• Sonuç bulunamadı

ÇeĢitli Gazetelerde Yayınlanan KöĢe Yazıları

D. Mehmet Doğan‟ın Mesleki Faaliyetleri

1.9. ÇeĢitli Gazetelerde Yayınlanan KöĢe Yazıları

Bu bölümde D. Mehmet Doğan‟ın 40 yılı aĢan yazarlık kariyerinde farklı gazetelerde yer alan köĢe yazılarından örneklere yer verilmiĢtir. Son 10 yıldaki yazıları internet ortamında yer aldığı için daha kolay tasnif edilirken 70-80‟li yıllarda çeĢitli aralıklarla yazdığı yazıların bir kısmına arĢivlerde yer almadığından dolayı ulaĢılamamıĢtır. Millî gazete, Zaman gazetesi, Vakit- Yeni Akit gazeteleri Vahdet ve

Karar gazetesindeki köĢe yazıları incelenmiĢtir. KöĢe yazıları Doğan‟ın ağırlıklı olarak ele aldığı konulardan dil, eğitim, siyaset, tarihin dıĢında farklı konuları kaleme yazıları ise diğer kategorisinde değerlendirilmiĢtir.

Karar Gazetesi

D. Mehmet Doğan 3 Eylül 2018 tarihinden beri Karar gazetesinde yazmaktadır. Bu kısımda Doğan‟ın ilk yazısından 25 Temmuz 2019 tarihleri arasındaki köĢe yazıları incelenmiĢtir. Doğan‟ın Karar gazetesindeki köĢe yazılarını Ģöyle kategorize edebiliriz: Toplam 137 yazı yayımlamıĢtır. Eğitim 17, dil konusunda 10, siyaset 41, tarih 29 ve diğer diye adlandırabileceğimiz farklı konularda 38 köĢe yazısı bulunmaktadır.

Doğan‟ın Karar gazetesindeki üslubuna örnek olması bakımından köĢe yazılarından örnekler Ģu Ģekildedir:

Siyaset kategorisine örnek olarak verilen bu köĢe yazısında Doğan, Muhsin Yazıcıoğlu‟nun ölümünün onuncu yıl dönümünde bir değerlendirme bulunmaktadır. Muhsin Yazıcıoğlu’nu siyaseten hatırlamak

“Muhsin Yazıcıoğlu‟nun Ģehadetinin üzerinden 10 yıl geçti. Rahmetle yâd ediyoruz.

Türkiye‟nin 20. yüzyılı büyük sarsıntıların, büyük kopuĢların asrı idi. Bu topraklardaki geçmiĢimiz Selçuklu-Osmanlı çizgisini takip ederek bugüne ulaĢtı. Anadolu Selçuklu Devleti doğudan gelen Moğol istilası ile yıkıldı, fakat yerini öyle bir güç aldı ki, Selçuklu‟yu unutturdu. Osmanlı beyliğinin kısa süre içinde Bizans ucunda yükselmesi, dalga dalga yayılarak bütün coğrafyamızı kapsar hale gelmesi ve nihayet bir dünya devleti olarak tarihe damgasını vurması derin tesirler uyandırdı.

Osmanlı Devleti‟nin bugüne de ilham verebilecek nizamının bozulması, dünya sistemine ayak uydurmakta yeterince baĢarılı olamaması üzerinde düĢünmek gerekiyor. Buna rağmen, Ġslâm dünyasının kuzey batı ucunda bu devletin varlığı bütün Müslümanlar için gerçek bir teminattı. Osmanlı ayakta kaldıkça Müslüman dünya varlığından endiĢe etmedi. Bu dünya gücü en zor yüzyılında, 19. asırda bile büyük zorlayıcı değiĢimlere rağmen mazlum dünyanın ümidi olmaya devam ediyordu. Osmanlı‟nın 20. yüzyıla devreden mirası

asla küçümsenecek gibi değildir. Sadece edebiyat, sanat ve kültür mirası dahi onun nasıl muazzam bir hayatiyete sahip olduğunu göstermeye yeterlidir.

Osmanlı Devleti‟nin varlığı, sömürgecilerin dünya hakimiyetinin önündeki belli baĢlı engeldi. Bu sebeple onun yok edilmesi Ģarttı. ġark meselesi böylece halledilecek ve Müslüman dünya ve doğu tamamen emperyalistlerin kontrolüne geçecekti.

