• Sonuç bulunamadı

2. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TEMEL İKTİSADİ MALİ KURUMLARI VE

3.3. Avrupa Parasal Birliği

141

ilkelerinden olan bireyci-bencil insan anlayışı, özellikle genç kuşakları toplum sorunlarından ve siyasadan uzaklaştırmaktadır. Ancak aynı zaman da ilginçtir ki yaşanılan küresel ekonomik kriz ile birlikte yükselen Avrupalı toplumsal hareketler Demokrasi ile ekonomi meselesini bir araya getirilmekte ve Avrupa anayasası sonrası yükselen Aşırı milliyetçi görüşe karşı toplumsal demokratik bir Avrupa projesinin toplumsal hareketlerin yapacakları eylemlerle kurulacağını, var olan demokrasi açığının da bu şekilde giderileceğini göstermektedir (Yıldırım, 2015: 999).

Ayrıca belirtmek gerekir ki, 2008’de başlayan kriz sonrası toplumsal hareketleri oluşturan demolar (halklar) daha önceki kriz dönemlerinden farklı olarak hem kamu hem devlet yönetiminde ve politikalarında diğer bir anlatımla kamu maliyesinde söz sahibi olmak istemektedirler (Gürkan & Karahanoğulları, 2014: 1-15). Fransa’da yakın zamanda meydana gelen vergi artışlarına yönelik “sarı yeleklilerin” yaptığı protestolar örnek gösterilebilir 37

142

gerçek bir ortak pazarın kurulmasına sınırlamalar getirmesiyle beraber sınır kontrolleri gibi fiziki, bütçeleme ve vergileme kuralları gibi mali ve üye ülkelerin farklı kanun metinleri, standartları ve diğer düzenlemeler gibi teknik problemlerin yok edilmesini amaçlamaktadır. Beyaz kitap gibi 300 düzenlemenin de 1992 tarihine kadar tamamlanması beklenmektedir (Horvath, 2007: 41).

Beyaz Kitap’ın hazırlık süreci sonrasında Milan Zirvesi’nin toplanmış olduğu görülmektedir. Bu zirvede anlaşmaya varılan konular arasında Beyaz Kitap’ın içerisindeki 300 düzenlemenin tamamlanması, Roma Anlaşması’nda yapılması beklenen değişikliklerin ve karar verme süreçlerinin hem hızlı hem de daha demokratik olması için başka yolların tartışılmasına olanak sağlayan bir Hükümetlerarası Konferans’ın düzenlenmesi bulunmaktadır. Zirve’deki devletlerin mutabık olduğu bu üç konunun çözüme kavuşması için yeni düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. 12 üye ülke parlamentosunun onay vermesinden sonra 1987 tarihinde imzalanan TAS, Roma Anlaşması’nda alınan kararların ayrıntılı bir biçimde incelenmesini sağlamaktadır (Carchedi, 2009: 28).

1988 yılında Hannover’de toplanan Avrupa Zirvesi’nde Jacques Delors başkanlığında bir komitenin oluşturulduğu görülmektedir. Bu komitenin amaçları arasında TAS’ın uygulamaya koyduğu yeni düzenlemelerin takibini sağlamak ve bu süreçte Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB)’in aşamalarının nasıl tamamlanacağını gözden geçirmek bulunmaktadır. Komitenin hazırlamış olduğu raporda, Avrupa Para Sistemi’nin (APS) potansiyeline göre performansının çok daha düşük olduğu, topluluk içerisinde bazı ülkelerin döviz kuru mekanizmasına katılmadığı, mali politikalardaki farklılıklar sonucunda oluşan yüksek bütçe açıkların var olduğu, para politikası üzerinde orantılı bir dağılım olmadığı, devletlerarasında anlaşmazlıkların çözülemediği, APS’nin ikinci aşamaya geçemediği ve Avrupa Para Fonu’nun hala oluşmadığı gibi pek çok konu üzerinde durulmaktadır (Nicoll & Salmon, 2001: 38).

143

Delors Raporu, APS’nin potansiyelini tam anlamıyla yansıtamamasından dolayı ortaya çıkmış olan sorunların üye ülkeler arasında ekonomik ve parasal birlik oluşsa dahi çözülemeyeceğini göstermektedir. Bu Rapor’a göre, Avrupa’da oluşturulan EPB aracılığıyla üretim faktörlerine serbest bir şekilde hareket etme imkânın olması ve üye ülkeler arasında sabit bir döviz kurunun oluşturulması sonucunda ülkelerde tek bir para birimin kullanılması birçok sorunun çözümü de beraberinde getirmektedir. Böyle bir durum oluştuğu takdirde, ortak para politikasının özellikle iktisadi politikalar olmak üzere diğer politik alanlarla da uyum içerisinde olması gerekmektedir. Bu politikaların topluluğa üye ülkeler arasında fiyat dengesini, büyüme miktarını, refah seviyesini, yüksek istihdamı ve ödemelerdeki dağılımını düzenlemesi gibi pek çok konuda fayda sağlayacağı düşünülmektedir 38

1989 tarihinde Madrid’de Avrupa Zirvesi’nin toplanmış olduğu görülmektedir.

