• Sonuç bulunamadı

2. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TEMEL İKTİSADİ MALİ KURUMLARI VE

2.1. Genel Olarak Avrupa Birliği’nin Tarihsel Gelişimi

Avrupa tarihi, Avrupa Birliği tarihinden çok daha eskilere7 dayanmakta ise de AB’nin tarihini ikinci dünya savaşı sonrası dönemden başlatmak bu çalışma için yeterli olacaktır. Nitekim Avrupa’nın ikinci dünya savaşı ve soğuk savaş sonrası durumu, Avrupa bütünleşmesinin ve AB gelişiminin de temelini oluşturmaktadır. Birçok devletten tek bir devlet oluşturma temenni ve arzusunu içeren AB projesi Avrupalı düşünürleri uzunca bir süre meşgul etmiş, ancak ikinci dünya savaşı sonrası uygulama alanı bulabilmiştir (Akşemsettinoğlu, 2011: 3).

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, birçok alanda tamiri uzun yıllar sürecek fiziki ve psikolojik yıkıma maruz kalan Avrupa Devletleri, bu yıkımı en hızlı şekilde düzeltebilmek için farklı çıkış yolları aradılar. Bu arayışa bağlı olarak Avrupa Devletleri arasında barış ikliminin yeniden kurulması ve sürekliliğinin sağlanması, tüm devletlerin ortak bazı değerlerle bir araya getirilmesi ve sosyal refah düzeyini yükseltecek biçimde bir birlik kurulması düşüncesine yaklaşıldı. Savaştan bıkan Avrupa, yeni bir kimlik oluşturmak, güven ve huzur içinde yaşamak, özgür ve serbest olmak, ekonomik anlamda refaha ulaşmak, bölgede ortak bir güç unsuru hale gelmek istemekte, aynı zamanda Almanya’nın tek başına bölgeye hüküm sürmesini de istememekteydi.

ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’da Avrupa’nın imarı konusunda ilgili ülkelere yardım yapılması gerektiğini belirtirken - Marshall yardımları olarak bilinen-, aynı zamanda Avrupa ülkelerinin kendi aralarında işbirliği yapmaları gerektiğini de dile getirmekteydi (Karluk, 2014: 71). Churchil’de ikinci dünya savaşı sonrası Birleşik

7 Altı üye devlet (Belçika, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda), daha sonra Roma Antlaşması'nı imzalayarak çeşitli mal ve hizmetleri içeren ortak bir pazara dayalı Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurmaya karar verdi. Altı ülke arasında gümrük vergileri 1 Temmuz 1968’de tamamen kaldırıldı ve 1960’larda özellikle ticaret ve tarımda ortak politikalar oluşturuldu.

90

Avrupa’nın tesis edilmesi şartıyla Avrupa’nın yaşadığı acı ve ıstıraplardan kurtulacağını dile getirmişti (İzci, 2016: 283).

AB’nin kurucu ülkelerinden olan Almanya ve Fransa’nın ilişkileri, gerek AB’nin oluşumunda gerekse AB’nin bütünleşme sürecinde önemli olmuştur. Almanya otoriter bir ulus devlet yapısına sahip iken, Fransa yarı asimilasyona dayalı, bütünleştirici bir ulus devlet yapısına sahiptir (Özdemir & Bakan, 2016: 55).

İki ülke kimi zaman birbirine düşman olmuş, kimi zaman da ortak çıkarları etrafında birbiri ile işbirliği yapmıştır. İkinci dünya savaşı sonrası Fransa, Avrupa’nın başlıca gücü olmayı hedeflerken, Almanya’nın giderek güçlenmesinin kaçınılmaz olduğunu fark etmesi üzerine Gaulle için Fransız-Alman işbirliği önemli hale gelmiştir.

Gaulle Fransa’nın Almanya ile birlik olarak güçlenebileceğini, Birliği bu şekilde istediği yöne götürebileceklerini düşünmüştür (Bal, 2016: 229). Kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) ile Almanya’nın gücü kontrol altına alınmak istenilmiştir, çünkü Almanya her zaman için tek başına korkulan bir güç olmuştur. Almanya ve Fransa merkezli olmak üzere ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların ve düşmanlıkların Avrupa ulus devletleri tarafından barışçı yollarla çözülmesi politika hedefi olarak öne çıkmaya başlamıştı (Çoman, 2007: 5). AB projesinin oluşma sebeplerinden biri de Kore Savaşı sonrası Sovyet korkusunun da Avrupa’ya yayılmasından duyulan endişedir (Akşemsettinoğlu, 2011: 4).