Birinci Dünya SavaĢı sömürgecilere bu fırsatı verdi. Mağluplar safındaki Osmanlı Devleti önceden tasarlandığı Ģekilde parçalandı. Merkez topraklarında yeni bir devletin oluĢması için mücadele vermemiz gerekti. Bu mücadele Osmanlı zihin muhtevası ile yapıldı, yani köklerimizden kopmadan yenileĢerek var olmak. Bu muhtevayı besleyen inançtı, Ġslâmın değerleri idi; köklü tarih mirası idi. Zafer sonrasında Cumhuriyet ne yazık ki kesin bir kopuĢ olarak yapılandırıldı. Yeni devletin Osmanlı düĢmanlığı zemininde kurulması bugüne kadar gelen zihnî karmaĢaya sebebiyet verdi.

***

Bu topraklar üzerinde nasıl var olacaktık? Yalnızca Batıdan aktardığımız değerler bizi yaĢatabilir miydi? Geleneksiz modernlikle, taklitçi batıcılıkla nereye kadar gidilebilirdi?

Cumhuriyet sonrası siyasi mücadelenin arka planını bu fikir zemini oluĢturur. Çok partili siyasi hayata geçiĢten sonra millet çoğunluğu köklerden kopmadan devam etme yönünde tavır gösterdi. Bu zeminde siyaset yapanların bir kısmı yaptıkları iĢin farkında değillerdi belki, fakat farkında olanlar da vardı ve kuvvetli bir tarih Ģuuruna sahip Muhsin Yazıcıoğlu farkında olanların ön safındaydı. Bu farkındalık onu idealist bir toplum önderine dönüĢtürdü. Bir gençlik hareketinin içinde ortaya çıkan, darbe sonrası her türlü zulme ve güçlüğü göğüs geren Muhsin Bey, bazıları gibi Ģartlar normalleĢince istikametini değiĢtirmedi. Davasına sadakati onun alıĢılmıĢ siyasetçi olmasının önünde en önemli engeldi. Eğer Muhsin Bey araziye uysa idi, sağ siyasetin önemli bir figürü olurdu, zirveye yükselebilirdi. O davasının kahramanı olmayı seçti. Bu zor ve zahmetli yolda onun mücadelesi iktidara eriĢmek gibi yakın hedefleri ele geçirmek için değildi.

Doğru bildiği yolda giderken hep siyasetin tuzakları ile mücadele etti. Siyaseten zaferler kazanmadı, fakat milletin gönlünü kazandı. Onun varlığı günlük siyasetin ötesine geçme hususunda gerçek bir gösterge idi. Siyaseti siyaseten yapmayan bir dava adamı ruhu ile Nureddin Topçu‟nun tabiri ile “millet mistiği” olarak Ģehadete yürüdü. Kaybı zaferinin

ilanı gibi idi: GeçmiĢte ve ondan sonra son yolculuğuna giderken ona gösterilen benzersiz millet alâkası bu zaferi görünür hâle getirdi.

Ruhu Ģad olsun.” Doğan, D. Mehmet, (26 Mart 2019). Muhsin Yazıcıoğlu‟nu siyaseten hatırlamak, Karar.

Eğitim kategorisine örnek olarak verilen bu köĢe yazısında Doğan, Millî Eğitim Bakanı‟nı açıkladığı yeni eğitim programı üzerinden eleĢtirmektedir.

Milli Eğitim Bakanı Nurettin Topçu okudu mu?

“Aslında soru Ģöyle sorulabilirdi: Millî Eğitim Bakanı Nureddin Topçu’dan haberdar mı? Soru cevabını ifĢa ediyor aslında. Tanısaydı, okusaydı baĢka, bambaĢka bir programla çıkardı karĢımıza.

Asıl felaketimiz, diplomalı okur yazarlığı çoğaltmak, gerçek okur yazarı azaltmak; “milli eğitim” bunu yaptı ve yapmaya devam ediyor.