Bu Zirve’de de tıpkı Delors Raporu’nun gösterdiği gibi EPB’nin üç aşamada gerçekleştirilmesi gerektiğini konusunu üzerinde durulmaktadır. Aynı zamanda ilk aşamanın 1 Temmuz 1990 yılında başlamasına karar verildiği bilinmektedir. 1989 yılında Aralık ayında Strazburg’da gerçekleştirilen Avrupa Zirvesi’nde, daha sonra uygulamaya konulacak olan iki aşamanın içeriği hakkında bir Hükümetlerarası Konferans’ın toplanması konusunda anlaşmaya varıldığı görülmektedir (Jones, 2001 s.56). 1991 yılında Avrupa Konseyi Lüksemburg’da bir konferans düzenlemiştir. Bu konferansta, EPB’nin ikinci ve üçüncü aşamasına yönelik tavsiyeleri içeren bir taslak metin yazılmaktadır. Bu metin içerisinde Maastricht Zirvesi’nin 1991 tarihinde Aralık ayında toplanması konusunda karar verilmiş olduğu anlaşılmaktadır (Dinan, 2008: 308).

Avrupa Zirvesi’nde, topluluğa üye ülkelerin Devlet ve Hükümet Başkanları’nın genellikle iktisadi politikalar hususunda hem fikir oldukları bilinmektedir. 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması sadece iktisadi politikalar üzerinde değil savunma,

38 http://aei.pitt.edu/. (E.T.02.03.2018)

144

güvenlik ve adalet gibi çoğu politik konuyu kapsamaktadır. Bu anlaşma ile Avrupa Birliği’nin de temeli atılmaktadır. Anlaşmanın kapsamlı bir içeriğe sahip olması Avrupa Topluluğu, Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası, Adalet ve İçişleri gibi üç sütunlu bir yapının varlığına işaret etmektedir. Bahsi geçen üç sütun, Avrupa Birliği’nin gelecekte kurumsallaşması sonrasında yapılacak değişikliklerle beraber karar alma organının ulusal düzeyden uluslarüstü düzeye aktarılacağı bir siyasi birlik oluşacağını göstermesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Fakat bu durum beklenen şekilde gerçekleşmemektedir. (Karluk, 2014: 182). Avrupa Birliği’nin bir siyasi birliğe dönüşmese de bazı konularda karar verme organlarının uluslarüstü düzeye aktarıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin, birinci sütun sürecinde düşünülen EPB’nin parasal birlik aşamasının gerçekleşmesi bu konuya örnek oluşturmaktadır. Öte yandan ikinci ve üçüncü aşamadaki konuları, üye ülkeler birlikte belirleyecek ve hükümetlerarası ortaklıklara dikkat edilerek bir sonuca varılacağı bilinmektedir.

Avrupa Birliği’nin amacı doğrultusunda Maastricht Antlaşması’nın birinci aşamasında keşfedilmiş bir ekonomik ve parasal birliğin oluşturulması, önemli bir aracı olarak düşünülmektedir. Bu anlaşmada, EPB’nin üç aşamada olgunluğa erişeceği ifade edilmektedir. Birinci aşamanın, Maastricht Antlaşması imzalanmadan 2 yıl önce başlamış olduğu görülmektedir. Bu aşamada, üye ülkelerin kendi kurlarını Döviz Kuru Mekanizması kapsamında tayin eden sınırlı bant (±%2.25) içerisine yerleştirmesi gerekmektedir. Öte yandan sermayenin inişli-çıkışlı dalgalanmalara yönelik yapılan kontrollerin kademeli bir biçimde kaldırılması da bu aşamada gerçekleştirilmektedir.

Birinci aşamadan 4 yıl sonra, 1 Ocak 1994 yılında ikinci aşama ortaya çıkmaktadır. Bu aşamada, kur hareketlerinin sınırlandırılması, birinci aşamada istisnai durumlar dışında müsaade edilen ayarlamaların gerçekleştirilmemesi ve Avrupa Para Enstitüsü’nün kurulması gibi hususların oluşması beklenmektedir. Üçüncü aşamanın ise, Maastricht Antlaşması’nda oluşturulan yakınsama kriterlerinin üye ülkeler tarafından

145

gerçekleştirilmesi durumunda 1 Ocak 1997 tarihinde başlatılması planlanmaktadır.

