• Sonuç bulunamadı

II. KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.2. Yabancı Dil Öğreniminde Bireysel Farklar: Duyuşsal ve Bilişsel Faktörler

2.2.4 Öz-yeterlik Algısı

2.2.4.2 Öz-yeterlik: Tanımı, Etkileri ve Kaynakları

Bireyin belirli bir performansı gerçekleştirme kapasitesine olan inancı (Bandura, 1977a, 1997) anlamına gelen öz-yeterlik algısı, insanların nasıl düşündüklerini, hissettiklerini, kendilerini nasıl motive ettiklerini ve nasıl davrandıklarını belirler (Bandura, 1994). Elbette ki insan işlevselliğini pek çok faktör etkiler. İnsanların hayatlarını oluşturan çok çeşitli işleri gerçekleştirdikleri zaman deneyimledikleri başarı veya başarısızlık doğal olarak onların pek çoğu kararını etkilemektedir. Ayrıca, sahip oldukları bilgi ve beceriler de yapmayı veya yapmamayı seçtikleri şeylerde önemli bir rol oynayacaktır. Ancak bireyler sahip oldukları bilgi ve becerilerin niteliği konusunda hükümlerde bulundukları gibi eylemlerinin sonuçlarını da yorumlarlar. Bu anlamda Bandura (1997; Akt. Pajares, 2002)’nın insan işlevselliğinde öz-yeterlik algılarının rolüyle ilgili ana düşüncesi şudur: “insanların motivasyon düzeyleri, duyuşsal durumları ve eylemleri nesnel olarak doğru olandan daha çok inançlarına dayanır”. Bu nedenle insanların nasıl davrandığı çoğunlukla gerçekte başarabilme yetilerinden daha çok yetileri konusunda sahip oldukları inançlarca daha iyi yordanabilir. Zira bu öz-yeterlik algıları insanların sahip oldukları bilgi ve becerilerle ne yaptıklarını belirlemelerine yardımcı olur. Bu da insanların davranışlarının neden bazen gerçek kapasitelerinden ayrı olduğunu ve aynı bilgi ve becerilere sahip oldukları zaman bile neden davranışlarının birbirinden oldukça farklılık gösterdiğini açıklamaya yardımcı olur. İnançlar ve gerçeklik nadiren mükemmel bir biçimde eşleşir ve bireyler genellikle inançları tarafından yönlendirilirler. Neticede, insanların başarıları genelde önceki başarılarından, bilgi veya becerilerinden daha çok öz-yeterlik inançlarınca daha iyi yordanır. Tabiiki gerekli bilgi ve beceriler olmadığında hiç bir öz-güven veya algı miktarı başarı üretemez. Öz-yeterlik inançlarının kendileri, bilginin ve becerilerin nasıl edinildiğinin önemli belirleyicileridir. Öz-yeterlik inançlarının insan işlevselliğinin önemli bir bileşeni olduğu düşüncesi, inançların potansiyel duyuşsal, değerlendirmeye yönelik, olaylara dayanan doğasının onları kendileri aracılığıyla yeni fenomenlerin yorumlandığı bir filtre yaptığını düşünen pek çok kuramcı ve düşünürün görüşüyle uyuşmaktadır (Örneğin, Aristo, James, Dewey, Kant, Maslow, Nisbett ve Ross, Rokeach; Akt. Pajares, 2002).

Öz-yeterlik inançları, insanların bir eylemi geçekleştirmede takip etmeyi seçtikleri eylem planlarını, belirli girişimlerinde ne kadar çaba harçayacaklarını, engeller ve başarısızlıklar karşısında ne kadar zaman azim göstereceklerini, güçlüklere karşı gösterecekleri direçlerini, sahip oldukları düşünce kalıplarının kendilerine yardımcı mı yoksa engelleyicimi olup olmadığını, zorlu çevresel gereksinimlerle uğraşmada ne derece stres ve depresyon yaşadıklarını ve gerçekleştirecekleri başarı düzeylerini etkilemektedir (Bandura, 1997:3). Öz-yeterlik inançları insanların yaptıkları seçimleri etkiler. Bireyler kendilerini yetkin ve emin hissettikleri görev ve aktivitelerde bulunmayı seçme eğilimindedirler ve bu şekil hissetmediklerinden ise kaçınırlar. İnsanlar davranışlarının istenen sonuçları doğuracağına inanmadıkları müddetçe bu tür davranışlarda bulunmak için çok az güdülenirler. Davranışı etkilemek için ne tür faktörler etkin olursa olsun, hepsi kişinin o davranışı gerçekleştirme kapasitesine sahip olduğu temel inancından kaynağını alır (Pajares, 2002).

