• Sonuç bulunamadı

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MALİYE (KAMU EKONOMİSİ) ANABİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ VE 2008 KRİZİ SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNDEKİ MALİ GELİŞMELER Yüksek Lisans Tezi Ayşe Esin ÇATAK ANKARA 2020

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MALİYE (KAMU EKONOMİSİ) ANABİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ VE 2008 KRİZİ SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNDEKİ MALİ GELİŞMELER Yüksek Lisans Tezi Ayşe Esin ÇATAK ANKARA 2020"

Copied!
275
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

MALİYE (KAMU EKONOMİSİ) ANABİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ VE 2008 KRİZİ SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNDEKİ MALİ GELİŞMELER

Yüksek Lisans Tezi

Ayşe Esin ÇATAK

ANKARA 2020

(2)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

MALİYE (KAMU EKONOMİSİ) ANABİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ VE 2008 KRİZİ SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNDEKİ MALİ GELİŞMELER

Yüksek Lisans Tezi Ayşe Esin ÇATAK

Tez Danışmanı Doç. Dr. Serdal BAHÇE

ANKARA 2020

(3)
(4)
(5)

TEŞEKKÜR

Bu çalışmanın hazırlanması sürecinde bilgilerini, tecrübesini ve vaktini ayırarak tezin bu aşamaya gelmesine katkıda bulunan tez danışmanım Doç. Dr. Serdal Bahçe’ye ve benden desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(6)

vi

İÇİNDEKİLER LİSTESİ

İÇİNDEKİLER LİSTESİ ... vi

KISALTMALAR ... viii

TABLOLAR LİSTESİ ... x

ŞEKİLLER LİSTESİ ... xi

GİRİŞ ... 1

1. 2008 KRİZİNİN YAPISI VE GELİŞİMİ ... 4

1.1. 2008 Krizi Öncesi Küresel Dünyanın Genel Görünümü ...4

1.2. 2008 Krizinin Ortaya Çıkışı ve Nedenleri ...14

1.3 2008 Krizi Sonrası Dünyada Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ...31

1.4. 2008 Krizinin Avrupa’da Borç Krizine Dönmesi ...38

1.5. Avrupa Birliği’nde Bütçe Açıkları ...73

1.6 2008 Krizi Sürecinde Avrupa Merkez Bankası Tarafından İzlenen Politikalar ....78

1.7. Bölüm Değerlendirmesi...87

2. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TEMEL İKTİSADİ MALİ KURUMLARI VE MEKANİZMALARI ... 89

2.1. Genel Olarak Avrupa Birliği’nin Tarihsel Gelişimi ...89

2.2. Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısı ...95

2.3. Avrupa Birliği'nde Maliye Politikası ...119

2.4. Avrupa Birliği Bütçesi ...126

2.5. Bölüm Değerlendirmesi...129

3. 2008 KRİZİ BAĞLAMINDA AVRUPA BİRLİĞİ’NDEKİ MALİ GELİŞMELER VE TARTIŞMALAR ... 131

3.1. Avrupalılaşmak Kavramı Çerçevesinde Avrupa Birliği ...131

3.2. Anayasal Antlaşma, Avrupa Anayasası Ütopyası ve Demokrasi Tartışmaları ..136

3.3. Avrupa Parasal Birliği ...141

3.4. Avrupa Borç Krizinde Alınan Önlemler ...163

3.5. Ekonomik Krizinin Euro’ya Olan Etkileri ...189

(7)

vii

3.6. Euro Bölgesi'ndeki Borç Krizi'ne Karşı Öneriler ve Müdahaleler ...192

3.7. Avrupa Birliği’ne Dair Gelecek Senaryoları ...199

3.8. Mali Birlik ...208

3.9. Bölüm Değerlendirmesi...218

4. SONUÇ ... 221

5. KAYNAKÇA ... 228

ÖZET ... 261

ABSTRACT ... 263

(8)

viii

KISALTMALAR AAET Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri AET Avrupa Ekonomik Topluluğu ABGS Avrupa Birliği Genel Sekreterliği AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AKPM Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi AMB Avrupa Merkez Bankası

AP Avrupa Parlementosu

APİ Açık Piyasa İşlemleri APS Avrupa Para Sistemi AYB Avrupa Yatırım Bankası

ECOFIN Ekonomik ve Mali İşler Konseyi EDN Avrupa Uluslar Grubu

EFSF Avrupa Finansal İstikrar Fonu

EFSM Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması

ELDR Avrupa Liberal Demokratik ve Reformcu Partiler EPB Ekonomik ve Parasal Birlik

EPP Avrupa Halkları Partisi ERA Avrupa Radikal İttifakı ESM Avrupa İstikrar Mekanizması E.T. Erişim Tarihi

EUL Avrupa Birleşik Sol Konfederal Grup FED Amerikan Merkez Bankası

Greens Yeşiller Partisi

(9)

ix GSYİH Gayri Safi Yurtiçi Hasıla IMF Uluslararası Para Fonu İBP İstikrar ve Büyüme Paktı

LTRO Uzun Vadeli Refinansman Operasyonunun MRO Temel Refinansman Faizi

NA Bağımsızlar

NGL Kuzey Yeşil Sol

NINJA No İncome, No Job, No Assests OLAF Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Birimi OMT Karşılıksız Mali İşlemler

OPA Optimum Para Alanı PES Avrupa Sosyalist Partisi

PIIGS Portekiz, İspanya, İrlanda, Yunanistan, İtalya SIV Özel Amaçlı Yatırım Araçları

SMP Tahvil Piyasaları Programı

t.y. Tarih Yok

UDY Uluslararası Doğrudan Yatırım UEN Uluslar Avrupası İçin Birlik Grubu

UNCTAD Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı VLTRO Çok Uzun Vadeli Refinansman Operasyonu

yy Yüzyıl

YDD Yeni Dünya Düzeni

(10)

x

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1 2007-2008 Sektörler ve Endüstriyel Küresel Sınır Ötesi Birleşmeler ve Satın

Almaların Değeri (Milyar Dolar) ... 36

Tablo 2 Uluslararası Doğrudan Yatırımların Sektörel Dağılımı 2013- 2017 ... 37

Tablo 3 PIIGS Ülkelerinde Brüt Genel Kamusal Borçlar (Milyar Avro, 1999-2012) ... 46

Tablo 4 YUNANİSTAN’IN GSYİH (CARİ FİYATLARLA) 2007-2016 ... 55

Tablo 5 Yunanistan’ın kamu borcu 2007-2016 ... 55

Tablo 6 Yunanistan’ın makro göstergeleri 2016-2019 ... 56

Tablo 7 Portekiz Bütçe Açığının ve Kamu Borcunun GSYİH’ya Oranı ... 60

Tablo 8 İspanya Temel Ekonomik Göstergeler (2009-2012) ... 65

Tablo 9 Euro Bölgesi ve Avrupa Birliği Rakamları ... 76

Tablo 10 AB’nin Sorumluluk Alanları ... 99

Tablo 11 Euro Bölgesi Ülkelerinin EFSF’ye Katkıları (2013)... 179

Tablo 12 Üye Ülkelerin ESM’ye Katkı Payları (2013) ... 183

(11)

xi

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1 Konut Fiyatlarını Yükselten Faktörler (Corut, 2013: 64)... 23

Şekil 2 Konut Fiyatlarının Düşüşüne Etki Eden Faktörler (Shiller, 2008: 6) ... 24

Şekil 3 Uluslararası Doğrudan Yabancı Sermaye Giriş ve Çıkışları (www.unctad.org) 32 Şekil 4 Yunan Borç Krizinin Euro Bölgesi Borç Krizine Dönüşme Nedenleri (Akçay & Çamlıca, 2013: 71-97) ... 40

Şekil 5 Euro Bölgesi Kuzey ve Güney Ülkeleri Cari İşlemler Hesabı/GSYİHX100 (Economist.com) ... 47

Şekil 6 Euro Bölgesi Ülkeleri Cari İşlemler Hesabı (http://www.disequilibrium.org) .. 48

Şekil 7 Euro Bölgesi Merkez Ülkeleri Bankalarının PIIGS Ülkelerinden Olan Alacakları (Lin, 2012: 5) ... 50

Şekil 8 Euro Bölgesi Ülkeleri Tüketici Güven Göstergeleri (2009-2012) (Eurostat E.T. 21.10.2018) ... 68

Şekil 9 Euro Bölgesi Ülkeleri Sanayii Güven Göstergeleri (2009-2012) (Eurostat E.T. 21.10.2018) ... 69

Şekil 10 Seçilmiş Euro Bölgesi Ülkeleri GSYİH Büyüme Oranları (2003-2014) (Eurostat E.T. 21.10.2018) ... 70

Şekil 11 Seçilmiş Euro Bölgesi Ülkeleri İşsizlik Oranları (2005-2012) (Eurostat E.T. 21.10.2018) ... 72

Şekil 12 Bütçe Dengesi/GSYİH (%) ... 78

Şekil 13 Borç Stoğu/GSYİH (%) ... 78

Şekil 14 AMB Faiz Oranları (%) (AMB, 2006: 16) ... 81

Şekil 15 AMB Bilanço Büyüklüğü, Enflasyon ve Faiz Oranları (Milyar Euro, %) (Bloomberg, 2018 (E.T.15.10.2019) ... 83

(12)

GİRİŞ

Kapitalin formülü Marx tarafından para-meta-para-meta olarak ifade edilmiş, diğer bir ifade ile onun sürdürülebilmesi sürekli artmasına bağlanmıştır (Marx, 1996:

21). Kapitalizmin “altın çağı” olarak nitelendirilen ve Frank tarafından “anomali” olarak nitelendirilen dönem, 1970’li yılların sonunda ortaya çıkan stagflasyon ve petrol krizi ile birlikte yerini neoliberal politikalara bırakmıştır. Neoliberal iktisat politikaları 1980 yılından sonra hakim politika haline gelmiş, küreselleşme, serbest ticaret, özelleştirme ve emek piyasasının esnekleşmesi uygulanan politikaların nihai amaçları ve sonuçları olmuştur.

