• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.2 SPĐNOZA’DA ĐHTĐRASLAR

Spinoza felsefesinde ihtirasların ve duyguların insanlar arasındaki ilişkide önemli bir rolü vardır. Başkalarının da bizim gibi ihtiraslara ve duygulara sahip olduğunu görmek iletişimlerimizde uyum sağlamamızı sağlayan bir süreci de başlatmaktadır. Diğer bireylerle kaynaşmamıza yardımcı olan duygu ve ihtiraslar aracılığıyla ilişkilerimize yön vermekteyizdir.

Đnsanları benimsememizde, onları anlayabilmemizde duyguların belirleyici etkisi vardır. Kendi duygusal dünyamız vasıtasıyla başkaları hakkında fikirler ediniriz. Bu fikirler yardımıyla da duygusal yaşantımızda değişiklikler yaparız.

Đnsanları anlayabilme ve benimseyebilme sürecinde Spinoza’ nın deyimiyle

“insana insandan daha faydalı hiçbir şeyin olmadığının” bilincinde olmak duygu yaşamımızın verileriyle daha da netlik kazanmaktadır. Kendi içsel değerlendirmelerimizin yanı sıra duygu dünyamızın zenginliği bizlere farklı açılımlar kazandırmaktadır. Bu açılımlar sayesinde de insanları daha rahatça anlayabiliriz, çevremizde olan bitene karşı son derece farklı bir bakış açısıyla yaklaşabiliriz.

162 Nurten Gökalp, “Đradede Duygunun Etkisine Genel Bir Bakış” adlı makale, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı 36, 2002/2, s.43

“Spinoza ihtirası özdeşleşme ilişkileri arasına koyar. Đhtiras bireylerin diğerlerinin kendi fikirlerine uyduğunu görmek ve diğerlerine onların hoşuna gidecek, kendilerini özdeşleştirebilecekleri bir imge sunmak arzusudur.”163

Đçimizdeki potansiyel gücümüzü keşfetme sürecinde duygulardan faydalanırız. Hele ki duygu ve ihtirasların doğasını iyice kavradığımızda duygusal verilerin yardımını belirgin biçimde görürüz. Gücümüzü keşfedip onları aktüel hale getirdiğimizde yaşamımızın daha da güzelleştiğini göreceğiz. Duyguların bağımlısı olmadan, onlardan akıllıca yararlanmasını bilmek Spinoza düşüncesinde temel noktadır. Her duygunun, her ihtirasın hayatımıza farklı katkıları vardır. Onlardan yararlanmak bilinçli bir çabayı gerektirmektedir. Aklın kontrolünde olup duyguların farkındalığında yaşamak hem kendimizi tanımamızı hem de başkalarına farklı bir dünya görüşüyle yaklaşmamızı sağlayacaktır. Kendimizi tanıyamazsak ve çözemezsek diğer insanlarla da bir şey paylaşamayız. Paylaşımın olmadığı bir hayatın ne derecede doyum vereceği ise tartışılır. Kendi özümüzü gerçekleştirmek, kendi gerçeklerimizin farkında olmak çok önemlidir. Duygularımızı bilelim ki onların esiri olmadan kaliteli bir yaşam sürelim.

Đçinde bulunduğumuz her halin, her hissin ve her duygunun farkında olmak, kimi zaman bu duygular bizi rahatsız etse bile onların şiddetini azaltacaktır. Burada unutmamamız gereken nokta aklımızı her zaman devreye koyup tabir- i caizse duygulara karşı uyanık olmak gerektiğidir.