Ancak bu planın gerçekleşmemesi durumda sadece bu kriterlere sahip olan ülkeler arasında 1 Ocak 1999’da başlatılması düşünülmektedir (Akçay, 2014: 358).

Topluluğa üye ülkelerin belirlenen kriterlere sahip olmamasından dolayı üçüncü aşama, 1 Ocak 1999 yılında başlamaktadır. Üçüncü aşamada, ortak para birimi olarak sadece Euro’nun kullanılmasının yanı sıra Avrupa Merkez Bankası’nın kurulumu gerçekleştirilmektedir. Euro, 1999 yılından 2002 yılına gelinceye kadar kaydi para olarak kullanılırken 2002 yılından beri nakdi para olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu aşamada, tek para biriminin kullanılmaya başlanması ve AMB’nin kurulmasının sonucunda para politikasını kararlaştırma izninin ulusal kurumlardan uluslarüstü kurumlara geçiş yaptığı görülmektedir (Carchedi, 2009: 227).

Para birliğinin tam anlamıyla sağlanması için tek paranın kullanılması ve para politikalarının uygulanmasında uluslarüstü bir kurumun var olması yeterli gelmemektedir. Para birliğinin tamamlanması ve işleyişinde süreklilik kazanabilmesi için ilk olarak üye ülkelerin iktisadi politikalarının uyumlaştırılması gerekmektedir.

Yoksa üye ülkelerde yüksek bütçe açıkları ve kamu borçlarının oluşması kaçınılmaz bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu bütçe açıkları ve kamu borçlarını finanse etmek için konulan yüksek faiz miktarları para birliğinin istikrarına zarar vermektedir. Bu zararı meydana getiren sebepleri ortadan kaldırmak için üye ülkelerin kamu maliyesi, faiz oranları ve fiyat istikrarı gibi hususlarda göstergelerini teftiş etmesinin para birliklerinin tamamlayıcı özellikleri arasında yer almaktadır. Avrupa Birliği’nde EPB sürecinde, bahsedilen göstergelerin kontrol altında tutulması amacıyla belli başlı kriterler üzerinde anlaşmaya varıldığı görülmektedir. Bu kriterler “yakınsama kriterleri” olarak adlandırılmaktadır. Bunlar (Türel, 2013: 397):

 Üye ülkede en iyi performansı sergileyen üç ülkenin toplam yıllık enflasyon oranları ortalaması %1,5’ini aşmayacaktır.

146

 Üye ülke para biriminin son iki yılda döviz kuru mekanizmasının belirlemiş olduğu hareketlilik içinde kalması ve bu dönem süresince değerinin düşürülememesi gözlenmektedir.

 Üye ülkenin fiyat istikrarına göre en iyi durumda olan üç ülkenin uzun vadeli nominal faiz miktarlarının ortalamasının %2’sini geçmemesi umulmaktadır.

 Üye ülkenin bütçe açığının ve kamu borcunun GSYİH’ye oranlarının sırasıyla %3’ü ve %60’ı geçmemesi beklenmektedir.

Üye ülkelerin Maastricht Antlaşması ile birlikte getirilen yakınsama kriterlerine uyum sağlayamamaları ve işbirliğini bozucu yönde hareket etmeleri neticesinde EPB’de ortaya çıkması muhtemel olumsuz etkileri önlemek amacıyla İstikrar ve Büyüme Paktı (İBP) uygulamaya konulmuştur. İBP ile birlikte yakınsama kriterlerini yerine getiremeyen ülkelere yönelik bazı yaptırımların uygulanması öngörülmüştür. Bunlar, üye ülkelerin yeni tahvil veya borç senedi çıkarmadan önce ekonomilerinde var olan olumsuzluklar ile ilgili ek bilgiler yayınlaması, Avrupa Yatırım Bankası kredilerini kullanamaması, Birlik’te faizsiz bir hesaba para yatırması ve para cezasıdır58. Bu yaptırımlara ek olarak İBP ile birlikte, bütçe açığının GSYİH’ye oranının %3’ü aşması halinde, üye ülkeye ilgili oranın mümkün olan en kısa sürede düzeltilmesi için uyarıda bulunacak Erken Uyarı Sistemi de getirilmiştir (Dura ve Atik, 2007: 155).

