• Sonuç bulunamadı

10 Numaralı Sivrihisar Kadı Sicili çeviri yazısı ve tahlili

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "10 Numaralı Sivrihisar Kadı Sicili çeviri yazısı ve tahlili"

Copied!
365
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

10 NUMARALI SİVRİHİSAR KADI SİCİLİ ÇEVİRİ YAZISI VE TAHLİLİ

İsmail KALAYCI

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Eskişehir Eylül, 2013

(2)

ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTİSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

İsmail Kalaycı tarafından hazırlanan 10 Numaralı Sivrihisar Şer’iye Sicilinin Türkçe-Yazı ve Tahlili başlıklı bu çalışma ../../…. tarihinde Eskişehir Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliğinin ilgili maddesi uyarınca yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak, Jürimiz tarafından (Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Bilim Dalında Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Başkan ……….

Üye ……….

Üye ……….

Üye ……….

Üye ……….

ONAY …/ …/ 200…

(İmza)

Enstitü Müdürü

(3)

(H.1287-1294 / M.1870-1878)

KALAYCI, İsmail Yüksek Lisans -2013 Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Selahattin Önder

Bu çalışma Osmanlı Devleti'nin mahkeme kayıtlarını kapsayan şer'iye sicillerinden Sivrihisar'a ait on numaralı defterin transkribe edilmesi ve değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Bu sayede çok değerli bir materyal istifadeye sunulmuş olacaktır. Defterin bu günkü alfabe ile yazımı sırasında basit transkripsiyon kuralları uygulanmıştır. Transkripsiyonu yapılan metindeki hükümler, tarihsel bakış açısı ile değerlendirilmiştir. Konuyu tamamlamak bakımından Osmanlı hukuk sistemi ile ilgili bir takım kavramlar tanıtılmış ve Sivrihisar'ın tarihi hakkında kısaca bilgi verilmiştir.

Çeşitli konularda üç yüz yirmi adet hükmün yer aldığı defter, dönemin siyasi, sosyo-ekonomik, askeri ve kültürel yönleri hakkında fikir vermektedir. Bu bilgiler ışığında Osmanlı Devleti'nin merkez dışındaki uygulamaları ve Sivrihisar şehrinin Osmanlı tarihindeki önemi de ortaya çıkmaktadır.

(4)

(Muslim Calendar: 1287-1294 / Gregorian Calendar:1870-1878)

İSMAİL KALAYCI Master-2013 Contemporary History

TUTOR: Asistant Profesor Selehattin ÖNDER

This study aims to transcribe and evaluate the notbook no: 10 which contains sheriah judical records of Sivrihisar City of Ottoman Empire. Transcription and evaluation of this material may present a valuable source for further resarches.

Simple transcription rules were used during the rewriting of the material with current Turkısh alphabeth. Verdicts in the text were evaluated by a historical we point.

Some concepts considering Ottoman Legal System were explained and a short history of Sivrihisar City was included to make the subject more clear.

The notbook which contains 290 verdicts gives some idea about politics, sosyo- economics, military and culturel aspects of the era. Through these information, social implementations of the Ottoman Empire apart from the center may be comprehended better and importance of the city can be seen.

(5)

İÇİNDEKİLER………...iii

KISALTMALAR ……….………....……….. iv

EKLER LİSTESİ………..v

ÖNSÖZ……… …………. vi

GİRİŞ………...………...1

I.BÖLÜM ŞER’İYE SİCİLLERİ, KADILAR VE SİVRİHİSAR TARİHİ 1.1. Osmanlı Devleti’nde Şer’iye Mahkemeleri ve Kadılar……...……....…...3

1.2. Şer’iye Sicilleri………...…....………..……….8

1.2.1. Şer’iye Sicillerindeki Belge Çeşitleri………..11

1.2.1.1. Kadı Tarafından Yazılan Belgeler……….11

1.2.1.2. Diğer Makamlardan Gelen Belgeler……….12

1.3. Dünden Bugüne Sivrihisar………...14

II.BÖLÜM 10 NUMARALI SİVRİHİSAR ŞER’İYE SİCİLİNİN TANITIMI VE SONUCU 2.1. Defterin Fiziksel Özellikleri, İçeriği, Değerlendirme ve Sonuç………...……...21

2.2. Sicilin Konularına Göre Tasnifi…..……….29

2.3. 10 Numaralı Sivrihisar Şer’iye Sicilinin Konularının Özetleri…………..…….35

(6)

SİCİLİN ÇEVİRİ YAZISI

SİCİLİN ÇEVİRİ YAZISI ……….………….………..…92 KAYNAKÇA………346

EKLER………..348

(7)

H. : hicri M. : miladi

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı No’lu : numaralı

s. : sayfa vb. : ve benzeri vs. : ve saire a.g.e. : adı geçen eser

(8)

Ek-1: Kayıtların Nevi ve İktisap Sütununda Geçen Hisse Oranları/ Arapça Bayağı Kesirler

Ek-2: Eski Kayıtlarda Bulunan ve Değişik Yörelerde Kullanılan Mahalli Ölçüler Ek-3: Kayıtlarda Yer Alan Takvimler ve Bunların Bugünkü Karşılıkları

(9)

Devleti'nde Şer'iye Mahkemeleri, yargı faaliyetlerinin önemli kısmını kapsar.

15,yy'ın ikinci yarısından, devletin sona ermesine kadar geçen yaklaşık beş asırlık süre içerisinde insanlar arasında meydana gelen hukuki uyuşmazlıklar dil, din ve renk ayrımı yapılmaksızın çözüme kavuşturulurken, yapılan yargılama belli usul ve prensipler çerçevesinde kayıt altına alınmıştır. Osmanlı yargı sisteminde ve şer'iye mahkemelerinde önemli bir yeri olan kadıların vermiş oldukları i'lam, hüccet ve görevleri gereği tuttukları çeşitli kayıtlatı içeren bu belgelere, “Şer'iye Sicili”

denilmektedir.

Şer'iye Sicilleri, yalnız Osmanlı hukuk tarihi açısından değil ekonomik, sosyal, siyasi, dini ve askeri tarih açısında da birinci derecede kaynak durumundadır.

Bunun yanında her il ve ilçe merkezindeki Şer'iye Sicilleri, yerel tarihlerin yazılması için en güvenilir tarih kaynaklarıdır. Şer'iye Sicilleri ait oldukları devrin tarih aynasıdır.

Ülkemizde ve komşularımızın arşivlerinde halen el atılmamış binlerce şer'iye sicili bulunmaktadır. Gerek genel tarih, gerekse hukuk tarihimizin sağlam bir zemine oturabilmesi için bu defterlerin akademik düzeyde ele alınıp gün ışığına çıkarılması gerekmektedir. Bu yüksek lisans tezi çalışması ile bu defterlerden biri gün ışığına çıkarıldı. Elde ettiğimiz veriler, bilinenleri teyit ettiği gibi yerel açıdan pek çok değerli bilgiyi de ortaya koymuştur.

Çalışmalarımda yönlendirici desteğinden faydalandığım kıymetli hocam Yrd.

Doç. Dr. Selahattin Önder'e ve Yrd. Doç. Dr Mehmet Topal'a; teşekkür ederim.

01.08.2013 İsmail KALAYCI

(10)
(11)

GİRİŞ

Tarih, ancak belgelere dayandığında bilimsel bilgi ortaya çıkar dolayısıyla bu belgeler ışığında tarih yazmak, geleceğe karşı sorumluluk isteyen bir görevdir.

Nitekim Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi; “ Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” Hatırlatmaya gerek yoktur ki, tarihçi bu esaslar çerçevesinde tarafsız olmalı ve kişisel önyargılarını tarihe yansıtmamalıdır. Olay ve olguları incelediği zamanın koşullarını göz önüne alarak değerlendirmelidir.

Arşivlerimizde yer alan Şer'iye Sicilleri tarihe çok yönlü ışık tutması bakımından oldukça önemlidir. Bu kıymet sadece bizim için değil, halen o bölgelerde yaşayan insanlar için de geçerlidir. Sosyal ve ekonomik tarihin önemli kaynaklarından olan Şer'iye Sicilleri taşra teşkilatının işleyişi, taşrada meydana gelen ve gelişen olaylar, toplumsal yapı, devlet-halk ilişkileri hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Dolayısıyla sadece genel Osmanlı tarihi için değil yerel şehir tarihleri için de Şer'iye Sicillerinin çok önemli bir bilgi kaynağı olduğundan şüphe yoktur.

Defterin ait olduğu Sivrihisar, Ankara vilayetine bağlı durumda idi. Şu anda ise Eskişehir'e bağlı bulunmaktadır. 10 numaralı Sivrihisar Şer'iye Sicili, H.1287- 1294/ M.1870- 1878 yıllarına aittir. Sultan Abdülaziz’in tahtta bulunduğu ve devamında Sultan Abdülhamit’in tahta geçişiyle devam eden o yıllar, Osmanlı devletinin çöküş dönemine rast gelmektedir.

Sicil 67 varaktan ( yani bazı sayfaları boş olduğundan dolayı 131 sayfa) ibaret olup içinde 290 adet hüküm kaydedilmiş bulunmaktadır. Baş sayfalarda mal alım satım davalarının çok olduğu görülen sicilin sonlarına doğru ise emirnâme, nizamnâme, şukka, verâset davaları, nikâh akdi ve nafaka davaları gibi davalar bulunmaktadır.

(12)

Sicilin sayfalarının numaralandırılmasında defter mikrofilmden A3 kâğıdına fotokopi çekildiği için her bir varak iki sayfa olarak addedilmiştir.