Öz-yeterlik inançları insanların bir aktiviteye ne kadar çaba harcayacaklarının, engellerle yüzleştiklerinde ne kadar süre kararlılık göstereceklerinin ve ne derece direçli olacaklarının belirlenmesine yardımcı olur. Yeterlik algısı ne kadar yüksek olursa, harcanan çaba ve gösterilen kararlılık ve direnç o kadar olur. Güçlü bir yeti algısı olan insanlar zorlu görevlere kaçınılması gereken tehditlerden çok üstesinden gelinecek zorluklar olarak bakarlar. Öz-yeterlik inançları insanların düşünce kalıplarını ve duygusal tepkilerini de etkiler. Yüksek öz- yeterlik zorlu görev ve aktivitelerde sakinlik duygularının oluşmasını sağlar. Bunun aksine, düşük öz-yeterliği olan insanlar olayların olduğundan daha zor olduğuna inanabilirler ve bu da kaygı, stress ve depresyonu besler ve bir problemin nasıl çözüleceği konusunda dar bir vizyonun oluşmasına sebep olur. Öz-yeterlik yargılarının insan davranışında oynadığı aracı rol bir takım faktörlerden etkilenir. Cesaret kırıcı şeyler veya performansla ilgili sınırlılıklar olabilir. Diğer bir deyişle, yüksek öz-yeterlikli ve becerili insanlar bile sadece onları teşvik edecek bir şeyin olmayışından inançları ve yetenekleri doğrultusunda davranmamayı seçebilir. Zira gerekli kaynakları olmayabilir veya öngördükleri sonuç veya yolda toplumsal sınırlayıcılar algılayabilirler. Bu gibi durumlarda, yeterlik performansı yordayamayacaktır. İnsanların yetilerini az veya çok fazla değerlendirmeleri ve bu tarz hatalı yargıların sonuçlarından muzdarip olmaları normal bir şeydir. Bu yanlış

değerlendirme sürecinde bir rolü vardır. Bu tür sonuçlar az ise, bireyler yetilerini yeniden değerlendirme ihtiyacı duymayabilirler ve yetilerini aşan görevlerde bulunmaya devam edebilirler. Bu gibi durumlarda, yeterlik yargılarıyla ardından gelen davranış arasındaki ilişki becerilerin yanlış değerlendirilmesinden dolayı karmakarışık hale gelir. Dolayısıyla öz-yeterliğin, deneyimlerin yeti üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi için periyodik olarak kontrol edilmesi gerekir. Zira öz-yeterlik ile davranış arasındaki ilişkinin derecesi geçici farklılıklardan etkilenir. Bandura, güçlü öz-yeterlik inançlarının genellikle zamanın ve çoklu deneyimlerin bir ürünü olduğundan çok dirençli ve yordanabilir olduklarını, oysaki zayıf öz-yeterlik inançlarının, eğer yordayıcı olarak görev göreceklerse, sürekli tekrar değerlendirilmelerinin gerektiğini belirtmiştir (Akt. Pajares, 2002).