Krizlerin kapitalist sistemde sıklıkla ortaya çıkması kapitalizme içkin olarak değerlendirilmesini gerektirmiştir. Kapitalizmin kriz yaratan bir sistem olduğunu başta Marx olmak üzere birçok iktisatçı ifade etmiştir. Keynes’de benzer şekilde krizlerin kaçınılmaz olduğunu analiz etmiş, etkilerinin azaltılması bağlamında devlet müdahalelerinin devreye girmesini önermiştir. Roubini’ye göre krizler siyah kuğu1 değil beyaz kuğudur, yani krizler kapitalizmde şaşırtıcı değildir (Roubini & Mihm, 2011: 27).

Kapitalizm sermayenin sınırsız ve sonsuz bir birikimle sorunsuz büyüyeceği varsayımına dayanmış, sistemdeki tıkanıklıklar, durgunluklar, aşırı borçlanarak tüketim anlayışının gelişimi, sermayenin üretimden ziyade finans piyasalarına yönelmesi, istihdam oranlarının azalması, reel büyümedeki daralmalar gibi unsurlar sistemin küçük aksaklıkları olarak görülmüş ve sorun çıkarabilme ihtimalleri gözardı edilmiştir.

Kapitalizmin son krizi salt ekonomik değil, siyasal, toplumsal bir kriz yaşamaktadır.

Küresel ekonomiyi sarsan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli kriz, finansallaşmanın ve küreselleşmenin etkisi ile önce yapısal sorunları olan ve kırılgan bir ekonomi olan Yunanistan’da ‘avro/euro krizi’ olarak başlamış ve daha sonra diğer

1 Siyah kuğu kavramı nassem Nicholas Taleb’in sıradışı şekilde nadir olarak görülen tahmin edilmesi neredeyse imkansız bir olay olarak tanımladığı kavramdır.

(13)

2

ülkelerde de kendini göstermiştir. Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin tamamında büyüme rakamları düşmüş, işsizlik rakamları da büyük bir hızla yükselmiştir. Ekonomik krizin etkilerini en aza indirmek için AB büyük bir çaba göstermiştir. Yaşanılan son kriz mali disiplinin güçlendirilmesi ve mali koordinasyonun sağlanmasının zaruriliği yönündeki tartışmaları alevlendirmiştir. Oluşan ekonomik krize bağlı olarak AB’ye üye ülkelerin ekonomi politikalarının eşgüdümlü hale getirilmesi ve disiplin altına alınmasına yönelik bazı adımlar atılmıştır. Küresel çapta yaşanan ekonomik kriz AB’ye üye ülkelerin ekonomilerini negatif yönde etkilerken, Birlik’te yürütülen ekonomi politikalarının ve yönetim süreçlerinin de zayıf yönlerinin görülmesini sağlamış, hatta Avrupa Birliği’nin gelecek senaryolarını tartışmaya açmıştır.

Krizin maliyetinin sermaye sınıfından ziyade toplumsallaştırılarak emekçi sınıfa yüklenmesi ve uygulanan kemer sıkma politikaları; yaşanılan krizin etkilerini arttırmıştır. Zenginlik ve refahın sembolü olan AB artık gelir dengesizlikleri, borç krizleri, artan işsizlik yani kapitalizmin yarattığı sonuçlarla baş başadır ve yeni ekonomi politikaları olmadan içinde bulunduğu krizden çıkması mümkün görünmemektedir.

Bu çalışmanın amacı, dünyanın süper gücünü elinde bulunduran merkez ülke konumundaki ABD’de başlayan kapitalizmin son krizini tasvir etmek ve sonrasında meydana gelen gelişmelere genel hatları ile değinmek suretiyle; krizin nasıl Avrupa’ya sirayet ettiğini anlamaya çalışmak ve bu bağlamda Avrupa Birliği’nin kurumsal yapısı hakkında genel bir görünüm vermektir. Ayrıca AB projesinin geleceğine dair öngörüleri, demokrasi ve Avrupalılaşma gibi çeşitli tartışma alanları ile zenginleştirip Avrupa Birliğine üye ülkelerin ekonomik yapılarının birbiri ile eşgüdümlü hale getirilmesi ve mali disiplinin yeniden sağlanabilmesi amacına yönelik olarak birlik içerisinde alınan kararların neler olduğunu irdelemek, parasal birliğini tamamlayan ancak mali birlikten yoksun olan Avrupa Birliği ülkeleri arasında mali bir birliğin ne

(14)

3

derece mümkün olduğunu ve birliğin gelecek yapılanmasına ilişkin senaryoların neler olduğunu ortaya koymaya çalışmaktır.

(15)

1. 2008 KRİZİNİN YAPISI VE GELİŞİMİ

1.1. 2008 Krizi Öncesi Küresel Dünyanın Genel Görünümü

Günümüz dünyasında ekonomi olgusu kapitalizmin yapısal ve genel çelişkileri dışında şu özel çelişkileri de barındırmaktadır; Bretton Woods sistemi ve küreselleşme.

Bilindiği gibi Bretton Woods sistemi sabit döviz kurlarına dayalı ve sermaye hareketlerinin ulusal devletlerce denetlenebilmesine izin veren hatta gerektiğinde bunu teşvik eden bir anlayışı ifade etmektedir. Öte yanda, esnek döviz kurlarına dayalı ve kısa vadeli finansal hareketlerin hem ulusal ekonomilerin hem de dünya ekonomisinin işleyiş ve gelişimini büyük ölçüde etkilediği küreselleşme gerçeği de bulunmaktadır.

Her ne kadar bu çelişkinin 1970’li ve 1980’li yıllarla sınırlı olduğu ve özellikle 90’lı yıllardan itibaren “sistem” in bu çelişkiyi kendi içinde çözümlediği söylenmekteyse de, 2008 krizi sonrasında ABD ekonomisinde merkezi yönetimin uyguladığı müdahaleci yöntemlere bakıldığında kapitalist sistemin dünyaya, olaylara ve olgulara bakışının her dönemde kazanç ve kâr odaklı olduğu görülmektedir.

Tarihe bakış açımızı biraz daha daraltırsak burjuva iktisat doktrinlerini merkantilizm ile başlatabiliriz. Bu yeni aşama feodal beyliklerin çöküşü ile (Orta Çağın sonu) endüstri devrimi arasındaki dönemin hem iktisadi ideolojisini hem siyasal ideolojisini (milliyetçilik) belirlemekle kalmamış kendisinden sonraki endüstri kapitalizmi için gerekli sermaye birikiminin oluşmasına da önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Liberal iktisat ideolojisinin gelişimini fizyokratlar, klasik okul ve neoklasik okul olmak üzere 3 evrede toplayabiliriz. Bakış açıları ve dayanakları yer yer değişse de kapitalist sistemin temel mantığı değişmemektedir. Fizyokratlar, bireyin çıkarları ile toplumun çıkarları arasındaki uyumu ilahi bir gücün hikmetine bağlarken bu hikmetli ilahi güç Adam Smith’te “gizli el” biçiminde ortaya çıkmaktadır. Marx klasik okulun bu

“değer teorisi” ni eleştirirken büyük ölçüde “üretim araçları” ve “meta üretimi”

(16)

5

kavramlarına değinmiştir. Belki de bu yüzden klasik okulun değer teorisi neoklasik okulda “marjinal fayda” kavramı ile yer değiştirmiştir.

Hangi ekolün mantığı içinde bakılırsa bakılsın kapitalist sistemin egemen olduğu ya da olmadığı bütün sınıflı toplumlarda tarih içinde iki geniş insan kategorisi var olmuştur; toplum varlığının sürdürülmesini sağlayan mal ve hizmetleri doğrudan üreten insanlar ile, üretici olmayan, başkalarının ürettikleri sayesinde geçinen insanlar. Bu ayrım çerçevesinde oluşan kapitalist ilişkiler bir yanda, mal ve hizmetleri üretmek için emeklerini satan emekçi yığınları, öte yanda üretim araçlarına sahip olan ve emek piyasasında işgücünü satın alan sermaye sahiplerini içerir.

Kriz kelimesinin kökenleri Yunanca ve Latinceye dayanmaktadır (Küçükaksoy, 2006: 104). Klasik ekonomi kitapları kriz olgusunu “tüketilemeyen üretimin doğurduğu ekonomik çöküntü” olarak tanımlar. Bir görüşe göre de muhtemel kutuplaşan güçlerin politik arenadaki mücadelesidir (Kosselleck, 2012: 216). Toplumları etkisi altına alan ekonomik kriz belirli bir ürün, hizmet veya piyasalarda oluşan fiyatlamalarda kabul edilemeyecek bir değişim dalgası ve ekonomik yapı içerisinde meydana gelen güçlü bozucu etkiye sahip bir kavram olarak açıklanabilir (Kibritçioğlu: 2001: 1). Çalışma da kriz türlerine ve nedenlerine tek tek yer vermemekle birlikte ekonomik krizin; reel ekonomik kriz, finansal kriz, mali kriz, para krizi, bankacılık krizleri, döviz krizleri gibi çeşitli şekillerde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu anlamda kriz, değişim değerlerinin aşırı üretiminden doğan bir dengesizlik olarak ortaya çıkar. Ne var ki küreselleşme ve yeni dünya düzeni tablosu içinde ekonomik, toplumsal, ideolojik, politik birçok olgu gibi ‘kriz’ kavramının da niteliği ve nedenleri değişime uğramıştır. Günümüzde kriz denildiğinde eskiden olduğu gibi yalnızca üretim, talep, maliyet, karlılık oranı gibi reel ekonomik değişkenler değil, bono, hisse senedi, sıcak para, tahvil ya da dövizlerin değer artışı gibi finansal sistemleri sarsan ve zamanla yukarıda saydığımız reel değişkenlere de bulaşan ve onları istikrarsızlandıran yeni bir kriz türü görülmektedir.