“Kudreti gerçekleştirenler, icra edenler duygulardır. Duygular kudretin gerçekleşmeleridirler: Eylemde ya da tutkuda maruz kaldığım şey, her an kudretimi gerçekleştirmekte olan şeydir.”164

163 Etienne Balibar, Spinoza ve Siyaset, s.121

164 Gilles Deleuze, Spinoza Üzerine On Bir Ders, çev: Ulus Baker, Öteki Yayınevi, 2. Basım, Ocak 2007, s.123

2.2.1. Duygu Çeşitleri

Çalışmamızın bu aşamasında ağırlıklı olarak Spinoza’ nın “Etika” adlı eserinden yararlanacağız. Ve ihtiyaç duydukça filozofumuz hakkında yazılan eserlerden faydalanacağız. Şimdi, Spinoza “Etikada” da duyguları nasıl tanımlıyor, buna bakalım:

Spinoza felsefesinde neşe, hoşlanma, melankoli (evham, şüphe) ve elem, bedene ait olan duygulardır. Ve bu duygular sevinç ve kederin çeşitleridirler. Bu bakımdan, Spinoza bu duyguları işlememiştir. Filozofumuz açısından üç temel duygu vardır. Bu duygular da sevinç, keder ve arzudur.

Diğer bütün duygular bu üç temel duygudan türemişlerdir. Şimdi temel duyguları ve bu duygulardan türemiş olan diğer duyguları inceleyelim.

Đncelemelerimiz sırasında da kendi görüşlerimizi sunalım.

Sevinç, Spinoza’ ya göre insanın daha küçük bir yetkinlikten daha büyük bir yetkinliğe geçişidir.165

Sevgi, “ bir dış nedenin fikriyle birlikte bulunan sevinçtir.”166

Sevginin özelliği sevilen bir şeyle yakınlaşma isteğine ya da arzusuna dayanmasıdır. Yani sevgi özsel olarak, sevincin bir türüdür. Ancak özelliği bakımından arzu duygusuyla da bağı vardır. Bizler sevgi duyduğumuz bir şeye veya birine yakın olmak isteriz. Sevgi duygusuyla biriyle yakınlaştığımızda içimizdeki sevinç de yükselecektir. Bu bağlamda sevgi son derece yapıcı bir duygudur. Sevgi duygusuyla insanlarla kaynaşmada ve iletişim kurmada adım atmış oluruz. Kin, nefret ve kıskançlık temelli bir yaklaşım kişisel hayatımızı yıprattığı gibi sosyal yaşantımızı da zedeler.

Đçimizde sevgi duygusunu ne kadar barındırır ve beslersek başkalarının da bize sevgiyle yaklaşmasına o kadar izin veririz. Sevgi vermeden ya da sevgiyle yaklaşmadan sevgi görmek mümkün değildir. Đnsanların bize sevgiyle yaklaşması için önce biz üstümüze düşeni yapmalıyız. Doğaldır ki,

165 Spinoza, Etika, s. 181

166 Spinoza, a.g.e. s. 182, Cümle 6

böylesine yapıcı duyguyu herkes aynı oranda taşıyamamakta ya da besleyememektedir.

Bunun bir gereği olarak verdiğimiz sevginin kıymeti herkes tarafından bilinemez. Ancak yine de durum sevgimizi törpülememelidir. Sadece kime ne kadar sevgi vereceğimizin ölçüsünü bilmeliyiz. Sevgi, kıymetini bilenlerle daha da güzelleşir. Eğer bu yapıcı duygununun hakkı yeterince verilmiyorsa bu bizim kabahatimiz değildir. Sevgiden anlamayanlara biraz daha temkinli yaklaşmak yerinde bir davranış olacaktır. Herkes sevgiyi hak eder. Ama bazı insanlar vardır ki tecrübeleri doğrultusunda sevginin başka sebeplere büründüğünü düşünürler. Tüm bu nedenlerle yapmamız gereken şey, her duyguda olduğu gibi sevgide de dozu iyi ayarlamaktır. Sevgiyi tamamıyla arka plana atalım demiyoruz. Ancak hayal kırıklığına mahal vermemek için aşırı sevgi göstermekten de kaçınmamız gereklidir, şeklinde düşünüyoruz.