Türkiye diplomalı okur yazarlıkta, ilk öğretimde yüzde yüze yaklaĢıyor. Bu alfabe inkılâbı yapılırken en yakın hedefti. Mustafa Kemal PaĢa 1928‟de Sarayburnu konuĢmasında bütün milletin en fazla on-on beĢ yıl içinde okur yazar olacağını söylemiĢti; Latin harfleri sayesinde tabiî… Harf inkılabından on yıl sonra vefat ettiğinde, okur yazarlık oranı yüzde yirmilerdeydi.

Alfabe ile okur yazarlık arasında kurulan bu iliĢki inandırıcı olabilir mi? Arap alfabesi okur yazarlığa mâni, Latin alfabesi ile mesele çözülür! Kemal PaĢa‟nın tezi sağlığında iflas etmiĢti. ġu sıralar Latin alfabesi kullanan Türkiye ile Arap alfabesinden vazgeçmeyen Ġran‟ın okuryazarlık oranları neredeyse aynı.

“Arap alfabesi”ne rahmet okutan yazı sistemleri var dünyada. Çin, Kore, Japon yazıları…Üç ülkede de okuryazarlık yüzde yüze yaklaĢıyor. Japonlarda alfabeler kademe kademe. Birinci kademede Katakana alfabesi var ve 46 karakterden oluĢuyor. Kanji alfabesinde onbinlerce karakter varmıĢ, 1945 karaktere düĢürülmüĢ. Bunların dıĢında özel isimleri yazmak için 983 karakterlik bir liste de mevcutmuĢ…

Milleti yüzde yüz diplomalı okur-yazar yapmamıza az kaldı, peki sonuç ne? Türkiye kitap okurluğu sıralamasında diplerde yer alıyor. Orta öğretim öğrencilerinin okuduğunu anlama konusundaki vahim durumu Pisa ölçümlerinde ortaya çıkmıĢtı.

BaĢarıyı rakamlarda, istatistiklerde aramak neyi değiĢtiriyor? Bütün milli eğitim bakanları daha çok okul yapmakla, derslik açmakla, ikili öğretimi kaldırmakla öğündüler. Bunlar öğünülecek Ģeyler elbette. Fiziki Ģartları iyileĢtirmek gereklidir, fakat yeterli midir? Bunun üzerinde duran olmadı.

Konuyu dağıttık sanki. Nureddin Topçu, Türkiye’de eğitim-öğretim sistemi ile ilgili düşünen ve sıradanlığa düşmeyen nadir fikir adamlarımızdan birisi. Kendisi maarifin içinden geliyor, 40 yıl lise öğretmenliği yapmıĢ. Gerçek anlamda “muallim”. Yalnız Nureddin Topçu, eğitimin, öğretimin daha doğrusu “maarif”in ruhunu kavramıĢ ve ona göre düĢüncelerini derinlemesine ifade etmiĢtir.

ġu sözü hüsnü hatla yazıp maarif vekillerinin fonuna asmak gerekir: “Öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın iĢidir!”

Koskoca bir maarif sistemini yalnız bu cümlede ifade edilen hükme göre tanzim etmek mümkündür. Milli Eğitim, adına rağmen gerçekte öğretim bakanlığıdır. Eski yeni, gerekli gereksiz bilgilerin genç beyinlere aktarıldığı devasa bir cihazdır. Bu aktarma iĢindeki baĢarısı ayrı mesele, bu bilgilerin gençleri merak uyandırarak araĢtırmaya sevk etmesi durumu ile karĢılaĢmıyoruz. Gençlerin ite kaka da olsa kitap okumaya, ufuklarını geniĢletmeye yönelik bir tutumlarının olmaması en güçlü delilimiz.

Topçu, “çocuğa herĢeyi öğreten mektep onu ne kadar düĢüncesiz yapabiliyor”diyor. Tahsil aslında bilgi öğretmek yanında değer kazandırmalıdır. Milli Eğitim gençlerimize hangi değerleri kazandırıyor? Nureddin Topçu, eğitim sistemi içinde değer kazandırıcı müfredatın nasıl bir değiĢim geçirdiğini Ģöyle özetliyor: “İnsanı düşündürecek felsefe kültürü okullarda şöyle bir inkılâp geçirdi. Önce metafiziğin Allah bahsi lise programlarından çıkarıldı, sonra Allah’a götürüyor diye ruh bahsi de atıldı. Daha sonra varlık üzerinde düşündürdüğü için bütün metafizik bahisleri lise felsefe programlarından çıkarıldı. İnsanı tanıtan ahlâk bahsi lise felsefe programların ufak bir köşesine sıkıştırıldı…” Topçu‟nun söylediklerine son noktayı biz koyalım: Ve sonunda felsefe dersleri seçimlik hâle getirildi!