(17)

6

Krizi belirsizlik hali olarak tanımlayabiliriz. Belirsizlik ortamı olmakla birlikte Stiglitz’in ifade ettiği üzere kriz sonucunda değişimin yaşanacağı ise kesindir (Stiglitz, 2010: 448). Kriz sonrası yaşanılacak olan dünya ve kapitalizm eski dünya ve bilindik kapitalizm olmayacaktır. Diğer yandan kriz dönemleri bir çeşit “swot analizi” kavramı çerçevesinde değerlendirildiğinde hata ve kusurlar giderilebilir, yapısal sorunlar giderilebilir, mevcut sistemin tıkanık noktaları teşhis edilebilir, doğru ve etkin uygulanan ekonomi politikaları ile yeniden canlanma ve refah sağlanabilir.

Küreselleşme ile ortaya çıkan değişim tablosunun ağırlıklı yönüne bakılarak da şöyle bir genellemeye gidilebilir: dünya ekonomisinde regülasyon (regulation) kavramının yerini başıboşluk, denetimsizlik ve belirsizlik (öngörülemezlik) almıştır.

Başka bir açıdan bakıldığında ise düzenleme ilk zamanlar soyut olarak ele alınıyordu.

Daha sonra düzenleme konusu bürokratların, politikacıların görevi haline gelerek

“Public choice” alanı ortaya çıktı (Uygur, 1991: 47).

Konuya ister yeni Wallstreet sistemi, bu sistemin öne çıkardığı yeni ticari işlem modelleri ve buna bağlı olarak spekülatif bankacılığa yöneliş yönünden bakalım, ister kaldıraç oranlarının en yüksek düzeye çıkarılması ve gölge bankacılık olgusu üzerinden konuyu tartışalım; yeni Wallstreet sistemi, serbest piyasacı laissez-faire yanlısı neoliberal tutumla gerek Wallstreet’deki gerekse Washington’daki uygulayıcılar elinde karlı bir aparat olarak kullanılmış ve sonuçta küresel bir krize dönüşmüştür. Bu büyük çöküntünün ideolojik sonuçları da olmuştur ve en azından antikapitalist çevrelerden daha geniş kitlelere doğru yayılan ve Amerikan tarzı finansal sistem modellerinin tehlikeli olduğu yargısı yerleşmeye başlamıştır.

2008 öncesinde küresel krizi hazırlayan nedenlerden söz edilirken ipotek (mortgage) sistemi öne çıkarılırdı ve özellikle konuyu özet geçen kaynaklarda krizin kaynağının emlak piyasasından ibaret olduğuna yönelik ifadeler kullanılırdı. Oysa yeni Wallstreet sistemi; borç veren simsar modelinin yükselişi, spekülatif arbitraj ve kıymet

(18)

7

fiyatı balonunun patlaması, kaldıracı maksimize etme ve bilançoyu büyütme dürtüsü, Londra’daki ‘kol’u ve beraberinde geliştirdiği ‘finansal yenilikleri’yle gölge bankacılık sisteminin yükselişi, Para piyasalarının öne çıkışı ve artan finansallaşma, Türev kredilerin temel bir önem kazanması, krizin nedenlerini de barındırmaktadır. Bu yeni öğeler karşılıklı olarak birbirlerini beslemiş ve 2008 yılı içinde çözülüp dağılana kadar, bütünleşmiş ve karmaşık bir bütün şeklinde var olmuştur (Gowan, 2008:130-131).

Son 20-25 yılın dünya ölçeğinde ekonomik, toplumsal, politik ve ideolojik gelişmelerine bütüncül bir bakışla yaklaştığımızda Alan Freeman-Boris Kagarlitsky’nin küreselleşmenin içerdiği temel anlam, sermayenin dizginsiz dolaşımı olduğu argümanına katılabiliriz. Yeni Dünya Düzeni’nin (YDD) içerdiği temel anlam ise emperyalizmin ordularının dizginsiz dolaşımıdır. Freeman ve Kagarlitsky bu çift yanlı genellemeyi şu temel iddiaya dayandırmaktadırlar; kapitalizm – özellikle günümüzdeki küresel kapitalizm – varlığını emperyalizm olgusu dışında sürdürebilme imkanı ve kabiliyetine haiz değildir. 1990’lı yıllardan bu yana yakın ve Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ortaya çıkan bölgesel savaşlara ve yakın gelecekteki birtakım ihtimallere şöyle bir bakmak bu iddia üzerinde daha ayrıntılı ve somut örneklerle düşünmemize yardımcı olacaktır (Freeman & Kagarlitsky, 2007:150-166).

Bir başka anlatımla da küreselleşme devlet anlayışında değişikliklere neden olmuş, devleti küçük ve etkin olarak konumlandırmış, bu nedenle de devletin mali anlamdaki görev ve sorumluluklarında değişiklikler oluşturmuştur (Yılmaz & Biçer, 2013:3). Devletin görev ve sorumluluklarında değişiklikler olsa da devlet her zaman ekonomide önemli bir aktör olarak kalmaya devam etmiş, yaşanılan krizlere yönelik, ülkeler tarafından uygulanan ekonomik ve mali politikalar her zaman önemli olmuş ve tartışıla gelmiştir. Artık yeni düzende devlet; düzenleme, özelleştirme, yerelleşme, yönetişim gibi olgular etrafında piyasada var olmaya devam edecektir ( Yılmaz & Biçer, 2013:3).

(19)

8

Kriz konusunda tekrar döndüğümüzde, finansal krizin gölge bankacılık ayağı AB içinde hatta Euro bölgesinde Ulusal devletlerin kendilerini kurtarmalarının mümkün olmayacağı boyutlarda banka bilançolarını büyütmelerine yol açmıştır (Gowan, 2008:154-155).

Kısacası kriz her ne kadar başlangıçta ABD’de konut sektöründe meydana gelerek adını mortgage krizi olarak alsa da, hızlı bir şekilde likidite krizi halini almış, finans sektöründe başlayan kriz kısa zamanda reel sektöre sıçramış ve ‘domino etkisi’

olarak nitelendirilen durum oluşmuştur. Krizin etkilerinin görülmeye başladığı 2008 ve 2009 yıllarında büyüme rakamları düşmüş, durgunluğa girilmiştir (Özsoylu, vd. 2010:

55-56).

Krizin temel niteliği finansal bir kriz olduğu noktasında yoğunlaşmaktadır. Bu noktada finansal sistemlerin dışına çıkan kimi etkenlerden söz edilmektedir. Finansal krizler, banka ve döviz krizlerinden oluşur. Finansal bozulmalar diğer alana da bulaştığı andan itibaren giderek derinleşir; banka ve döviz krizleri ile bütünleşerek finansal bunalıma dönüşür. Sermaye hareketleri üzerindeki denetimlerin kaldırılması da finansal krizleri arttırmıştır (Boratav, 2000:104-105).

Marx’a göre kredi ilişkileri paranın bir ödeme aracı olma işlevinden türeyen zincirleme bir bağıntı oluşturur. Bu nedenle bu zincirin iç içe geçmiş halkalarından herhangi birinde ortaya çıkacak bir kırılma zincirin bütününü etkileyecek yıkıcı bir mekanizmayı da tetikleyecektir. Bu anlamda özellikle kapitalin birinci cildinde tartışılan meta, para, artı değer ve sermaye birikimi gibi temel kategoriler ve bunlar arasındaki ilişkiler kapitalist üretim ilişkilerinde krizin rastlantısal değil, yapısal olarak ortaya çıkacağını iddia eder. Bir diğer görüşe göre de kapitalizmde ekonomik krizlerin önlenemez olduğu savını; üretimin planlı olmamasına, kapitalistlerin kar odaklı güdü ile hareket etmesine, rekabetin ağır ve ezici yaşanmasına bağlar (Lenin, 1979: 44).

(20)

9

Son yarım yüzyılın küresel ölçekteki krizlerine baktığımızda, krizin hangi toplumsal yapı içinde ortaya çıktığı ve sınıf mücadelesi içinde yer alan toplumsal güçlerin mücadele içindeki konumları ve ağırlıklarının ne olduğu gibi değişkenlerin kriz sonrası izlenen politikaları da önemli ölçüde etkilediğini görüyoruz.

Akçay ve Güngen ekonomi politikalarında kapsamlı bir değişim için ekonomik krizin gerekli olduğu ama yeterli olmayabileceğini söylerken konjonktürdeki güçler dengesine işaret etmektedirler. 1929 krizi sonrasında “bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler” anlayışından işçi sınıfının varlığını ve taleplerini dikkate almayı öngören Keynesçi anlayışa geçilmesini gerçekleşmiş bir ihtimal olarak örneklerler. Bir başka ihtimal de ekonomik krizin, sendikal mücadelenin, işçi sınıfının ideolojik ve politik mücadelesinin ve bütünüyle toplumsal muhalefetin gerilemekte olduğu bir konjonktürde gerçekleşmesidir. 70’li yıllardaki kriz ve kriz sonrasında gelişen neoliberal politikalar bu ikinci ihtimale örnek gösterilebilir (Akçay & Güngen, 2016:182-185).

Bu tespitler önceki krizlerde regülasyon çerçevesinde işleyen mekanizmaların 2008 krizinden sonra işlemediği ve bu nedenle 2008 krizinin “nihai bir kriz” olduğu tespitine kadar uzanmaktadır. 2008 sonrası yaşanan genel resesyonun gerçekte 2008 öncesinde uygulanan moderasyon ile ilişkili olduğunun sorgulanması da bundandır.

Nitekim 2008 krizinin etkilerinin küçük çaplı ve geçici olduğu, kısa sürede bertaraf edilebileceği yolundaki iyimser beklentiler daha bir yıl geçmeden yerini kaygı verici gerçeklere bırakmıştır. 2009-2015 döneminde Avrupa ülkelerinin büyüme oranları neredeyse %0’a yakın olarak gerçekleşmiş buna karşılık işsizlik oranları yükselerek Yunanistan, İspanya gibi ülkelerde %50’lerin üzerine çıkmıştır (Ersin, 2016: 83)

AB’de 2009 yılında finans piyasaları ve reel üretimde kayıplar gerçekleşmiştir.

Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve İspanya gibi çevre ülkelerde cari açık, borçlanma, kamu borcu önemli miktarlara ulaşmıştır. Diğer taraftan Almanya başta olmak üzere merkez ülkelerde oluşturulan ihracat-çekişli büyüme politikaları önemli olmuştur.

(21)

10

Ücretlerin kriz sonrasında düştüğü görülmüş, bu düşüşün çevre ekonomilerin rekabetçi gücünü arttırmadığı, yani içsel devalüasyonun rekabeti arttırarak talebi canlandırdığı ve krizin etkisini azalttığı savının sonuçsuz kaldığı görülmektedir (Ersin, 2016: 84-85).

AB’de ortak para politikası kullanımında uzun dönemde ticaret ve maliye politikalarının birçok ülkede yüksek borçlanma ile sonuçlanması arzu edilmeyeceğinden üye ülkelerin kendi öznel üretim yapılarının dikkate alınması ve merkez-çevre ülkeleri arasındaki yapısal farklılıkları ve eşitsizliklerini dikkate alan büyüme politikalarının kullanılması gerektiği değerlendirilebilir.

Wolfgang Streeck, Satın Alınan Zaman adlı kitabında resesyonu, durgunluktan öte tam bir çıkışsızlık hali olarak ortaya koyuyor ve bunu krizin üçlü karakterine bağlarken bu süreci “demokrasinin ekonomiden soyutlanması aracılığıyla kapitalizmin demokrasiden arındırılması süreci” olarak nitelemektedir. Wolfgang, banka krizi ile kamu krizinin para üzerinden, banka krizi ile reel sektör krizinin krediler üzerinden ve kamu maliyesi ile reel ekonomi krizinin de kamu harcamaları ve gelirleri üzerinden birbirine bağlı olduğunu vurguladıktan sonra 2008 krizinin bizlere ne getireceği konusunda da önceden tahminde bulunmanın güç olduğunun altını çizmekte ve kısa vadeli alınan önlemlerin uzun vadeli yapılacak önlemlerin önünü kestiğini, sorunları çözmek için üretilen politikaların başka sorunlara yol açtığını, hükümetlerin krizi çözmede veya azaltmada etkisiz kaldığının altını çizmektedir (Streeck, 2016: 55-56).

Kriz olgusu ekonomik koşullarda bozulma şeklinde algılansa da; ortaya çıkan krizin üstesinden gelmek ve kapitalizm krizlerinin ağır tahribatlarını önlemek ekonominin uğraş alanı olduğu kadar siyasetin ve politikanın da meselesidir (Stiglizt, 2010: 326).

Avrupa’nın kuzeyindeki gelişmiş ekonomiler ile güneyindeki göreceli olarak daha az gelişmiş ekonomiler arasındaki dengesizlik ve çelişki AB’deki krizi derinleştirmektedir. Bir başka deyişle arz ağırlıklı ekonomiler ile talep ağırlıklı

(22)

11

ekonomilerin aynı para biriminin çatısı altında bir arada oluşları nedeniyle sistem kilitlenmektedir.

Streeck Satın Alınan Zaman adlı kitabında Avrupa neoliberalizmini tartışırken Hayek’in makalesinden örnekler vererek yapıları ve çıkarları farklı ulus devletlerden oluşan bir federasyonda çıkar çatışmalarının aşılmasını sağlayacak ortak bir kimlik duygusunu sağlamanın hiç de kolay olmayacağını vurgulamaktadır (Streeck, 2016:133).

George Friedman da Avrupa Krizi adlı yapıtında Kuzey Avrupa’nın Güney Avrupa ile ikili ilişkisine (siyaset ve ekonomi alanındaki seçkinler ve kitlelerle) değindikten sonra AB içinde kuzey ve güney arasında büyüyen çatlağı önemli bir risk faktörü olarak vurgulamıştır. Çatlağın güney kesiminde yoğunlaşan Müslümanların ‘göçmenler’

sorunu içinde önemli bir yer tuttuğunu söylerken, bunun AB içinde gerçekleştirilmek istenen kültürel bütünlük açısından olumsuz bir faktör olduğunu da dile getirmiştir.

Müslümanların geçimlerini sağlamak üzere AB’de yaşamak zorunda olduklarını, çalışmaya ihtiyaçları olduğunu, Avrupa kültürü ile bütünleşmek gayesinde olmadıklarını söylemiştir. Kaldı ki 2008 krizinden sonra Müslümanların Avrupalılar tarafından sadece kültürel değil, aynı zamanda ekonomik bir tehdit olarak da görüldüğünü ifade etmiştir (Friedman, 2015: 271).

Gerçekte bu kuzey-güney çelişkisi Avrupa’ya özgü bir durum olmayıp küresel bir gerçekliği yansıtmaktadır. Siyaset ve toplum bilimleri bu durumu “gelişmenin eşitsizliği yasası” olarak adlandırmaktadır. Sorun kuzeydeki varlıklı güçlü devletlerin güney ülkeleri üzerindeki tahakkümünden kaynaklanmaktadır.

Günümüzde de ister bireysel ve toplumsal, ister küresel ölçekte olsun ekonomik eşitsizlikler büyük bir önem taşımaktadır. Eşitsizliğin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde de yoksulluk artmaktadır. Yoksulluk ve eşitsizliğin olduğu toplumlarda sınıfsal sorunlar olmakla beraber görece yoksul olanlar için tüketim bir yaşam mücadelesidir ve hayatta kalmak için gereklidir. Refah düzeyi yüksek sınıfsal kesim için ise aynı tüketim bir

(23)

12

gösteriş olarak kullanılabilmektedir (Bahçe & Köse, 2012: 29.) Bu konuda yoğun olarak tartışılan konulardan biri de küreselleşmenin eşitsizlik üzerindeki etkileridir.

Eşitsizlikler her ne kadar ülkelerin kendi ulusal ekonomileri içinde aldıkları vergilendirme ve gelir dağılımı politikaları ile diğer sosyal politikalarda aldıkları kararlardan kaynaklanıyor gibi görülse de; Yunanistan örneğinde olduğu gibi genel ekonomik kriz sonrasında alınan önlemler bu ülkelerin kendi bağımsız kararları olmaktan çıkmış ve küresel aktörlerin kararlarından büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu durum bütün geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler için geçerlidir. Yapılan bu genellemenin dışında da farklı durumların gözlemlenmesi mümkündür.

2008 krizi dünya düzeninde eşitsizlikleri arttırmıştır. Dünya ekonomisinin merkezinde yer alan gelişmiş ülke ekonomilerinde eşitsizlikler artarken, Latin Amerika gibi ‘çevre’ ya da ‘yarı çevre’ olarak nitelendirilebilecek bazı bölgelerde eşitsizlikler azalmaya başlamıştır. İyi çalışan kurumlara sahip ve istihdam, üretim, büyüme ve dengeli gelir dağılımını sağlayabilen ülkelerin ise uzun vadede küresel eşitsizlik haritasında farklı yerlere gelebileceği ifade edilmektedir (Carreras, 2015: 113).

Krize karşı gerek ABD’de gerekse AB’de çeşitli önlemler alınmıştır. Örneğin FED’in Temmuz 2007’de yüksek riskli kredi veren kuruluşları denetleyecek yeni bir uygulama başlatması enflasyon hedefli merkez bankacılık anlayışından tam istihdam ve istihdam yaratma hedeflerini öne çıkaran bir tutum içine girmesi ve zaman zaman bankacılık sektörüne yüklü miktarlarda kaynak aktarması gibi spesifik önlemler düzeyinde kalmıştır. Başkan Barack Obama’nın Kasım 2009’da kanun hükmündeki bir kararname ile Finansal Suçlarla Mücadele Birimini yürürlüğe koyması da bu önlemler arasında sayılabilir (Demir, 2015: 128-133).

Bauman ve Bordoni’nin ortak düşüncesi ise yaşanılan son krizin bir sonu olmadığı yani geçici olmayacağı, topyekün bir değişim ve dönüşüme neden olarak etkisinin yıllarca devam edeceğidir. Çünkü yaşanılan son krizi önceki dönem yaşanılan

(24)

13

krizlerden ayıran noktanın, krizden etkilenen ülkelerin aşırı borçlu olmaları ve Keynesyen ruh yeniden gelse dahi yatırım yapacak enstrümanlardan ve güçten de yoksun olmalarına bağlamaktadırlar (Bauman & Bordoni, 2018, 2018: 7).

AB’ de ise finansal piyasaların birbirlerine zincirleme bağımlı oluşu ve gerek nicelik gerekse işlevsel olarak yükselen finansallaşma Avrupa Bankalarını krizin merkezindeki oyuncular konumuna getirmiştir. AB üyesi ülkelerin kriz karşısında ortak kararlar alma iradesini gösterememeleri, yani ortak bir maliye politikalarının olmayışı, buna karşılık her ülkenin âdeta bir refleks halinde farklı önlemlere yönelmesi de krizin etkilerini arttırmıştır.

Örnek verilecek olursa, İrlanda’nın banka mevduatlarına tek taraflı devlet garantisi vermesi, İngiliz politikasınca sert tepkiyle karşılanmıştır. Benzer ekonomi politikası önlemleri kısa zamanda tüm kıtaya yayılmıştır. Avrupa için 30 Kasım 2009 tarihinde Yunanistan’da yapılan genel seçimler neticesinde iktidarın Karamanlis liderliğinde merkez-sağ çizgideki yeni demokrasi partisinden Papandreou liderliğinde merkez-sol PASOK‘a geçmesi önemli bir dönüşüm olmuştur. Yeni hükümetin, Karamanlis iktidarı döneminde istatistiklerde oynama yapıldığını açıklamasıyla birlikte AB ve Euro bölgesi için “modern Yunan trajedisi” başlamıştır (Kutlay, 2015: 170-171).

