• Sonuç bulunamadı

çocuğun sosyal davranışlarında yaşın, cinsiyetin, anaokuluna devam süresinin, annenin çalışma durumunun, annenin öğrenim düzeyinin anlamlı bir farklılık yarattığı belirlenmiştir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "çocuğun sosyal davranışlarında yaşın, cinsiyetin, anaokuluna devam süresinin, annenin çalışma durumunun, annenin öğrenim düzeyinin anlamlı bir farklılık yarattığı belirlenmiştir"

Copied!
117
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANKARA ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ANAOKULUNA DEVAM EDEN ÇOCUKLARIN SOSYAL DAVRANIŞLARI İLE EBEVEYNLERİNİN EVLİLİK UYUMLARININ İNCELENMESİ

Filiz VAİZOĞLU

EV EKONOMİSİ (ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ) ANABİLİM DALI

ANKARA 2008

Her hakkı saklıdır

(2)

ÖZET Yüksek Lisans Tezi

ANAOKULUNA DEVAM EDEN ÇOCUKLARIN SOSYAL DAVRANIŞLARI İLE EBEVEYNLERİNİN EVLİLİK UYUMLARININ İNCELENMESİ

Filiz VAİZOĞLU Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü

Ev Ekonomisi (Çocuk Gelişimi ve Eğitimi) Anabilim Dalı Danışman: Doç. Dr. Gülen BARAN

Bu araştırmada, anaokuluna devam eden dört-beş yaş çocuklarının sosyal davranışları ile ebeveynlerinin evlilik uyumlarını incelemek, yaş, cinsiyet, doğum sırası, kardeş sayısı, anaokuluna devam süresi, anaokuluna gitmeden önce çocuğun bakımını üstlenen kişi, annenin çalışma durumu, ebeveynlerin öğrenim düzeyi ve yaşı değişkenlerinin çocukların sosyal davranışlarında farklılık yaratıp yaratmadığını belirlemek; çocuğun yaşı ve cinsiyeti, sahip olunan çocuk sayısı, anaokuluna gitmeden önce çocuğun bakımını üstlenen kişi, kadının çalışma durumu, eşlerin öğrenim düzeyi ve yaşı, evlenme biçimi, evlilik süresi, aile yapısı değişkenlerinin ebeveynlerin evlilik uyumlarında farklılık yaratıp yaratmadığını incelemek amaçlanmıştır. Ayrıca çocukların sosyal davranışları ile ebeveynlerin evlilik uyumları arasında bir ilişki olup olmadığı da incelenmiştir.

Araştırma, Ankara’da orta sosyo-ekonomik düzeydeki beş anaokuluna devam eden dört-beş yaş grubundaki iki yüz kırk çocuk ve bu çocukların anneleri üzerinde yürütülmüştür. Her anaokulundan eşit sayıda alınan çocuklar, ayrıca yaş ve cinsiyetlerine göre eşitlenmiştir.

Araştırmada çocukların kendilerine ve ailelerine ilişkin bazı özellikleri saptamak için “Genel Bilgi Formu”, çocukların sosyal davranışlarının gelişimini değerlendirmek için “Davranış Derecelendirme Ölçeği”, ebeveynlerin evlilik uyumlarını belirlemek için “Evlilikte Uyum Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler, “Tek Yönlü Varyans Analizi”, “T-testi”, “Pearson Korelasyon Katsayısı Önemlilik Testi” ve “Scheffe Testi” ile değerlendirilmiştir.

Araştırma sonucunda; çocuğun sosyal davranışlarında yaşın, cinsiyetin, anaokuluna devam süresinin, annenin çalışma durumunun, annenin öğrenim düzeyinin anlamlı bir farklılık yarattığı belirlenmiştir. Ebeveynlerin evlilik uyumlarında ise erkeğin öğrenim düzeyinin anlamlı bir farklılık yarattığı saptanmıştır. Ebeveynlerin evlilik uyumu ile çocuğun işbirliği davranışı arasında anlamlı bir ilişki olduğu sonucuna varılmıştır.

