• Sonuç bulunamadı

Köyde, hac vazifesi önemli bir amaç olarak görülmemekte, bu görevi yerine getiren sadece yaşlı bir erkek bulunmaktadır. Söz konusu erkeğin köyde ismiyle değil, hacca giden tek kişi olması nedeniyle “hacı” lakabıyla anıldığı görülmektedir. Köyde hacca gidenlerin diğerlerinden daha fazla itibar görmemesinin yanında ekonomik nedenlerin de, bu vazifenin yerine pek getirilmemesinde etkili olduğu değerlendirilmektedir.

evlerinin önüne siyah köpek bağlamaktan kaçınmakta, bazıları da çoraba siyah nakış işlenmemesine dikkat etmektedir.

Yağmurla ilgili çeşitli inanışlar da göze çarpmaktadır. Köyde yağmur suyu dışarıdan eve alınıp bekletildiğinde ya da cenazenin üzerine damladığında yağmurun bir daha yağmayacağına inanılmaktadır. Kalafat’ın, Türk halk inançlarında geniş yer tuttuğunu ifade ettiği; yetim bir çocuğun ev ev dolaştırılarak üzerine su atılması geleneğinin Ortakarabağ Köyü’nde

“yağmur gelini” adı altında çok yakın zamana kadar uygulandığı görülmektedir. (Kalafat,50). Bu geleneğe göre, öksüz bir çocuğa beyaz çarşaf giydirilir ve boynuna koyun çanı asılır. Daha sonra, köydeki diğer çocuklarla beraber “yağ Allah yağ” diyerek kapı kapı dolaşır. Her evden çocuğa para ya da buğday verilir. Böylece yağmurun yağacağına inanılmaktadır. Köyde ayrıca dolunun fazla yağmasını engellemek için de bıçakla kesilmesi ya da düştüğü yere saç ayağı ters gelecek şekilde atılması gerektiği düşünülmektedir.

Köyde “yallı” adı verilen vahşi bir hayvanın varlığına inanılmakta ve onunla ilgili çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. Karabağlılar tarafından canavar olarak da adlandırılan “yallının” eskiden evlere girerek ocağın başına oturduğu, daha sonra çocukları sırtına atarak kaçırdığından bahsedilmektedir. Köyde “yallı geliyor” ve “yallı gibi saldırıyon” deyimlerinin de sık sık kullanılması bu hayvanın Karabağlıların hayatındaki etkisinin büyük olduğunu göstermektedir.

Köyde “barut kaldırma” adı verilen, ölü gömüldükten sonra kadınlar tarafından uygulanan mezarda barut yakma geleneği devam etmektedir.

Bunun ölüyü yırtıcı hayvanlardan koruyacağına inanılmaktadır. Aynı zamanda cenazenin yıkandığı yerin altına ateş ve suyun koyulması geleneği de devam etmekte, bunun da ölen insanı kötülüklerden koruyacağına inanılmaktadır.

Askere gidenlerin sağ salim dönmesi için uygulanması gerektiğine inanılan bir başka geleneğin daha Karabağlılarda devam ettiği göze çarpmaktadır. Köyde “dürüm ısırtma” adı verilen bu inanca göre; sarı üzümden yapılan dürüm gençler askere giderken ısırtılmakta, geri kalanı havluya sarılarak sandığa koyulmaktadır. Askerden döndükten sonra aynı dürüm tekrar ısırtılmakta ve köpeğe verilmektedir. Bu işlemin, askerliğini yapan genci başına gelebilecek kötü felaketlerden koruduğuna inanılmaktadır.

Köyde, eşi ölen erkek başka birisiyle evlendiğinde, ölen eski eşin mezarında testi kırılması âdetinin de devam ettiği ifade edilmektedir. Testi kırıldığında ölen kadının ruhunu eziyet çekmekten kurtulacağına inanılmaktadır. Bazı mezarların üzerinde kırılan testilerin hâlâ durduğu görülmektedir.

Ekmek kırıntısının kesinlikle köpeğe verilmesi gerektiği düşünülmekte, çöpe atılmamasına dikkat edilmektedir. Köyde hemen hemen her evde bulunan köpeğin güvenlikten çok bu amaçla beslendiği vurgulanmaktadır.

Baykuşun uğursuzluk habercisi olduğu düşünülmektedir. Herhangi bir evin üstüne konduğunda, o evden birisinin ölebileceği, bu durumda baykuşa

“umduğun bu olsun” denilerek soğan atılması gerektiğine inanılmaktadır.