Krizin bu evresinde Yunanistan geçmişten gelen yapısal sorunları ve uyguladığı ekonomi politikaları nedeniyle eleştirilere uğramıştır. Ancak Kutlay’a göre Yunanistan AB borç krizinin mimarı olarak görülecek kadar büyük bir ekonomi değildir, çünkü 2009 yılındaki Yunanistan ekonomisi Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) bakımından euro bölgesinin sadece %2’sini oluşturmaktadır (Kutlay, 2015: 171).

Sonuç olarak ABD’de olduğu gibi AB’de de kriz sonrası uygulanan politikalar kısmen Keynesçi ruhun yeniden çağrılması olsa da kriz öncesi neoliberal politikaların bir devamı niteliğindedir. Üstelik krizi aşmak için yapılan harcama ve ödemelerin ağırlığı belirli kesimlere yüklendiğinden hem her ülkenin kendi içinde hem de AB’ye

(25)

14

ortak ülkelerin kendi aralarındaki eşitsizliğini daha da derinleştirmiştir. Sonuç olarak euro bölgesinde kriz sonrası uygulanan ekonomi politikalarında köklü ve kapsamlı bir değişiklik olduğunu söylemek mümkün değildir. Büyük ölçüde Almanya’nın ve Avrupa Merkez Bankası’nın biçimlendirdiği istikrar ve kemer sıkma politikası özellikle emek piyasasında maaşlarda kesinti yapılan ama henüz işlerini kaybetmemiş olan kesimlerin dışında işsizlik oranı %25’in üzerindedir (Friedman, 2015: 280). Bu durum orta sınıfın belinin büküldüğü bir topluma karşılık gelmektedir.

1.2. 2008 Krizinin Ortaya Çıkışı ve Nedenleri

Finansallaşma kavramı 2008 krizi üzerinde en önemli etkiye sahip olan nedenlerin başında gelir. Bu bağlamda Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) bu krizi tetiklediği eleştirileri yapılmaktadır. IMF gelişmiş ve gelişmekte olan çok sayıda ülke ile ilgili genel makroekonomik değişkenlerine ilişkin tahminler yürütmektedir. Bu işlev, IMF’nin çok taraflı gözetim aktivitesi şeklinde adlandırılır (Beyazıt, 2012: 38).

Küresel krizin öncesinde ekonomik istikrar konusu da krize benzer etkilere yakın etkiler göstermiştir. Kuramsal açıdan bakıldığında Yeni Neo-klasik Sentez’in ana bileşenlerinden biri, ekonomik istikrar konusunda kesinlikle olması gereken şart, uygulamada ise tamamıyla göz ardı edilen ve makroekonomik modellere asla dahil edilmeyen bir kavramdır (Krugman, 2010: 1).

2008 krizinden önce devletler, küreselleşmeye bağlı olarak ekonomilerde istikrarın sağlanması, özelleştirmelerin yapılması, serbestleşme gibi kurallar çerçevesinde uygulanan politikaların merkezden çevreye tek yönlü olarak iletilmesinden kaynaklı, anti demokratik uygulamalar açısından eleştirilerin hedefinde yer almışlardır (Beyazıt, 2012: 39).

(26)

15

Ekonomik istikrar sistemi daha çok İkinci Dünya Savaşı’nda galip gelen gelişmiş ülkelerin çıkarlarına yönelik olarak kurgulanmış ve uygulanmıştır. IMF’nin finansman şekli ve bu durumun bir sonucu olarak bulunan oy hakları, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik dengesizlikler karşısında IMF’nin etkisiz kalmasına yol açmıştır (Erçel, 2011: 3).

Kimi araştırmacılara göre, finansal istikrarsızlığın anlaşılması iki risk grubunu anlamak gerekliliği yaratır. Bunlar değerleme riskleri ve makroekonomik risklerdir.

Değerleme riskleri, kriz zamanlarında ortaya çıkan varlık fiyatlarında görülen belirsizlik ile kendini gösterir. Kriz ve karmaşa dönemlerinde finans kuruluşları ve müşterileri arasında gerçekleşen bilgi aktarımında sorunlar yaşanmaktadır. Bilgi akışında yaşanan bu kesintiler ve bozulmalar finansal piyasalarda bulunan asimetrik bilgi sorununu körüklemekte ve varlıkların değerlemesi konusunda belirsizliklere neden olmaktadır (Doğan, 2010: 503). Bu durum iktisatta bildiğimiz ters seçim kavramını ifade eder.

Asimetrik bilginin varlığı ters seçime neden olur.

Makroekonomik riskler; finans piyasalarındaki istikrar kavramını anlama konusunda önemli bir merkez noktasıdır. Finans piyasalarında görülen ve artarak devam eden sorunlar reel kesimde de büyük sorunların nedenidir. Makroekonomik riskler, ekonomik gidişatın geneli için kullanılan riskli durumları anlatır. Değerleme riskleri ile makroekonomik riskler çoğu zaman birbirini destekleyici nitelikte görev yapmaktadır (Büyükakın & Eraslan, 2010).

Finans aracıları ile müşterileri arasında kurulan orta ve uzun vadeli etkileşim sayesinde taraflar arasında gerçekleşen bilgi akışları kesintiye uğramadığı sürece finans piyasalarında bulunan asimetrik bilgiye dayalı sorunlar azalmaya başlayacaktır. Bu şekilde gelişen olumlu ortamlarda varlık fiyatlaması konusunda belirsizlikler yaşanmaz ve bunun doğal bir sonucu olarak değerleme riskleri de düşer. Değerleme risklerinin düşük düzeyde bulunması aynı zamanda makroekonomik risklerin de düşük düzeyli bir

(27)

16

şekilde gerçekleşmesine ya da en azından bu risklerin artış göstermemesine yarar sağlar (Beyazıt, 2012: 40).

Makroekonomik risklerdeki artış varlık fiyatları üzerindeki belirsizliklerin de artmasına ve buna bağlı olarak değerleme risklerinin artmasına neden olur. Olumsuz geri besleme döngüsü adı verilen bu durum sonucunda finansal bozulmalar artar, böylelikle ekonomik faaliyetlerdeki aksamalar ve varlık fiyatlarındaki belirsizlikler oluşur. Finans piyasasındaki sıkıntı reel piyasaları da etkilemiş olur. Bu durum ekonomide “finansal hızlandırıcı” şeklinde adlandırılmaktadır. Finans piyasalarında genellikle fon sağlanan kesim fon sağlayan kesime göre daha çok veriye sahiptir. İki taraf arasında ortaya çıkan bu asimetrik bilgi problemi ahlaki tehlikenin de nedenidir (Çetinkaya, 2011: 14).

Fon sağlanan kesimler kimi varlık ve değerlerini teminat gösterebilirler ve bunun sonucunda da aşırı risk almak istemezler. Dolayısıyla asimetrik bilgi ve buna dayalı ahlaki tehlike problemi de azalır. Yine de finans piyasalarında problemlerin belirmesine bağlı olarak reel piyasalarda da bazı sorunlar ortaya çıkar (Çeviş, 2010).

Geri dönüşünde büyük risk bulunan yüksek riskli krediler, genellikle daha düşük gelirli kişilere verildiği için verilen kredinin geri ödenme ihtimali normal kredilere göre daha düşüktür. Bu tür işlemlerde görülen riskin azaltılması için uygulanan faiz oranları da yüksek tutulur. Böylelikle mortgage yatırımcıları açısından kısa dönemde yüksek faiz elde etmek cazip hale gelirken, diğer taraftan uzun dönemde riskli bir durum ortaya çıkmaktadır (Gürkan, 2010).

Ekonomi konusunda uzman çok sayıda iktisatçıya göre 2008 küresel krizi önceden tahmin edilebilirdi. Krizin bazı sebeplerle, ekonomideki verilen sinyallere rağmen 2007 yılının ortalarına kadar göz ardı edildiği görülmüştür (Beyazıt, 2012: 41).

ABD’de finans ürünlerinde görülen hızlı gelişmenin sonucunda ekonomik genişleme durumu görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde IMF yüksek büyüme hızlarını

(28)

17

göz önünde bulundurduğu için risk içeren varlıkların desteklenmesine devam etmiştir (Stark, 2008: 38).

Stiglitz ise son krizin ortaya çıkması ile ilgili olarak 2008’deki krizin önceki yıllarda sürdürülen ekonomi politikalarının bir sonucu olduğunu, konut sektöründe ortaya çıkan balonun etkisiyle aşırı değerlenmiş teminatlı varlıkların kullanıldığını ve bunların kötü banka kredileri ile desteklendiğini, herkese bir ev şeklindeki Amerikan rüyasının arkasında karmaşık türev araçlarının, kusurları gizleyen kredi derecelendirme kurumlarının olduğunu, gelirleri harcamalarına yetmeyen ABD vatandaşlarının borçlanmaları şeklinde sorunsuz ve sınırsız işleyecek olan bir sisteme olan inancın yol açtığını söylemektedir (Siglitz, 2010).

Literatüre baktığımızda da genel anlamda krizin nedenlerine yönelik olarak;

ipotekli konut kredilerine ait sorunlar, konut piyasasında yaşanan aşırı dalgalanma, düzenleme ve denetleme faaliyetlerindeki aksaklıklar ve finansal yatırım araçlarına ait sorunların yer aldığını görmekteyiz.

İpotekli Konut Kredilerine Ait Sorular: Krizin ortaya çıkmasından önce ABD ekonomisini ve genel anlamda küresel ekonomiyi ayakta tutan konut balonuyla desteklenen, borçlanılarak yapılan aşırı tüketim harcamalarının olduğu görülmektedir (Stiglitz, 2010: 108).

ABD ekonomisinin ortasında bir balon vardı ve balonun patlamasıyla kredilerin sıkışması ise sesini çıkarmaya çalışan bir avuç ekonomist tarafından beklenmekteydi.