Avrupa Birliğinde Ekonomik ve Parasal Birliğin Gerçekleşme Aşamaları:

15-16 Aralık 1995’te düzenlenen Madrid zirvesi, Maastricht antlaşması sonucunda elde edilen raporun yürürlüğe girmesi sonucunda parasal birliğin gerçekleşmesindeki en önemli adımlardan biri olan, tek para birimi olarak Euro’nun kullanılmasının kararlaştırıldığı görülmektedir. 3 adımda gerçekleşecek geçiş süreci aşağıdaki gibidir.

147

-Birinci Aşama: Birinci aşamanın ana amacı Maastricht Anlaşmasında ortaya konan bütün tedbirlerin yürürlüğe girmesini sağlamaktır. 1 Ocak 1990’da başlayan süreç 31 Aralık 1993’te sone ermektedir. Böylece sermayenin serbestliği hem AB üyeleri içinde hem de AB ile üçüncü dünya ülkeleri arasında gözükmektedir. Bunun yanı sıra ekonomik konularda hazırlanan geleceğe yönelik planlar aracılığıyla üyeler arasında ekonomik birliktelik güçlendirilmektedir. Bu planlamalar, ülkelerin enflasyon ve döviz kuru gibi konulardaki amaçlarını gerçekleştirmelerini sağlamaktadır (Karluk &

Tonus, 1998: 17-18)

-İkinci Aşama: İkinci aşamanın hedefi, tek para kullanımının gerçekleşmesi için gereken yasal düzenlemelerin yürürlüğe girmesini gerçekleştirmektir. 1 Ocak 1994’te başlayan ve 31 Aralık 1998’e kadar sürecek olan dönemde alınan en önemli kararlardan biri, Avrupa Para Enstitüsü APE’nin kurulmasıdır. Üye ülkeler arasındaki ekonomik uyumluluğu ve bütünleşmeyi sağlamayı amaçlayan APE’nin ve Avrupa Merkez Bankası’nın harekete geçebilmesi için ihtiyaç duyulan reformları gerçekleştirmek ve üye ülkelerin merkez bankalarına tavsiyeler iletmek gibi misyonları bulunmaktadır (Curried, 1998):

Yukarıda bahsedilen konular dışında alınan mühim kararlar da bulunmaktadır.

Bu kararların en önemlilerini, AMB’nin kurulması ve ülkelerin Euro’ya geçişine dair alınanlar oluşturmaktadır. Kararların alınması 2 Mayıs 1998’de düzenlenen AB Konseyi (Avrupa Zirvesi) Toplantısı’nda oy çokluğu yöntemiyle sağlanmaktadır. AMB’nin kurulmasını sağlayan kararsa ECOFIN, Maastricht Anlaşması gereğince söz konusu ülkelerin uyum ve koordinasyonu gözetilerek oluşturulan bildirileri kaynak almaktadır.

İngiltere ve Danimarka gibi üçüncü aşama için belirlenen koşulları sağlayamayan ülkelerin, Euro’ya geçişi uygun görülmemektedir (Karluk & Tonus, 1998: 18-19).

148

Üçüncü Aşama: Üçüncü aşama parasal teklik kararının faaliyete geçmesi için somut kararların alınmasından oluşmaktadır. 1 Ocak 1999 tarihinde başlayacak olan bu aşamada, AB’ye üye ülkelerin yerli paralarının Euro’ya dönüşüm oranları kesin olarak ortaya konmaktadır. 1 Euro, 1 ECU’ya karşılık gelmekte ve ECU yerine EURO kullanılmaktadır. Ancak başlangıçta yerli paralar kullanılmaya devam etmektedir (Curried, 1998).

AMB’nin Euro’yu kullanmaya başlamasıyla kurumsal anlamda önemli bir adım atılarak tek bir para politikası yürürlüğe girmiş olduğu görülmektedir. AMB, bu uygulamayla finansal istikrarı ve Euro’ya olan güveni sağlamaya çalışmaktadır.

AMB’nin oluşturduğu sistem Euro ve yerli para arasında bir köprü kurmayı amaçlamaktadır. Düzenlenen yeni sisteme katılım (DKM2) ise yine daha önceki uygulamalarda olduğu gibi zorunlu tutulmamakta ve gönüllülük esas alınmaktadır.

Dalgalanma bandında, orijinal oran olan %2.25’ten daha geniş bir oran olması beklenirken ve şu anda geçerli oranın %15’lik bandın da devam etmesi ön görülmektedir (Karluk, 2013: 67).

