• Sonuç bulunamadı

Çevrenin Medeni Hukuk Vasıtasıyla Korunması

2.2 Çevrenin Korunmasında Ceza Hukukunun Fonksiyonu

2.2.2 Ceza Hukuku Yaptırımları Dışında Kalan Yaptırımlarla Çevrenin Korunabilirliğ

2.2.2.2 Çevrenin Medeni Hukuk Vasıtasıyla Korunması

Çevre zararlarının sadece ceza hukuku veya idare hukuku yoluyla korunması yetersiz olacaktır. Çünkü çevre zararları ceza hukuku veya idare hukuku yaptırımlarının uygulanması ile tamamen giderilememektedir662. Örneğin faaliyetleri sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine, ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişilere (Çevre Kanunu’na göre kirleten) çevrenin kirletilmesi nedeniyle ceza verilmesi veya şirketin faaliyetinin durdurulması söz konusu zararı gidermeye yetmeyecektir663.

Çevre hukukunda ceza hukuku ile medeni hukuk kurallarının ayrımışimdiye kadar net bir belirleme yapılamamıştır. Hangi fiilin suç olarak düzenlenmesi gerektiği ve hangi fiiller bakımından haksız fiil hükümlerine göre sorumluluğun belirleneceği hususu uzun zamandır tartışılmaktadır. Kamuyu ilgilendiren yanlışların suç, kamuyu ilgilendirmeyenlerin ise haksız fiil olarak düzenlenmesine yönelik yapılan ayrım öğretide kabul görmemiştir664. Fiile uygulanan norm ve normun öngördüğü yaptırıma bakarak hangi hukuk dalına dahil olduğu sorununa cevap aranmıştır. Fakat bu yöntem de isabetli bir yöntem olarak kabul edilemez665bulunmuştur. Zira düzenlenmiş bir normun varlığı halinde suç mu yoksa haksız

659 Kangal, s.10; Yokuş-Sevük, s.236. 660 Cohen, s.1060. 661 Kangal, s.9-10. 662 Çakırca, s.60. 663

Ancak bu noktada medeni hukuk tedbirlerine şöyle bir eleştiri getirilmektedir. Medeni hukuk kuralları ile sadece zarar tazmin edilmekte; çevre eylemden önceki hale getirilememektedir. Dolayısıyla salt medeni hukuk tedbirlerinin uygulanması, çevrenin bozulmasının önüne geçemeyecektir. Bu sebeple çevre, ceza hukuku araçlarıyla da korunmalıdır. Faure/Visser, s.2-3.

664

Brickey, s.22-23.

fiil hükmü mü olduğu zaten belirlenmiş olacaktır. Bu sebeple söz konusu değerlendirme sorunun çözümüne katkı sunmaktan uzaktır.

Çevre hukukunun gelişmesinden önce çevreye karşı gerçekleştirilen eylemler ilk olarak medeni hukuk kuralları ile önlenmeye çalışılmaktaydı. Örneğin 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nde 666

komşuluk ilişkilerinde çevreye zarar verilmemesi düzenlenmekteydi667

. TKM m. 656’da “Bir malikin hakkını tecavüz etmesinden dolayı bir zarara uğrayan veya uğramak tehlikesinde bulunan kimse eski halin iadesini veya tehlikenin izalesi için lazım gelen tedbirlerin yapılmasını talep edebilir ve uğradığı zarar ve ziyanı ayrıca tazmin ettirebilir”668, m.661’de “Bir kimse mülkünü kullanırken hele sınai işler yaparken komşusuna zarar verecek her türlü taşkınlıklardan çekinmeğe mecburdur. Hususiyle mazarat veren ve gayri menkulün mevki ve mahiyetine ve mahalli örfe göre komşu arasında hoş görülebilecek dereceyi geçen gürültüler ve sarsıntılar yapmak ve duman ve kurum ve rahatsızlık veren sair toz, boğu, koku çıkartmak memnudur”669

hükmü yer almaktaydı. Düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere çevreden yararlanmada komşuluk ilişkisi ön planda tutulmuştu 670