Topçu‟nun asıl mesleği “muallimlik”ti. Ġlim kökünden “muallim”in çağrıĢım zenginliği karĢısında “öğretmen” “sözcüğü!” ne kadar âcizdir!. Topçu bir mürebbî olarak Ģöyle söylüyordu: “Gencimizin ruhu sarsıntı halindedir. Gençler spor, siyaset ve kazançtan ibaret üçüzlü hayat maddeciliğine daha beşikten başlıyarak meftun yetişmektedirler. Bu

üçüzlü belâ onların ruhunda güneş ve tabiat, aşk ve miraç yaşatmıyarak, varlığını maddenin altında ezilmiş bir iskelet halinde beşikten mezara kadar takip ediyor ve bir çelenkle sarıp toprağa teslim ediyor.”

Türkiye’nin Maarif Davası, Milli Eğitim Bakanı‟nın baĢucu kitabı olmalı!

Not: Bu yazı baĢlığını on yıl önce de kullanmıĢım. O zaman -hikmetinden sual olunmaz- bir hanım bakan yapılmıĢtı. Tabii sorumuz cevapsız kalmıĢtı, Ģimdi de cevap beklemiyoruz.”

Doğan, D. Mehmet, (18 Haziran 2019). Milli Eğitim Bakanı Nurettin Topçu okudu mu?Karar.

Siyaset kategorisine örnek olarak verilen bu köĢe yazısında Doğan, AK Parti hükümetini medyayı tek sesli hale getirmekle eleĢtirip, bu tek sesliliğin sayıları az olan muhalif basının iĢine geldiğini, hükümete yakın medyanın söylediklerinin çoğu zaman doğru kabul edilmediği belirtmiĢtir.

AK Parti’nin cinayetleri

“Bir siyasi parti ve cinayet… Ġki kelimenin bir araya gelmesi garip karĢılanabilir ve yazı okunduktan sonra “bunun neresi cinayet” denilebilir. Söylememiz gereken Ģeyler var, hem de garazsız ve ivazsız (beklentisiz) sözler söyleyeceğiz. Bazılarına rahatsızlık vereceğiz, vereceğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dilemeyeceğiz!

Bunları canımız sıkıldığı için yazıyoruz.

Geçen yıl kaybettiğimiz mütefekkir romancımız Mehmet Niyazi‟nin ilk romanı Varolmak Kavgası idi. Yıl 1969. Kitabın baĢında bir satırlık bir kitabe (epigraf) vardı: Canım sıkıldığı için yazdım!

***

O koskoca bir kitap yazmıĢtı, canı sıkıldığı için. Biz sadece birkaç yazı yazacağız. Ak Parti‟nin cinayetlerinden biri basını öldürmesidir!

Basın geniĢ anlamda alınabilir; gazeteler ve diğer yayın araçları. Türkiye‟de basın 1930‟larda çizilen tekpartici anlayıĢı sürdüren yapısıyla bizim yıllarca mücadele ettiğimiz

vesayetçi bir cihazdı. Ak Parti bütün vesayet iliĢkilerini kaldırdığı gibi, basının vesayetine de son verdi.

Bu alkıĢlanacak bir Ģeydi elbette…

Sonrası önemli: Basın üzerindeki tek partici kontrol tersine çevrildi. Ġktidar kendi basınını üretmekle kalmadı, diğer basın üzerinde de kontrol sağladı. Bu kısa vadede olumlu görünür; uzun vadede ise vasiyi her safhada zaafa uğratır. Son yıllarda basınımız mükemmel bir çarkla yeni patronunun eğilimleri doğrultusunda Ģekillendi. Her Ģeyi çok güzel gösterdi. Sırf gaz vererek arabayı yürütmeye kalkıĢtı. Vites değiĢtirmek önemsenmediği için aĢırı gaz motoru yaktı!

Kural Ģudur: Tek taraflı iletiĢim, sonunda bu sistemi kuranları vurur!