AMB’nin para politikasını uygulaması finansal kurumlar ve girişimci sınıf için de Euro’ya geçiş anlamına gelmektedir. Artık Euro birliğine katılan devletler, borçlarını Euro para birimiyle açıklamaktadır. Ülkelerin mevcut yerli paraları Euro’nun alt birimleri haline dönüşmesiyle söz konusu devletlerde Euro resmi olarak yürürlüğe girmektedir. Finansal kuruluşlarda, 1 Ocak 1999 tarihinden sonra bankalar da işlemlerinde Euro’ya geçiş yapacaklarını bildirmektedir. Kurumsal anlamda böyle olsa da insanların finansal kuruluşlarla olan işlemleri için 1 Ocak 2002’de Euro’ya geçişin başladığı görülmektedir. Devletin finansal yönetimindeki borçların, 1 Ocak 1999 tarihinden sonra Euro’ya çevrildiği bilinmektedir. AB’ye üye olan devletler ise, aralarında belirledikleri bir tarihte, ödenmemiş borçlarını Euro olarak hesaplamaktadır.

149

Bunların dışında şirketlere arzu ettikleri herhangi bir tarihte Euro’ya geçiş hakkının tanındığı anlaşılmaktadır.

Euro’nun yayılması ve toplum tarafından kullanılması ise 1 Ocak 2002 tarihinde yerli paraların finansal kuruluşlar aracığıyla Euro’ya dönüştürülmesiyle sağlanmaktadır.

Euro’nun tüm AB devletlerinde tek resmi para olarak ilan edilmesiyse 30 Haziran 2002 tarihinde gerçekleşmektedir (Karluk, 2013: 68).

Birden fazla ülkenin tek bir kurum bünyesinde, aynı mali politikalarla yönetilmesinin avantajları olmakla beraber dezavantajları da bulunmaktadır. Bu yönetimden elde edilen avantajlar aşağıdaki gibidir (Erdem & Ulucak, 2014: 25):

 Parasal birliğin sağlanması ortaya çıkabilecek olası ekonomik dengesizlikleri giderdiği gibi dış ticarete katkıda bulunarak gümrük birliğinin etkinliğini artırmaktadır. Finansal istikrarın kurulmasında, kur değişkenlikleri giderek dış ticarette büyük avantaj sağlamaktadır.

 Euro birliğinin kur dalgalanmalarını önlemesi firmaların ekonomiye olan güvenin arttıracağı için ticaret ve yatırım için ideal koşulların oluşmasını sağlamaktadır. Bu durum kambiyo işlemlerini etkisiz hale getirerek döviz kuru işlemlerinin önüne geçmekte ve ekonominin işlevselliğini arttırmaktadır.

 Euro birliği sayesinde oluşan döviz kuru stabilizasyonu sermayenin hareket hızını arttırarak dolaşımını kolaylaştırmaktadır. Bu durumsa yerli firmaların yabancı yatırımlara yönelmesi sonucunda Ülke ekonomisinin dünya piyasalarından yararlanmasını sağlamaktadır.

 Parasal birlik sayesinde bütün AB ülkelerinde, piyasada yer alan birçok ürün karşılaştırılabilir hale gelmektedir. Bu durumun firmalar arasındaki rekabeti artırdığı ve tüketici rantının oluşmasını dolayısıyla tüketicinin refah seviyesinin yükselttiği bilinmektedir. Bu sayede ticaretin canlanması ekonomik büyümeyi ve istihdamı da olumlu etkilemektedir.

150

 Bütün AB ülkelerinin dış döviz rezervinin ortak olması, üyelerden birinin yaşadığı olası bir dış krizde, sahip olunan rezerv avantajı sayesinde krizin yükünün diğer ülkeler tarafından paylaşılmasını sağlamaktadır.

Parasal birliğe geçilmesi ile beraber üye ülkelerin döviz kuru farklarının negatif etkilerinden kurtulacakları, döviz kurunu izleme gibi bir yükümlülüklerinin olmayacağı, ortak para biriminin kullanılmasıyla değişim aracı olarak paranın kullanım değerinin artacak oluşu, Avrupa Merkez Bankasının fiyat istikrarı hedefine odaklanacağı, parasal birliğinin sağlanması ile de ülkelerin ticari ve ekonomik birlikteliklerinden elde etmiş oldukları güçlerin de artacağı beklenmektedir (Varan, 2010: 19).

Ortak parasal birlik sayesinde farklı ülke piyasaları bütünleşir (Yiğit, vd.,2008:243.) Ekonomik ve parasal birlik yolu ile mal, hizmet, sermayenin ve kişilerin serbest dolaşımının yanında üye devletlerin kendi ulusal para birimleri arasında sabit kur ve son olarak da tek bir para biriminin kullanılması sonucunu doğurmaktadır (Yiğit, vd.,2008:243). Diğer bir anlatımla da üye ülkeler para politikalarında yetkilerini avrupa merkez bankasına devretmektedirler. Birliğin ekonomik hedeflerinin gerçekleştirilmesi için sadece para politikası görevlerini devretmeleri de yeterli değildir, maliye politikasının da uyumlaştırılması gerekmektedir. Nitekim “mali birlik’in gerekli olup olmadığı yönündeki tartışmalar da bu açıdan değerlendirilebilir.