Keder, Spinoza’ ya göre insanın daha büyük bir yetkinlikten daha küçük bir yetkinliğe geçişidir.167

Arzu, “ insanın kendisinde verilmiş olan herhangi bir duygulanışla bir şey yapması gerektirilmiş olarak düşünülmesi bakımından, o insanın özüdür.”168

Arzu, Spinoza felsefesinde duyguların başlıcası olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, biz arzu duygusuyla diğer duygularımıza yaklaşmakta ve bu duyguları yaşarken arzunun belirleyici gücünü hissetmekteyiz. Arzu, bizim farklı temayüllerimize göre değişiklik göstermektedir. Bizleri kimi zaman farklı yönlere de sevk etmektedir. Bu yönün belirsiz olduğu durumlarda ise farklı durumları görmemizi sağlayacak olan gerekli bilgiler vermektedir. Yaşamda bazen içinden çıkılması zor olan durumlarla da karşılaşabilmekteyiz. Đşte bu anda, arzumuz bize çıkış yolunu gösterebilir. Böyle bir durumda neler yapabileceğimizi ve nasıl bir çaba içine gireceğimizi bize arzumuz göstermektedir. Đsteklerimizi nelere yönlendirmemiz gerektiği ve hayatımıza

167 Spinoza, Etika, s. 181

168 Spinoza, a.g.e. s. 180, Cümle 1

nasıl bir çerçeve çizeceğimiz açısından aklın yardımcı gücünden yararlanmalıyız. Bu noktada, neyin gerçekten arzulanmaya değer olduğu önem kazanacaktır. Arzularımız bizi şeylere yönlendirir, ancak bu yöne giderken aklın ışığından her daim faydalanılmalıdır.

Bizler, kimi zaman şeylere hak ettiğinden çok değer verebiliriz. Ya da bizim için pek de hayırlı olmayacak bir şeye çok güçlü bir istek duyabiliriz.

Şayet, bu istekte ısrar edersek yıkıcı durumlara da davetiye çıkarırız.

Đstediğimiz her şey iyi sonuçlar doğurmayabilir. Sınırlı doğamız gereği olumsuz sonuçlara katlanma gücünü kendimizde her zaman bulamayabiliriz.

Đsteklerimizin şiddetini aklımız ayarlayabilir. Yeter ki başka şeyleri güçlü bir biçimde istediğimiz gibi aklın rehberliğinde yaşamayı da isteyelim.

Arzu, kendi varlığımızı koruma çabamıza yani Conatusa dayanır. Bu çabayı göstermeye dair bilinç de arzunun içeriğini doldurmaktadır. Yani arzunun bizi güzelliklere yönlendirebilmesi için kendi varlığımızı koruyacağız ve bu koruma bilincini her zaman taşıyacağız. Spinoza isteklerimiz ile irademiz arasındaki farka değinmiştir. Ona göre, ruh ve bedeni birbirinden bütünüyle ayrı düşünmek özgür iradeye sahip olduğumuz yanılsamasını doğurur. Oysa arzunun doğası, özgür iradeden farklıdır. Çünkü arzu bir yanılsama değil, insanın doğrudan doğruya bir gerçeğidir. Bu gerçek de herkesin kendi varlığını koruma gücüne sahip olduğudur. Arzu, irade gibi ruh beden ayrılığına değil, ruh ve beden bütünlüğüne dayanır.

Spinoza felsefesinde, temel duyguları bu şekilde irdeledikten sonra, bu duyguların çeşitlerine geçmemiz gerekmektedir.

Kin, “ bir dış nedenin fikriyle birlikte bulunan kederdir.”169 Kin, kederin bir türüdür ve kin duymamız dışsal bir nedenden kaynaklanmaktadır.

169 Spinoza, Etika, s.183, Cümle 7

Eğilim, “ eğreti olarak sevincin sebebi olan bir şeyin fikriyle birlikte bulunan sevinçtir.”170 Eğilim, sevincin bir türüdür. Bizler, geçici de olsa bir sevinç veren şeye yönelmek isteriz.

Tiksinme, “ iğreti olarak kederin nedeni olan bir şeyin fikriyle birlikte bulunan bir kederdir.”171 Tiksinme, bu tanımı itibariyle, kederin bir çeşididir.

Ayrıca, geçici bir keder veren bir durumun varlığına bağlıdır.