Gerek ABD’nin destek ve yardımları, gerek Avrupa ülkelerinin bütünleşme istekleri ve de Sovyet korkusu ile siyasal irade oluşmaya başlamış ancak hangi kurumsal çerçevede ve nasıl bir yol izlenerek gerçekleştirileceği henüz belli olmamıştır.

1990’lı yıllardan sonra ise Almanya-Fransa arası işbirlikleri ile şekillenen AB projesi, siyasi birlik oluşturmanın hedeflenmesi ile birlikte AB projesinin kurumsal yapısının oluşturulmasında önemli dönemler olmuştur.

91

Avrupa’nın bütünleşme anlamında oluşumları 1948’te bugünkü OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development- Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ile aynı yıl Batı Avrupa Birliğinin kurulması ve 1949’da Avrupa Konseyi kurulması ile başlamışsa da, AB’nin kurumsal kimliği 1951 yılında 6 kurucu üye ile imzalanan Avrupa Kömür Çelik Birliği ile Fransa’nın tehdit olarak gördüğü Saar ve Ruhr bölgelerinin yönetiminin üye ülkelerin temsilcilerinden oluşan ulus üstü bir yapıya bırakması ile gündeme gelmiştir. Bu yapıdan Almanya da Fransa kadar memnun olarak ayrılmıştır. İkinci dünya savaşının ardından başlayan Soğuk Savaş ile de iki ülke ortak hareket etmek durumunda kalmıştır.

Belirttiğimiz gibi 6 üye ile başlayan AB günümüze son olarak Hırvatistan’ın 2013 yılında katılımı ile 28 üyeye ulaşmış ve ekonomik olarak başlayan bu birlikteliğin amaçları siyasal, kültürel iş birlikleri ile çeşitlenerek gelişmiş ve uluslararası bir örgütlenme örneğini oluşturmuştur. AB’nin değerleri AB Antlaşması’nın 2’nci maddesinde “[b]irlik, insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere insan haklarına saygılı olma değerleri üzerine kuruludur. Bu değerler, çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma ve kadın-erkek eşitliğinin hakim olduğu bir toplumda üye devletler için ortaktır” şeklinde yerini bulmuştur.8

Tüm dünyadaki uluslar için birtakım değerler vardır ve bunların yaşatılması önemlidir. AB’de yukarıda sıralanan değerler ile gelişecek ve bütünleşmesini sağlayacaktır. AB için de değerler her zaman önemli olmuştur. Yakın zamandan örnek vermek gerekirse yaşanılan son kriz sonrası AB’nin değerlerinden kopmalar meydana gelmeye başlamış ve bu da AB için bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. 2015 yılında muhafazakar görüşlü bir partinin Polonya’da seçimleri kazanması ve akabinde medya ve anayasa mahkemesi ile ilgili AB’nin değerlerine tezat icraatler çıkarması, AB’nin

8 http://www.ab.gov.tr/ (E.T.02.05.2019)

92

tarihinde ilk defa hukukun üstünlüğü ilkesine halel getirecek bir AB üyesi ülkesiyle karşı karşıya kalmasına ve endişe duymasına neden olmuş, dönemin Polonya Başbakanı ise hükümetin söz konusu icraatleri için Polonya’nın kendi kararlarını verme hakkına sahip olduğunu ifade etmiştir (Yumak, 2017:202).

AB üye devletlerinin ekonomik kalkınmalarını sağlamak adına, üye devletler arası ticaret yoluyla birbirlerinin ekonomilerine katkılar yapmıştır. AB 500 milyonu aşkın vatandaş ve 18 trilyon doların üzerindeki gayri safi milli hasılası göz önünde bulundurulduğunda, Dünya üzerindeki en büyük ve güçlü ekonomik yapıdır denilebilir (Avrupa Birliğine Genel Bakış, t.y.: 4).