. Ancak çevre korumaya yönelik genel bir hüküm, TKM’de bulunmamaktaydı671

. Bu durum sadece Türk Hukuku açısından geçerli değildir. Örneğin Alman Medeni Kanunu (BGB) m. 823, m. 906 ve m. 1004 hükümleri de failin çevreye karşı gerçekleştirdiği hareketin neticelerinden sorumluluğunun yer aldığı düzenlemelerdir672

. BGB m. 823’te haksız fiil sorumluluğu düzenlenmiştir673

, m. 906’da ise komşunun arazisinin kullanımından kaynaklı olarak meydana gelebilecek zararlar, başkasının arazinin kullanımını engelleyecek şekilde faaliyette bulunmadan kaynaklı sorumluluk düzenlenmiştir674

. BGB m. 1004’te müdahalenin men-i düzenlenmiş, buna göre hak sahibi gerçekleştirilen haksız filin

66622/11/2001 kabul tarihli, 08/12/2001 tarih ve 24607 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4721 sayılı "Türk

Medeni Kanunu"nun 1028. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.

667 Çevre zararlarının medeni hukuktaki komşuluk hakkından çok daha ileri olduğu belirtilmektedir. Özcan, s.6. 668 Mülga 743 sayılı TKM’nin yerine 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmiştir. TKM m. 656’nın

karşılığını ise TMK m. 730 oluşturmaktadır. Madde metni şu şekildedir: Bir taşınmaz malikinin mülkiyet hakkını

bu hakkın yasal kısıtlamalarına aykırı kullanması sonucunda zarar gören veya zarar tehlikesi ile karşılaşan kimse, durumun eski hâline getirilmesini, tehlikenin ve uğradığı zararın giderilmesini dava edebilir.

Hâkim, yerel âdete uygun ve kaçınılmaz taşkınlıklardan doğan zararların uygun bir bedelle denkleştirilmesine karar verebilir.

669 Maddenin 4721 sayılı TMK’da karşılığı m.737’dir. Madde metni şu şekildedir: Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkileri kullanırken ve özellikle işletme faaliyetini sürdürürken, komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür.

Özellikle, taşınmazın durumuna, niteliğine ve yerel âdete göre komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan duman, buğu, kurum, toz, koku çıkartarak, gürültü veya sarsıntı yaparak rahatsızlık vermek yasaktır. Yerel âdete uygun ve kaçınılmaz taşkınlıklardan doğan denkleştirmeye ilişkin haklar saklıdır.

670 Keleş/Ertan, s.65. 671

TKM m.656 ve m.661 düzenlemeleri doğrudan doğruya kirletenin sorumluluğunu değil, taşınmaz malikinin sorumluluğunu düzenlendiğinden yeterli etkiye sahip olmadığı gerekçesiyle eleştirilmekteydi Şeref Ertaş, Çevre Hukuku, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Yayınları no:78, İzmir, 1997, s.90.

672 Westermann, s.109. 673

Hoffman, s.30; Larsson, s.347.

sonlandırılmasını isteyebilir675

. Fransız Hukuku’nda özel hukuk bakımından, Fransız Medeni Kanun’da çevreyi koruyucu herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Önceleri mülkiyete ilişkin normlar ve komşuluk haklarına ilişkin düzenlemelerle çevre zararından dolayı failin sorumluluğuna gidilmekteydi676. Ancak bu sorunun çözümü bakımından yeterli olmamıştır. Zira çevrenin özel mülkiyete konu olacak şekilde sınırlandırılması mümkün değildir. Bu sebeple Medeni Kanun m. 1382 ve 1383’de düzenlenen haksız fiil hükümlerinden yararlanılmıştır677

.

