• Sonuç bulunamadı

Çevresel değerleri insanoğlunun kullanımına sunulmuş ve sürekli sömürülecek bir unsur olarak ele alan iktisadi düşünce, çevresel değerlerin sonsuz olduğunu ve aynı zamanda yenilenebilme kapasitesinin de sürekli şekilde devam edeceğini kabul etmektedir. Söz konusu nedenden dolayı çevresel değerlerin tükenmesi ve çevresel anlamda ortaya çıkacak kirlilik gibi problemler iktisat teorisi bünyesine dâhil edilmemiş, çevresel değerler bağlamında yalnızca ekilebilir toprak arazileri ve iklim gibi unsurlar dikkate alınmıştır (Dağdemir, 2015:44).

Bu bağlamda klasik iktisatçılardan olan Adam Smith (1723-1790), Thomas Malthus (1766-1834), David Ricardo (1772-1823) ve J. Stuart Mill (1806-1875), iktisadi yönden büyümenin çevresel değerlerin kapasitesiyle bağlantılı olduğunu öne sürmektedir (Engin Balın, 2011:4). Örneğin, iktisadın babası olarak kabul edilen Adam Smith, ülkenin iktisadi yönden büyüme sınırının, var olan toprak alanları ve iklim gibi çevresel kaynakların kapasitesine bağlı olduğunu söylemektedir (Dağdemir, 2015:45).

Thomas Malthus, yine iktisadi yönden büyümenin sınırını kıtlık olgusuyla açıklamaya çalışmakta ve kullanıma elverişli toprak arazilerini sabit varsayarak nüfus artışının yavaşlatılması zorunluluğunu öne sürmekteyken, David Ricardo düşüncelerini iktisadi büyümeyle beraber artan gıda talebini karşılamak üzere kullanıma açılan yeni toprak arazilerinin azalan verimliliği üzere yoğunlaştırmıştır. Benzer şekilde J. Stuart Mill ise, yenilenemez kaynak kapasitesinin iktisadi yönden faaliyetleri sınırlandırdığını ve kontrolsüz iktisadi büyümenin doğal çevreyi baskı altına aldığını ileri sürmektedir. Ayrıca Mill, sınırlı olan kaynakların sınırına ulaşma vadesinin teknolojik ilerleme ile ertelenebileceğinden de söz etmektedir (Engin Balın, 2011:4-5).

Daha evvel bahsedildiği gibi, klasik iktisatçılar çevreyi toprak alanları ve iklimden ibaret olarak dar anlamda ele almıştır. Buna karşılık neo-klasik iktisatçılar çevreyi daha geniş anlamda ele almış hatta neo-klasik iktisatçıların yapmış ve

41

geliştirmiş olduğu bazı analiz ve yöntemler çevre ekonomisinin temelini oluşturmuştur. Örneğin, Leon Walras (1834-1910) “Genel Denge Teorisi” kapsamında etkinlik ve optimalite kavramlarını birer araç olarak çevre ekonomisinin bünyesine dâhil etmiştir. W. Stanley Jevons (1835-1882) ise Carl Menger (1840-1921) ile birlikte azalan marjinal fayda yasası ışığında tüketici tercihleri ve talep teorilerinin gelişmesinde oynadıkları rol ile çevre ekonomisinin analizlerine önemli katkılarda bulunmuştur (Dağdemir, 2015:50).

Bir başka nokta Alfred Marshall (1842-1924)’ ın geliştirip, A. Cecil Pigou (1877-1959)’ nun şekillendirmiş olduğu dışsallık teorisi olmakla birlikte, bu teori çevresel kirliliğin açıklanmasında fazlasıyla önem taşımaktadır (Engin Balın, 2011:5; Ersoy vd. 2014:75). Bu bağlamda, üretim ve tüketim sonucunda ortaya çıkan çevresel kirlilik, negatif dışsallık olarak ele alınan bir konu olmuştur (Özcan, 2011:29). Örnek vermek gerekirse, sanayileşme faaliyetlerinin artması sonucu hava, su, toprak sistemlerinin kirlenmesi veya sürdürülemez üretim ve tüketim kalıplarının doğal kaynakların tükenmesine yol açması birer negatif dışsallıktır (Seyidoğlu, 2002:131).