Bireyler öz-yeterlik inançlarını, dört ana kaynaktan aldıkları bilgiyi yorumlayarak oluştururlar. Bu anlamda en etkili kaynak bireyin önceki performansının veya gerçek deneyiminin, sonucunun yorumudur. İnsanlar görev ve aktivitelerde bulunur, eylemlerinin sonuçlarını yorumlar, sonraki görev ve aktivitelerde bulunabilme yetilerine yönelik inançlar geliştirmek için bu yorumları kullanır ve oluşturdukları inançlar doğrultusunda hareket ederler. Tipik olarak başarılı olarak yorumlanan sonuçlar öz-yeterliği artırır, başarısız olarak yorumlananlar ise onu azaltır. Düşük öz-yeterlik algısı olan insanlar genellikle öz-inançlarını değiştirmektense başarılarını düşürürler. Hatta belirli bir çabadan sonra başarıya ulaştıklarında bile bazıları hala aynı çabayı sergileme yetileri konusunda şüphe duyarlar. Gerçek deneyimler, yalnızca ham veridir ve böyle bir bilginin bilişsel olarak nasıl işlendiğini ve kişinin öz-değerlendirmesini nasıl etkilediğini belirleyen pek çok faktör vardır. Kendi eylemlerinin sonuçlarını yorumlamaya ek olarak, insanlar öz-yeterlik algılarını oluşturmada başkalarını gözlemlemeye dayalı dolaylı deneyimlerden de yararlanırlar. Bu bilgi kaynağı öz- yeterlik inançlarının oluşturulmasında gerçek deneyimlerden daha zayıftır, ancak insanlar kendi yetileri konusunda emin olmadıklarında veya önceki deneyimlerinin sınırlı olması durumunda, bu tür bilgiye yönelik daha eğilimli olurlar. Bu bağlamda model almanın etkileri özellikle söz konusu olur. Hatta deneyimli veya öz-yeterliği yüksek olan bireyler bile eğer rol modeller onlara bir işi daha iyi yapmanın yollarını öğretseler onlar da öz-yeterliklerini daha fazla yükseltebilirler (Pajares, 2002). Bu anlamda başkalarına benzerlik kişinin kendi öz-yeterliğini ölçmesinde bir ipucudur

(Schunk, 1987). Benzer başka kişilerin başarısını gözlemlemek gözlemcinin öz- yeterliğini artırabilir ve ilgili görevi deneme konusunda motive edebilir, çünkü eğer başkaları başarıyorsa ben de başarabilirim eğilimi vardır. Ancak öz-yeterlikteki dolaylı bir artış sonraki performans başarısızlıklarınca olumsuzlanabilir. Yani, akranlarının başarısızlığını gözlemleyen kişiler başarma yetilerinin olmadığına inanabilirler ki bu da belirli görevi yerine getirme konusunda cesaretlerini kırabilir (Schunk ve Pajares, 2004). Bireyler aynı zamanda başkalarından aldıkları sosyal (sözel) iknalar sonucunda da öz-yeterlik algıları oluşturup geliştirebilirler. Bu iknalar başkalarının sağladığı sözel yargıları içerir. Bu anlamda ikna ediciler bireyin öz-yeterlik inançlarının oluşumunda önemli bir rol oynar. Ancak, sosyal iknalar boş övgüler ve ilhamlarla karıştırılmamalıdır. Etkin ikna ediciler bir yandan insanların kendi yetilerine olan inançlar ekerken diğer yandan öngörülen başarının ulaşılabilir olduğuna inandırmalıdırlar. Ve nasıl ki olumlu iknalar öz-yeterlik inançlarını teşvik eder ve güçlendirirse, olumsuz iknalar da onları zayıflatabilir. Ve aslında genellikle ikincisinin gerçekleşmesi daha kolaydır. Kaygı, stres, psikolojik uyarılım, ruh hali değişiklikleri gibi somatik ve duygusal faktörler de öz-yeterlik algıları konusunda bilgi sağlar (Pajares, 2002). Bir işe karşı duyulan, güçlü duygusal tepkiler, umulan başarı ve başarısızlık hakkında ipuçları sğlar. Kişiler, yetileri hakkında olumsuz düşünceler ve korkular yaşadıklarında (örneğin büyük bir topluluğun önünde konuşmayı düşünerek endişeli hissetmek gibi), bu tür duygusal tepkiler öz-yeterliliği düşürebilir ve korkuları yetersiz performansın oluşmasını sağlayan fazla stresi ve ajitasyonu tetikleyebilir (Schunk ve Pajares, 2009). Bireylerin kendi düşünce ve duygularını değiştirme kapasiteleri olduğundan, yüksek öz-yeterlik inançları neticede insanların fizyolojik durumlarını da etkileyebilir. Bandura (1997)’nin de belirttiği gibi insanlar öncelikli olarak kendi yapımları olan bir fiziki çevrede yaşarlar (Akt. Pajares, 2002).