Mülkiyet hakkına ilişkin kuralların çevre sorunlarında da uygulanması sorun teşkil etmektedir. Çevrenin mülkiyet hakkına konu olmaması nedeniyle, bu hükümlerin çevresel zararları önleme bakımından herhangi bir etkisi olmayacaktır. Bu sebeple, çevresel zararlarda mülkiyet hakkına ilişkin kurallardan yararlanma düşüncesi eleştirilmektedir. Özel mülkiyet, çevrenin korunmasında çevre hukukunun karşısında yer almakta ve hatta onu engellemektedir. Bunun önüne geçilebilmesi için özel mülkiyete konu olmayan çevrenin mülkiyet hakkıyla korunabilmesi bakımından çevre normlarının mülkiyet hakkı bakımından sınırlandırılması ya da “ortak mülkiyet” kavramının oluşturulması, bunun sonucu olarak da çevresel kaynaklara daha geniş toplumsal erişimin sağlanması gerekmektedir678

.

Çevre zararlarından dolayı medeni hukuk sorumluluğuna gidilmesi çevre hukukunun en önemli ilkelerinden olan “kirleten öder 679 ” ilkesinin gerçekleştirilmesini de sağlayacaktır680

.“Kirleten öder” ilkesi, kirlenmenin temizlenmesi, kontrol altına alınması ve önlenmesinden kaynaklanan masrafları kirletenin üstlenmesini ifade eder681

. Bu ilkenin amacı, kirlenmeden kaynaklı masrafların failce içselleştirilmesi ve yüklenilmesidir682

.

Çevrenin medeni hukuk yoluyla korunmasından ziyade, çevre zararlarından dolayı sorumluluğun cezai sorumluluk yerine hukuki sorumluluk olması gerektiği ifade edilmişse de bu görüş eleştirilmektedir. Medeni hukukun çevre hukukuyla bağlantılı olmadığı, çevre hukukunun önünü tıkadığı, medeni hukukta bireysellik ve hukuki ilişkinin tarafları arasında özgürlük hakim olduğu, hukuki ilişkinin tarafları serbestçe diledikleri şekilde anlaşabildikleri,

675 Westerman, s.108. 676 Bergmann, s.30. 677 Bergmann, s.35 vd. 678 Fisher/Lange/Scotford, s.222.

679Kirleten Öder İlkesi , “İngilizce :Polluter Pays Principle, Almanca: Verursacherprinzip”, 1972 yılında OECD

tarafından ortaya atılmış ve daha sonraki düzenlemelerinde bir hukuk kuralı olarak yerini almıştır. 1990’da ise uluslararası çerçevede kabul edilmiştir. Avrupa Topluluğu da 1987 de Tek Avrupa Kanunu ile kendi mevzuatına aktarmıştır. Kirleten öder ilkesi daha sonra 1992 yılında yayınlanan Rio Deklerasyonu’nda da yerini almıştır. Margaret Rosso Grossman “Agriculture and the Polluter Pays Principle”, Electronic Journal of Comparative Law, Vol. 11.3, December 2007, s.1-66, s.1.,http://www.ejcl.org.

680 Çakırca, s.61.

681 Kirleten öder ilkesi, “çevreye karşı eylemden kim sorumluysa, eylemle ilişkilendirilen her türlü mali külfeti de o çeker” anlamına gelmektedir. Roy E. Cordato, The Polluter Pays Principle: A Proper Guide for Environmental

Policy, (Çevirimiçi: ET. 9.6.2015: http://iret.org/pub/SCRE-6.PDF), s.1.

ancak çevre sorunlarında failin bu serbestisinin bulunmadığı belirtilmektedir683. Benzer şekilde, çevre zararlarının medeni hukuktaki komşuluk ilişkisinden çok daha öte bir sorun olduğu, çevre zararlarının toplumun hemen hemen tüm kesimlerini etkilediği, çevre zararların kalıcılık göstermesi nedeniyle gelecek nesilleri de etkisi altına aldığı görülmektedir. Dolayısıyla medeni hukuktaki bireyler arası ilişkilere çıkarlara yönelik kurallar684

çevrenin korunmasında yeterli etkiye sahip olamazlar685

. Çevresel zararlar, eğer bireyler arası ilişkilerde ortaya çıkmış ise, bu durumda medeni hukuk kuralları yeterli olabilecektir. Ancak çevre zararları niteliği itibariyle bireyler arası ilişkiden daha geniştir. Çevre zararlarının kapsamı ve ekonomik boyutları bireysel ihtilaf çözümünü aşan daha geniş bir çözüm gerektirmektedir686.

