• Sonuç bulunamadı

Günümüz dünyasında işletmeler hem içsel hem de dışsal olarak pek çok tehdide maruz kalmaktadırlar. Doğal afetler, salgın hastalıklar, terör saldırıları, ekonomik daralma, ekipman arızası ve insan hataları bir örgütün ve çevresinin güvenliğini ve istikrarını bozan örneklerden yalnızca birkaçıdır. Buna ek olarak, örgütler sosyal, ekonomik ve teknolojik olarak günden güne karşılıklı bağımlılığı artan bir dünyada faaliyet göstermektedir. Çoğu zaman önemsiz görülen belirsizlik ve dalgalanmaların kelebek etkisi yaratarak örgütlere yansıması mümkündür zira örgütler çeşitli ağların içinde her halükarda diğer alt sistemlerle karşılıklı etkileşime maruz kalmaları sebebiyle bağımsızlıklarını yitirmişlerdir. Bu nedenle, bütün dünya işletmelerinin odağındaki bir mesele olan "örgütsel dayanıklılık" son yıllarda üzerinde durulan kavramlar arasına girmiştir (Annarelli ve Nonino, 2016: 2).

Lengnick-Hall ve arkadaşlarına göre (2011: 244) örgütsel dayanıklılık tanımıyla ilgili literatürde iki farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilki, örgütsel dayanıklılığı

beklenmeyen, stresli ve olumsuz durumların ardından sıçrama ve kaldığı yerden devam edebilme becerisi olarak tanımlamıştır (Horne, 1997; Mallak, 1998; Robb, 2000; Gittell vd., 2006). Bu görüş, dayanıklılığın fizik bilimlerindeki tanımıyla örtüşmektedir. Fizik bilimlerinde dayanıklılık, maddenin gerilmesi ve dövülmesinin ardından kendi formuna geri dönebilmesi olarak tanımlanır. Örgütsel dayanıklılık, kendini toparlama anlamında değerlendirildiğinde, genellikle zorluklarla baş etme stratejileri ve beklenen performans düzeyine hızlıca geri dönebilme becerilerinin dikkat çektiği görülür. Bu durumda örgütün çabası, yeni duruma uyum sağlarken işlevsiz ve geriye yönelik faaliyetleri kısıtlamaya yöneliktir. Bu bakış açısına göre örgütsel dayanıklılık sıçrama odaklıdır ve cesaret gerektirir.

Örgütsel dayanıklılığa yönelik ikinci görüş; yeni yeteneklerin geliştirilmesi, her duruma ayak uydurabilme becerisi ve yeni fırsatların yaratılması üzerinde durur (Layne, 2001; Coutu, 2002; Freeman vd., 2004; Jamrog vd., 2006). Gelişim düşüncesini vurgulayan bu görüş, beklenmeyen zorluklardan ve değişikliklerden fayda sağlayabilmeyi ifade eder. Bir başka deyişle, eldeki kaynaklar ve yeteneklerle yalnızca mevcut ikilemlerin çözülmesi değil fırsatlardan yarar sağlanarak başarılı bir gelecek inşa edilmesi vurgulanır. Bu nedenle bu bakış açısı ''dönüşümcü" olarak ifade edilir.

Literatürdeki diğer tanımlar incelendiğinde kavramın farklı yaklaşımlarla da ele alındığı anlaşılmaktadır. Horne ve Orr (1998: 31)'a göre her sistem içsel olarak kendisini çevredeki değişikliklere uygun şekilde esnetebilen, yönlendirebilen ve biçimlendirebilen belirli bir dayanıklılık yeteneğine sahiptir. Bu esneklik özelliği sistemlere sürekli olarak yeniden şekillenme fırsatını sunar. Bu da örgütsel dayanıklılığın temelini oluşturur. Aynı çalışmada dayanıklılık; "bireylerin, grupların, örgütlerin ve bütün olarak sistemlerin zaman kaybetmeden, düzeni bozan önemli değişikliklere üretken bir şekilde karşılık verebilmeleri" olarak tanımlanır.

Vogus ve Sutcliffe (2007: 3418), dayanıklılığı, zorlu koşullar altında olumlu düzenlemelerin sürdürülebilmesi ve bu koşulların ardından organizasyonun daha güçlü olması ve bütün problemlerin altından kalkabilir hale gelmesi olarak tanımlamışlardır. Örgütlerin dayanıklı olmalarını gerektiren "olağanüstü durumlar" veya "zorlu koşullar", tehlikeli ve örgüte zarar verebilmesi muhtemel olan bütün olayları kapsamaktadır. Belirli bir olayın risk olarak algılanması ise olayın kapsamına, yerine ve zamanına göre değişiklik gösterir. Olağanüstü olarak adlandırılan olaylar örgütler için stratejik bir belirsizlik unsurudur, zira bu olaylar yalnızca işleyişi değil örgütün yaşamını da etkileyebilmektedir. Bu nedenle Meyer (1982), olağanüstü olayları "çevresel darbeler"

olarak tanımlar. Bu olaylar çeşitli hava olaylarından altyapı yetersizliğine, yakıt krizinden küresel kredi daralmasına, grip salgınından terörizme kadar çok çeşitli biçimde gerçekleşebilir. Günümüzde de bu tür olağanüstü olayların sıklığının gün geçtikçe arttığı ve en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm örgütleri etkilediği açıkça görülmektedir (Sullivan-Taylor ve Branicki, 2011: 5566).