Şevk, hayranlık duyduğumuz bir şeye yönelik olan sevgimizdir. Şevk, sevginin bir çeşididir. “Bizi hayran bırakan kimseye karşı sevgidir.”172

Hayranlık, Spinoza’ ya göre bir şeyin yeniliğinden doğmaktadır.173 Hayatımıza yeni bir şey katıldığında bu yeniliğe karşı hayranlık besleriz. Kimi zaman hayranlığımız, sevgiyle daha da güçlenmektedir. Burada önemli olan Spinoza’ nın duygu anlayışında sıklıkla dile getirdiği gibi hayranlığın etkisinde kalmadan yenilikten istifade etmeyi bilmektir. “Yaşamıma yeni bir şey katıldı.

Bu şeye yönelik olarak hayranlık duygusu içindeyim. Đçimdeki sevginin katılımıyla hayranlığım kuvvet kazanmakta. Bu aşamada ben hayranlığın etkisinde çok fazla kalmadan yeniliği kendi yararıma dönüştürecek şekilde kullanmalıyım. Eğer aklımı devreye koyarsam hayatıma giren her fırsattan ve yenilikten en iyi şekilde yararlanabilirim.” şeklindeki bir bilinç açılımı güzellikleri de beraberinde getirecektir. Bu çerçevede geliştirilen bir bilinç, duygular üzerindeki kontrolümüzü sağlayacaktır.

Alay etme de sevincin bir çeşididir. Kin duyduğumuz bir şeyin küçümsenecek bir boyutunun olduğuna hüküm getirmişsek, onunla alay ederiz.174 Küçümseyişimiz sonucunda nefretle baktığımız bir şeyin varlığını yadsıyabilmekteyiz. Bu şekildeki bir yadsıma, nefretimizi daha da artıracaktır.

Bizim yapmamız gereken, kin duygusunu güçlendirmemeye çalışmaktır.

Çünkü, kin yıkıcı bir duygudur. Mutluluğumuzu ve huzurumuzu engelleyen

170 Spinoza, Etika, s.183, Cümle 8

171 Spinoza, a.g.e. s.183, Cümle 9

172 Spinoza, a.g.e. s.183, Cümle 10

173 Spinoza, a.g.e. s.184, Açıklama

174 Spinoza, a.g.e. s.184, Cümle 11

kinin, sağlıklı bir duygu olmadığını düşünüyoruz. Bir şeye ya da birine ne kadar kin duygusuyla yaklaşırsak, benliğimiz o oranda zedelenecektir.

Karşılaştığımız bir olay veya durum yüzünden hemen hepimiz kin duyabilmekteyiz. Ancak, kinin bizi teslim almasına da izin vermemeliyiz.

Nefretimizi sevgiye de dönüştürebiliriz. Her deneyim, bize ders vermektedir.

Ders alıp almayışımız ise bize bağlıdır. Şayet tecrübelerimizden ders almayı seçersek, hayatımıza katkılarını da görürüz. Bu durumda kinin gereksiz olduğunu, yaşantılarımızın – sevgi çerçevesinde yaklaşırsak- kişiliğimizi geliştirdiğini anlarız. Kin gibi yıkıcı bir duyguya teslim olmaktansa, onu sevgiye çevirmeyi de öğreniriz. Özümüzü gerçekleştirme yolunda tüm yapıcı duygulardan yararlanmayı bilmeliyiz. Nefret, keder, kıskançlık gibi duygular bize bir şey katmaz.

Aksine böyle duygular bizden çok şey alır götürür. Üstümüze düşen görev, şartlar ne olursa olsun, olumsuz duygulara gerekenden fazla kapılmamaktır. Bilincimizi ancak bu yöndeki bir çabayla geliştirebiliriz. Bu bakımdan, Spinoza düşüncesinde, duygular açısından bilinçlenmenin ve onların kökenini kavramanın belirgin rol oynadığını söyleyebiliriz.

Umut, “ sonucundan şüphe ettiğimiz geçmiş ya da gelecek bir şeyin fikrinden doğan kararsız bir sevinçtir.”175 Umudun kaynağı sevinçtir.

