• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.1 SPĐNOZA’NIN AHLAK ANLAYIŞI

Spinoza felsefesinde Đnsan ne demektir? Đnsan, nasıl bir varlıktır?

Đnsanın en temel nitelikleri nelerdir? Sorularına yanıt vermeye çalıştık. Şimdi, bu çerçeve içerisinde Spinoza’ nın insan anlayışıyla ilgili olarak ahlak görüşlerini ve mutluluk kavramının ahlak içindeki yerini inceleyelim:

Mutluluk, Tanrı’nın zihinsel sevgisini taşımamızla ilintilidir. Hatta ilintinin sınırlarını aşan bir çerçevede, mutluluk, Tanrı sevgisinin ta kendisidir.

Mutluluğun anlamı ve içeriği Tanrı sevgisini taşıyor olmamızdan, bu sevgiyi aktüel boyuta geçirip hayatı tabir-i caizse dolu dolu yaşıyor olmamızdan gelmektedir.

Bizler hayatı tam anlamıyla yaşamayı, doğanın değişmez kurallarına uyarak, ona boyun eğerek başarabiliriz. Doğa kanunlarına uygun olmayan bir yaşam tarzı, asla mutluluk getiremez. Her şeyin belirlendiği, şaşmaz kurallara bağlı olduğu dünya düzeninde, mutluluk ancak bu kuralların çizdiği sınırları aşmayacak şekilde davranmakla mümkün olabilmektedir.

“Spinoza’ ya göre, mutluluk, Tanrı sevgisinden başka bir şey olmayıp, bu da sabit ve değişmez kanunlara bağlı olan doğa – insanın doğası da girer bunun içine- düzenini gözlemleme yoluyla onun marifetine ermek demektir.”123

Bizler evrendeki determinizme boyun eğeriz ve etrafımızdaki her şey determinizme bağlı olarak varlık sürdürmeye çalışır. Böyle bir dünya düzeninde her şey olması gerektiği gibidir. Ve hiçbir şey olduğundan farklı

122 Etienne Balibar, Spinoza ve Siyaset, s. 133

123 John Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi, çev: Durul Bartu, Erdini Basım ve Yayınevi, Đstanbul, 1978, s.123

olamaz. Đşte, bilgelik Spinoza düşüncesinde bu bilinçliliğe erişmektir. Kişi, şayet böyle bir bilince ulaşmışsa zaten mutludur, özgürdür.

Bilinçli bir insan, etrafında olan biten her şeyi belirlenmişliğin farkındalığıyla değerlendirir. Bu yüzdendir ki, bu insan şeylere onlar sanki engelmiş gözüyle bakamaz.

Bırakalım bu bakışı, engel kelimesi bilgili ve bilinçli bir insanın sözlüğünde bile yer alamaz. “Dışsal nedenler engeller değillerdir, çünkü onlar real olsalar da, bilge insan onların zorunlu olduklarını bilir ve onları engeller olarak telakki etmez. Bilge insan dolayısıyla hüsrana uğratılmaz. ”124

Özgürlük, insanın kendi doğasının elverdiği ölçüde yaşayabildiği bilgisine sahip olmaktır. Erdem kavramının içeriğinde özgürlük ve mutluluk kavramları çok önemli bir yer teşkil eder. Bilgelikle biçimlendirilen, mutlulukla güzelleşen ve özgürlükle anlamını bulan bir hayat, erdemli bir hayattır.

Erdem, doğamızın kanunlarına uyarak hareket etmektir. Bizler, varlığımızı doğamızın kurallarına uygun davranarak koruyabiliriz. Nihayet, üstün mutluluğa ulaşmanın yolu, varlığımızı korumaya çabalamaktan geçmektedir. Erdemli bir hayat sürmek, yalnızca erdemi kendisi için isteyerek ve erdemi temele alarak mümkün olmaktadır. Bizim, isteyebileceğimiz ya da uğruna çaba harcayacağımız en önemli şey erdemdir.