Metnin bugünkü alfabe ile yazımı sırasında basit Türkçe çeviri kuralları uygulanmış, ayın, hemze, uzun sesli harfler, apostrof işaretleri ile ses değerleri verilmeye çalışılmıştır. Okunamayan kelimeler (silik) şeklinde gösterilmiştir. Yeni harflere çevrilmiş metin hazırlanırken aslına müdahale edilmemiş, okuyucuya yardımcı olmak amacıyla sayfa ve hüküm numarası ile hükmün tarihi ve hükmün geniş özeti ve konusu yazılmıştır.

Çalışmamız giriş, üç ana bölümden oluşmaktadır. Sonuç metin değerlendirmesinin içinde yer almaktadır. Girişten sonra yer alan birinci bölümde, Osmanlı hukuk sistemi içinde Şer'iye Mahkemeleri ve kadılar, Şer'iye Sicilleri ile Sivrihisar'ın tarihçesi hakkında genel bir bilgi verilmiştir. İkinci bölümde sicilin tanıtımı değerlendirilmesi ve içerdiği hükümlerin özetleri ve konuları ile sicilin konularına göre tasnifi yapılmıştır. Üçüncü bölümde ise metnin çeviri yazısı yer almaktadır.

(13)

I.BÖLÜM

ŞER’İYE SİCİLLERİ, KADILAR VE SİVRİHİSAR TARİHİ

1.1. OSMANLI DEVLETİN’DE ŞERʿİYE MAHKEMELERİ VE KADILAR

Osmanlı Devleti, İslamiyet'i kabul etmiş ve benimsemiş teokratik bir devletti.

Bu bakımdan diğer İslam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da yöneticiler adalet dağılımını en önde gelen görevlerinden birisi olarak kabul etmişlerdi. Osmanlı Devleti'nin adalet konusunda gösterdiği hassasiyet ve adaletsiz bir devletin var olamayacağı düşüncesi devletin kurulduğu yıllardan itibaren yargı örgütünün oluşturulmasına yol açmıştır.1 Bu yüzden, Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi, 1300 tarihinde kendi adına hutbe okuttuğu Karacaşehir'e Dursun Fakih'i kadı olarak atamıştır. Bundan sonra Osmanlılar fethettikleri her kasaba ve kente hemen kadı atamışlar ve adaletin teminini sağlamaya çalışmışlardır.

Kadılar her ne kadar hukuki işlerle ilgili görevli olarak görünse de, onlar aynı zamanda bulundukları yerde (kaza) yürütme görevini de üzerlerine almışlardır. Belli bir köy grubunun merkezi durumunda olan, siyasi, ekonomik ve kültürel yönlerden de sosyal bir yönetim merkezi anlamına gelen kazalar, aynı zamanda birer kadılık merkezi oluşturuyorlardı.2

Kadılar medrese eğitimi görüp diploma alanlardan tayin edilirlerdi.

Derecelerine göre kadı atamaları da değişik biçimlerde olmuştur. Kadılık atamaları 16. yüzyılın ortalarına kadar kazaskerler ile sadrazama ait iken sonraları yüksek rütbeli müderrisler ile kadılar şeyhülislamca, kaza kadıları ile ufak rütbeli müderrisler kazaskerlerce atanmışlardır. Ancak Anadolu ve Rumeli kazaskerleri kendi yetki alanları dışındaki yerlere kadı ataması yapamamıştır. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında kazaskerlerin kadı tayin yetkisi tamamen ellerinden alınmış ve kadılar şeyhülislamın arzı ve padişahın irade-i seniyesiyle tayin edilmeye

1Yaşar Şahin Anıl, Osmanlı'da Kadılık, İletişim Yayınları, İstanbul 1993, s.11.

2Yaşar Şahin Anıl, A.g.e, s.33-34.

(14)

başlanmıştır. Bir kazaya tayin edilen kadıya, memuriyete uygun ve izinli olduğuna dair padişah tuğrasını içeren bir berat verilir ve aynı zamanda mensup olduğuu kazaskerden de mühürlü bir mektup alarak görevine giderdi.3

Kaza kadılarının görev süreleri iki yıldı. Daha sonra bu süre 4 ay kısaltılarak 20 aya indirilmişti. Görev süresini dolduran kadı, İstanbul'a gelerek her çarşamba günü mensup olduğu kazaskerin dairesine devam ederdi. Bu süre iki yıl kadar olup

“zaman-ı infisâl” olarak adlandırılmıştır. Süresini doldurup sırası geldiğinde tayin edilmesine de “zaman-ı ittisal” denilmiştir.4

Her kadı kendi kadılığındaki davalara bakabilmekteydi. Yargılamayı Hanefi mezhebinin kurallarına göre yapmasına rağmen taraflara dört mezhepten hangisine göre davaya bakılmasını istediklerini sorup cevaba göre bu isteğe uymak zorundaydı.

Osmanlı şehirlerinde resmi bir mahkeme binası mevcut değildir. Genellikle kadının evi mahkeme olarak kullanılmıştır. Halk davayı serbestçe izleyebildiği için bir evden çok mahkeme binası niteliği kazanmıştır. 19. yüzyıl ortalarına kadar İstanbul kadısının bile belli bir binası olmamıştır. Kadının konağı mahkeme olarak kullanılmıştır. 1836 da İstanbul Kadılığı Mahkemesi Edirnekapı'da iken, ertesi yıl kadının değişmesiyle mahkeme binası bu kadının Ayasofya'daki konağı olmuştur. II.

Mahmut döneminde Şer'iye Mahkemeleri ve kadılar ile ilgili bir takım düzenlemeler yapılmıştır. 1837'de İstanbul kadısının makamı Bâb-ı Meşihât'taki boş odalara taşınmış ve ilk kez resmi bir mahkeme binasında yargı görevi devam ettirilmiştir. Her ne kadar kadının kendi evi de olsa, resmi bir bina özelliği de kazansa, mahkemelerin dokunulmazlığı her dönemde öne çıkmıştır. Örneğin 16. yüzyılda Manisa'da bir kısım halk ayaklanıp da kadının mahkemesini bastıklarında, baskının haksızlıktan ileri gelip gelmediğine bakılmaksızın şiddetle cezalandırılmışlardır.5

3İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti'nin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984, s.

87-105

4Ahmet Akgündüz, Şer'iye Sicilleri, Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları, İstanbul, 1988, s. 70.

5 İlber Ortaylı Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, Turhan Kitapevi, Ankara 1995,s. 50-51.

(15)

Osmanlılarda da diğer İslam devletlerinde olduğu gibi şer'i ve örfi davaların görüldüğü yere Şer'iye Mahkemesi denilmiştir. Bir yerde bu mahkemelerin kurulması, padişah beratıyla tayin edilmiş bir kadının ya da onun atadığı bir naibin bulunmasına bağlıdır. Her sancak çeşitli kadılıklara ayrılmış olup mahkemeler şehir ve kasabalarda kurulmuştur. Kadının mahkeme merkezini keyfi olarak değiştirme hakkı yoktur.

Şer'iye Mahkemeleri, şer'i hukuk alanına giren her türlü davayı görüp hükme bağladığı gibi, noterlik görevi, vasiyetlerin düzenlenip yerine getirilmesi, vakfiyelerle ilgili düzenlemeler, sözleşme ve senetlerin hazırlanması vb. işleri de yapmıştır. Bunun yanında kadı örfi hukukun uygulanmasından da sorumlu olduğundan, mali işler, kişiler ve devlet arasındaki taahhüt ve iltizam işlerinin düzenlenmesi, vergi mükelleflerinin belirlenmesi, vergi kanunlarının ve her türlü yasak namenin uygulanmasını sağlamak da mahkemelerin görevleri arasında yer almıştır. 6

Şer'iye Mahkemeleri’nde açıklık, yani dinleyicilerin hazır bulunması temel prensipti. Nitekim İslam hukukuna göre açıkta meydana gelmeyen duruşmalar şaibeliydi. Mahkemelerdeki zabıt defterlerine şahitlerin yani takip edenlerin isimleri de yazılırdı. Bu kişilerin niteliği davaya göre değişirdi. Bazı davalarda şehir kethüdası, müderrisler, yeniçeri ihtiyarları ve esnaf ileri gelenleri bu üyeler arasında yer almıştır.7

Kadı taraftarlar arasında din, dil ve renk farkı gözetmeksizin eşit davranmak zorundaydı. Babasının ve birinci derecede yakınlarının taraf olduğu davada hüküm veremezdi. Hasta, aç ve aşırı yorgun olmadıkça hiçbir dava müracaatı geri çevrilmezdi. Tarafların öneri, ifade ve cümlelerini dinlemekten ve dikkate almaktan çekinilmezdi. Kadı kimseye kaba davranamaz, taraflarla kişisel yakınlık kuramaz, onlarla gizlice konuşamazdı. Celse sırasında espri, jest, mimik ve işaret yapamazdı.

Celse hiçbir kuvvet tarafından engellenemezdi ve ihlal edilemezdi, hatta padişahın

6 Halil İnalcık, “Mahkeme”, İslam Ansiklopedisi, C. VII, MEB, İstanbul,1993, s. 149-151.

7İlber Ortaylı, a.g.e, s. 53.