Köyde, tilkinin iyiye, tavşanın kötüye işaret olduğu düşünülmekte, gece sakız çiğnenmemesine ve tırnak kesilmemesine dikkat edilmektedir.

Nazardan korunmak için çok çeşitli yollara başvurulduğu tespit edilmiştir. Bu yöntemlerin son zamanlarda fazla kullanılmadığı köylüler tarafından ifade edilmekle birlikte, büyük bir kısmının özellikle yaşlılar tarafından uygulandığı gözlenmektedir.

Köpek kafatası ekinlere nazar değmemesi için toprağa gömülmekte, hayvanların nazardan korunması için ahırın girişine asılmaktadır.

Çocuklara nazar değmemesi için tezek koru suda patlatılmakta, çocuğun ağzına üç damla damlatıldıktan sonra geri kalan su köpeğin üzerine dökülmektedir. Köpek silkinerek suyu üzerinden atarsa, çocuğun nazardan kurtulacağına inanılmaktadır.

Kalafat’ın üzerinde durduğu, nazardan korunmak için Türk halk inançlarında geniş yer bulan, üzerlik otunun yakılması geleneği Karabağlılarda da görülmektedir. (Kalafat,2002;49). Üzerlik otu “üzerlik üzerlik üzersin, kapı kapı gezersin, nazarları bozarsın” denilerek çocuğun üzerinde yakılığında nazarın bozulacağına inanılmaktadır.

Küçük çocukların ve gelinin ensesine kara çalmanın nazardan koruyacağına inanılmaktadır.

Evlerin nazardan korunması için kapı girişlerine sarımsak asılmaktadır.

Hocaya okutulan yumurtanın, hasta olan hayvanın alnının ortasına çarpıldığında, hayvanın iyileşeceğine inanılmaktadır.

Eve gelen misafirlerin nazarının değmemesi için bastığı yerden toprak alınarak ıslatılmakta ve çocukların ağzına damlatılmaktadır.

Misafir gittikten sonra çocuğun oturduğu yerde yuvarlanmasının ya da misafirin elbisesinden bir parça kesilerek çocuğa koklatılmasının nazarı engelleyeceği düşünülmektedir.

Köyde çocuğu olmayanların genellikle doktora başvurmakla birlikte, özellikle büyüklerin etkisiyle farklı yöntemleri de denedikleri görülmektedir.

“kanber taşı” olarak ifade edilen büyük bir taşa bağlanma olduğu belirtilmektedir. Köyün hemen yakınında bir tarlanın ortasında bulunan bu taş hemen hemen herkes tarafından bilinmekte ve köyde uzun yıllardır dilek taşı olarak kullanılmaktadır.

Köyde ayrıca çocuğu olmayan kadının horoz kesip başını bir taşın altına koymasının, köpeğe su vermesinin veya çok çocuklu evden yemek yemesinin faydalı olacağı düşünülmektedir.

Hamile olanların çok balık yediğinde çocuğunun balık ağızlı olacağı, koyunun kellesinin yendiğinde ise çocuğun çok kıllı olacağı düşünülmektedir.

Bunun yanında, köyde karabiber yendiğinde çocuğun benli olacağına, çok yoğurt yendiğinde ise yüzünün beyaz olacağına inanılmaktadır.

Karabağlıların hastalıkların iyileştirilmesinde de eskiden kullanılan bazı geleneksel uygulamaları devam ettirdikleri tespit edilmiştir. Köyde özellikle sağlık güvencesi olmayanların eski yöntemlere başvurdukları görülmektedir.

Bunların başında çeşitli hastalıkları iyileştirdiğine inanılan ocaklar gelmektedir. Köyde önceden bulunan bazı ocaklar zamanla yok olduğundan civar köylere gidildiği vurgulanmaktadır. Özellikle köpek ısırması, sarılık ve

“terme” adı verilen kaşıntıların tedavisinde bu ocaklara başvurulduğu belirtilmektedir.

Öksürük olanlara haşhaş sakızı çiğnetilmekte, arpa kaynatılarak üzerine yatırılmaktadır.

Çiçek hastalığına yakalananlar ve yüksek ateşi olanlar hayvan derisinin içine sokulmaktadır.

Başı ağrıyanlar için kurşun dökülmekte, patates sarılmaktadır. Ayrıca

“yılancık taşı” denilen taşlar kafada gezdirildiğinde ağrının kalmayacağına inanılmaktadır.

Kol incindiğinde topraktan çamur yapılarak içinde bekletilmektedir.

Bademcik hastalığının tedavisinde kebabiye otu çiğnetilerek soğan suyu içirilmektedir.

Benzer Belgeler