Spinoza’ da böylelikle, varlığımızı korumanın erdem ve mutlulukla olan ilişkisi açığa çıkmış oluyor. Peki, biz varlığımızı korumak için nelere ihtiyaç duymaktayız? Bu sorunun yanıtını irdelemeliyiz.

Öncelikli olarak, Spinoza’ da varlığımızı korumak için bazı dışsal şeylere de ihtiyacımız olduğunu söylemeliyiz. Etrafımızda yararlı olan ve bu bakımdan ihtiyaç hissettiğimiz bir takım şeyler de vardır.

124 Alasdair MacIntyre, Ethik’in Kısa Tarihi (Homerk Çağdan Yirminci Yüzyıla), çev: Hakkı Hünler – Solmaz Zelyut Hünler, Paradigma Yayınları, 1. Baskı, Đstanbul, Şubat 2001, s.162

Spinoza’ da, işte tam da bu noktada, insana yararı dokunacak olan yine bir insandır. O, insana bir başka insandan daha yararlı olacak hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin olmadığını da düşünmektedir. Başkaları, bize hangi bakımdan yararlı olabilmektedir? - filozofumuza göre- iyi niyetlerini bize yönlendirerek.

Aklın ışığında davranan biri, kendi adına bir kötülük düşünmez. Yine kendi başına gelmesini istemediği bir kötülüğü başkaları için de isteyemez.

Yani, ben, aklımın önderliğinde yaşayan biriysem; akıllı oluşum, iyi niyetli olmamı da gerektirir. Đyi niyet ve başkalarının iyiliğini düşünmek hatta bunun için çabalamak benim akıllıca hareket ettiğimin bir göstergesidir.

Spinoza’ nın bu görüşlerini yoruma değer bulmaktayız.

Đnsan elbette kendi iyiliğini düşünmeli ve hayatını düzene sokmak ve güzelleştirmek için elinden gelen çabayı göstermelidir. Çünkü kendine hayrı olmayanın başkasına hayrı hiç dokunmaz. Yine, kişinin kendisi mutsuzsa, yaşam kalitesini belirleyecek olan minimum düzeyde bile huzura sahip değilse, böyle biri çevresine ne verebilir ki? Etrafındakileri mutlu edebilir mi?

Eğer karnı açsa, sefalet içindeyse fakirin fukaranın derdine nasıl derman olabilir? Bu yüzden, önce kendi ayaklarımızın üzerinde durmalı, kendi mutluluk koşullarımızı oluşturmalıyız. Çünkü ancak bundan sonra başkalarının yardımına koşacak gücü ve güveni kendimizde bulabiliriz. Güçlü ve güvenli isek, kendi adımıza istediğimiz her güzelliği ve iyiliği başkaları için de isteriz.

Kendimize yararlı olan şeyi belirlemek ve bu şey için çalışmak bizi güçlendirir ve erdemli hale getirir. Benim için faydalı olan şey, varlığımı korumamda bana yardımcı olur. Ben, kendi varlığımı korumaktan vazgeçemem. Beni çalışıp çabalamaya iten güç, varlığımı koruma arzumdur.

Varlığımı korumak yaşamamın ta kendisidir. Varlığımı korumaktan vazgeçersem yaşamaktan da vazgeçerim. Erdemli olmam, üstün mutluluğa erişebilmem, varlığımı koruma isteğime ve bu yönde çalışmama bağlıdır.

Erdemim ve üstün mutluluğum benim özümdür. Diyelim ki ben, varlığımı korumaktan vazgeçtim. Gerçi bu vazgeçiş mümkün değildir. Ancak, böyle bir eğilimin olduğunu varsayalım. Beni böyle bir eğilim içine koyan ancak dışsal şartlar olabilir. Dışsal şartların beni ezmesine, yenmesine izin vermişsem varlığımı korumaktan vazgeçme eğiliminde olurum. Bu da benim zayıflığımı, güçsüzlüğümü ortaya çıkarır.