İlk başlarda topluluk olarak başlayan Avrupa bütünleşmesi günümüzde birlik olarak devam etmektedir. AB’nin tarihsel gelişimine baktığımızda aslında kıta olarak üzerinde yüzyıllardır birçok savaşların hüküm sürdüğü Avrupa, ikinci dünya savaşı yılları sonrasında artık barışın hüküm sürmesinin umulduğu dönemin Fransa Bakanı Robert Schuman’ın Avrupa projesi fikri ile oluşmaya başlamıştır. Daha eskiye gidersek;

1800’lü yıllarda, Fransız Victor Hugo’nun da ABD’nin karşısında güçlü bir “Avrupa Birleşik Devletleri” kurulmasını istediğini ve AB düşüncesinin temellerinin atılmasında önemli sözlerinin olduğunu anımsayabiliriz. 9 Mayıs 1950 tarihinde “Schuman Planı”

olarak AB’nin ilk adımı atılmış, 9 Mayıs tarihi de Avrupa günü olarak ilan edilmiştir.

Planın özeti kömür ve çelik üretimlerinin birleştirilmesidir.

Schuman’ın 9 Mayıs 1950 tarihli “Avrupa tek seferde veya tek bir plan çerçevesinde oluşturulmayacaktır. Fiili bir dayanışma oluşturan, somut başarılar çerçevesinde inşa edilecektir” sözü de AB projesinin uzun soluklu bir süreç olacağını, zamanla gelişip derinleşmesinin en başından itibaren planlandığını gözler önüne sermektedir. AB’nin gerek en başından günümüze uzanan oluşumları, gerek kurumsal yapısının evrilişi, gerekse de genişleme ve faaliyet alanları, hep bu bahsedilen sözün akılda tutulması ile anlamlı bir çıkarım haline gelecektir.

93

1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu olarak kurulmuş ve daha sonra 1957 yılında da Avrupa Ekonomik Topluluğu Roma Antlaşması ile genişlemiştir.

Bilici’nin de belirttiği üzere AB’ye ilham veren ve Avrupa Ekonomik Topluluğu öncesi gerçekleşen uluslararası bütünleşmeler; 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü ve bünyesinde yer alan kuruluşlar, 1947 tarihli Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT), 1948 Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (1961 yılında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD), 1949 tarihli Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı (NATO), 1949 tarihli Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Mahkemesi’dir (Bilici, 2017:

8).

1958 tarihli Avrupa bütünleşmesinin en önemli hukuki belgesi olarak kabul edilen Roma Antlaşması sonrasında kurucu antlaşmalar sırasıyla 1 Temmuz 1967 Füzyon Antlaşması, 1 Temmuz 1987 Avrupa Tek Senedi,1 Kasım 199 Avrupa Birliği Antlaşması (Maschricht Antlaşması), 1 Mayıs 1999 Amsterdam Antlaşması, 1 Şubat 2003 Nice Antlaşması, 1 Aralık 2009 Lizbon Antlaşması şeklinde gerçekleşmiştir. Bu antlaşmalar Avrupa bütünleşme sürecinin temel taşları olmanın yanı sıra Avrupa toplumlarının da değerlerini temsil eden düzenlemeler içermektedir(Bilici, 2017: 10).

Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran antlaşmanın giriş kısmında “Avrupa halkları arasında gittikçe daha sıkı bir birliğin temelini atmaya azmetmiş olarak, Avrupa’yı bölen engelleri ortadan kaldırarak, ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmesini ortak bir eylemle sağlamaya karar vererek,…” şeklinde sıralanan amaçların etrafında şekillenecek olan bir Avrupa ekonomik topluluğunun amaçlandığı görülmektedir.

Antlaşmanın maddelerine baktığımızda ise 6’ncı maddesi “1.üye devletler bu anlaşmanın amaçlarına ulaşmak için, gerekli ölçüde, ekonomi politikalarını, topluluğun kurumlarıyla sıkı bir işbirliği yaparak koordine ederler. 2.topluluğun kurumları üye devletlerin iç ve dış mali istikrarını tehlikeye düşürmemeye dikkat ederler.” 34’üncü maddesi “1. üye devletler arasında, ihracata miktar kısıtlamaları ve eş etkili diğer

94

tedbirler yasaktır. 3.üye devletler bu antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte mevcut olan ihracata miktar kısıtlamaları ile eş etkili diğer tedbirleri birinci merhalenin sonuna kadar kaldırırlar.” şeklinde mali ve ekonomik düzenlemelere yer verildiği görülmektedir.