(16)

kendisi bile celseye müdahale edemezdi.8

Kadı, celsede hazır olmayan taraf aleyhine hüküm veremezdi. Ancak tarafların vekil ile temsili mümkün idi. Batı hukukunda benzer görevleri üstlenen avukatlık kurumu, Osmanlı hukukunda bulunmamakla beraber vekillik yaygın bir uygulama alanına sahipti. Özellikle kadınların taraf olduğu davalarda bir yakınının onun vekili olarak mahkemede davayı takip ettiği sıklıkla görülmüştür.9

Kadı, yargılama esnasında önce davacının ve davalının iddialarını dinlerdi.

Daha sonra davalıya, davacının iddiasıyla ilgili sorular sorardı. Eğer davalı davacının iddiasını kabul ederse karar aşamasına geçilirdi. Hem ceza, hem de özel hukuk alanına giren davalarda, davalının itirafı çok önemliydi, bu nedenle hemen zapta geçirilmesi gerekliydi. Eğer davalı iddiayı reddederse bu durumda kadı davacıdan iddiasını ispatlamasını ister. Davalarda yazılı belgeler ispat aracı olarak makbul değildi. Nitekim bu belgeler üzerinde tahrifat ve sahtekârlık yapılmış olabilirdi. Bu nedenle yazılı belgelerin iki şahit tarafından onaylanması gerekirdi. Davacı iddiasını kanıtlayamazsa, onun talebi üzerine kadı davalıya yemin etmesini emrederdi. Eğer davalı yemin ederse dava düşer, yemin etmeyi reddederse bu durumda karar davacı lehine verilirdi. İslam hukukunda en çok başvurulan ispat aracı, şahitlik ve davalının itirafıdır. Kadı, şahitlerin getirdiği kanıta hiçbir şart ve sınır koymaksızın inanmak zorundaydı. Bu durum özellikle taşrada belirli nüfuz gruplarının yalancı şahitlik ile davayı saptırmalarına ve adaleti yanıltmalarına sebep olmuştur.10

Kadılar yargı görevinin yanı sıra idari, askeri, mülki görevleri de üstlenmişlerdir. Çarşı pazarı, satılan malları, bu malların özelliklerini ve fiyatlarını denetleyen, narh koyan ve bugün belediyeler tarafından yapılan her türlü görevi yerine getiren bir yerel yönetici konumundaydı. Aynı zamanda vakıfların şartlarına uygun yönetilmesini, vergilerin kanunnamede belirtildiği gibi toplanmasını denetleyen, imam, hatip, vaiz gibi görevlileri tayin eden, paranın ayarını kontrol eden,

8Ahmet Akgündüz, a.g.e, s. 70-71.

9M.A. Aydın, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım-Yaıncılık, İstanbul 1996, s. 89-90.

10İlber Ortaylı, a.g.e, s. 56-59

(17)

has ve tımarları teftiş eden bir kamu görevlisiydi. Bunun yanında ordunun sefer sırasında ihtiyaç duyduğu malzemelerin temini konusunda lojistik bir görev üstlenilmiştir. Kadı, bütün bu yaptığı işlerle yargı ve yürütmeyi bünyesinde birleştirmiş durumdaydı. Bu durum tanzimat dönemine kadar devam etmiş, bu dönemden sonra kadıların idari görevleri vali, kaymakam gibi görevlilere devredilerek sadece kazai görevleri sürdürülmüştür.

Kadıların yargı görevlerini yerine getirirken birtakım yardımcılara ihtiyacı vardı. Bunları nâib denilirdi. Şahitler bir tür bilir kişi ve imza ile onay yetkisi olan memurlar olarak “şuhûdu'l – hâl” adıyla tanımlanmaktaydı. Bu görev sürekli resmi bir görev olarak sayılmazdı. O kaza bölgesinin ileri gelenlerinden seçilir, davanın işleyişine ve karara hiçbir şekilde müdahale etmez, sadece kadıların adil karar vermelerinde varlıkları dolayısıyla etkili olurlardı.11

Tanzimat dönemi ile birlikte Osmanlı hukukî yapısı önemli ölçüde değişti.

1840'ta Ticaret Mahkemeleri, 1864'te Nizamiye Mahkemeleri kuruldu. Nizamiye Mahkemeleri, Ticaret Mahkemelerinin yetkisine giren davalar ile Şer'iye Mahkemelerine bırakılan aile, vakıf, miras davaları ile kısas ve diyet işleri hariç medeni hukuk ve ceza davalarına bakmakla görevlendirilirdi. Bu durum kadıların yetkilerinin azalmasına yol açmıştır. 1850'de ticaret kanunu, 1867'de ceza kanunu ve 1869-1876 yılları arasında İslam dünyasının ilk medeni kanun ve borçlar kanunu olan “Mecelle” hazırlandı. 1917'de Şer'iye Mahkemeleri, Adliye Nezaretine bağlandı.

Türkiye Cumhuriyeti, 3 Mart 1924'te halifelik ile beraber Şer'iye Mahkemelerini de kaldırdı ve 1926'da İsviçre Medeni ve Borçlar Kanunu ile İtalyan Ceza Kanunu kabul edildi.12

11M.A. Aydın, a.g.e, s. 90-92.

12Ç. Üçok, A. Mumcu, G. Bozkurt, Türk Hukuk Tarihi, Savaş Yayınevi, Ankara 1996, s. 276-306.

(18)

1.2. ŞERʿİYE SİCİLLERİ

Şer'iye Sicilleri, mahkeme kararlarının tutanak defterleri demek olup hukukun bütün alanlarına ilişkin ve şer'i hükümlere uygun olarak verilmiş mahkeme kararlarını içeren belgelerdir. Bu siciller yalnızca birer mahkeme defteri olmaktan çok, ait oldukları devrin aynasıdır. 15. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen süreçte Şer'iye Sicilleri, Türk kültürünün bütün öğelerini kapsayan: tarih, siyaset, askeriye, hukuk, sosyo-ekonomik yapı açısından birinci derecede kaynak görevi görmektedir.13

Kişilerin, toplulukların veya kurumların gerek kendi aralarında, gerekse biri ile öteki arasında meydana gelen her türlü anlaşmazlıkların çözülmesine hukuk dilinde “kaza” denmektedir. Osmanlılarda olduğu gibi, Ortaçağda Yakın Doğu'da kurulan bütün Türk- İslam devletlerinde de merkezi idare tarafından atanan kadılar, kaza faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Ancak bunların büyük bir çoğunluğu günümüze intikal etmemiştir. Selçuklu ve Anadolu Selçuklu dönemini kapsayan defterler tamamen yok olmuştur. Bu devletlerde sicillerin ne şekilde muhafaza edildiği hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Osmanlı Devleti'nde ise bu belgelerin bir kısmı muhafaza edilmiş ve zamanımıza ulaşabilmiştir. Ancak savaş, yangın, su baskını ve iyi muhafaza edilmemesi gibi durumlardan kaynaklanan durumlardan ötürü bazıları kullanılamaz hale gelmiştir.14

Şer'iye Sicilleri kadıların devlet merkeziyle yaptıkları resmi yazışmaları, halkın şikâyet ve dileklerini yerel idarelere ait hukuki düzenlemeler olarak kabul edilen ferman ve hükümleri, en önemlisi de ait olduğu yerin sosyal ve ekonomik hayatını yansıtan mahkeme kararlarını içermektedir.15

13İ.H.Uzunçarşılı, ”Şer'i Mahkeme Sicilleri', Ülkü Halk Evleri Mecmuası, Cilt; V, Sayı; 29, 1935, s.

365-368

14İbrahim Yılmazçelik,” Şer'iye Sicillerinin Bir Merkezde Toplanması Üzerine Bazı Mülahazalar”, 1.

Milli Arşiv Şurası, Tebliğler-Tartışmalar, 20-21 Nisan 1998, s. 159-173.

15Ahmet Akgündüz, a.g.e, s. 12

(19)

Şer'iye Sicilleri’nde bulunan kayıtlar şöyle listelenebilir:

• Merkezden gönderilen her türlü ferman, berat ve mektuplar.

• Beylerbeyi, sancakbeyi gibi görevlilerin çeşitli konularda sancak ve şehir sorunlarını çözmek için yayınladıkları buyruklar.

• Kadıların çeşitli konularda merkeze gönderdikleri i'lâmlar ile şehir yönetimindeki kişi veya kurumlar arasında doğan anlaşmazlıkları çözmek için

verdikleri hüccetler.

• Şehrin mahalle listeleri, dinî ve sosyal yapıların inşası, bakım ve tamirlerin yapılması, şehirde yürütülen imar faaliyetleri, imar işlerinde kullanılan malzeme ve fiyatları.

• Şehir nüfusunu, nüfusun etnik ve dinî yönden ayrımını, salgın hastalık ve doğal afetleri anlatan belgeler.

• Evlenme, boşanma, kız kaçırma, mehir bağlama, alım-satım, sözleşme ve kefalet senetleri, hırsızlık, kalpazanlık, yaralama ve öldürme ile ilgili belgeler,

• Şehirdeki esnaf grupları, bunların meslekleri, ürettikleri malların çeşitleri, çarşı ve pazarda satılan malların narh listesi, usta ve çırakların yevmiyeleriyle ilgili kayıtlar.

• Sancak ve şehir halkından toplanan vergi miktarları ve bu vergilerin toplanmasında kullanılan avarız hanesi ile ilgili listeler

• Ölen kişilerin meslekleriyle mal varlıklarını gösteren tereke kayıtları, bu kayıtlarda yer alan etnografik eşya listesi.