Đnsan, Spinoza’ ya göre upuygun olmayan şeylere sahipse ve erdemli davranmıyorsa edilgindir. Ancak davranışının bilgisine sahipse, o davranışı neden yaptığının bilincindeyse etkindir. Bunu şu önermesiyle ifade etmektedir:

“Đnsan upuygun olmayan fikirleri olduğu için bir şeyi yapması gerektirilmiş olması bakımından, mutlak olarak erdemle işliyor (hareket ediyor) denilemez; fakat yalnız bir bilgisi olduğu için, gerektirilmiş olması bakımından erdemle işliyor denilir.”125

Anlaşılıyor ki, erdemli olmak bilgili ve bilinçli olmayı içermektedir.

Aklın özü bilgidir. Aklına göre yaşayan, aklı rehber edinen biri, en yararlı şeyin bilgi olduğunu bilen biridir. Bizi yararlı olan şeye ancak bilgi götürmektedir. Şu halde, erdemli bir yaşam, aklın kontrolü altında yaşamak anlamına gelmektedir. Az önce, erdemin insanın varlığını korumaya ilişkin bir çabasına dayalı olduğunu söylemiştik. Ve bu çaba da bizim için neyin yararlı olup olmadığına dair bir belirlenimle ilgiliydi. Đşte Spinoza’ da bu belirlenim ancak bilgi ile söz konusu olabilmektedir.

Şayet, ruh upuygun fikirlere sahip ise, aklın kılavuzluğunda hareket ediyor ise, kendisi için yararlı olanın kesin bilgisine de sahip olmaktadır.

Ruhun üstün iyiliği ve erdemi nedir? Spinoza’ ya göre Tanrı’ yı bilmektir.

Bunu da şu önermesiyle dile getiriyor:

125 Spinoza, Etika, s. 215, Önerme 23

“Ruhun üstün iyiliği Tanrı bilgisidir ve ruhun üstün erdemi Tanrı’yı bilmektir.”126

Erdemli bir insan bilgisinin sınırlarını ve ufkunu daha fazla nasıl genişletebilir? Erdemli davranan, hem kendi iyiliğini hem de başkalarının iyiliğini düşünen ve bunun için çalışan insandır. Hatta bununla da kalmayan, bencillik nedir bilmeyen ve adaletsizliğe tolerans tanımayan biridir. Dünyanın en büyük gerçeklik ve güzelliklerinin bilincinde olan erdemli kişi, bunların kaynağının yüce güçte, yüce gerçeklikte yani Tanrı’da olduğunun da bilincindedir. Erdemli kişi, böylelikle kendini bilen kişidir. O, güçlüdür, bilgilidir.

Erdemli bir yaşam için insanın kendini kontrol etmesi gerekmektedir.

Duygularımızın doğasını ve kökenini bilmek ve onları anlamaya çalışmak, onların baskısı altında ezilmemizi önlemektedir. Duyguların doğasını akli yanımızla çözebiliriz. Aklın kontrolünde olan duygusal yaşam, tabir –i caizse kişinin ayaklarının yere basması için vazgeçilmez bir koşuldur.

“...Spinoza’ nın erdem düşüncesi de nihai olarak kendini kontrol etmeye, duygular ile hareket etmeyip duyguları akıl ile görebilme çabasına dayanır.”127

Spinoza felsefesinde etkinlik kavramı ile erdem kavramı arasında nasıl bir bağ vardır? Bu bağın açıklamasını ne şekilde yapabiliriz? Spinoza’

ya göre duyguların bizi ezmesine ve kontrol etmesine izin veriyorsak, edilginizdir. Duyguların esareti altında olmak, Spinoza’ da edilginlik ile eş anlamdadır.

Edilginlik ise başlı başına erdemsizliktir. Upuygun fikirlere sahip olmak etkin olmaktır. Etkinlik kavramı erdemli hayat ile karşılanmaktadır.

Etkin isek, duyguların altında ezilmiyorsak erdemli ve özgürüzdür. Özgürlük, filozofumuza göre kendi doğamızın sınırları içerisinde olmak, evrenin belirlediği şaşmaz bir düzenin bilincinde olmaktır. Bizim yaşamımızda erdem,

126 Spinoza, Etika, s. 217, Önerme 28

127 Nurten Gökalp, “Đradede Duygunun Etkisine Genel Bir Bakış” adlı makale, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı 36, 2002/2, s.42

özgürlük ve mutluluk kavramları birbirlerini besleyen ve birbirlerinden güç alan kavramlardır. Erdemin doruk noktası, Tanrı bilgisidir, Tanrı’yı bilmektir, Tanrı’yı zihinsel olarak sevme seviyesine yükselmektir. Burada Tanrı’ya severek bağlanmanın ne denli hayati bir yeri olduğu da açığa çıkmış oluyor.