Korku ise, bir şeyin sonuca bağlanıp bağlanmayacağına dair endişelenmekten kaynaklanır.176

Korkunun kaynağı kederdir. Spinoza’ ya göre korkusuz umut yoktur, umutsuz korku da yoktur. Bir şeyin sonuçlanacağına veya sonuçlanmayacağına dair umutlandığımız gibi, endişeye de kapılırız. Bu noktada, umut ve endişe arasında çok ince bir çizgi vardır. Umudumuz eğer yerini endişeye bırakırsa kederleniriz. Umut ve endişe arasındaki ince çizgide, bir olayın istediğimiz yönde sonlanmayacağını düşünürsek korkuya

175 Spinoza, Etika, s.184, Cümle 12

176 Spinoza, a.g.e. s. 184, Cümle 13

kapılırız. Yani, bu durumda korkunun öncesinde umut veya endişe yaşandığını söyleyebiliriz.

Korkunun şiddetini azaltabilirsek, olumlu düşünmeyi başarabilirsek umudumuz tekrar kendini gösterir. Her şeyin beklediğimiz ve olmasını istediğimiz şekilde olacağını düşünürsek umudumuzu güçlendirmiş oluruz.

Đnsan hayatında korku, bazen diğer duygulardan daha baskın biçimde kendini göstermektedir. Korkunun baskınlığına ek olarak bir de korkuya gereğinden fazla esir olursak mutsuzluk kaçınılmaz olur. Olumsuz duyguların hepsinde olduğu gibi, korkunun da bizi belirlemesine izin verirsek yaşamı gerçek anlamıyla yaşayamayız. Korku bazı durumlarda öylesine bir hal almaktadır ki, insanın içindeki potansiyel gücü keşfetmesine engel olmaktadır. Korku, öz güveni, mutluluğu, neşeyi kısacası tüm güzel duyguları törpüler. Korku, kişinin canlılığını ve yaşam sevincini elinden alır. Onun şiddetini azaltmak için ya da biraz olsun geri plana atmak için olumlu düşünmenin gerekli olduğuna inanıyoruz. Çünkü, her duygunun öncülünün düşünce olduğunu düşünüyoruz.

Düşüncelerimiz duygularımıza, duygularımız da davranışlarımıza yansır. Düşünce-duygu-davranış zincirinde halkaların birbirine sağlam olarak geçirilmesi, hayatın doyum vermesi açısından koşul niteliğindedir. Öncelikle düşüncelerimizi sağlam bir zemine oturtmalıyız. Her olayın olumlu ve olumsuz yönlerini eşit derecede görmeyi öğrenmeliyiz. Gerçeklerin bilincinde olmayı önleyecek bir iyimserlikten söz etmiyoruz. Ya da sıkıntı verecek koşulları yaşamımıza çekecek kadar kötümser olmaktan da bahsetmiyoruz.

Tecrübelerin tüm yönlerini görebileceğimiz şekilde düşüncelerimizi eğitmeliyiz. Eğitmeliyiz, çünkü ancak böylelikle duygularımızın hazırlığını yapabiliriz. Felsefi yorumlarımıza ek olarak, psikolojinin alanına giren korku koşullanmasının varlığından da söz edebiliriz. Korku koşullanması, diğer şartlanmalardan farklı olarak bir kerede gerçekleşir. Bu da gösteriyor ki, o, oldukça güçlü bir duygudur. Biraz önce değindiğimiz düşünsel gelişimin önemi bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Korktuğumuz anın farkındalığı

içinde olup, hemen bu korkuyu yaratan düşünce kalıplarını gözden geçirmeliyiz.

Öncü düşünce kalıpları genellikle “Bir şey gerçekleşecek, ama istediğim yönde değil. Hiçbir şey umduğum, beklediğim gibi olmayacak.”

şeklindedir. Bu düşünceleri “Belki de olaylar istediğim yönde gelişebilir.

Gelişmese bile önemli olan benim olaylara bakış açımdır. Ayrıca, her şey her an benim istediğim gibi olmayabilir. Benim hayrıma olan şeyler, zaten yaşamıma bir şekilde girecektir. Her şey, Allah’ın belirlediği gibi benim hayrıma olacak şekilde gerçekleşecektir. Bu yüzden kendi doğamı çok fazla zorlamadan, güzel düşünceleri taşımaya devam etmeliyim.” şekline dönüştürmeliyiz. Öyle düşünüyoruz ki, düşünsel gelişim bu dönüşümü gerektirmektedir. Korkunun, sevgiye ve yapıcı boyuta döndüğü an, yaşam sevincimiz de yükselecektir. Daha mutlu, huzurlu bir hayat da bizim olacaktır.