Sovyet sistemi çöktüğünde, 1990‟ların baĢında Türk cumhuriyetleri ziyaretimizde bir Demirperde fıkrası zihnimize kazılmıĢtı.

Moskova‟da, Kızıl Meydanda muhteĢem bir Sovyetik gövde gösterisi yapılmaktadır. Fıkra bu ya, en yeni Sovyet askerî teknolojisinin sergilendiği geçit törenini takip edenler arasında geçmiĢ yüzyıldan isimler de vardır: Napolyon ve generalleri.

Malûm Napolyon orduları ile Moskova önüne dayanır, aylardan eylüldür. Ruslar geri çekilme taktiği uygular. KıĢ bastırdıkça Napolyon‟un 600 bin kiĢilik ordusu erimeye baĢlar! Rus ordusu değil, “general kıĢ” kazanır. Ve Moskova hezimeti Napolyon‟un sonu olur… ***

Tören sırasında yeni nesil Sovyet tankları, füzeleri, silahları geçtikte maiyetindekiler Napolyon‟a yaranmak için “generalim, ah o menhus kuĢatma sırasında bu tanklar bizde olacaktı ki, yok Ģu füzeler elimizde olsa idi…Rusya‟nın iĢini kıĢa kalmadan bitirirdik” diyorlarmıĢ.

Napolyon da elindeki gazeteden gözlerini ayırmıyormuĢ bir türlü.

Sonunda baĢını gazeteden kaldırıp Ģöyle söylemiĢ: “Onu bunu bırakın çocuklar, o zaman böyle bir gazetemiz olsa idi mağlubiyetimizin yüz yıl kimse farkına varmazdı!” Gazetenin adı Pravda! Türkçesi “gerçek”!

Pravda Sovyet sisteminin çöküĢünü engelleyemedi, biraz geç fark edilmesine yaradı o kadar…

Siyasette çoğu zaman taraftarların övgüleri değil, karĢı tarafın yergileri, saldırıları baĢarıya götürür.

Son seçim sürecini doğru okuyalım: Ak Parti basınının tek taraflı iletiĢimi, karĢı tarafı ölçüsüz karalamacı yayını, rakibe yaradı. Propagandanın dozu kaçarsa, abartma yalan etkisi uyandırır.

Ġmdi; seçim sürecindeki hataları tekrarlamamak bâbında söyleyeceğimiz Ģu: Seçilen baĢkanların yetkilerini tırpanlamak, ilk ağızda iyi bir ĢeymiĢ gibi görünür.Fakat, bu onların mağduru oynamasına fırsat verdiği gibi, baĢarısızlıklarına mazeret malzemesi olur. Bırakın, kendilerini göstersinler. MeĢru yollar dıĢında engellemelerden sakınmak en doğrusudur.”

Doğan, D. Mehmet, (27 Haziran 2019). AK Parti‟nin cinayetleri, Karar.

Siyaset kategorisine örnek olarak verilen bu köĢe yazısında Doğan, seçim sonuçlarının ardından ortaya atılan muhasebe yapma ihtiyacı konusundan hükümeti yönlendirici bir üslupta değerlendirmede bulunmuĢtur.

Muhasebeyi zamanında yapmak

“Bir dönemin muhasebesini, hem de sürerken yapmak sadece zor değil, tehlikeli de. Suya dokunacaksınız, sabuna dokunacaksınız. Bu demektir ki bir arıtma çabası içinde olacaksınız. Çubuğunu yakıp keyfinize bakmak varken neden bunu yapacaksınız? Bizi bu konular üzerinde yazmaya zorlayacak bir ihtirasa sahip değiliz. Makam mevki kaydımız yok, beklentimiz yok. Sadece ve sadece doğru bildiğimizi söylemek sorumluluğu bizi yazmaya sevk ediyor. Son birkaç yazımızla ilgili yankılar yazmak zaruretini pekiĢtirdi.

AK Parti dönemi, Türkiye‟de epey zamandır, daha doğrusu 1930‟lardan beri görülmeyen güçlü liderlik yapısıyla belirginleĢiyor. Lider partinin her zaman önünde. Bu Parti‟nin müessiriyetini sınırlıyor ve liderin gölgesinde bir siyaset ve idare oluĢturuyor. Bu gölge öyle koyu ki, sığınanları her türlü dıĢ tesirden koruyor.