O, Tanrı’ya ancak sevgi ile bağlanabileceğimizi düşünmekteydi.

Tanrı ile kurulan bağ konusunda Spinoza, korku sözcüğünü dile getirmemiştir bile. Çünkü, bizim, duyguların en güzeli ve en yapıcısı olan sevgi ile gerçek bir yaşam süreceğimizi, manevi yaralarımızın onarılabileceğini düşünmekteydi.

Sevgi öylesine yapıcıdır ki, duygusal hasarların birçoğu ancak onunla onarılabilir. Đnsanı geliştiren, ufkunu genişleten, ona farklı güzelliklerin kapısını açtıran bir dünya görüşünü en çok sevgi kazandırabilir. Diğer duyguların da insana kattığı çok şey vardır elbet. Ancak sevgi, bu duyguların arasından sıyrılmakta ve yapıcılığını yaşamın her anında göstermektedir. Biz de Spinoza’ nın sevgiye ilişkin görüşlerini paylaşıyoruz. Hele ki kin, nefret, haset, hırs gibi kişiyi çürüten ve çökerten sarsıcı duyguların yanında sevgi gibi bir duygunun varlığını bilmek bile insanı rahatlatır - diye düşünüyoruz.

Sevgi kavramı ve bilhassa Tanrı’yı sevmek Spinoza’ da hem bizim Tanrı’yı sevmemizi, hem de Tanrı’nın kendisini sevmesini kapsayacak genişliktedir. Biz, Tanrı’yı severiz. Aynı zamanda, Tanrı’nın sonsuz görünüşlerinden sadece ruh ve bedene sahip bir varlık olarak biz, Tanrı’nın parçalarıyız. Bunun için Tanrı da parçalarını, görünüşlerini ya da tezahürlerini –bizi- sever. Bizim Tanrı‘ yı sevmemiz ve Tanrı’nın da bizi sevmesi aynı özden gelmektedir. Bu bilgiler yardımıyla, Spinoza’ nın doğaya ilişkin fikirlerini vermeyi uygun buluyoruz. O’na göre Doğa Tanrı’dır, Tanrı da Doğadır. Bu görüşünü, en somut biçimiyle Deus sive Natura, yani Tanrı veya Doğa söyleminde dile getirir. Peki, Tanrı veya Doğa’ya ilişkin neler söylenebilir? Tanrı’da özgür irade olmadığını düşünen Spinoza Tanrı’da bir özgürlüğün de olmadığını, zorunluluğun olduğunu savunmuştur. Tanrı, her şeyi doğasının şaşmaz kurallarına ve zorunluluğuna bağlı olarak üretir.

Tanrı’nın aşkın varlık olduğu fikri Spinoza tarafından savunulmak şöyle dursun, tasavvur dahi edilemez. Tanrı ürettiği –kimi Spinoza yorumcularına göre yarattığı- varlıklara ne yukarıdan ne de dıştan müdahale edebilir.

“Spinoza’ nın bilgeliğinde aşkınlık ve nefsi köreltme yoktur. Kesinlikle büyük önem taşıyan sevinç, her türden hüznün, kişilik daralmasının ya da bölünmesinin düşmanıdır. Selamete ererek dünyadan kaçamayız. Tersine, dünyada öylesine canlılık kazanırız ki, art dünyalara özgü yanılsamalara hiç yer kalmaz. Terimlerin alışıldık anlamında, ruh ve ölümsüzlük tasfiye edilmiş olur. Geriye sonsuzluk kalır, şimdi de burada: Doğa – Tanrı, bilgenin açık zihni üzerinden, zaman dışı olan kendisine erişmiş olur.”128