Korkuya dair açıklamalarımızı yaparken, onun güveni zedelediğini söylemiştik. Düşünce kalıplarımızı gözden geçirme sürecinde, her şeyin hayrımıza olacak şekilde gerçekleşeceğini unutmamalıyız. Đşte, güven de olanın olması gerektiği gibi gerçekleşeceğinin bilincinde olmakla ilgilidir.

Spinoza, güvenin geçmiş ya da geleceğe yönelik şüphe taşımamak olduğunu belirtir. Ayrıca filozofumuz, güveni sevincin bir çeşidi olarak değerlendirir.

Umutsuzluk da güven gibi şüphe etmemekten kaynaklanmaktadır.177 Ancak umutsuzluk ile güven arasındaki ayrım, umutsuzluğun kederin bir çeşidi olmasına dayanır. Spinoza’ ya göre güven umuttan, umutsuzluk ise korkudan kaynaklanmaktadır. Her ne kadar şüphe etmesek de, umutsuzluğumuzun ardında bir korku vardır. Şüphe etmemek, bir şeyin hangi yönde gerçekleşeceğini kesin olarak bilmek değildir. Şeylerin nasıl olacağının kesin bilgisine sadece Allah sahiptir. Bizler sadece, kendi sınırlı doğamız çerçevesinde düşüncelerimizi geliştirmekle sorumluyuz.

Şeylerin Allah’ın belirlediği şekilde hayrımıza olarak gerçekleşeceğinin bilincini taşımak, şüphe etmemektir.

177 Spinoza, Etika, s. 185, Cümle 15

Gelişme ve haz duyma, “ umut etmeden meydana gelen geçmiş bir şeyin fikriyle birlikte olan sevinçtir.”178 Geçmişimize bakarak umudumuzla beslediğimiz hoş bir yaşantıyı değerlendirirken, sevinç duyarız. Hoş yaşantılarımızdan, istediğimiz yönde gelişmiş şeylerden haz duyarız. Bu şeyler, gelişimimize katkıda bulunurlar. Geçmişimizi irdelediğimizde, umut besleyerek güzelliklerle nasıl karşılaştığımızı görmek, şimdiki zaman için veri niteliğindedir. Yani, geçmişin haz verici yaşantıları kendimizi geliştirmemiz için fırsat olabilir. Yeter ki, bu fırsattan istifade etmeyi başarabilelim.

Böylelikle gerek yaşadığımız anı gerekse geleceğimizi şekillendirmek adına adım atmış oluruz.

Spinoza’ ya göre şuur daralması, “umudumuzun aksine olarak meydana gelen geçmiş bir şeyin fikriyle birlikte olan kederdir.”179

Umut ettiğimiz biçimde olmamış bir şeyi düşününce hemen hepimiz kederleniriz. Ancak, kişiliğimizi geliştirmek için nasıl ki geçmiş hoş yaşantılar birer fırsatsa, bizi kederlendiren şeyler de fırsat olabilmektedir. Geçmişimizde belki de yaptığımız hatalar sonucu ya da elimizde olmayan şeyler nedeniyle bazı olaylar yaşamışızdır. Fakat, bu demek değildir ki, onların bize hiçbir katkısı olmamıştır. Şimdimize ve geleceğimize yön vermek için sevinçlerimiz gibi kederlerimiz de zengin birer veridir. Tecrübelerimiz her iki bakımdan da anlam kazanmaktadır. Geriye dönüp baktığımızda, hep sevindirici şeylerle yüzleşmiyoruz. Bazen kederleniyoruz, bazen hüzünleniyoruz.

Sevincin de, umudun da, umutsuzluğun da, hüznün de bizi aydınlatan ve geliştiren yönleri vardır. Peki, bu yönü nasıl keşfedeceğiz?

Geçmişimizin dökümünü yaparken “Bana hangi yaşantım, ne kattı?, Sadece sevincim ve umudumla mı bu güne geldim?, Beni ben yapan yalnızca hoş yaşantılarım mıdır? Bu noktaya gelmemde kederimin, hüznümün, umutsuzluğumun hiç mi payı yok?” sorularını kendimize sormalıyız.