Ceza hukuku ile medeni hukuk arasındaki farklardan bir diğeri çevreye zarar veren eylemlere uygulanan yaptırımlar noktasında karşımıza çıkmaktadır. Çevreyi kirletici eylem bakımından ceza hukukunda faili cezalandırmak amacıyla düzenlenen hükümler uygulanmakta iken, haksız fiil sorumluluğunda failin cezalandırılması değil, ortaya çıkan zararın tazmini söz konusudur687

.

Ceza hukuku normlarında caydırıcılık etkisinin ağır basıyor olmasına rağmen,haksız fiil sorumluluğunun sıkı uygulanıyor olması, tazminat miktarının yüksek tutulması, caydırıcılık bakımından etkisizdir denilemez. Bu konuda özellikle adli para cezası ile maddi tazminata hükmedilmesi hali örnek verilmektedir. Buna göre, faile verilecek bir milyon dolar adli para cezası ile failin bir milyon dolar tazminata mahkum edilmesi arasında caydırıcılık bakımından fark olmadığı belirtilmiştir688

.

Çevreye verilen zararların tazmini noktasında da sorunlar çıkmaktadır. Medeni hukuk kuralları çerçevesinde belirlenecek tazminat miktarı söz konusu zararların tazmininde yeterli değildir689

. Zira çevre zararları çoğu zaman kalıcı ve yaygın bir etki gösterdiğinden maddi karşılığının belirlenmesi güçtür. Bu noktada çevre hakkı gibi toplumsal bir olguya yönelik zararların medeni hukuk kuralları ile tazmin edilebilmesi, bu zararların giderilebilmesi mümkün gözükmemektedir. Anılan bu gerekçelerle medeni hukuk kurallarının çevre

683

Fisher/Lange/Scotford, s.221; Ancak Keleş/Ertan ise çevre hukukunun sözleşme serbestîsiyle karşılıklı rızaya dayalı ilişkilere açık olduğunu ifade etmektedirler. Keleş/Ertan, s.66.

684 Bozcaadalı, s.149; Özcan, s.6; Fisher/Lange/Scotford, s.222.

685 Çevre sorunlarının hemen hemen hepsinin çözümünde kamusal yetki kullanan makamların varlığına ihtiyaç

duyulduğu belirtilmektedir. Bu yönüyle çevre uyuşmazlıkları özel kişiler arası uyuşmazlıklardan ayrılmaktadır. Fındley/Farber, s.1. 686 Bozcaadalı, s.150. 687 Cohen, s.1059. 688 Cohen, s.1107. 689 Özcan, s.6.

zararlarının önlenmesinde ve ortaya çıkan zararların giderilmesinde yetersiz olduğu kabul edilebilir690.

2872 sayılı Çevre Kanunu m. 28’de çevreyi kirletenin sorumluluğu “Çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumludurlar. Kirletenin, meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır. (Ek fıkra: 26/4/2006 – 5491/19 md.) Çevreye verilen zararların tazminine ilişkin talepler zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren beş yıl sonra zamanaşımına uğrar.” şeklinde düzenlenmiştir. Düzenlemeden de anlaşılacağı üzere sorumluluk açısından kusursuz sorumluluk öngörülmektedir 691

. Bu sorumluluk aynı zamanda tehlike sorumluluğudur692

. Yargıtay da, kararlarında farklı nitelendirme yapmakla birlikte 1.6.2004 tarihli bir kararında ÇK m. 28 düzenlemesinin tehlike sorumluluğu olduğuna hükmetmiştir693

. ÇK m. 28’de yer alan sorumluluğun doğabilmesi için öncelikle ortada çevreye zarar veren birinin olması gerekir. Bu kişinin gerçekleştirmiş olduğu eylemin çevreye zarar vermiş olması, aynı zamanda bu eylemin hukuka aykırı olması, failin gerçekleştirdiği bu eylemin bir çevre zararına yol açması ve nihayet eylem ile zarar arasında illiyet bağının olması gerekir. Buradaki sorumluluğun şartlarının belirlenmesinde haksız fiil prensiplerinden hareket edilmektedir694.