1970‟lerden beri Türkiye‟nin idarî merkezinde, Ankara‟da her türlü hükümetle, yönetimle muhatab olduk. Bütün hükümetler, darbe hükümetleri dâhil, halkın hissiyatını, hassasiyetlerini gözetmek ihtiyacını hissederdi. Bunu baĢarıp baĢaramayacakları bahsi diger.

Bakanlara, yüksek kademe yöneticilere yönelik eleĢtiriler olduğunda bunun muhatabı bu tepkileri yok saymazdı/sayamazdı. Reddedebilirdi, önemsemeyebilirdi, fakat hiç olmamıĢ gibi davranmazdı. Ak Parti döneminde bakanlar, yüksek kademe idareciler her türlü eleştiriyi yokmuşçasına görmezden geldiler.

Bunun halk tepkileri konusunda da aynı minval üzere olduğunu söyleyebiliriz. Bakanlar, milletvekilleri halkın hissiyatını, basın yayın araçlarında ifade edilen eleĢtirileri dikkate almak yerine kendileri için daha önemli baĢka bir yüksek otoritenin tasvibini kazanmak, en azından dikkatini çekmeyi önemsediler. Halkı ikna etmek ise liderin iĢi!

Ak Parti‟nin siyasetçileri lideri ikna etmek, memnun etmek yerine halkı memnun etmek, ikna etmek yoluna dönmeli.

1950‟ye kadar Türkiye‟de serbest seçim yoktu. Meclis vardı, fakat seçim Halk Partisi‟nin ebedî Ģefi6

halihazır baĢkanı (Ġnönü) ve genel sekreteri (Recep Peker) tarafından yapılırdı. Listeler hazırlanır, son halini Çankaya‟da Kemal PaĢa verirdi. Lider, seçiminde geniĢ bir hürriyete sahipti. Ġstediğini istediği Ģehrin milletvekili yapabilirdi. Gerektiğinde kadınları iĢin içine katar, gerektiğinde azınlıklardan vekil yapardı. Yalnız temsil kabiliyetini gözetirdi. O dönemin Meclis‟inde yer alanlar sahalarında bilinen tanınan isimlerdi, bugünkü gibi “anonim” Ģahsiyetler değildi.

21. yüzyılda benzer bir durumla karĢılaĢılabileceği pek hatıra gelmezdi, fakat oldu. Güçlü lider istediğini vekil, istediğini bakan yapabiliyor. Aynı Ģey idarî kademelerde, hatta ilmiyede de görülebiliyor. Kırklı yaĢlarda bir yüksek kademe idareci ile karĢılaĢıyorsunuz. Tahsili tahsil değil, tecrübesi tecrübe değil, liyakat hak getire. Nedir marifeti? Filanın mahdumunun veya kerimesinin mektep arkadaĢı!

Elbette bu da bir yönetim tarzıdır! Fakat Türkiye gibi bir ülkede doğru bir tarz mıdır? Seçim döneminde milletvekili adayları listesine bakıyorsunuz. Bir iki isim dıĢında mahiyeti meçhul adaylar listeye dahil edilmiĢ. Bakanlar kurulu listesi açıklanıyor, o bakanlıkta memur olamayacak yaĢta veya kıratta birisi bakan yapılmıĢ.

O zaman ne oluyor? Bu vekiller, bu bakanlar, bu yöneticiler asıl sorumluluklarının halka olduğunu görmezden geliyorlar ve kendilerini seçen makama yöneliyorlar.

ĠĢte 1930‟lardan bir hikâye: 6

Bu tabir Atatürk için kullanılır. Ġnönü için millî Ģef kullanılır. Doğan, farklı bir değerlendirmede bulunmuĢtur.

Halil Nihat Boztepe, ünlü bir hiciv Ģairi. 1927‟de GümüĢhane milletvekili yapılıyor. 1931‟den 1949‟a kadar da Trabzon milletvekili…Bir gün Dolmabahçe Sarayı‟ndan çıkarken görülüyor. Halil Nihat‟a soruyorlar, “hayrola Dolmabahçe Sarayı’nda ne işiniz vardı?” Cevap: “Seçim bölgemi ziyaret ettim!” (Mevsim yaz, Gazi PaĢa yazları Dolmabahçe Sarayı‟nı mekân tutuyor.)