• İftâ' makamından alınan bazı fetva suretleri.16

Görüldüğü üzere Şer'iye Sicilleri yalnızca birinci elden mahkeme kayıtları değil. O merkezin kalbinde atan çoğu şeyin birinci elden belgesidir. Çoğu kez ayrıntıya inmeden gerçek nedenler açıklanarak bildirilir. Merkezin herhangi bir yerinde meydana gelmiş, mahkemeye aksetmiş küçük ya da büyük her olayın kaydını içeren bu belgeler tarihimiz açısından çok önemli bir yere sahiptir. Şer'iye Sicillerinin genel tarihe olan katkılarının yanında, hukuk tarihi bakımından aile, miras, kamu ve özel hukuka dair veriler elde edilmesini sağlamaktadır. Örneğin aile hukuku ile ilgili

16İbrahim Yılmazçelik, a.g.e, s.161-162.

(20)

kayıtlardan, Osmanlı' da aile yapısını, nişanlanma, evlenme, boşanma, mal ayrılığı, ebeveynlerin çocuklar üzerindeki hak ve görevleri, boşanma sonrası kadının nafaka, mehir, süknâ, hidâne gibi bir takım haklara sahip olduğunu öğrenmekteyiz. Miras hukukuna ilişkin kayıtlardan, halkın refah seviyesi, kullanılan eşyalar ve sahip olunan malvarlığı, tereke taksimi ve vasiyetler sayesinde ortaya çıkmaktadır. Fıkıh kitaplarında “mu’âmelât” başlığı altında toplanan borçlar, eşya ve ticaret hukukunun uygulamada birbirinden ayrılmadığı, kamu hukuku ve özel hukuka ait bazı sınırlamalar dışında mülkiyet hakkı gibi bir konuda din, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin herkese eşit davranıldığı anlaşılmaktadır. Ceza hukuku gibi önemli bir alanda had, kıyas, tazir, suç ve cezaların nasıl ve ne şekilde uygulandığı, müslümanlar ve gayrimüslimlerin ceza hâkimi karşısındaki durumları Şer'iye Sicilleri’nden öğrenilmektedir. Dolayısıyla Osmanlı hukukunun menşei, İslam hukukunun ne derece uygulandığı, padişahların yasama yetkilerinin sınırları ve örfi hukukun uygulama alanları da Şer'iye Sicillerinin incelenmesiyle ortaya çıkmaktadır,17

Söz konusu sicillerin ekonomik ve askerî tarih açısından da önemi vardır.

Halkın geçim kaynağı, ithal ve ihraç edilen malların niteliği, yetiştirilen tarım ürünleri, üretilen sanayi mamulleri, mevcut sanat ve meslek kolları, halktan toplanan vergiler, paranın enflasyon, devalüasyon seyri doğru olarak yansıtılmıştır. Askeri konularda da ordunun sefere çıktığında konaklaması, erzak ve levâzım gibi ihtiyaçlarının karşılanması, savaşa katılacak dirlik sahipleri ve seferlerle ilgili merkezden eyaletlere gönderilen emirler siyasî ve harp tarihimiz açısından önemli bilgiler vermektedir.18

Toplumların sosyal tarihlerini aydınlatan ana kaynak da Şer'iye Sicilleridir.

Bölgede yaşayan insanların aile yapılarını, evlilik geleneklerini, çocuk sayılarını, sosyal güvenlik kurumlarını, zengin-fakir, müslüman ve zımmî ailelerin sosyal özelliklerini ayrı ayrı sicillere bakarak tesbit etmek mümkündür. Sicillerde yer alan vakfiye kayıtları ve tamirleri dolayısıyla çıkarılan izinnâmelerde adı geçen cami,

17Ahmet Akgündüz, a.g.e, s. 13-15

18Ahmet Akgündüz, a.g.e, s. 15-16

(21)

medrese, han, kale, bedesten, türbe, kervansaray ve hamam gibi birçok imaretin o zamanki varlığı ve durumları, sanat tarihi açısından oldukça önemlidir.19 Kısaca, tarihten coğrafyaya, dilden edebiyata, sanattan folklora çok geniş alanlarda sonsuz ve önemli bilgiler içeren bu defterlerin araştırmalarda kullanılabilmesi için kataloglama, metin yayın ve değerlendirme çalışmalarının yapılması geleceğe karşı bir zarurettir.

Şer'iye Sicilleri belli bir usule göre, dikdörtgen şeklinde boylu ve dar enli olmaktadır. Örneğin 40 cm. boyunda olan defterlerin yaklaşık 16-17 cm. eni bulunmaktadır. Yazı şekilleri çoğunlukla talik kırmasıdır. Kâğıdı çok sağlam, parlak ve âharlı olup mürekkepleri bugün bile parlaklığını korumaktadır. Genellikle defterlerin üzerinde kadıların adlarını bulmak mümkündür.20

Sicillerin yazı dili ilk dönemlerde Arapça ve Türkçe karışıktır. XVII. yüzyılın sonlarından itibaren dil tamamen Türkçeleşmiş ve Şer'iye Sicilleri’nde bir üslup birliği sağlanmıştır. Sicillerdeki kayıtlar genellikle bir sahifenin yarısını geçmediği gibi, bir sahifeye en fazla sekiz kaydın yapıldığı da görülmektedir.21

1.2.1. ŞER'İYE SİCİLLERİNDEKİ BELGE ÇEŞİTLERİ

1.2.1.1. Kadı Tarafından Yazılan Belgeler

Hüccetler: Şer'iye Sicilleri’nde kadının kararını kapsamayan, taraflardan birinin ifadesini ve diğerlerinin de bu ifadeyi onayladığını gösteren ve üst tarafında bunu düzenleyen kadının mühür ve imzasını taşıyan belgelerdir. Bir mahkemenin hüccet belgesi düzenleyip ilgilinin eline vermesi ve bir örneğini de deftere kaydetmesi, o konuda hukuki bir anlaşmazlığın meydana gelmeyeceğini, gelse bile mahkemenin hücceti elinde bulunduranın lehine karar vereceğini gösterir.22

19İbrahim Yılmazçelik, a.g.e, s. 164

20İ.H. Uzunçarşılı, a.g.e, 1935, s. 366

21Ahmet Akgündüz, a.g.e, s. 18.

22Ahmet Akgündüz, a.g.e, s. 21.

(22)

İ'lâmlar: Şer'i bir hükmü ve altında kararı veren kadının imza ve mührünü taşıyan belgedir. Her i'lâm belgesi, davacının iddiasını, dayandığı delilleri, davalının cevabını, def'i söz konusu ise nedenlerini, son kısmında da verilen kararın gerekçelerini ve ne şekilde verildiğine dair kararları kapsamaktadır.23

Şer'iye Sicilleri’nde yer alan bir terim, tarihi seyir içerisinde farklı anlamlar yüklenebilmiştir. Örneğin hüccet, önceleri hem davalar ile ilgili hükümleri içeren, hem de noterlik alanındaki işlemleri içine alan belgeler için kullanılırken, sonraları sadece noterlik alanındaki hukuki işleri kapsamıştır. İ'lâm ise, ilk dönemlerde bazı sorunların alt makamdan üst makama arz edilerek bildirilmesi için kullanılırken, sonraları sonuçlanan davalarla ilgili verilen hükümleri içeren bir belgeye dönüşmüştür.

Mürâseleler: Kadının kendisine denk veya daha aşağı rütbedeki kişi ya da makamlara hitaben kaleme aldığı belgelerdir. Örneğin, merkezden gelen bir ferman ya da buyruldu üzerine herhangi bir sanığın yakalanması için o bölgenin voyvodasına veya kathüdâsına yazılan yazılar mürâsele cinsindendir. Aynı zamanda tayin edildikleri kadılık görevini bir nâibe devretmek için de mürâsele yazılmaktadır.24

1.2.1.2. Diğer Makamlardan Gelen Belgeler

Kadılar, şer'î işlerde görevli oldukları gibi bulundukları bölgede yürütme gücünü de temsil etmektedirler. Bu nedenle kendisine padişah tarafından gönderilen belgelere, beratları; sadrazam, beylerbeyi ve kazaskerkerden gelen buyrulduları ve ilgili devlet teşkilatlarından gönderilen diğer belgeleri sicillere kaydetmişlerdir.25

Osmanlı Devleti'nde Ebussuud'un fetvasına dayanarak geliştirdiği ve temelde şer'-i şerife uymakla beraber ayrıntılarında örfî hukuku esas alan hükümler bulunmaktadır.26 Genellikle tek tanrıya dayalı ilahî dinlerde inançların kaynağı

23Ahmen Akgündüz, a.g.e, s. 29

24Ahmet Akgündüz, a.g.e, s. 38

25İ.H. Uzunçarşılı, a.g.e, 1984, s. 109.

26Ahmet Akgündüz, Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Dicle Üniversitesi Hukuk

(23)

Allah'tır. Bu yüzden toplumu düzenleyen kurallar sadece hukuk kurallarından ibaret değildir. Hukuk kurallarının yanında din, örf, adet ve görenek gibi kurallar da vardır.27 İslam tarihinde Suriye'nin fethinden önce fıkıh ve fakîh tabirleri mevcut değildi. Hicâz için Kur'an hükümleri kâfi geliyordu; bunun için hukukçuya kurrâ, yani Kur'an'ı hıfz eden deniliyordu.28

Şer'iye sicillerine suret olarak kaydedilen merkezden gelen her türlü resmi belge, eski düzenlemelerin gerçek yönlerini ortaya koyan en doğru vesikalardır. Bu belgelerin asılları, bugün Başbakanlık Arşivi'nde bulunan Mühimme, Şikâyet, Tevcihât, Mâliye gibi çeşitli defterlerde kayıtlı olsa da, bu defterler arasında bazı eksiklikler görülmüştür. Dolayısıyla saraydan sâdır olan hükümlerin eksikliklerini şer'iye sicilleri tamamlanacaktır.