Parasal birliğinin tahmin edilen pozitif etkileri arasında Euro’nun kullanım alanının genişlemesiyle güç kazanarak istikrarlı hale gelmesi, tek para politikasının döviz kuru etkilerini büyük oranda yok etmesi, bu sayede kazanılan itibar sonucunda artan likiditeyle paranın kullanım alanının yayılması; sağlanan fiyat istikrarının ve finansal istikrarın sonucunda merkez bankasının piyasaya müdahalesinin azalması, faiz oranlarında meydana gelen düşüş, bu durumun politik çıkarları engellemesi, paranın kullanım alanının genişlemesi sonucunda uluslararası bir öneme sahip olması ve bu durumun dış ticarette ciddi avantajlar sağlaması gibi huşular bulunmaktadır.

151

Parasal birliğin sağlanarak ortak döviz rezervlerinin kurulması aynı zamanda spekülatif hareketlerin de önüne geçmektedir. Bunun sebebi ortak döviz rezervlerinde herhangi bir ülkede bulunan döviz miktarında çok daha fazla miktarda döviz olmasıdır.

Bu durum siyasi amaçlarla yapılabilecek spekülasyonların ve bunları yapan spekülatörlerin ekonomik istikrarı sabote etmesini engellemektedir. Parasal birliğin sağladığı bir diğer avantaj, fiyat istikrarı için sermayenin yurt içinde yatırıma dönüşmesini sağlamaktır. Böylece ekonomide oluşan güven yüksek miktarda tasarrufun yatırıma dönüşmesi sonucunda ekonomik büyümeye ve istihdama katkı sağlamaktadır.

(Özer, 2007: 84). Ancak bütün bu avantajlar iktisat teorileri sonucunda yapılan tahminler ve ön görüler olarak düşünülmektedir. Yukarıda bahsedilen yararlar teorik olarak parasal birlikten beklenen yararlardır. Oysa pratik olarak 2008’de yaşanan Küresel Finansal Kriz sonucunda AB’deki Euro krizinin derinleşmesi bahsi geçen tüm bu avantajların krizin etkilerini beklenildiği gibi azaltamadığını ortaya koymaktadır.

Parasal birliğe geçişin ekonomik anlamda ortaya çıkaracağı olumsuzluklar da bulunmaktadır. Örneğin, ekonomik kriz halinde ya da sağlıksız ekonomik göstergelerle karşılaşılması durumunda müdahale olanaklarının sınırlı olduğu görülmektedir. Tek paraya geçilmesinden dolayı para politikası ve kur politikası araçları yok edilmektedir.

Bu araçları kullanamamaksa bozukluğu ve dengesizliği gidermek için AB ülkelerinin yeni çözüm yolları üretmek zorunda olduğu anlamına gelmektedir. Aynı zamanda ülkelerin ekonomik göstergelerdeki bozukluklar karşısında verdikleri tepkilerin birbirinden farklı olması, sistemin bir bütün olarak hareket etmesi için oldukça büyük bir dezavantaja sebep olduğu bilinmektedir (Turgan, 2013: 225).

Ekonomik gelişmelerin farklı ülkelerde farklı sonuçlar vermesi mali birliği ve merkezi kurumsal otoriteyi oldukça dezavantajlı bir yapı haline dönüştürmektedir. Öyle ki eğer talep artışı bir ülkede istihdam artışına sebep olurken diğerinde azalışa sebep oluyorsa klasik iktisat ekolünde belirtildiği gibi bu durumun giderilmesi için tam esnek

152

ücretlere sermaye serbestliğini gerekmektedir. Aksi takdirde yaşanan ekonomik olumsuzluklar kalıcı hale gelebileceği gibi bu durumun giderilemeyeceği de ihtimal dahilinde olduğu anlaşılmaktadır (Değer & Öztürk, 2003: 105). AB ülkelerindeki enflasyon ve istihdam arasındaki etkileşimin, her ülkede farklı olması merkezi mali birliğin para ve enflasyon politikasını belirlerken oldukça zor bir durum yaratmaktadır.

Sermayenin tam serbestliği, döviz kurunun ve faiz oranının istikrarsızlaşmasına sebep olmaktadır. Üstelik tek paraya geçişle kambiyo politikalarının etkinsiz hale gelmesi, söz konusu istikrarsızlıkta bu araçların kullanımını da devre dışı bırakmaktadır (Altınok ve Çetinkaya, 2001: 179). AB ülkeleri arasındaki ekonomik farklılıklar hem finansal hem mali hem de yapısal açıdan bütün AB ülkeleri için risk teşkil etmektedir.