Erdemli biri için hayati noktaların bilgi, özgürlük ve mutluluk olduğunu vurgulamıştık. Erdem sahibi bir insan öyle bir gözlem kabiliyetine sahiptir ki, neyin neye değer olduğunu en iyi şekilde bilir. Tabii ki, şeylerin liyakatini bilmek için gözlem yapmak tek başına yeterli olamaz. Erdemli ve bilge biri içsel bir donanıma zaten sahiptir. Bilge insan, özgür ve mutludur. Bunun için onun, ömrünü acı ve çile ile geçirmesi gibi bir durum söz konusu olamaz. O, arzularını öyle bir eğitmiştir ki, hiçbir şeye hak etmediği değeri vermez ve arzu duymaz. Bunun sonucu olarak onun pişmanlıklarla ve acılarla dolu bir hayat sürmesi mümkün değildir. Çünkü şeylere hak etmediği bir değer biçmek, insanı çoğunlukla pişman etmekte ve acı çektirmektedir. Bunu önlemenin formülü ise filozofumuza göre arzularımızı baskı altına almak değil, eğitmektir.

Buraya kadar, ruhun erdeminden, erdemli bir ruhun özelliklerinden bahsettik. Bu özellikleri de bilgili, güçlü, yetkin, mutlu ve özgür olmak olarak belirledik. Bir ruhu erdemli kılan esasında o ruhun gelişkinlik durumudur.

Nedir bu gelişkin ruh? Spinoza gelişmiş bir ruhu yetkin ve upuygun düşüncelere sahip bir ruh olarak belirler. Ruhun erdemi ve gelişkinliği

128 Roger – Pol Droit, Düşünürlerin Eşliğinde, çev: Şehsuvar Aktaş, Can Yayınları, . Basım, Đstanbul 2001, s. 117-118

upuygun düşüncelere sahip olup olmamasıyla ilgilidir. Bizler neyin gerçek bir değeri hak ettiği konusunda bilinçli isek, düşüncelerimiz de yetkindir demektir. Đşte bu noktada, ahlaki yargılarımızın oluşumunda düşüncelerin rolü de açığa çıkmaktadır. Etrafımızdaki şeylere biçtiğimiz değerin, onları nasıl anlamlandırdığımızın öncülü düşüncelerimizdir. Düşüncelerimiz ne kadar yetkin ise şeylerin liyakati hakkında o kadar isabetli kararlar verebiliriz.

“Spinoza’ ya göre vücut – beden – güçlü olursa gelişir. Ruhun gelişmesi ise düşünme bakımından yetkin olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle: Erdemli ruh, yetkin olan, yani açık ve seçik düşünebilen ruhtur. Açık ve seçik düşünebilme, neyin elde edilmeye değer olduğunu gösteren bilgiyi sağlar.”129

Spinoza’ nın erdemle ilgili görüşlerine eklenebilecek farklı bir değerlendirmeyi de vermeyi uygun buluyoruz. Bu değerlendirme, Will Durant’ a aittir. Durant, Felsefenin Öyküsü adlı eserinde Spinoza’ yı yorumlarken onun erdem anlayışını şu şekilde tanımlamaktadır: “Erdem, bir eylem gücü, bir yetenek biçimidir.”130

Yani erdeme dair bilgi, özgürlük ve mutluluk gibi temel kavramların yanı sıra erdemin, özünde bir kişilik yeteneği olduğu da ortaya çıkıyor.

Sanıyoruz, burada aslında yatkınlığı olmayanın, kendinde erdemli olmaya ilişkin bir eğilim görmeyenin ve en nihayetinde kendinde bu gücü bulmayan birinin erdemin başat özelliklerini taşıyamayacağı vurgulanmaktadır.

Murtaza Korlaelçi ise “Pantesit Ahlak Anlayışı” adlı makalesinde Spinoza’ nın erdem anlayışında iki boyutun belirgin olarak ortaya çıktığını ifade etmiştir. Bu ifadenin temelinde ise Spinoza’ nın erdem görüşü ile varlığın kendini koruma arzusu arasındaki ilişki vardır.