Sonuç olarak incelediğimiz Şer'iye Sicilleri ele alınmadıkça Osmanlı Devleti'nin siyasî, sosyal, askeri, ekonomik ve kültürel yapısını bütün gerçekliği ile aydınlatılabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle Şer'iye Sicillerine, tarihçilerimiz tarafından önem verilmesi gerektiği aşikârdır.

Fakültesi Yayınları, Diyarbakır, 1986, s. 143.

27 Faruk Andaç, Ömer Adil Atasoy, Hukukun Temel Kavramları, Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Eskişehir, 1997 s. 9.

28Abdulkadir Altınsu, Osmanlı Şeyhülislamları, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1972, s. 27

(24)

1.3.DÜNDEN BUGÜNE SİVRİHİSAR

Sivrihisar'ın ne zaman kurulduğu belli değildir. Sivrihisar'ın geçmişten günümüze gelen adları ise şu şekildedir; Etiler devrinde Sallpa, Yunan ve Roma devrinde Spalya, klasik devirde Abrustula, Bizanslılar devrinde Jusyinyanus, Kazvini tarihinde Sibrihisar, daha sonra Seferihisar ve daha sonra Sivrihisar olmuştur.

Amuriye tahrip edildikten sonra Amuriye-Mamuriye adlarını almıştır.29

Sivrihisar'a gelen ilk Oğuz boyları şöyledir:

1. Karkın Aşireti: Sivrihisar'a 20 kilometre mesafedeki köyde yerleştirilmiştir.

Aynı adı taşıyan Günyüzü köylerinden Beydilli ile Yörme Köyü arasında Karkın denilen bir yer vardır.

2. Kınık Aşireti: Sivrihisar'a 10 kilometredir. Aynı adı taşıyan köy vardır.

3. İğdir Aşireti: Kınık ve Aktaş arasında bu adı taşıyan bir mevki ve büyük bir harabe vardır.

4. Alaçat veya Alaçoi: Çandır Köyünde bu adı taşıyan bir mevki vardır.

5. İğdeönü- İğdeli: İğdevik Köyü adını bu aşiretden almıştır.

6. İmralı- İmur ve Yölemir

7. Beydilli Aşireti: Günyüzü'nde Yazır denilen yerde oturmuşlardır.

8. Yazır Aşireti: Günyüzü'nde Yazır denilen yerde oturmuşlardır.

9. Büğdüz Aşireti: Günyüzü'nde oturmuşlardır. Halen Ayvalı Köyünün yaylasıdır.30

İlk İslam muhacirleri ise şöyle sıralanabilir:

1. İlk muhacirler Kırım'dan gelmişlerdir.1306-1316 yılları arasında yeniden teşkil edilen Reşadiye, Paşakadın, Karakaya, Yaverviran, Zaferhamit, Ortaklar’a yerleştirilmiştir. Reşadiye köyü dağılmıştır. Diğerleri mevcuttur.

2. 1316 dan 1318 senesine kadar Romanya ve Bulgaristan'dan gelen muhacirler yeniden teşkil edilen İmraniye, Benli kuyu, Benli Yaverviran, Bağçacık, Hamidiyye,

29Tahsin Özalp, Sivrihisar Tarihi, Tam – İş Matbaası, Eskişehir, 1961, s.7.

30Tahsin Özalp, a.g.e., s.8.

(25)

Nasırıyye, Kaymaz yaylası köylerine yerleştirilmiştir. Köylerin hepsi de şu anda mecvuttur.

3. Kafkasya'dan 1320-1321 senelerinde muhacirler gelmiştir. Yakapınar, Süleymaniye köylerine yerleştirilmişlerdir. Konuştukları dil hakiki Türkçedir.

4. Kosova'dan gelen muhacirler 1316-1319 senelerinde gelmişlerdir. Bunlar da Hamid'ü-l Asar mahallesine yerleştirilmişlerdir.

5. XVI. yüzyılda Karaman, Konya, Sivrihisar bölgesine Ermeniler de yerleştirilmişlerdir.31

6. Rusya'dan Kigurk Papasivanüs kabileleri gelmiştir. Onlar Memik ve İlcik dolaylarına yerleşmişlerdir. Daha sonra gelen iki Hıristiyan kabile Hıristiyan köyü denilen yere iskân edilmişler ve Memik ve İlcik taraflarında olan Ermeniler de bunlarla birleşmişlerdir.

7. Yahudiler Kıran Harmanı denilen yerde (Sakarya'nın Porsuk'la birleştiği yer) Tan'ın başmuharririnin yazdığına göre Romanya'dan geldikleri ve 10 Temmuz 1339 tarihli vakıf yazısında da Almanya' dan geldikleri, bunların 93 erkek ve aynı miktar kadından ibaret olduğu ve Almanya'ya geri gittikleri söylenmiştir.32

O zamanın adetlerine göre Müslümanlar şehrin içine Müslüman olmayanlar şehrin dışında otururlardı.

Sivrihisar ve çevresi Frigya döneminden beri bilinen en eski yerleşim yerlerindendir. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde en önemli yolların kavşak noktasındadır. Pessinus'a yakın olarak kurulan Justinianapolis, Bizans askeri güzergâhlarından biri olmuştur.33

Sivrihisar XI. yüzyılda Türklerin eline geçmiştir (1086). Kısa süre sonra yeniden Bizans egemenliğine katılan Sivrihisar'ı Anadolu Selçuklu Hükümdarı I.

31Tahsin Özalp, a.g.e., s.12.

32Tahsin Özalp, a.g.e., s. 13.

33I. Uluslar Arası Dünden Bugüne Eskişehir Sempozyumu, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 2005, s. 437

(26)

İzzettin Mesut (1116-1155) yeniden geri almıştır.34 Siyah kayalarından dolayı bir zamanlar Karahisar adını alan yer daha sonra Sivrihisar adını almıştır35

Sivrihisar II. Kılıçarslan (1155-1192) zamanında Bizans sınırında hızla gelişen Türkmen yerleşmesi sırasında Türk nüfusu artmıştır. Selçuklu kültür düzeyinin zengin olduğu Sivrihisar’ın hangi tarihte kesin olarak Selçuklu sınırı içine alındığı tespit edilememektedir. Bu dönemde Sivrihisar kalesinin etrafında kurulmuş yeni mahallelerde Türklerin iskânına açılmıştır. 1415 yılında Çelebi Sultan Mehmet devrinde Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Sivrihisar 15. yüzyıldan itibaren gelişmiş bir yerleşim merkezi özelliğini göstermiştir. 1486 yılında Sivrihisar'da 24 Müslüman, 1 Ermeni mahallesi bulunuyordu. Eski mahallelerin bir mescit etrafında geliştiği görülmektedir. XV. yüzyılda Sivrihisar kale, han, kervansaray, hamam, pazaryeri, çarşı, kapan, medrese ve ibadethaneleriyle fiziki ve sosyal olarak tam bir

kent niteliğinde idi. Esnaf örgütleri de kentin vazgeçilmez parçalarıydı.36

Sivrihisar ilçesi ünlü kral yolunda bulunan bir kent olması nedeniyle ilk çağdan beri önemini korumuştur. Önceleri ana tanrıça – Kybele (Magna Mater) kültünün bulunduğu Sivrihisar yakınındaki Pessinus (Ballıhisar) merkez durumunda idi. M.Ö. 204 yılında Ana Tanrıça Roma'ya taşınınca kült merkezi yavaş yavaş önemini kaybetti. Buna rağmen Anadolu'da yerli tanrıça olan Kybele'ye ibadet devam etti. Anadolu yaylasında Ana Tanrıça için tahtlar ve sunaklar yapıldı, günün erken saatlerinde buralarda törenler düzenlendi. Roma yolculuğundan sonra Ana Tanrıça'nın ünü imparatorluğa yayıldı. Ayrıca Roma, Ana Tanrıça'yı ülkesinde bulundurduğu için Anadolu halkları üzerinde manevi bir üstünlük kazanmış oldu.

Hristiyanlığın ortaya çıkışından sonra, yeni dini yaymak üzere Anadolu'yu dolaşan havari Saint Paul'ün tüm çabalarına rağmen Kibele kültü Eskişehir ve çevresinde ününü korudu. IV. Yüzyılda Hristiyanlık yörede kesin olarak yerleşince Kybele kültü yasaklanmış, Pessinus'taki tapınak yıkılmıştır. Böylece geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan Anadolu'nun Ana Tanrıça geleneği sona ermiştir. Bizans döneminde kent

34Mükremin Halil Yinanç, Selçuklu Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara 1965, s. 199.

35Besim Darkot, “Sivrihisar”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1966, C.X s. 726-727. Ve Ayrıca Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XXXVII S.289-290

36I. Uluslararası Dünden Bugüne Eskişehir Sempozyumu, a.g.e, s. 437-438.

(27)

tamamen önemini yitirmiştir.