Likidite ihtiyacından, büyüme oranlarına kadar oluşan bu farklılıklar ülkelerin kendi özelinde kararlar verememesi sonucunda birtakım ekonomik maliyetlere katlanmalarını zorunlu kılmaktadır. Her ülkenin katlanmakta olduğu maliyetler de birbirinden farklı olmaktadır (Değer ve Öztürk, 2003: 111-112).

Parasal birliğe dahil olan ülkelerde devletin elde edeceği senyoraj geliri de ortadan kalmaktadır.

Avrupa Birliği Bütçesinin Gelişim Süreci: Avrupa entegrasyon süreci içerisinde Birlik bütçesinin geçirdiği değişiklikler vardır. İlk olarak üç ayrı kurumun bütçelerinin birleştirilmesi suretiyle oluşturulan tek bütçe (Birlik bütçesi) yıllar içerisinde entegrasyon sürecinde yaşanan genişleme ve derinleşme hareketlerine paralel olarak üstlendiği roller ve ölçeği itibariyle gelişim göstermiştir. Bu başlık altında da ifade edilen gelişim sürecinin yanında Birlik bütçesinde reform niteliğinde yaşanan değişimlere yer verilecektir.

Tek bütçenin oluşturulmasında AKÇT, EURATOM ve AET bütçeleri bir araya getirilmektedir.

153

Avrupa entegrasyon sürecinin ilk ciddi adımı Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulması ile atılmıştır. AKÇT ile üye ülkelerin gelişmesine katkı sağlamak, işsizliği önlemek, hayat standardının yükseltilmesine imkan sağlamak, kömür ve çelik sektörlerinde tekelleşmeyi önlemek, yatırımları hızlandırmak ve işçilerin konut edinmesine katkıda bulunmak amaçlanmaktadır (Karluk, 2014: 11).

Paris Antlaşması’nın imzalanmasından sonra AKÇT’nin, 1952 tarihinde kurulmuş olduğu görülmektedir. Paris Antlaşması’nın 23 Temmuz 2002 yılında yürürlükten kaldırılması dikkate alındığı zaman bu anlaşmanın 50 yıl geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Aynı sürecin AKÇT içinde geçerli olduğunu varsayarsak eğer, AKÇT’nin 2002 yılında meşruluğunu kaybedeceği görülmektedir. Böyle bir durumun oluşmasıyla, kömür ve çelik sektörlerinde tam anlamıyla bir ortak politika alanının kurulamadığı kastedilmemektedir. Avrupa Birliği politikaları içerisine bu iki sektörle alakalı tüm konularında dahil edildiği bilinmektedir. Aynı zamanda bu sektörlerin sorumluluğunu da Avrupa Birliği Komisyonu devralmaktadır. AKÇT’nin meşruluğunu kaybetmeden önceki bütçesinin yaklaşık olarak 1,6 milyar Euro değerinde olduğu tespit edilmektedir. Avrupa Konseyi’nin Komisyon’dan bu değeri talep etmesi sonucunda, değerin genel birlik bütçesine devredilmesinin yanı sıra kömür ve çelik sektörleriyle alakalı araştırma işlemlerinde de kullanılması konusunda anlaşma sağlanmaktadır (Tokatlıoğlu, 2004: 133).

1958 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile beraber Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun da kurulmuş olduğu görülmektedir. EURATOM tıpkı AKÇT gibi sektörle ilgili bir bütünleşmeyi içerisinde barındırmaktadır. EURATOM’ın kendisine ait bir tüzel kişiliğe ve bütçeye sahip olduğu bilinmektedir.

Üye ülkelerin araştırma ve yatırım bütçesine katkı dağılım oranları; Almanya ve Fransa’nın %30, İtalya’nın %23, Belçika’nın %9,9, Hollanda’nın %6,9, Lüksemburg’un

%0,2 olduğu tespit edilmektedir. Bu katkıların birleşmesiyle oluşan gelirlerin işletme

154

bütçesinde, yönetim giderlerinde, güvenlik kontrolünde, sağlığın korunmasıyla alakalı giderlerin finansında kullanılması konusunda anlaşmaya varılmaktadır. Bu gelirlerin araştırma ve yatırım bütçesinde, Topluluk’ un araştırma programının gerçekleştirilmesi, eğitim kurumlarının geliştirilmesinde kullanılmasının yanı sıra Ajansın sermayesine, yatırım masraflarına ve ortak faaliyetlere katılımı için kullanılmasına karar verildiği bilinmektedir. EURATOM Bütçesi’nde 1958-1967 tarihleri arasında tüm giderler için kasadan çıkan toplam tutar 643,2 milyon ECU olarak hesaplanmaktadır39