Ekonomi yavaşlamaya başlamıştı. Bu durum ilk önce konut piyasasında kendini gösterdi. Amerikalılar rüyalarına kavuşmak için borçlanarak aldıkları evlerinin kredilerini ödeyemez hale geldiler. Aynı şekilde kredi kartı ödemeleri de, yani tüketim harcamaları da düşmeye başladı. Önceleri ABD yönetimi ve ekonomistlerce krizin

(29)

18

olmadığı ufak tefek ödeme sorunlarının olduğu söylendiyse de, balon artık şişmiş, patlamış ve hızlı bir şekilde yayılıyordu.

İpotekli konut kredilerinin oluşması aşamasında temel anlamda bazı zayıf yönler vardır. Bu zayıflıklar, krediyi veren ve alan tarafları, sorun yaratacak kredilerin durumu ve düzenleyici yapıdaki dağınıklık durumu gibi öğelerin barındırdığı risklere bağlı ortaya çıkabilmektedir. Söz konusu bu zayıflıklar sebebiyle, ipotekli konut kredisine ilişkin dolandırıcılık yöntemlerinin artış göstermesi ve kredi standartlarındaki gevşeme, risk içeren kredilerin ağırlığının artırılması ve kredi uygulamasında şeffaflığın azalması gibi problemler ortaya çıkmaktadır. İpotekli konut kredilerine ilişkin yaşanan bu problemler 2008 Küresel Krizi'nin, gelişimi ve büyümesi aşamasında önemli etkiler yaratmıştır (Corut, 2013: 53).

İpotekli konut kredilerinin “NINJA” olarak tabir edilen (no income, no job, no assests) kesimlere de verilmesi ve onların kredilerini ödeyememesi bu kredilerden türetilen menkul kıymetlerin değerlerini de düşürmüştür. Bu süreç küresel finans sisteminin toparlanmasını zorlaştırmıştır.

İpotekli Konut Kredisi Dolandırıcılığı: İpotekli konut kredisi ile ilgili dolandırıcılık olayları düşük risk yüksek getiri sunan bir suç şeklinde büyümüştür.

Konutların ipotek edilerek alınan kredilerde yapılan dolandırıcılık; bir gayrimenkule sahip olmak amacıyla dolandırıcılık veya kar sağlama amacıyla dolandırıcılık faaliyetleri şeklinde iki başlık altında incelenebilir. Mülk sahibi olmak amacıyla gerçekleştirilen dolandırıcılık girişimlerinde eylemi gerçekleştirenler gelir düzeylerini yüksek göstererek borçlarını gizlemeye çalışırlar. Sahte beyanlarla yapılan bu işlemin sonucunda elde ettikleri krediyi kullanarak kredi veren kurumu dolandırmaya çalışırlar.

Kar sağlama amacıyla gerçekleştirilen dolandırıcılık; genel olarak birden çok kredi ve

(30)

19

gayrimenkul satışı ile gelir elde edebilmek için detaylı planlamaların meydana getirildiği ve organize şekilde yapılan bir tür dolandırıcılık faaliyetidir (FBI, 2007).

Muhasebeciler, ipotekli konut kredisi simsarları ve kredi dahil olmak üzere finans ile ilgili meslekler ipotekli konut kredileri dolandırıcılığı faaliyetlerinde en yaygın ve şüpheli meslekler olarak görülmektedir (FinCEN, 2006: 15). Diğer bazı durumlarda da ipotekli konut kredileri dolandırıcılığı finans kurumlarının bünyelerinde çalışan personelleri tarafından yapılabilmektedir. Finans kurumlarının personelleri tarafından gerçekleştirilen ipotekli konut kredisi dolandırıcılık faaliyeti, finans ve kredi kurumlarının güvenirliğini ve sağlamlığını olumsuz şekilde etkilemektedir (Duke, 2009).

Kredilerin geri ödenmemesi sonucunda yaşanan hacizlerin artış göstermesinin önemli nedenlerinden biri de kredilerin yapılandırma süreçlerindeki uzamalardır. Haciz işlemlerindeki artışa paralel olarak dolandırıcılık faaliyetlerinde de artışlar görülmüştür.

İpotekli konut kredisi dolandırıcılıkları çok farklı yöntemlerle yapılmaktadır (Maloney

& Schumer, 2009).

Konut yapan işletmeler veya kişiler kimi hileler ile ellerindeki konut stoklarını eritmeye çalışmaktadırlar. 2008 yılında ABD’de meydana gelen ve FBI kayıtlarına giren bir örnekte; bir inşaatçı 200 bin dolar değerinde bir konutu satmak ister. İnşaatçı konut ile ilgili özellikleri abartılı sunarak değerini 240 bin dolar olarak gösterir ve bu durumun farkında olan bir alıcı ile anlaşır. Konutu alacak olan kişi bankadan şişirilmiş olan konut fiyatı üzerinden yüzde 80 oranında bir kredi temin eder. Ancak işin aslı konutun şişirilmeden önceki gerçek değerinin tamamına kredi almıştır. Böylece firma yapmış olduğu konutun maliyetini amorti etmiş olur ve alıcıdan aralarında yaptıkları anlaşmaya istinaden kredide geçen, fazla 40 bin doları istemez.

(31)

20

Kredi Standartlarının Gevşetilmesi ve Sorunlu Krediler: İpotekli konut kredileri piyasasına ait önemli bir problem de, kredi standartlarının gevşetilmesi ve buna bağlı olarak sorun yaratacak kredilerdeki oranın artış göstermesidir. ABD'de düşük faiz oranları ve küresel fonların yoğun şekilde giriş yapması, kriz öncesi dönemde kolay kredi şartlarının meydana gelmesini sağlamıştır. Kolay kredi şartlarına bağlı olarak, konut bedellerinde üst düzeyde artışlar yaşanmış ve borca dayalı satın alma faaliyeti teşvik edilmiştir. Sub-prime olarak adlandırılan alt gelir grubu için, ucuz kredi imkanı, düşük faiz oranları sahip olamayacakları düzeydeki yüksek fiyatlı konutları satın alabilecekleri şekilde sunulmuştur. Ancak, konut fiyatlarında yaşanan düşüş eğilimi ve kredilere ilişkin şartların bozulması ile finans sistemi içinden çıkılmaz bir sorunun içine girmiştir (Murphy, 2008).

Krizden önceki dönemlerde kredi standartlarında görülen gevşeme eğilimi, ayarlanabilir faiz oranlı ipotekli konut kredilerindeki kullanım artışlarının sebebi durumundadır. Faiz oranları ile ilgili düşüş beklentisinin görüldüğü dönemde kredi almak isteyenler fırsatı değerlendirebilmek adına ayarlanabilir faiz oranlı ipotekli konut kredileri sözleşmeleri imzalamaya başlamışlardır. Ancak faiz oralarının 2004 ile 2006 dönemleri arasında aşama aşama yükselmesi, avantaj gibi görünen durumun dezavantajlı bir duruma gelmesini ve sonucunda da kredi geri ödemeleri konusunda sorunların ortaya çıkmasını tetiklemiştir (Simkoviç, 2011).

İpotekli konut kredilerine ait piyasada kredi geri ödemesi konusunda gecikmeler ve haciz işlemleri genellikle alt gelir grubuna ait kesimde meydana gelmektedir. Bu durumun ortaya çıkmasının sebepleri arasında faiz oranlarının artması, işsizlik rakamlarının oransal olarak yükselmesi, gayrimenkul fiyatlarındaki gerilemeler gibi sebepler gösterilebilir. Bu tip makro göstergelerde yaşanan bozulmalar krizlerin derinleşmesinde etkili olmaktadır (Mayer vd., 2008). Geliri olmayan kesimlerin de borçlanarak ev sahibi olmaları yönünde sistemin geliştirildiği görülmektedir.

(32)

21

Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik Eksikliği: İpotekli konut kredileri piyasasının şeffaf olmaması ve bu piyasalarda hesap verebilirlik konusunda yaşanan sorunlar krizin gelişimi aşamasında önemli bir konudur. Bir şey ne kadar şeffaf ise o konu hakkında bilgi de o kadar çoktur. İpotekli konut kredi piyasaları eğer yeterince şeffaf olsaydı, kimse bu kadar riskli ve geri dönüşü olmayan yatırımlara kredi vermezdi. Şeffaflık ve hesap verebilirlik mekanizmaları piyasaların sağlıklı işleyişi için de önemlidir.

Krediyi veren ve alan tarafların birbirlerinin yaptıklarından ve ortaya çıkan muhtemel zararlardan sorumlu tutulmaması, meydana getirilen finans anlaşmalarında kolaylıkla kural dışı düzenlemeler yapılmasının önünü açmıştır. Muhtemel riskleri bünyesinde barındıran yatırım aracı içeriklerinin şeffaf şekilde açıklanmadan satılması, riskli menkul kıymet satışı ve riskli ipoteklerin oluşturulması gibi durumlar, taraflar arasında karşılıklı olarak herhangi bir sorumluluğun olmaması nedeniyle büyük bir artış göstermiştir. Şeffaflık ve hesap verebilirlik eksikliği sonucunda, yoğun bir şekilde satışa sunulan, aşırı riskli finansal araçlar ve oluşturulan riskli ipotekler, finansal piyasadaki istikrarı bozacak şekilde kırılganlıkların artış göstermesinin ve krizin daha derin etkiler yaratmasının önünü açmıştır (Corut, 2013: 62).

Bankalar ve diğer finans piyasaları şeffaflıklarını tuttukları muhasebe ve bilanço bilgileri ile gösterirler. Son krizde muhasebe hilelerinin yapıldığı artık bilinmektedir.

Kriz sonrası finans piyasalarında şeffaflığı artırıcı önlemlerin uygulanması beklenirken, Nisan 2009’da muhasebe standartlarının gevşetilmesi yönünde adımlar atılmıştır (Stiglitz, 2012: 259).

2008 krizinde şeffaflığın önündeki bir diğer sorun ise karmaşık türev ürünlerdir.

Birçok türev ürün piyasaya çıkarılmış ve yaygınlaşmıştı ki bu aynı zamanda her bir ürün hakkında tam bilgiye sahip olmayı zorlaştırmış oldu. Şeffaflık ve hesap verebilirlik konularındaki çatlaklık krizin oluşmasında önemli olmuştur.