Pessinus M.Ö. 204’te parlak durumunu kaybetti. Kent M.Ö. 25’te Roma egemenliğine geçti ve Roma'nın Gatalya eyaleti sınırlarına alındı. VI. yüzyıla kadar kent Abrustula adı ile anıldı. VI. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus (527-565) kenti yeniden canlandırmak istemiş yeni kurduğu kente kendi adını (Justinianopolis) vermiş, fakat yeni kenti, Pessinus'un olduğu yere değil bu günkü Sivrihisar'ın bulunduğu yere kurmuştur. Kenti kuran imparator Eskişehir yöresine büyük önem vermiş Eskişehir (Dorilaion) kentini de aynı tarihte onarmıştır.37

İmparator kenti kurarken Hititlerin Paila ve Spalşa adındaki yerleşim birimini seçmiş Sivrihisar'ın 16 km. güney doğusunda bulunan Pessinus kentindeki mâbed, tiyatro ve yapıların mermerlerini taş ocağı şeklinde kullanmıştır. Hatta yaptırılan kalede dahi antik kentin taşlarını kullanmıştır. Burası 6 kapılı korunaklı bir kaledir.

Günümüzde ancak kale içindeki su sarnıcı, tahıl ambarı ve yer altı depolarının kalıntıları görülebilmektedir.

Sivrihisar'ın başka yerleşim birimlerinin de Bizans döneminde nüfus artışı gösterdiği anlaşılmaktadır. Buna rağmen Sivrihisar, bölgenin ekonomik merkezi olduğu gibi Bizans askeri yolundaki istihkâm silsilesinin de bir unsuru olmuştur.

Sivrihisar ve dolaylarında Selçuklu sanatının özgün yapıtları da bulunmaktadır. Özellikle Sivrihisar Ulucami (kitâbesine göre yapılışı M. 673/1274) sadece bu yörede değil, Anadolu Selçuklu sanatının bile en seçkin örneklerinden sayılmaktadır. Alemşah Kümbeti ise Selçuklu türbe mimarisinin bütün özelliklerini göstermektedir. Sultanönü sancağının stratejik önemi göz önünde bulundurulursa yol kavşağında bulunan Sivrihisar'ında Selçuklunun önemli kasabalarından olduğu açıktır.38

37Halime Doğru, XV. ve XVI. Yüzyılda Sivrihisar Nahiyesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997, s.7.

38Halime Doğru, a.g.e., s.8.

(28)

Özellikle II. Kılıç Arslan zamanında Bizans sınırında hızla gelişen Türkmen yerleşmesi sırasında Türk nüfusunda artış görülmüştür. Yerleşim birimlerinde ibadethaneler yaptırılmıştır. Örneğin Sivrihisar'ın Gecek köyünde bulunan caminin Selçuklu dönemine ait olduğu düşünülmektedir. Yine Selçuklulardan kaldığı anlaşılan mülk kayıtları ve ahi zaviyeleri de XIII. yüzyılın yarısından sonra bölgenin öneminin arttığının kanıtıdır.

1261 yılına kadar Eskişehir valisi olan Cacaoğlu Nurettin Bey Eskişehir'de yaptırdığı cami için 1272 de Kırşehir’de düzenlediği vakfiyesinde bazı mülk ve çiftliklerini vakıf haline getirdiğini belirtmiştir. Arapça ve Moğolca hazırlanan vakfiyeye göre Sivrihisar'ın Dinekli, Sarıkavak köyleri ile Kaymazda İlyas, Ebi Emre, Emir İlyas ve Sevindik mülklerinin geliri Eskişehir’deki camiye vakfedilmiştir.

Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması üzerine kurulan Karamanoğlu Beyliği Bahadır Han'ın ölümünden sonra, İran Moğol İlhanlılarının fiilen parçalanmış olması üzerine Sivrihisar'ı kendi sınırlarına dâhil etti. Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarındaki olaylarda Sivrihisar ve Beypazarı hep Karamanlı mülkü sayıldı.39

Osmanlı Devleti ile Karamanoğlu Beyliği Anadolu iktidarı için uzun yıllar çarpışmışlardır. Sivrihisar sınırda bulunan bir kent olduğu için sık sık el değiştirmek durumu ile yüz yüze kalmıştır. Orhan Beyin oğlu Süleyman Paşa 1354 de Ankara'yı aldığı zaman coğrafi bağlantısı nedeniyle Sivrihisar'ı da Osmanlı beyliğine dahil etmiştir. Orhan Bey'in (1326-1362) ölümü üzerine Ankara'da büyük etkinliği olan Ahiler, Karamanoğlu’ndan aldıkları destekle Osmanlı Beyliğinden ayrıldılar. Sultan I.

Murat (1362-1389) tahta geçer geçmez bu sorunu çözümlemek üzere Ankara üzerine yürüdü. Karşı koyamayacağını anlayan ahiler Ankara'yı teslim ettiler. (H.763/ 1362) Sivrihisar nahiyesine ait vakıf defterlerinde çok sayıda ahinin adı geçmesi onların burada da güçlü olduklarını göstermektedir.40

39Halime Doğru, a.g.e., s.8.

40Halime Doğru, a.g.e, s.9.

(29)

Osmanlı Devleti’nde Orhan Bey zamanında başlayan genişleme siyaseti, Yıldırım Bayezid zamanında doruk noktasına ulaştı. Anadolu'da toprak kaybına uğramış olan beyler doğuda kurulmuş olan Timur Devleti'nin hizmetine girerek kaybettikleri yerleri geri alma çabasında idiler. Yıldırım Bayezid Ankara Savaşı’nda yenilince Timur söz verdiği gibi Anadolu beylerine topraklarını geri verdi. O sırada Bursa'da nezaret altında bulunan Karamanoğlu Alâeddin Bey'in oğulları Mehmed ve Ali Beyler de beylik merkezine gönderildiler. Timur kendilerine ittifak ederek babalarının mülklerinden başka Beypazarı, Sivrihisar ve Akşehir'i de onlara verdi.

Böylece tam bir bölünmüşlük ve beylik sistemi oluştu.41

Osmanlı tarihçileri ve Bizans kaynakları Timur'a esir düşen Yıldırım Bayezid'i esaretten kurtarıp kaçırmak için oğlu Mehmet Çelebi’nin bir girişimde bulunduğundan söz ederler. Neşri olayın Timur'un karargâhının Sivrihisar'ın Yakapınar mevkiinde bulunduğu sırada olduğunu açıklamaktadır. Fakat bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sivrihisar halkı Karamanoğlu topraklarına dâhil edildikten sonra yeni durumdan memnun olmayarak Yıldırım'ın oğlu Süleyman'a başvurup kaleyi teslim edeceklerini haber vermişlerdir. Bunun üzerine Süleyman o tarafa gitti ise de kale teslim olmadı. O da bir taraftan burasını kurtarıp askerlerinin bir kısmını da Çelebi Mehmet'in elindeki yerleri vurmağa göndermiştir.

Karamanoğlu Mehmet Bey, Emir Süleyman'ın az bir kuvvetle Sivrihisar kuşatmasında bulunduğunu haber alarak onu zor durumda bırakmak istedi ise de başarılı olamadı.42

I. Mehmet tahta geçtiği zaman Sivrihisar halâ Karamanoğlu'nun elinde idi.

Kendilerini Konya Sultanı II. Alâeddin varisi ilan eden Karamanoğulları burayı terk etmek niyetinde değildi. Hatta Mehmet Çelebi'nin kardeşleri ile olan mücadelesini fırsat bilen Karamanoğulları Sivrihisar'ı üs olarak kullanıp Bursa'ya akın yaptı, kenti kuşattı, ulaşabildiği mahalleleri ateşe vererek önemli hasar meydana getirdi.

Mehmet Çelebi ertesi sene yaptığı hazırlıkla önce kuzeye yöneldi. Tam bu sırada Karamanoğlu Mehmet Bey tekrar tecavüz etme hatasında bulundu. 1415 te Konya'ya

41Halime Doğru, a.g.e., s.9.

42Halime Doğru, a.g.e., s,10

(30)

yönelen Mehmet Çelebi Karamanoğullarını yendi ve Sivrihisar'ı aldı.43

Sivrihisar daha önce Ankara vilayetine bağlıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Eskişehir'e bağlanmıştır. Bu yılların salnamelerinde adı Seyitgazi ve Mihalıçık ile birlikte Eskişehir'in kazası olarak geçmiştir. Eskişehir'e uzaklığı 98 km.

dir. 77 köyü ve merkezde 33 mahallesi vardır. Nüfusu yaklaşık bucak ve köyler 26.000, merkez 10.000 toplam 36.000 dir.44

Sivrihisar’da bulunan Ulu Cami önemli tarihi bir eserdir. Selçuklu döneminden günümüze ulaşan ahşap direkli camilerin nadir örneklerinden biridir.

Şehrin merkezinde kapladığı alan ve diğer özellikleri ile ulu kelimesi bu eserde tam anlamını bulur. Dış mekân: 1.394 metre kare, iç mekân 1.240 metre karedir. Kıble duvarına paralel ve 67 ağaç direk üzerine uzanan kirişlerle altı nefli bir yapıdır.

Ortadaki 3, ve 4. nefin tavanları en yüksek olmak üzere 1,2 ve 5,6 neflerin tavanları uzayan konsollar üzerinde ortaya doğru yükseliş meyli arz eder. Tümü Orta Asya çadır mimarisi görünümündedir. 45

43Halime Doğru, a.g.e., s,11

44Suzan Albek, Dorylaıon'dan Eskişehir'e, Dizgi Baskı Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir 1991, s. 25.

45Orhan Keskin, Bütün Yönleri ile Sivrihisar, Bayrak Matbaası, İstanbul 2001, s. 131.