Ankara‟da CumhurbaĢkanlığı külliyesini seçim bölgesi olarak gören milletvekillerinin, bakanların, yöneticilerin hayli fazla olduğu son Ġstanbul seçiminde bir daha anlaĢıldı.

Ak Parti lider siyasetinden millet siyasetine dönmek zorunda.

Tekrarlayayım: Lideri ikna etmek, memnun etmek yerine halkı memnun etmek, ikna etmek; yol budur.” Doğan, D. Mehmet, (2 Temmuz 2018). Muhasebeyi zamanında yapmak, Karar.

Eğitim kategorisine örnek olarak verilen bu köĢe yazısında Doğan, Millî Eğitim Bakanı‟nı açıkladığı yeni eğitim programını bu kez de tarih dersinin seçmeli derse dönüĢtürüleceği tartıĢması üzerinden eleĢtirmektedir.

Tarihi seçelim mi seçmeyelim mi?

“Millî Eğitim‟in “Orta öğretim tasarımı” üzerine düĢünmekten, yazmaktan vaz mı geçtik? Asla ve kat‟a ! Hele de Türkiye’de Maarif Davası kitabının müellifi, büyük düĢünürümüz Nureddin Topçu‟nun vefat yıldönümüne yakın günlerde, bu konu vaz geçilmezimiz.

ġöyle diyenler oluyor: “Sanki CHP’li bir Milli Eğitim bakanını eleştirir gibi yazıyorsun!” Mevcut bakanın hangi partinin bakanı olduğu değil, ortaya koyduğu “eser” beni ilgilendiriyor. Bizim partininki iyi, karĢı partininki kötü anlayıĢı ile bir yere varılmaz. Yalnız Ģunu söyleyelim: Eğer mevcut bakan CHP kabinesinde yer alsa ve böyle bir “orta öğretim tasarımı” ile karĢımıza çıksa idi, ne olurdu?

Kıyamet kopardı!

ġimdi sütre gerisinde bekleyenler, ağızlarını bıçak açmayanlar dört koldan hücuma geçerdi. Elbette orta öğretim tarihsiz olmaz!

Bu talep CHP‟liler tarafından ileri sürülmeyebilir; çünkü onların varlık zemini olan “inkılâp tarihi”ne bu „tasarım‟da halel gelemiyor!

Öğretim neden yapılır? Çocukları bilgi hamalı yapmak için mi?

Bilgi Ģöyle veya BÖYLE öğrenilir. Hele Ģimdi bilgiye ulaĢmak çok kolay. Hatta bilgi bombardımanı altındayız, kendimizi saptırıcı bilgilerden korumamız gerekiyor.

Çocukları bizim çocuklarımız yapmak için okuturuz; önce milletine, vatanına bağlı insanlar olmasını isteriz. Tarih Ģuuru bu iĢin esası. Sadece bu mu? Çocuklarımız iyi fertler, güzel ahlâklı insanlar olmaları için okula göndeririz. Aile, Ģehir, ülke, dünya çocuklarımızın durakları olur. Kendisini ailede idrak etmeyen, Ģehirde ve ülkesinde de edemez ve dünyalı da -yani insan da- olamaz!

“Bilgi maarif sisteminde teferruattır desek” biraz abartmıĢ oluruz! Doğru bilgi, sağlıklı bilgi, bunun üzerine inĢa edilecek fikir, yorum yine sistemin doğru kurulması ile mümkündür.

Çocuğumuz her Ģeyi bilir, kendini bilemez! Milletini bilemez! Vatanını bilemez! Dinini bilemez! Ülkesinin kültüründen bihaber yetiĢir. Kimliksiz, kiĢiliksiz bir nesne olarak kaybolur gider.

Öğretim sistem öyle veya böyle bir kimlik inĢa eder. Bu kimlik inĢasında dil ve tarih belirleyicidir. Din, dille ve tarihle birlikte belirleyicilik kazanır. Eğer bu görmezden gelinirse toprağından, kültüründen beslenmeyen, varlık zeminlerinin farkında olmayan, her türlü tesire açık bir nesil yetiĢtirilmek isteniyor demektir. Böyle bir neslin ülkesine, milletine hayrı