Göreceğiz ki, çok da çaba harcamadan yanıtlar kendiliğinden gelmeye

178 Spinoza, Etika, s.185, Cümle 16

179 Spinoza, a.g.e., s.185, Cümle 17

başlayacaktır. Yanıtları aldığımız vakit, bizi biz yapanın yaşantılarımızın –hoş ya da nahoş ayrımı yapılmadan- toplamı olduğu ortaya çıkacaktır.

Spinoza, üstün değerlendirmeyi sevginin bir eseri olarak, aşağı değerlendirmeyi de kinin bir eseri olarak görür.180 Biz, sevdiğimiz bir şeye ya da birine hak ettiğinden daha fazla değer yüklüyorsak onu üstün görüyoruz demektir. Yani, gereğinden çok değer yüklemelerimizin arka planında sevgi bulunmaktadır. Aşağı değerlendirmede ise kin duyduğumuz bir şeye hak ettiğinden daha az değer vermekteyizdir. Üstün değerlendirmek ya da üstün görmek sevgi temelli idi.

Aşağı görmek ya da aşağılamanın temelinde ise kin vardır. Bir şeyi üstün görmek, onun erişilmez olarak görülmesine sebep olabilir. Bu açıdan yanıltıcı bir yönü de vardır. Bir şeye çok fazla değer atfedip, onu gözümüzde büyüterek ulaşılmaz kılabiliriz. Sonuçta artık hayatın başka güzelliklerini, farklı süreçlerini göremez oluruz. Bir şeyi aşağılamanın da sağlıklı bir duygu olmadığını düşünüyoruz. Çünkü, arka planında kin olan bir duygu, bizi rahatsız eder. Başkalarını aşağılamak ya da üstün görmek yerine kendimize yönelerek bir takım değerlendirmeler yapmalıyız. Önce kendi gücümüzü fark etmeliyiz. Kendi yeteneklerimizin bilincinde olmalıyız. Gücümüz ve yeteneklerimizi üstünlük olarak da görmemeliyiz. Çünkü herkesin farklı yetenekleri vardır. Herkes kendini geliştirme gücüne sahiptir. Üstünlük yeteneğe sahip olmakla değil, bu yeteneği ne yönde kullandığımızla ilgilidir.

Kendi eksikliklerimizi, hatalarımızı da gözden geçirmeliyiz. Bu aşamada başkalarının da bizim gibi güç, yetenek ve eksiklikler taşıdığını bilirsek kimseyi aşağılamayız ya da üstün görmeyiz.

Haset, insanların mutluluğundan rahatsız olmaktır. Mutsuzluğuna ise sevinmektir. Hasedin temelinde kin vardır.181

Şefkat, hasede karşıt bir duygudur. Đnsanların mutluluğuyla mutlu oluşumuz, şefkatli olduğumuzun bir göstergesidir. Şefkatli biriysek, insanların

180 Spinoza, Etikas. 186, Cümle 21-22

181 Spinoza, , a.g.e, s. 187, Cümle 23

başına gelen bir kötülüğe üzülürüz. Şefkat, kanaatimize göre sevginin bir göstergesi ve eyleme dökülmüş halidir. Đnsanların mutluluğuna sevinmemiz, iyi niyetimizi ortaya koyar. Başkalarının acısından mutlu olmak, onların mutsuzluğunu kendi mutluluğumuz yapmak aciz bir insan olduğumuzu gösterir. Haset duyan birisi, zaten iç dünyasında mutlu değildir. Sağlıklı bir

başına gelen bir kötülüğe üzülürüz. Şefkat, kanaatimize göre sevginin bir göstergesi ve eyleme dökülmüş halidir. Đnsanların mutluluğuna sevinmemiz, iyi niyetimizi ortaya koyar. Başkalarının acısından mutlu olmak, onların mutsuzluğunu kendi mutluluğumuz yapmak aciz bir insan olduğumuzu gösterir. Haset duyan birisi, zaten iç dünyasında mutlu değildir. Sağlıklı bir

Benzer Belgeler