Çevrenin korunmasında her ne kadar medeni hukukun müdahalesi azalmışsa da kişiler arasındaki anlaşmazlıklarda tazminata ilişkin sorumluluğun devam ettirilmesi, çevrenin kirletilmesinin durdurularak eski hale getirilmesi gibi yöntemlerle hala devam ettiği belirtilmektedir695. Ancak medeni hukuk uyuşmazlıklarının bireyler arası uyuşmazlık olması nedeniyle, kamusal yönü ağır olan ve hukuk vasıtasıyla korunması gerektiği evrensel düzeyde kabul bulan çevre hakkının sadece medeni hukuk kurallarıyla korunması mümkün değildir. Çevre, bireyler arası ilişkinden ziyade toplumsal bir olgudur696. Dolayısıyla toplumsal bir

690 Medeni hukuk açısından çevreyi korumaya yönelik olarak bireyler, tehlikenin izalesi davası, müdahalenin

men’i davası, eski hale getirme davası açabileceklerdir. Tehlikenin izalesi davasında meydana gelmesi muhtemel tehlikenin bertarafı istenirken müdahalenin men’i davasında, devam etmekte olan çevreye yönelik faaliyetin durdurulması, eski hale getirme davasında da kirlenen çevrenin kirlenmeden önceki hale getirilmesi istenir. Akbulut, s.3.

691

Ertaş, s.113; Akbulut, s.5.

692 Benzer şekilde değerlendirme için bkz. Agah Kürşat Karauz, Akaryakıt Bayilik Sözleşmesi, Yetkin, Ankara,

2016, s.139.

693 Yarg. 4. HD, T. 1.6.2004, E. 2003/14540, K. 2004/7006, Karar için bkz. Karauz, s.139, dn. 68. 694

Akbulut, s.5.

695 Keleş/Ertan, s.66.

696 20.yylın son evresinde modern toplumun en önemli sorunlarından birisini çevrenin korunması

oluşturmaktadır. Ancak çevrenin hala medeni hukukun öncelikli ve tek başına korunmayı gerektiren bir değeri olarak kabul edilip edilmeyeceği tartışılmaktadır. Michael Kloepfer, Umweltschutz als Aufgabe des Zivilrechts- aus öffentlich-rechlicher Sicht, in. Umweltschutz und Privatrecht, 5. Trier Kolloquim zum Umwelt- und

yönü bulunan ve korunması gerektiği noktasında hemfikir olunan çevrenin daha sert ve sıkı tedbirler ile güvence altına alınması gerekmektedir. Bu sebeplerle, çevrenin korunmasında sadece medeni hukuk kurallarının uygulanıyor olması, gerekli korumanın sağlanması bakımındanyetersiz kalacağından, diğer hukuk dallarının (ceza hukuku ve idare hukuku anlamında) kuralları ile birlikte uygulanması daha isabetli olacaktır.

Çevrenin korunması, sadece medeni hukuka yüklenebilecek bir fenomen olmayıp, aksine toplumsal yarar ifade ettiği için kamu hukukunun özel ve öncelikli görevlerinden birisi olarak kabul edilmelidir. Ancak bu yapılırken de medeni hukukun dışlanmaması gerekmektedir 697 .Korumanın sadece medeni hukuka bırakılmış olması, korumanın sağlanmasında sorumluluk hukukunun önceliği olan önlemeyi gerçekleştirmesi bakımından, gerek uygulama eksikliği gerekse yeterli araçlara sahip olmaması nedeniyle eksik başarılı olamayacağı kabul edilmektedir698. Çevre sorunlarının hukuk vasıtasıyla çözülmesini sadece kuralların konulması olarak düşünmemek gerekir. Konulan kuralların uygulanması, çevre sorunlarının takip edilmesi, aksayan hususların tespit edilerek düzeltilmesi çevrenin korunması bakımından hukukun ödevleri arasındadır699

.