(33)

22

Konut Piyasasında Yaşanan Dalgalanma: 2008 Krizi'nin gelişimi ve etki alanının genişlemesinde konut fiyatlarındaki dalgalanmalar önemli bir unsur durumundadır. Özellikle 2008 Krizinde konut fiyatlarında yaşanan düşüşler, ipotek değerlerinin düşüş trendi içine girmesi sonucunu doğurmuştur. Konut fiyatlarındaki keskin dalgalanmalar genellikle; faiz oranlarındaki sert değişmeler ve kredi verme standartlarının zayıflatılmasıyla meydana gelen kırılganlıklar sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Konut fiyatlarınındaki artış, 2008 Krizi için belirleyici bir sinyal olmuş ancak gözardı edilmiştir. Konut fiyatları arttıkça riskli grupların kredi kullanımı artmış ve krediler de bu ipotekli kredilere dayalı olan riskli finansal ürünler için kullandırılmıştır. Süreç bir noktadan sonra geri ödenemeyen kredilerle tıkanma noktasına gelmiş, konut fiyatları ani bir şekilde düşmüş ve balon patlamıştır (Corut, 2013: 63).

2008 krizinden önceki süreçte konutların fiyatlarının sert şekilde yükseliş göstermesinin geri planında bazı etkenlerin göz önünde bulundurulması gerekir. Robert Shiller’e göre insanların ev sahibi olmalarına ilişkin ihtiyaçlarının bu gerekçelerin başında gelmesi normaldir. 90’lı yılların sonlarından itibaren konut fiyatları ve ev sahibi olma oranlarında belirgin bir artış meydana gelmişti. Çünkü ev zenginlik ve yatırım aracı olarak görülen bir varlıktı (Shiller, 2008:5). Aynı zamanda Amerikan rüyası olarak ifade edimekteydi.

Aşağıdaki şekil konut fiyatlarında meydana gelen ve 2006 senesine kadar konut fiyatlarının sert şekilde yükselmesinde etkili olan politika ve tüketici tercihlerini ortaya koymaya çalışmaktadır.

(34)

23

Şekil 1 Konut Fiyatlarını Yükselten Faktörler (Corut, 2013: 64)

Aşağıdaki şekilde ise konut fiyatlarında meydana gelen düşüşlerin ne tür etkiler oluşturabileceği özetlenmiştir.

(35)

24

Şekil 2 Konut Fiyatlarının Düşüşüne Etki Eden Faktörler (Shiller, 2008: 6)

Varlık ve konutların fiyatlarında yaşanan düşüşler 2007 ile 2009 seneleri arasında hane halkı gelirlerinin düşmesinin sebeplerinden biridir (Bricker vd., 2011).

Hane halkının servetinde meydana gelen bu azalış durumu yaş, gelir durumu veya eğitim durumuna bakılmaksızın büyük kitleleri ortak şekilde etkilemiştir. Hane halkının servetinde meydana gelen bu kayıplara bağlı olarak tüketim rakamlarının da düşmesinin sebebi konumundadır.

Kriz döneminde kredilerde meydana gelen faiz artışları, bozulan şartlar ve konut fiyatlarında meydana gelen düşüş ipotekli konut kredilerinde hacizle sonuçlanan sözleşmelerin sayısını artırmaktadır. Bajari ve diğerleri (2008) düşüş gösteren konut fiyatlarının fiyatlamaya ilişkin olumsuz beklentileri körüklediğinin, ayarlanabilir orana sahip ipotek sözleşmelerine bağlı olarak ödemelerdeki maliyetin arttığının ve hane halklarının kısa vadede karşılaştıkları nakit sorunlarının (gelirlerde azalma ve kredi

(36)

25

alamama) ipotekli konut kredisi ödemelerinde yaşanan gecikmelerin en önemli nedenleri olduğunu öne sürmektedir. ABD’de yaşanan faiz oranlarındaki aşırı dalgalanmalar konut fiyatlarının da dalgalanması sonucunu doğurmuştur.

Gölge (Paralel) Bankacılık Sistemi: Gölge bankacılık sistemi, 2008 Krizinin meydana gelmesine neden olan önemli etkenlerden biridir. Özellikle gölge bankacılık sistemi risk içeren kredilerin meydana getirdiği zararları finans sistemine yayan bir fonksiyon üstlenmiştir (Hsu & Moroz, 2010: 18). Gölge bankacılık sistemini banka gibi davranan ancak klasik anlamda banka olmayan sistemler şeklinde tanımlarsak sorunu daha iyi anlayabiliriz. Gölge bankacılık sistemi tıpki bankalar gibi borç alıp verir, yatırım yapar, ancak klasik bankaların tabii olduğu düzenleme ve kurallara tabi olmaz ve sıkıntı da bu denetimsizlikten başlar (Roubini & Mihm, 2011: 85).

Gölge bankacılık sisteminde yapılan uzun vadesi bulunan varlıkların kısa vade borçlar ile bir araya getirilerek likit duruma dönüştürülmesi ve kredi piyasasına finansman kaynakları sağlanmasıdır. Bu sisteme bağlı şekilde kurgulanan vadeler ve kredi dönüşümleri 2008 krizine zemin hazırlamış ve konutların veya ticari gayrimenkullerin fiyatlarını şişirmiştir (Pozsar vd, 2012: 4).

Gölge bankacılık sistemi kredi aracılık faaliyetlerini; likidite ve kredi garantileri gibi kamuya ait olan kaynaklara doğrudan ve açık bir erişimi bulunmadan gerçekleştirmektedir. Gölge bankalar, 2000'li yılların başlangıcından itibaren bir kredi patlaması meydana getirmiş ve 2008 krizinin gelişim süreci sırasında temel problemlerin ortaya çıkmasıyla birlikte genel bir çöküş yaşamıştır (Adrian ve Ashcraft, 2012: 1). Gölge bankacılık sisteminin kontrolsüz büyümesi ve denetim problemleri yüksek kaldıraç oranlarının da etkisiyle işler kötü gitmeye başladığında krizin yayılması ve derinleşmesine neden olmuştur.

(37)

26

2008 krizinden önceki dönemlerde gölge bankacılık sistemi, klasik bankacılık sistemine göre daha büyük hacimli bir duruma gelmiştir. Bu durumun ortaya çıkmasındaki temel neden sistemin içinde barındırdığı düzensizlik ve yüksek kaldıraç oranlarıdır (GPO, 2011: 32). Gayrimenkul kıymetlerin menkul kıymetler haline dönüştürülmesi ve sermaye piyasalarında meydana gelen gelişmeler sonucunda küresel bankacılık entegrasyonu, 2008 krizinden sonra gölge bankacılık sisteminin giderek artan piyasayı domine eden gücünü ortaya çıkarmıştır. Gölge bankacılık sisteminde ortaya çıkan bu hakimiyet durumu küresel finansal sistem üzerinde de büyük bir etki yaratmıştır (Adrian & Shin, 2009). Gölge bankacılık sistemini geleneksel bankacılık sisteminden ayıran önemli özelliklerin başında yüksek kaldıraç oranları ve denetlenme konusunda yaşadıkları serbestlikler gelmektedir. Bu denetlenememezlik gölge bankacılık sisteminin en kırılgan noktasıdır (Tarullo, 2012).

Kredi Derecelendirme Kuruluşları: Yılmaz ve Balıkçıoğlu’nun da belirttiği üzere kredi derecelendirme kuruluşları ve bu kuruluşların uygulamaları kriz dönemlerinde daha bir önem kazanmaktadırlar. Gerek 1990’lı yıllarda gözlemlenen krizler, gerek çalışmanın çıkış noktasını oluşturan 2008 krizi sistemdeki aktörlerden biri olan kredi derecelendirme kuruluşlarının hesaplama yöntem ve yaklaşımlarını da tartışmaya açmıştır (Yılmaz & Balıkçıoğlu, 2013:164).

Kredi derecelendirme kuruluşları krizden önceki süreçte kredi notu verdikleri çalışmalara bağlı olarak yasal bir yaptırıma tabi tutulmamışlardır. ABD’de ipotekli konut kredilerine veya bu kredilerle ilgili piyasa aktörlerine kriz sebebiyle çok sayıda hukuki süreç başlatılmıştır. Kredi derecelendirme kuruluşları bu süreçte piyasaya sundukları derecelendirme bilgilerinin yalnızca kurumsal bir düşünce olduğunu savunarak, yatırımcıların bu düşüncelere ve derecelendirme kriterlerine riayet edip

(38)

27

etmedikleri konusunda bilinçli ve istekli olmadıklarını iddia etmişlerdir (Efing & Hau, 2013).

IMF’in 2007 senesinde yayınladığı küresel finansal istikrar raporuna göre;

finansal varlıkların türev ürünlerinin hacminin 2005 senesi sonu itibariyle dünya GSYİH'sının 3,7 katı olarak gerçekleştiği ifade edilmiştir (IMF, 2007). Finansal yeniliklere bağlı olarak meydana getirilen karmaşık yapılara sahip yeni ürünlere, kredi derecelendirme kuruluşlarının yüksek not vermesi, bu ürünlerin birer yatırım aracı olarak görülmesini sağlamıştır. Kredi derecelendirme kuruluşlarının bu araçlara verdikleri yüksek notlar nedeniyle de, küçük sermayeli bankalar, emeklilik fonları, sigorta şirketleri, hedge fonlar, diğer fon çeşitleri gibi geniş bir yatırımcı kitlesi bu fonlara yönelmiştir yatırım riskleri ve değerleri farklı olan ürünlerle çeşitlenmiştir (Onado, 2007).