(31)

II. BÖLÜM

10 NUMARALI SİVRİHİSAR ŞER'İYE SİCİLİNİN TANITIMI VE SONUCU

2.1.DEFTERİN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ, İÇERİĞİ, DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Sivrihisar 10 Numaralı Şer’iye Sicili Ankara Milli Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. H. 1287-1294 / M.1870-1878 tarihleri arasını kapsar. Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit dönemlerinin bir kısmını içerir. Elimizdeki fotokopiler A3 kâğıdına mikrofilmden çekilmiştir. Bundan dolayı defterin gerçek ebatları farklılık gösterebilir.

Defter 67 varak ve boş varaklarla birlikte 131 sayfadan oluşmaktadır. Bu sicilde daha çok alım satım hüccetleri, alacak verecek davaları ve verâset davaları yer almaktadır. Bunun yanı sıra emirnâme, ferman, nikâh akdi gibi davalar bulunmaktadır.

Miras hukukunun İslam hukukundaki adı da mirastır.46 Miras bırakana mûris mirası almaya hak kazanana da vâris denilmektedir. Tereke vefat eden kişinin geride bıraktığı malvarlığıdır.

İslam Hukukunda mirasçı olmak için üç şartın bulunması gerekmektedir.

I. Miras bırakanın ölümü veya hükmen kayıp olması

II. Miras bırakan öldüğü zaman hayatta mirasçılarının bulunması III. Mirasçıların kimler olduğunun bilinmesi.47

46Miras: Sözlükte “kök, temel; birinin diğerinden devr aldığı eski durum, bakiye” anlamlarındaki irs (virâse) kökünden türeyen miras kelimesi, çok defa irs ile eş anlamlı olmak üzere “bir şeyin bir kişi veya topluluktan diğerine geçmesi, başkasından kalan, tevaruz edilen şey” manalarında kullanılır. Fıkıh terimi olarak irs ve miras, ölen bir kimsenin mal varlığının âkıbetini düzenleyen kuralların bütününü ifade eder... Müslümanlar, konu hakkında kur'an ve sünnette yer alan

açıklamalar ve oluşan icmâlar yanında sahâbe ve tâbiînden gelen rivayetleri de dikkate alarak kısa zamanda ferâiz ilmini meydana getirdiler. Türkiye diyanet vakfı islam ansiklopedisi C.XXX, s.148.

47A. İ. Özuğur, Medeni Yasadan Önce ve Sonra Türk Miras Hukuku, Seçkin Yayınları, Ankara 2001, s.

41.

(32)

Terekenin vârislere taksiminden önce, cenaze ve defin masrafları ( teçyîz ve tekfîn) terekeden çıkarılırdı. Mûrisin kul hakları denen şahsi borçları yine terekeden ödenirdi. Vasiyetleri yerine getirilirdi ve bütün bu hak ve borçların çıkarılmasından sonra kalan tereke mevcut mirasçılar arasında paylaştırılırdı.48

Defterde de 62 adet miras davası bulunmaktadır. Bu davaların bazılarında miras üzerine anlaşmazlıklar, bazılarında vefat eden kişiden alacaklı olanların açtığı davalar ve verasetler bulunmaktadır. Zımmîlerin kendi dini cemaat hukuklarına tabi olmakta serbest olmalarına rağmen kendi aralarındaki bazı anlaşmazlıklarda Şer'iye Mahkemelerine başvurdukları görülmektedir. Tüm bu davaların özet ve içeriği tezimizin içinde mevcuttur.

Osmanlı Devleti’nde kadılar nikâh akdini kıymakla görevlendirilmiştir. Kadı, nikâhı kıyarak akdi Şer'iye Siciline kaydeder ve nikâh hücceti denilen bir belge düzenlerdi. Ancak nikâh için kadıya başvurmak imkânı her zaman mümkün olmadığından bir süre sonra kadıdan evlendirme izni alan imamlar resmî bir şekilde nikâhta hazır bulunmuşlardır. Bu tamamen örfi hukuktan doğan bir uygulamadır.

Defterde nikâh akdi ile ilgili sadece bir kayıt bulunmaktadır o da 106/1 dir. Bunun sebebi de nikâhın kadılardan çok imamlar tarafından yapıldığının bir kanıtıdır.

Evlenme ile erkeğin kadın üzerinde elde ettiği haklara karşılık olarak, erkeğin kadına bir şey vermesi gerekir ki, buna “mehr” adı verilir. Erkek mehrin bir kısmını evlenme akdi sırasında veya düğünden önce verir. Buna “mehr-i mu’accel” denir.

Geri kalanını da düğünden sonra ya da daha çok evlilik sona erdiğinde verirdi. Buna da “mehr-i mü’eccel” adı verilir.49

Sicilde iki adet boşanma davası (108/3, 124/2) bulunmaktadır. Görüldüğü üzere Osmanlı Devletinde boşanma olayları çok azdır. Ve sicilde de bulunan nafaka

48H. Cin- A. Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya, 1989, s. 121.

49Ç. Üçok, A. Mumcu, G. Bozkurt, Türk Hukuk Tarihi, Savaş Yayınevi, Ankara, 1996, s. 94.

(33)

ve mehr davalarında kadınların aciz durumda kalmamasına çok önem gösterilmiştir.

Osmanlı adalet sisteminde kadın erkek ayrımı yapılmamıştır. Kadınlarda kendi haklarını özgür bir şekilde savunmuş ve sistem herkese adaletli ve eşit davranmıştır. Kadınlarda mirastan hak almışlardır. Sadece incelediğimiz defterde değil, mahkeme sicillerine genel olarak göz atıldığında, Osmanlı toplumunda çok eşle evlilik ve boşanmaların çok olmadığı görülmektedir. Sadece kadınların değil erkeklerinde hakkı bulunmaktadır. Örneğin, kadınlar erkeğe yapması gereken görevlerini yapmazlarsa erkekler de kadınlara dava açabilmektedirler. Örneğin 14/1 de böyle bir dava bulunmaktadır.

Sicilde sadece bir adet cinayet davası bulunmaktadır (54/2). Buradan da anlayacağımız üzere Osmanlı Devleti’nde bu tür olaylara da çok rastlanmamaktadır.

Davaların çoğu alacak, miras, tarla sınırı gibi davalardan oluşmaktadır.

Tarla sınırı ve su ihlali ile ilgili beş adet hüküm bulunmaktadır ( 15/2, 16/1, 52/2, 78/1, 125/3). Fuzuli gasp ve hakkı olmadan mal tasarrufu ile ilgili de on adet hüküm bulunmaktadır. Bunlar genelde davacının lehine sonuçlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin hukuk sisteminde sicilden de anlaşıldığı üzere şahit ve yemin çok önemlidir.

İslam hukukunda borca deyn, alacaklı dâin, borçluya da medîn ya da medyûn denilmiştir. Borç, bir akid veya haksız fiil nedeniyle borçlu zimmetinde sabit olan şeydir. Osmanlı hukukunda alacaklı konumunda bulunan kimselerin hakkının korunması ve alacağının kendisine ödenmesi konusunda devletin yapıcı müdahalesi söz konusudur.50 Bu durumu sicilimizde bulunan borçlu alacaklı davalarında görmekteyiz.

Sicilde 46 adet borçlu alacaklı davası bulunmaktadır. Bunların bazıları mal satımından almaları gereken parayı alamamaları, bazıları vefat eden kişinin kendisine

50H. Cin, A. Akgündüz. a.g.e, s. 163.

(34)

borcu olduğunu iddia eden davalar, bazıları iş karşılığı alması gereken parayı almaması üzerine açılan davalar, bazıları da direk borç verme üzerinedir. Sicilde görülen davalarda bu hususta da senet ve şahit çok önemlidir. Davalarda paranın hemen ödenmesi kararının yanı sıra takside bağlanması kararları da görülmektedir.

Eğer ölen bir kimsenin borcu var ise sicilde bu borç vefat edenin terekesinden kesilmiştir.

Sicilde gayri müslimlerin miraslarını istedikleri şekilde tasarruf edebildiklerini görüyoruz. Örneğin 130/1 de Hıristiyanların miraslarını istedikleri gibi özgürce kullanabilecekleri ile ilgili bir hüküm bulunmaktadır.

Sicilde iki adet hırsızlık davası bulunmaktadır. Bunlardan 111/3 de bulunan davada kendi kardeşinin kocasıyla abisinin mallarıyla birlikte kaçması davası bulunmaktadır. Diğeri ise bir adamın dört nefer tarafından yağmalandığını gösteren 92/1 deki davadır. Görüldüğü üzere hırsızlık ve yağmalamada Osmanlı Devleti’nde çok az görülmektedir.

Sicildeki tereke ve alımın satım davalarından görüleceği üzere bölgede tiftik keçisi yetiştiriciliğinin çok olduğu görülmektedir. Tarımın ve hayvancılığın da ekonominin temelinde olduğu görülmektedir.

Sicilde görülen önemli şeylerden bir tanesi de yetimlere eytam sandıkları kurulduğu ve yetimlerin gelecek ve bakımlarına devletin nasıl önem verdiğini gösteren 5/1 ve 73/1 deki hükümledir. Sahipsiz malların yetim sandıklarına kaldığı görülmektedir. Yetim sandıklarına kayıtlı çocukların takibine de önem verilmiştir.

Buradan da Osmanlı Devleti’nin sosyal bir devlet olduğunu anlayabiliriz.

Osmanlı Devleti'nde vakıflara da çok önem verilmektedir. Vakıf mallarının nasıl kullanılacağına ve kimlerin yönetiminde olduğuna çok önem verilmiştir.

