımlar vardır, yöneticilerin işini kaybetme riski yüksektir.

• Özel sektörün çalışma koşulları yoğun rekabet nedeniyle ağırdır ve değişkendir, buna uyum sağlayabilmek için yöneticilerin dinamik olması gerekir.

75

• Özel sektör için zaman çok önemlidir. Çünkü rekabet şartları zamanın etkin kullanımını zorunlu hâle getirmektedir.

• Özel sektör yöneticileri risk almaya daha fazla eğilimlidir, risk alma eğiliminin yüksek olmasının en önemli nedeni başarı zorunluluğunun yöneticiler tarafından daha fazla hissedilmesidir.

• Özel sektör yöneticilerinin dış çevreleri kamu sektörüne göre çok daha değişkendir ve açık sistem anlayışı zarureti özel sektör yöneticileri tarafından daha derinden etkilemektedir.

• Özel sektör yöneticilerinin çevreyi algılamaları ile kamu sektörü yöneticilerinin çevresel algılamaları arasında farklılık bulunmaktadır özel sektörün çevre algılaması rekabet odaklıdır,

• Özel sektörün amaç tanımlaması ile kamu sektörü yöneticilerinin amaç tanımlaması ve amaçların belirginliği açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır.

Özel sektöre kültür açısından bakıldığında ise kamu kuruluşlarında olduğu gibi rol kültürü değil; güç kültürü, başarı kültürü ya da destek kültürünün bulunduğu görülmektedir.

Güç kültürünün hâkim olduğu özel sektör işletmelerinde, otoritenin hâkim olduğu görülür.

Otorite yönetici ya da sahiplerdir. Abartılı bir biçimde uygulandığında işletmeye korku ve panik hâkim olabilir. Bu durum da özel sektör işletmelerinde görülen bir durumdur. Başarı kültürünün hâkim olduğu işletmelerde, yöneticiler çalışanların fikir ve tecrübelerinden azami ölçüde faydalanmaya çalışır. Motive olmuş insan grubuyla çalışmak bu kültürün genel karakteristiğidir. Destek kültürünün hâkim olduğu işletmelerde ise uzmanlaşma ve hiyerarşi yoktur. Yöneticiler astlar arasına karışmıştır. Takım yönetimi veya grup çalışması hâkimdir (Özdevecioğlu, 2002).