Avrupa Ekonomik Topluluğu, Roma Antlaşması’nın imzalanmasının ardından 1958 yılında Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ile birlikte yürürlüğe girmiştir. AET, sektörel bütünleşmeyi kapsamına alan AKÇT’nin ve EURATOM’un aksine, üretim faktörlerinin serbestçe hareket edebileceği bir ortak pazar yaratılmasını hedeflemek suretiyle genel bir bütünleşme öngörmektedir. AET Bütçesi’nin gelirlerinin üye ülkelerin mali katkı payları ile elde edilmesi, bütçenin henüz kendisine has özkaynaklarının bulunmadığını göstermektedir. Ayrıca AET Bütçesi’nin gelirler ve giderler bakımından denk olması gerektiği belirtilmiştir. AET Bütçesi’nin denk olması, teknik bir ifadenin yerine getirilmesi olarak değerlendirilir. Böylelikle birlik bütçesi yalnızca bir muhasebe aracı olarak görülmüş olur ve basit anlamda kaynak dağılımı görevini üstlenmiş olur.

AET Bütçesi’nin gelirleri, üye ülkelerin araştırma ve yatırım bütçesi için ödedikleri mali katkı paylarının toplamından oluşmaktadır. Bu durumda AET Bütçesi’nin kendisine özgü başka öz kaynaklara sahip olmadığı görülmektedir. Öte yandan AET Bütçesi’nin gelir ve gider miktarlarının birbirine eşit olması, onun sadece bir muhasebe aracı olduğu ve kaynak dağılımını gerçekleştirdiği düşünülmektedir. Üye ülkelerin ödedikleri katkı payları ile biriken gelirler, Birlik’ in belirlediği ortak politikaların masraflarında kullanılmaktadır. Bu ortak politikalar arasında ortak tarım

39 www.bumko.gov.tr (E.T. 12.02.2019)

155

politikasının masrafları ilk sırada yer almaktadır. Ortak tarım politikası, Avrupa Birliği’nin ilk ve en eski politikası olmasının yanı sıra bütçeden belli bir miktarın sadece onun için ayrıldığı görülmektedir (Akder, 2014: 413).

Ortak tarım politikasının bir sonucu olarak, üye ülkelerin karar verme gücünü Birlik’ in bünyesine transfer etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Fakat AET’ in vermiş olduğu kararların uygulanmaya koyma sürecinden üye ülkelerin sorumlu olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ortak tarım politikasının gerçekten de bir ortak politika yaratmakta olduğu tespit edilmektedir. (Horvath, 2007: 358).

AET’in ortak tarım politikasında görülen faydalı gelişmelere rağmen gerçekleştirmeyi planladığı ortak taşımacılık politikasında yeteri kadar bir ilerleme sağlayamadığı görülmektedir. Aynı zamanda, sosyal ve bölgesel politikaların uygulanması açısından iki ayrı fonun kurulduğu bilinmektedir. Bu fonlardan birinci Avrupa Sosyal Fonu olarak adlandırılmaktadır. Bu Fon’un gelirlerinin, tıpkı AET Bütçesi’ndeki gibi, topluluğa üye ülkelerin mali katkıları sonucunda bu katkı paylarının ortak bir havuzda toplanmasıyla oluşturulmasına karar verilmektedir. Üye ülkelerin Sosyal Fon’a transfer edecekleri katkı paylarının AET Bütçesi’nde görülen oranlara göre daha farklı olduğu tespit edilmektedir. Avrupa Sosyal Fonu’na ülkelerin transfer edecekleri katkı payı oranları; Almanya ve Fransa’nın %32, İtalya’nın %20, Belçika’nın

%8,8, Hollanda’nın %7 ve Lüksemburg’un %0,2 olarak saptanmaktadır. İkinci fon ise Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu olarak adlandırılmaktadır. Birlik içerisinde bölgesel eşitsizliklere son vermek ve denizaşırı ülkelerle sağlanacak iş birliğinde kullanılmak için oluşturulan fonun masrafları genel bütçenin dışarısında değerlendirilmektedir. Bu fondan yapılan masraflardan 1975 tarihinden beri Karayip ve Pasifik ülkelerinin faydalandıkları görülmektedir. (T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1998: 7).

1967 yılında imzalanan Füzyon Antlaşması’na kadar AKÇT, EURATOM ve AET’in kendilerine ait bütçeleri bulunmaktadır. Füzyon Antlaşması, bahsi geçen bu üç