Derecelendirme kuruluşları, eşik-altı kredilerin muhtemel risklerini doğru şekilde değerlendirme konusunda başarısızlık göstermişlerdir. Çünkü kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptıkları risk değerlendirmelerine ait kredi notları, 2007- 2009 döneminde yaşanan gelişmelerin ardından ciddi biçimde sorgulanmaya başlanmıştır. Aynı zamanda kredi derecelendirme kuruluşları Almanya gibi ülkelere verilen kredi notlarındaki tutumlar ile Portekiz gibi ülkelere verilen kredi notlarındaki tutumları konusunda da eleştirilere maruz kalmışlar (gecikmeli karar alma ve objektif olmama) ve bu kuruluşların bağımsız karar almadıkları ve politik kararlardan etkilendikleri ortaya çıkmıştır (Yılmaz & Balıkçıoğlu, 2013:165). Haziran 2007 tarihinden itibaren, yapılandırılmış finansman ürünlerine yönelik kredi notları hızla kötüleşmiştir. Bu kötüleşmeyle birlikte, kredi derecelendirme kuruluşları yetersiz istatistiki derecelendirme modelleri kullandıkları yönünde pek çok eleştirinin hedefinde yer almıştır (Benmelech & Dlugoz, 2009).

(39)

28

Son krizle birlikte kredi derecelendirme kuruluşlarına olan itibar ve güvenin zedelendiği açıktır. Ancak içinde bulunduğumuz kapitalist sistemde düzenleyici ve denetleyici otoritelere ihtiyaç vardır ve onlara olan güven piyasanın başarısı ve krizlere ilişkin öngörü ve beklentileri etkilemektedir. Kredi derecelendirme kuruluşlarının etkin işlemesi için kredi notu verirken 2008 krizi öncesinde gözlemlenen şekilde kredi notu verirken sübjektif ve tutarsız olmamaları, şeffaf ve objektif ve tutarlı olmaları gerekmektedir. Ayrıca kredi derecelendirme kuruluşlarının kredi notu verirken öncelikli olarak makro parametrelere kıyasla maliye politikası parametrelerini dikkate aldıkları ortaya çıkmıştır (Yılmaz & Balıkçıoğlu, 2013:165). Bu durum ülkelerin kamu geliri, kamu gideri ve borçlanma gibi maliye politikalarının ve mali göstergelerinin kredi derecelendirme kuruşuları tarafından verilen kredi notlarında önemini ortaya koymaktadır.

Yüksek Kaldıraç Oranları ve Kontrolsüz Teşvikler: Bir ekonomik sistem ne kadar borç ile büyür ve kaldıraca ne kadar fazla ağırlık verirse o kadar krizlere ve daralmalara açık, yani kırılgan olur.

Aşırı borçla büyüyen bir sitem sonunda tıkanmıştır. Stiglitz’de bu konuda bir özeleştiri yapmış ve “ABD olarak ayağımızı yorganımıza göre uzatamadık” demiştir (Stiglitz, 2012: 444).

Yüksek kaldıraç oranları ekonomik sistem için olumsuzluklar barındırır. Şöyle ki yüksek kaldıraç oranları, kriz sürecinde finans sağlayan kurumlar için çok sayıda riskli durumun ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Aşırı borç ile aşırı risk içeren işlemlere imza atan finans kurumları kriz süreci başladığında zor durumda kalmakta ve kimileri finans yükümlülüklerini karşılayamadıkları için iflas etmektedir. Bir finans kurumunda bulunan öz sermayesinin amacı, varlık değerlemesi konusunda yaşanan muhtemel dalgalara karşı sigorta işlevi üstlenmesidir. Kriz ortamları gibi bozulan piyasa şartlarında mudilere yeterli kaynak sağlanması ve yükümlülüklerin yerine getirilmesi

(40)

29

bakımından sermaye bulundurulması büyük öneme sahiptir. Ancak sermaye tutmanın alternatif maliyetinin yüksek olduğunu düşünen finans kuruluşları, zorunlu sermaye kuralını gevşetmek amacıyla birçok yol aramaktadırlar. Kriz öncesindeki süreçte ABD’de kimi yatırım kanalları ve finans araçları bankalara özel garantiler aracılığı ile teşvik edilmiş ve bu problem giderilmeye çalışılmıştır. Özellikle özel amaçlı yatırım araçları (SIV) gibi finans araçları, zorunlu sermaye kuralının gevşetilmesine aracılık etmiştir. Özel amaçlı yatırım araçları ile banka ve finans kuruluşları krizden önceki süreçte yüksek oranda kar rakamlarına ulaşmışlardır. Ancak 2008 Krizinin başlamasıyla birlikte, özel amaçlı yatırım araçlarının önemli problemleri olduğu görülmüş ve bu durum banka ve finans piyasalarında likidite krizinin ortaya çıkmasına etki etmiştir (Cecchetti, 2007a).

Yüksek kaldıraç oranları ve teşvik uygulamalarının sebep olduğu ahlaki tehlike problemi, bu uygulamaların riskli bir yapıda bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Özellikle İngiltere'deki ipotekli konut kredisi sağlayıcısı Northen Rock'ın, içine düştüğü finansal yetersizlik bu uygulamaların zayıf yönlerini ortaya çıkarmıştır. Northen Rock, kısa vadeli para piyasasından aldığı fonlar ile uzun vadeli kredileri finanse ederek ipotekli konut kredisi sağlayıcılığı görevini üstlenmiştir. 2007 Ağustos’unda, ticari kağıt piyasalarında baskının artması ile Northen Rock yükümlülüklerini yerine getirme konusunda likidite problemleri ile karşı karşıya kalmış ve iflas etmiştir. Finansal kurumlar, bu gibi sorunların oluşturduğu finansal baskı nedeniyle krizlere karşı hassas kabul edilmektedirler (Cecchetti, 2007b).

Finans kuruluşlarının risk alma davranışları, finansal piyasalardaki gereklilikler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Genel olarak yüksek riske sahip olan kredilerdeki getiri oranı daha yüksektir. ABD’de bu tür krediler için sağlanan devlet destekleri ise ahlaki tehlikeye neden olmuştur. Bununla birlikte olması gerekenden daha yüksek miktarlarda risk alma yönündeki yatırımcı davranışını tetiklemiştir (Monacelli, 2007).

(41)

30

2008 Krizi, klasik bankacılık krizlerinin modernize edilmiş bir biçimi olarak değerlendirilmektedir. Piyasada bulunan teşvik sisteminin, finans kurumlarının aldıkları kararlarda hatalı tercihler yapmalarına neden olması durumu ahlaki tehlike kavramıyla açıklanabilir. Teşviklerden kaynaklanan ahlaki tehlike probleminin kaynaklarının belirlenmesi 2008 Krizi'nin ve gelecek dönemlerde ortaya çıkabilecek krizlerin etkilerinin azaltılmasında büyük öneme sahiptir (Vives, 2008).

Ayrıca kriz öncesi ABD’de borcun büyük kesimi kişi firma hane halkı ve özel kesim borcunun yüksekliğidir. Kamu görece olarak aşırı borçlu bir yapıda değildir.

Örneğin 2008 yılında ABD’de özel sektörün borcu gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 290’ına eşitti (Roibini & Mihm, 2011: 93). Kriz sonrası devletin piyasaya müdahale etmesi de özel sektörün zararını üstlenmesi anlamına gelir ve bu durum zararın/maliyetin toplumsallaşmasına neden olmaktadır.

Deregülasyon Faaliyetleri: Deregülasyon faaliyetleri ve gevşek para politikalarının sonucunda düzenli olmaktan uzaklaşmış ve kırılgan bir yapı görünümünde olan finans sistemi 2008 krizinin patlamasının ana nedenlerinden biridir.

ABD’de eşik–altı ipotekli konut kredilerine ilişkin belli başlı problemler gündelik tartışmaların ana konusu durumuna gelmiştir. İpotekli konut kredisini oluşturan piyasaların federal bankacılık düzenlemelerinin haricinde kalabilen bazı maddeleri ve aracıları vardır. Aracılar için yüksek risk yüksek getiri anlamına geldiğinden piyasaya ciddi oranda riskli krediler verilmekte ve bu durum aracılar ile yaygınlaşmaktadır.

Bunun doğal bir sonucu olarak piyasa daha kırılgan bir hale gelmektedir (Dehesa, 2007).

Yasalarda yapılan kimi değişiklikler de kriz ortamının meydana gelmesinde ve şiddetinin daha yoğun biçimde hissedilmesinde etkili olmuştur. Kasım 1999’da Gramm - Leach - Billey kanunu (Finansal Modernizasyon Kanunu) kabul edilmiştir. Yapılan bu

Referanslar

Benzer Belgeler

Ayrıca psikolojik sermaye alt boyutlarından “Güven (GU)” ile, duygusal emek alt boyutlarından “Yüzeysel Rol Yapma(YR)” arasında p <0.05 anlamlılık

Kaya ve Kara camileri Nevşehir’in en eski camileri olduğu için hemen altındaki mahalleye Cami-i Atik (Eski Cami) Mahahallesi, Damat İbrahim Paşa Külliyesi bu

Bu tez çalıĢmasında profesyonel müzisyenlerin müzik algısı üzerine 26-48 yaĢ aralığında sağ el baskın Türk halk Müziği ve rock müzik olmak üzere iki farklı

Bu çalışmanın temel amacı, nepotizm (kayırmacılık) ile yenilik ve yetenek yönetimi arasındaki ilişkiyi inceleyerek nepotizmin yenilik ve yetenek yönetimi üzerine

SOY düĢük olan bireylerin SOY yeterli olan bireylere göre ekonomiye verdikleri zarar ise çok daha fazla olduğu belirlenmiĢ öyle ki düĢük

Wallerstein “Yapısal mekanizmaların dünya- ekonominin dışında farklı gerekçelerle hareket edenleri bir şekilde cezalandırdığını” ifade etmek- tedir (2011, s.

Bu çalışmada müdahale analizi kullanılarak Türkiye ekonomisi özelin- de 1994, 2000 ve 2001 krizlerinin istihdam üzerindeki etkileri incelenmeye çalı- şılmıştır..

Şiddete yönelik tutum açısından parçalanmış aileye sahip çocukların/ ergenlerin şiddete yönelik tutumlarının ortalamaları tam aile- ye sahip çocuklara/ergenlere göre