Benzer şekilde, Vilfredo Pareto (1843-1923)’ nun geliştirdiği “Yeni Refah Kuramı” nın çevre ekonomisine katkısı da yadsınamaz derecededir. Bu katkı optimal kaynak dağılımı kapsamında ele alınan doğal kaynak kullanımı ve çevresel kirliliğin ortaya çıkardığı dışsallıkların piyasada yaşanan başarısızlıklara olan etkisinin incelenmesi noktasında karşımıza çıkmaktadır (Dağdemir, 51-52). Yine bir başka nokta olarak Irving Fisher (1867-1947) 1906 yılındaki bir çalışmasında, farklı yönlerden sermayeyi tanımlarken; göller ve nehirler gibi doğal kaynakların da bir sermaye malı özelliği taşıdığını öne sürmüş ve çoğu meslektaşından farklı düşünmüştür (Engin Balın, 2011:5).

Burada belirtmek gerekir ki, ana akım iktisadın önemli iki kolu olan klasikler ve neo-klasikler doğal kaynakların yeterliliği ile ilgili olarak farklı tutumlara sahiptir. Bu bağlamda Malthus gibi klasik iktisatçılar kötümser, neo-klasik iktisatçılar ise daha iyimser bir tutum içerisindedirler (Durman ve Önder, 2015:4-5). Klasik iktisatçılar kötümser tutumlarını şu sebeplere dayandırmaktadır (Durman ve Önder, 2015:4-5):

42

 Doğal kaynaklar mutlak anlamda kıt olup, insanoğlu ekonomik faaliyetlerini kıt olan bu kaynakların kapasitesine göre gerçekleştirmelidir.

 İnsan nüfusu sürekli olarak artış eğilimindedir, bu durum kontrol edilmediği ve kısıtlanmadığı sürece de böyle devam edecektir.

 Doğal kaynakların kıtlık sorununa teknolojik ilerlemeyle çözüm getirileceği belirsiz bir durumdur.

Klasik iktisatçılara göre daha iyimser olan neo-klasik iktisatçılar ise şunları düşünmektedir (Durman ve Önder, 2015:4-5):

 Teknolojik ilerleme ile beraber yeni doğal kaynaklar bulunacak, mevcut olanlar ise daha ikame edilebilir hale getirilecektir.

 Doğal kaynaklara mutlak olarak kıt gözüyle bakmak yerine, belirli alanlardaki doğal kaynakları kıt olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.

 Ekonomik büyümeyle beraber çevresel değerlerin kalitesini yükseltici harcamalar artacak, bu durum da çevre sorunlarını çözecektir. Bu bağlamda çevre sorunlarının çözülmesi daha fazla ekonomik büyümeye bağlıdır.

İlerleyen süreçte, 1929’ da ortaya çıkan Büyük Bunalım’ ın12

etkisi ve John Maynard Keynes (1883-1946)’ in ortaya attığı düşünceler, ana akım iktisadın köklü bir değişime uğramasına neden olmuştur. Bu bağlamda iktisat kuramı, makro ve mikro iktisat olmak üzere iki dala ayrılmıştır. Bu ayrım neticesinde, doğal kaynaklar ve çevresel değerler mikro iktisat kapsamında ele alınmaya başlamıştır. Bu süreçle beraber yenilenebilir ve yenilenemez doğal kaynaklarda optimal fiyatlandırma ve kaynak çıkarma hızı gibi hususlar mikro iktisat kapsamında daha ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır. Yine ilerleyen süreçte, dünyanın kalabalıklaşmasıyla beraber ekonomik sistem ve doğal çevre ikilisi arasındaki olası makro sorunlar ile ilgili bütün endişeler, üstü kapalı bir biçimde makro iktisada yönlendirilmiştir. Fakat, makro iktisatçılar uzun

12

Büyük Buhran: 1929 yılında başlayıp, dünyaya yayılan ve 1939 yılına kadar etkileri devam eden Kuzey Amerika ve Avrupa merkezli ekonomik krizdir. Söz konusu kriz sanayileşmiş kesimleri daha çok etkilemiş, bu bölgelerdeki işsiz ve evsiz sayısı ciddi rakamlara ulaşmıştır. Krizin asıl nedeni, sanayileşmeyle beraber üretim gücünün artması fakat buna karşılık talebin yetersiz kalması olarak görülmektedir.

43

yıllar boyunca çevresel meselelerle pek ilgilenmemiş, ilgi alanları daha farklı konular olmuştur (Ersoy vd. 2014:24).