“Ona göre erdem, insanın kendi tabiatının kanunlarına göre hareket etmesinden başka bir şey değildir. Herkes kendi varlığını ancak kendi tabiatının kanunlarına göre koruyabilir. Buradan şu sonuçlar çıkar:

129 Macit Gökberk, Felsefenin Evrimi, s. 57

130 Will Durant, Felsefenin Öyküsü, Đz Yayıncılık, 2. Baskı, Đstanbul 2003, s.191,192

1) Erdemin ilkesi insanın, kendi varlığını koruması için çaba göstermesidir. Üstün mutluluk insanın kendi varlığını korumasından ibarettir.

2) Erdem kendi kendisi için istenmelidir.”131

Spinoza felsefesinde mutluluk, erdem ve özgürlük fikrinin ahlak içerisindeki yerini belirledikten sonra, filozofumuzun genel ahlak anlayışına ve bu anlayışta iyi ve kötünün yerine bakalım:

“Spinoza ahlaki yargı hakkında, günümüzde “duygusalcı” olarak adlandırılacak olan bir teoriyi ortaya koymuştur. “Đyi” ve “kötü” gibi sözcüklerin kullanım tarzı, bu sözcüklerin ifade ettiği gerçek aracılığıyla değil, tersine bu sözcüklerin kullanılmasıyla ifade edilen duygular aracılığıyla açıklanmalıdır.

Spinoza bu düşünceyi ayrıntılandırarak, ahlaki ve estetik yargıların, öznenin davranışlarına ve çıkarlarına bağlı olarak değiştiğini ve şeylerin yapısı hakkında sadece en çapraşık kavrayışları içerdiğini savunur.”132

Spinoza düşüncesinde iyi, bizimle ortak bir doğaya sahiptir. Bizimle ortak bir doğayı paylaşan şey bizim açımızdan iyidir ve yararlıdır. Eğer, biz, herhangi bir şeyle ortak bir doğayı paylaşmıyorsak diyebiliriz ki o şey bizim için zararlıdır ve kötüdür. Kötü ise, Spinoza’ ya göre kederin bir nedenidir ve bizim eyleme gücümüzü azaltmaktadır. Đyi ve kötü tek başlarına bir şey ifade etmemektedirler. Çünkü iyi ve kötünün içini biz doldururuz. Öznel yargılarımız ve değerlendirmelerimizin olmadan iyinin ve kötünün anlamı şöyle dursun, varlığından bile söz edilemez. Evren bütüncül bir yapıdır. Ve bu yapıdaki her bir işleyiş filozofumuza göre determinizm çerçevesinde gerçekleşir. Böyle bir düzen içerisinde iyi, kötü ve bunun gibi birbirine zıt yargılar küçük birer noktadır. Bu yargıların anlam ve içerik olarak büyümesi ancak bizim kişisel değer atfedişlerimiz ile mümkün olabilmektedir. “ Tıpkı haz ve acı, sevgi ve nefret gibi, iyi ve kötü de kendimizi koruma duygumuzun yansıması olan

131 Murtaza Korlaelçi, “Panteist Ahlak Anlayışı” adlı makale; Felsefe Dünyası, 1996 Felsefe Kongresi Özel Sayısı, Sayı 23, Kış 1997, Türk Felsefesi Derneği Yayınları, Ankara 1997, s.33

132 Roger Scruton, Düşüncenin Ustaları, s.85

öznel durumlardır. Yoksa ne iyi dediğimiz durumlar kendi başına iyidir, ne de kötü dediğimiz şeyler kendi başına kötü; bunlar bütünüyle bizim öznel yargılarımızdır. Dolayısıyla iyi ve kötü dış dünyadaki gerçeklere değil, olayların üzerimizdeki tesirlerine tekabül eder. Onların varlığı duyguların varlığına bağlıdır.”133