Ayrıca antlaşmanın 240’ıncı maddede yer alan “bu antlaşma sınırsız bir süre için yapılmıştır.” düzenlemesi AB’nin BREXİT ile birlikte dağılma ihtimalini tartışırken dikkat çekici olmaktadır (Noel, 1980: 102).

1958 yılında yürürlüğe giren Roma antlaşması ile Avrupa ekonomik topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET-EURATOM) kurulmuştur. Kurucu 6 ülkenin kurulan AET ile sağlamak istediği hedef, gümrük birliği oluşturmaktır (Çaman, 2017: 7). Avrupa entegrasyonu, Gümrük Birliği hedefi ile görülmektedir ki ekonomik hedeflere yönelmiştir. AET’de ek olarak ortak pazar oluşturulması da yer almıştır.

1967 yılında ise AET AAET ve AKÇT’nin Avrupa topluluğu çatısı altında birleştirilmesi kararlaştırılmıştır.1970’li yıllara gelindiğinde ise, üyeleri ile genişleyen ve siyasal anlamda da ön plana çıkmayı amaçlayan bir Avrupa karşımızdadır. 1986 yılında imzalanan kurucu ek senedi antlaşması ile yapı giderek derinleşmiş, iç pazarın tamamlanması istenilmiş, Avrupa topluluğu çevre, sosyal, teknoloji gibi alanlara da yönelmiştir. 1990 yılına gelindiğinde ise, parasal birliğe geçiş hazırlıkları kapsamında güçlendirilmiş koordinasyon geliştirilmiş, 1994-1999 yılları arasında da Avrupa Merkez Bankası’nın hayata geçirilmesi planlanmıştır. 1997-1999 yıllarında da Ekonomik ve Parasal Birlik projesinin hayata geçirilmesi öngörülmüştür (Çaman, 2017: 8). 1990’lı yıllar Avrupa projesinin derinleşme yılları olarak da ifade edilmektedir. Kuşkusuz parasal birlik ekonomik ve siyasi bütünleşme için gerekli görülmektedir.

Maastricht Antlaşması ile şekillenen Avrupa entegrasyonu, Amsterdam Antlaşması ile daha fazla derinlik kazanmıştır. Maastricht’te imzalanan AB antlaşması olarak da ifade edilen bu antlaşma ile, mevcut Avrupa toplulukları yapısına Ortak Dış

95

Güvenlik Politikası, Adalet ve İçişleri gibi iki farklı yapının da dahil edilmesini sağlayarak birlik olma yolunda AB’ye yeni bir adım atılmasını sağlamıştır (Çaman, 2017: 8).

Son olarak 2009 tarihli Lizbon Antlaşması’na da değinmek gerekirse; AB’nin daha etkin, daha demokrat, daha şeffaf ve daha küresel ölçekte güçlü ve bütüncül olmasının hedeflendiğini görmekteyiz. AB, tüzel kişiliğinde “birlik” olarak ifade edilmekte ve 3 sütunlu yapı kaldırılmaktadır. Ancak burada Ortak Dış ve Güvenlik Politikaların hala hükümetler arası niteliği büyük ölçüde korunmuştur.

AB tarihi kısaca incelendiğinde görülecektir ki, ekonomik hedefler etrafında başlayan bu birliktelik zamanla siyasal hedeflere yönelmiş, bu hedefleri gerçekleştirmek üzere bütünleşme hareketleri hayata geçirilmiştir. Yaşanılan küresel ekonomik kriz ise siyasi hedeflerin gerçekleşme ihtimalini azaltarak başarısını sorgulatmaktadır.

AB gerek bünyesinde barındırdığı devletler itibariyle, gerek kendi varlığı ile dünya tarihi içinde her zaman önemli bir aktör olarak yer almıştır. Gerek iç Pazar, gerek uluslararası ilişkiler, gerek bilgi ve teknoloji birikimi, gerek kültürel ve sosyal değerleri ile önemli bir uluslararası aktör olmuş, böylelikle AB’de meydana gelebilecek olan her türlü siyasi, ekonomik ve politik değişimler tüm dünyanın ilgisini çekmiştir.