Bir örgütü ya da sistemi içsel veya dışsal olarak etkileyen herhangi bir sarsıntı, travmatik olay veya felaket karşısında direnme ve bunun üstesinden gelme yeteneği "dayanıklılık" olarak adlandırılırken, örgütün yaşanan felaketin ardından eski haline ve hatta eskisinden daha iyi bir hale dönebilmesi örgütün dayanıklılık düzeyinin göstergesi olmaktadır. Bir başka deyişle örgütsel dayanıklılık, örgütün işleyişini bozan beklenmedik durumlarla yüzleşme konusundaki yeterliliğidir. Bu yeterlilik, iç ve dış saldırıların operasyonel yönetimiyle ve stratejik bilinçle doğrudan ilişkilidir. Dayanıklılık, tehditleri ve olası etkilerini en aza indirmek için hazırlıklı olma ve önlem alma düzeyinde ise reaktif; beklenmeyen ve işleyişi bozan olayların akıbetini azaltarak örgütü eski konumuna ya da eskisinden daha iyi bir konuma getirebilme yeteneği düzeyinde ise proaktif ya da dinamik olarak ifade edilebilir (Annarelli ve Nonino, 2016: 3).

Bu durumda örgütsel dayanıklılık, mevcut güçlüklere karşı direnç sağlama, tehditlerin üstesinden gelebilme bağlamının yanı sıra fırsatları değerlendirme ve fırsatlarla kendini güçlendirerek geleceği inşa edebilme yeteneğini de kapsamaktadır. Yapılan tanımlarda dayanıklılık, beklenmeyen bir durumun ardından eski haline geri dönebilmek olarak ifade edilse de beklenmeyen durumların yarattığı değişiklik sebebiyle yalnızca eski haline dönmek örgüt için olumlu bir sonuç olmayabilir. Rekabetçi bir çevre içinde dayanıklılık, geçmişe dönmenin daha ötesini zaruri kılar. Bu nedenle dayanıklılık, olumlu yönde değişerek uyum sağlayabilme, yeni fırsatlar ve yeni yetenekler yaratabilme bağlamında düşünülmelidir. Etkin bir yaklaşımla örgütsel dayanıklılık, örgütün kaynakları ve yetenekleriyle mevcut zorlukların üstesinden gelerek gelecekteki başarısı için daha geniş fırsatlar yaratabilmesi olarak tanımlanır (Megele, 2014: 1).

Örgütsel dayanıklılık, işleri aksatan bir olayın ardından, kısa vadede örgütsel faaliyetlerin sürdürülebilmesini sağlarken, uzun vadede örgütün iyileştirilerek yeniden yapılanmasını sağlayan faaliyetleri kapsar. Örgütleri yıkıcı durumlar karşısında hazırlıklı hale getirmek, bu durumlarla etkin ve etkili bir şekilde başa çıkabilmelerini sağlamak için proaktif bir planlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Herhangi bir

sürdürülebilirlik ya da yenilenme planı olmayan örgütler, müşteri hizmetlerinde ve iş süreçlerinde aksaklıklar yaşayabilir, dolayısıyla itibarlarını ve pazar paylarını kaybedebilirler (Sahebjamniaa vd., 2015: 261). Bu bağlamda örgütsel dayanıklılık, canlıların hayatta kalmasını sağlayan bağışıklık sistemine benzetilebilir. Bağışıklık sistemi; vücudu mikrop, bakteri, parazit ve virüslere karşı savunmak üzere bir araya gelen hücreler, dokular ve organlar ağının toplamıdır. Bağışıklık sistemi sayesinde canlılar, zararlı dış etkenlerden korunabilir ya da bu etkenlere maruz kaldıklarında savunma yöntemiyle varlıklarına zarar verebilecek etkileri en aza indirgeyerek bütünlüklerini ve sağlıklarını koruyabilirler (National Institute of Allergy and Infectious Diseases, 2007: 1). Nasıl ki canlılar bağışıklık sistemleri sayesinde proaktif davranarak varlıklarını sürdürebiliyorlarsa örgütler de sosyal birer canlı olarak kendi bağışıklık sistemlerini geliştirerek, varlıklarını olası etkilerden sakınabilir veyahut bu etkileri bertaraf edebilir ya da kendileri için daha iyi bir gelecek inşa etmeye çalışabilirler.