Đyi ve kötü aynı zamanda, doğanın şaşmaz kanun ve kurallarına uyum göstermektedir. Bir Spinoza yorumcusu olan Gilles Deleuze, iyi kötüyü sadece öznel değerlendirmeler olarak görmez. Evet, iyi ve kötü öznel görüşlerdir ama ilk etapta nesnel bir anlama da sahiptirler. Nesnelliği de iyinin ve kötünün doğamız ile uyumlu olması ya da olmamasına bağlar. Bu çerçevede, Deleuze, iyi ve kötü ile ilgili olarak, Spinoza yorumunu şu şekilde yapar:

“...Her zaman için doğanın bütününün ezeli yasalarıyla uyumlu, kendi düzenlerine göre bileşime giren ilişkiler vardır. Đyilik veya Kötülük yoktur, iyi ve kötü vardır. Đyi ve kötü, nesnel ama göreli ve kısmi bir ilk anlam taşırlar: Doğamızla uyuşan ya da uyuşmayan. Ve sonuç olarak, iyi ve kötü, insanın iki varoluş türünü ve kipini adlandıran, öznel ve kipsel olan ikinci bir anlama sahiptir: Đyi (veya özgür, veya akılcı, veya güçlü) diye adlandırılan kişi, elinde olduğu ölçüde karşılaşmalarını düzenlemek, doğasıyla uyuşan şeylerle bir araya gelmek, ilişkilerini kendi içinde uyumlu ilişkilerle birleştirmek, ve böylece kudretini artırmak için çaba gösterendir. Çünkü iyi olma, bir canlılık, kudret ve kudretlerin bileşimi meselesidir. Kötü, veya köle, veya aczi, veya sağduyusuz olarak adlandırılan kişi ise, karşılaşmaların tesadüfünde yaşayan, karşılaştığı şeylerin sonuçlarına katlanmaktan rahatsız olmayandır, her defasında yakınsa veya suçlasa bile, katlandığı sonuç tam tersini gösterir ve ona kendi kudretsizliğini bildirir.”134

133 Ceyhun Akın Cengiz, Spinoza’nın Ontoloji Ve Epistemoloji Anlayışlarının Etik Anlayışına Etkileri, Master Tezi, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, Ankara 2005, s.149

134 Gilles Deleuze, Spinoza Pratik Felsefe, çev: Ulus Baker, Norgunk Yayınları, Đstanbul, Ocak 2005, s.30

Đyi bir kişi bu manada özgür, güçlü ve akılcı bir kişidir de.

Hatırlanacağı üzere, bu özellikler erdem için de geçerliydi. Anlaşılıyor ki, iyi biri, aynı zaman da erdemlidir de. Đyi insan, yaşadığı her olay karşısında bilinçli hareket eden, başkalarıyla olan ilişki ve iletişiminde ölçülü olup hep belli bir mesafeyi koruyan insandır. Böylesine yapıcı ve geliştirici nitelikleri uygulamaya geçirmek, iyi birine kudret de katmaktadır. Kötü bir insan için, saydığımız bu özellikler söz konusu bile değildir. Aksine, kötü insan acizdir, köledir ve sağduyudan da yoksundur. Bu öyle bir yoksunluktur ki, kötü insan yaşamda karşılaşacağı olaylar karşısında belli bir tavır bile alamaz, tıpkı kendini rüzgara bırakan bir tüy gibi kendi yaşamına yön veremez. Hatta yön

Hatırlanacağı üzere, bu özellikler erdem için de geçerliydi. Anlaşılıyor ki, iyi biri, aynı zaman da erdemlidir de. Đyi insan, yaşadığı her olay karşısında bilinçli hareket eden, başkalarıyla olan ilişki ve iletişiminde ölçülü olup hep belli bir mesafeyi koruyan insandır. Böylesine yapıcı ve geliştirici nitelikleri uygulamaya geçirmek, iyi birine kudret de katmaktadır. Kötü bir insan için, saydığımız bu özellikler söz konusu bile değildir. Aksine, kötü insan acizdir, köledir ve sağduyudan da yoksundur. Bu öyle bir yoksunluktur ki, kötü insan yaşamda karşılaşacağı olaylar karşısında belli bir tavır bile alamaz, tıpkı kendini rüzgara bırakan bir tüy gibi kendi yaşamına yön veremez. Hatta yön

Benzer Belgeler