Vakıflar ile ilgili sicilde sekiz hüküm bulunmaktadır.

(35)

Vakıf karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan medeni bir müessesedir.

Toplum hayatı ise, karşılıklı yardımlaşmadan doğar. Müslümanlar, İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren Kur'an ve Sünnet’in emirlerine uyarak yardımlaşmaya başlamıştır.

Vakfın ifâ ettiği fonksiyon, sadece ferdî hayırseverlik değildir. Ayrıca devletin ifa etmekle yükümlü olduğu birçok kamu hizmeti de, özellikle Osmanlı Devleti'nde, vakıf yoluyla ifâ edilmiştir.5123/1 de Habâbe Medresesi’nin vakıf parasının neması ve bir mütevelli tayin ettirilerek vakfın devamının sağlanmasına çalışılmıştı. 27/1 de Hacı Ashap mescidine ait vakıf mülkün kiraya verilerek gelirin mescidin giderlerine harcanarak mescidin ve vakfın devamı sağlanmaya çalışılmıştır. 57/1 de vakıf mülkün arazisinin kiraya verilerek bina inşâsı giderlerine harcanması ve vakfın devamı sağlanmıştır. Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti vakıflara önem vermiştir. Ve vakıfların devamı sağlanmaya çalışılarak halka hizmet eden yerlerin masrafları giderilerek ve mütevelli atanarak bu döngü sağlanmaya çalışılmıştır.

Osmanlı devletinde duraklama ve gerileme dönemlerinde bazı kadı ve nâiblerin kendi çıkarlarını gözeterek, görevleri sırasında servet edinmek için halkın ezilmesine göz yumdukları bir gerçektir. Merkezden gelen 105/1 deki emirnâmede halkın tahammül edemeyeceği masraflardan uzak tutulması bildirilmiştir.

Osmanlı Devleti’nden günümüze kadar gelen bir kanun da dikkat çekmektedir.

62/1 de arazisinden eski zamanlardan kalan değerli eşyalar bulanların ne yapması gerektiği emri bulunmaktadır. Bu zamanki kanuna çok yakın olan üçte biri devlete, üçte biri arazi sahibine ve üçte biride bulana kalmalıdır kararı alınmıştır.

Sicilde en çok bulunan davalardan biri de hüccetlerdir. Hüccetler bir nevi senet manasına gelmektedir. İnsanlar, taşınır-taşınmaz mallarını, alım satım işlerini bu kayıtlarla belgelerler.

51Ahmet Akgündüz, İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müesseseleri, Cihan Matbaası, İstanbul, 1996 s. 41-42.

(36)

Sicilde de 59 adet alım satım akdi bulunmaktadır. Bunların o günkü yer-fiyat- mal dengesini göstermesi açısından önemi vardır. Bu hükümlerde önce malın cinsi, yeri, ne amaçla kullanılacağı, senelik gelirleri ve ne kadar fiyata kime nasıl bir ödeme sistemi ile verildiğinin kayıtları bulunmaktadır. Sicilde Müslüman, Gayrimüslim ve Ermeniler arasında birçok alım satım işlemi görülmektedir. Kendi aralarında da birçok alım satım hücceti bulunmaktadır. Bu da göstermektedir ki gayrimüslim ve Müslümanlar sosyal olarak etkileşim içinde birlikte huzur içinde yaşamışlardır. Sivrihisar ve etrafında birçok Ermeni'nin yaşadığını da anlamaktayız.

Ve rahat bir şekilde ticaret, tarım ve hayvancılık yaptıklarını, istedikleri şekilde mallarının tasarruflarını yaptıklarını ve alım satım yaparken veyahut diğer davalarında Şer'iye Mahkemelerine başvurdukları ve adil bir şekilde yargılandıklarını açıkça görebilmekteyiz. Osmanlı Devleti’nin çok milletli yapısıyla nasıl o kadar yıl hüküm sürdüğünü buradan anlayabiliriz.

Sicilde merkezden gelen veyahut bir alt veya üst makama yazılan belgeler ve kararlar bulunmaktadır. Bunlar 41 adettir. Bu emirnameler askeri siyasi veyahut kamu düzeni ile ilgilidir.

Resm-i kısmet alımı ile ilgili olan bir emirde (103/2) vârislere dağıtılacak olan akçelerden kuruşta bir para ve yüz kuruşta altmış para resm-i kısmet alınmasına dair emir bulunmaktadır. Ayrıca bazı konularda uygulanacak usuller ile ilgilide bilgiler verilmiştir. Örneğin dikkat çeken emirlerde harman arazilerinin ihtiyaç duyulduğunda nasıl kiralanacağına dair 66/1 deki nizamname, 63/1 de bulunan zaviyelerin boşalan zaviyedarlıklarının nasıl tayin edileceğine dair usul gibi emirler vardır. Ayrıca taşralarda bulunan vârisi olmayan malların Eytam Sandıklarına bırakılması gerekirken bazı yerlerde Meclis Sandıklarına konduğu ve bunun engellenmesini içeren emir 73/1 de bulunmaktadır. En çok dikkat edilen şeylerden biriside asayiş ve düzenin sağlanması ile ilgili emirlerdir 86/3 ve 86/4 te bunu görmekteyiz. O dönemde arazi ve hudut çekişmelerinin çok olduğu ve bunun merkezi rahatsız ettiğini de 94/2 deki bu durumun önlenmesini içeren emirde görebiliyoruz. Ayrıca görevlendirmeler ile ilgili de emirler bulunmaktadır bunları da 86/1 ve 120/3 ‘te görmekteyiz. Mütevellâ ( kadılar tarafından bazı davalar için atanan salâhiyyetli kimse) tayini hakkındaki nizamnâmeyi de 67/1 de görmekteyiz. 112/3 te

(37)

vesika ve tutanaklardan alınacak harcın mîri ile beşlik ve altılık şeklinde alınmasını bildiren emirnâme bulunmaktadır.

Ayrıca Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışından dolayı cülus, fetva ve onun adına hutbe okutulması ile ilgili emirnâmelerde 111/1, 111/2, 104/2, 104/3, 104/4, 104/5’ te bulunmaktadır.

Muhtevası oldukça zengin olan defterde yukarıda değindiklerimizin dışında muhtelif konulara dair hükümlere de rastlanmaktadır. Bunlar konuların özeti ve konuların tasnifi bölümünde yer almaktadır.

Bu sicilde birçok alım satım hüccetleri bulunmaktadır. Bu hüccetlerde müslim ve gayrimüslimler arasında da satış işlemleri görülmektedir. Örneğin; 2/1, 2/2, 2/3, 3/3, 8/1, 12/3, 17/2, 26/2, 30/2, 33/1, 44/1, 44/2, 47/2, 50/2, 53/2, 58/1 ‘de böyle hükümler bulunmaktadır. Dikkati çeken hiç Müslümanların gayrimüslimlerden bir şey almamaları fakat birçok mal satmalarıdır.

Sonuç yerine şunları sıralayabiliriz: 10 numaralı Sivrihisar Şer’iye Sicili’nden Osmanlı Devleti’nin sosyal bir devlet olduğu anlaşılmaktadır. Bunu yukarıda belirttiğim yetim sandıklarına ve vakıflara verilen önemden anlamaktayız. Devletin, vatandaşın hakkını koruduğu ve hakkını alması konusunda gerekli yaptırımlarda bulunduğu görülmektedir. Bu da Osmanlı Devleti’nin eşitlik ve adalete ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Sicilde dikkati çeken durumlardan bir diğeri ise Müslümanların gayri Müslimlere mal satışında bulunup hiç mal almamasıdır. Bu da devrin durumunu ortaya koymaktadır. Azınlıklara verilen haklar ile gayrimüslimlerin zenginleştiği ve sermaye biriktirdiği anlaşılmaktadır. Müslümanların ise mallarını ellerinden çıkardığı ve bu malları gayrimüslimlerin aldığı görülmektedir. Bu durumdan Müslümanların

Referanslar

Benzer Belgeler

Medîne-i Sifrihisar mahallâtından Gedik mahallesi sâkinlerinden iken bundan akdem vefât eden Hüseyin bin Ali'nin verâseti zevce-i metrûkesi Rahime binti Osman ve sulb-i

Seferihisar Kazâsı kurâlarından İlyaspaşa karyesinde sâkin iken bundan akdem bi- emri'llâhi te‘âlâ vefât eden el-Hâc Veliyyüddin bin Mustafa'nın verâseti

Medîne-i mezbûr reâyâsından Karabet nâm zimmî huzûr-ı şer'a gelüb oğlakçı karyelerinden Ömer üzerine da'vâsında yüz dokuz guruş za'm olmağla

Vilâyet-i Anadolu‟da kasaba-i Mihalic mahallâtından Garipçe mahallesinde sâkine Emine binti Mehmed nâm hâtun zevci tarafından husûs-ı âtiyü‟z-zikre vekîl-i

Medîne-i Rodosçuk mahallâtından Can Paşa Zâde mahallesinde sâkine Raziye bin Abdurrahim tarafından husûs-ı âti‟l-beyâna vekîl olub mezbûryi

Tahrir Defterlerine göre daha modern bir tasarıma sahip olan Temettuat Defterleri hane halkının mevcut menkul ve gayrimenkullerini, yıllık kazancını, mesleğini,

Or there is a point of view: Diplomatic culture “is not a separate culture and external of the diplomatic and foreign affairs sector but the expression of Vietnamese cultural

Keywords: Internet of Things (IoT), Blockchain, Smart Contract, Smart Green House, Smart