Şubat 2008, 108 sayfa

Anahtar Kelimeler: Okul öncesi dönem çocuğu, sosyal davranışlar, evlilik uyumu

(3)

ABSTRACT Master Thesis

A STUDY ON THE SOCIAL BEHAVIOURS OF CHILDREN ATTENDING KINDERGARTEN AND THEIR PARENTS’ MARITAL ADJUSTMENT

Filiz VAİZOĞLU Ankara University

Graduate School of Naturel and Applied Sciences Department of Home Economics (Child Development and Education))

Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Gülen BARAN

This research aims at examining on social behaviours of four and five aged children attending kindergarten and marital adjustment of their parents and figuring out whether the variables such as age, gender, birth order, number of siblings , the length of time attending kindergarten, the person taking after the child before going to kindergarten, working status of mother, educational levels and ages of parents make differences on the development of children’s behaviours and also child’s age and gender, it’s aimed at determining whether the variables of such as the number of children, the person taking after the child before going to kindergarten, woman’s working status, couples’ educational level and age, the marital form and time and family structure make differences on the parents’ marital adjustment. Furthermore, it was examining that relationship between children’ social behaviours and parents’ marital adjustment.

The research has been studied on two hundred-forthy children of four and five aged group in a middle socio-economical level and their parents. The children have been equalled according to their ages and genders having been taken from every kindergarten equally in number.

In the study, ‘The General Information Form’ to determine children’s some features concerning themselves and their parents, ‘The Behaviour Grade Scale’ to evaluate the development of children’s social behaviours, ‘The Scale of Marital Adjustment’ to determine the marital adjustment of the parents have been used. And the data obtained has been evaluated with ‘The One-way Variance Analysis’, ‘T-test’ ‘The Pearson Correlation Coefficient Importance Test’

and ‘The Scheffe Test’.

As a result of this research, it’s been observed that age, gender, the length of time attending kindergarten, mother’s working status and educational level make a meaningful difference on the children’s social behaviours. Moreover, it’s been determined that father’s educational level creates a meaningful difference on the marital adjustment of the parents. And it’s been stated that there is a close relationship between the marital adjustment of the parents and cooperative behaviours of the child.

February 2008, 108 pages

Key Words: Preschool children, social behaviors, marital adjustment

(4)

TEŞEKKÜR

Araştırmanın gerçekleşmesinde yakın ilgi ve önerileriyle beni yönlendiren, bana bu konuda çalışma olanağı sağlayan ve tezimin her aşamasında bilimsel katkılarıyla yardımlarını esirgemeyen danışman hocam Sayın Doç.Dr. Gülen BARAN’a, çalışmalarım sırasında bana destek olan hocam Sayın Dr. Serap ERDOĞAN’a ve arkadaşım Araş Gör. Müge KAMANLIOĞLU’na teşekkürlerimi sunarım.

Araştırmamın tüm aşamalarında hep yanımda olan, bana çalışma olanağı sağlayan anneme ve babama, kaynak araştırması sürecinde maddi manevi desteğini gördüğüm kardeşim Dilek VAİZOĞLU’na, arkadaşım Gülten UÇAR’a ve çalışmamın her aşamasında beni motive eden, her an yanımda olan arkadaşım Burcu DİNÇER’e, verilerin toplanması sırasında yardımcı olan okul yöneticilerine, öğretmenlere, ailelere ve tüm çocuklara teşekkür ederim.

Filiz VAİZOĞLU Ankara, Şubat 2008

(5)

İÇİNDEKİLER

ÖZET………...i

ABSTRACT………ii

TEŞEKKÜR………...iii

ÇİZELGELER DİZİNİ………vi

1. GİRİŞ……….1

2. KURAMSAL TEMELLER VE KAYNAK ÖZETLERİ ……… 3

2.1 Sosyal Gelişimin Tanımı ve Önemi………..………..3

2.2 Sosyal Gelişimle İlgili Temel Kavramlar………..……...4

2.2.1 Benlik………...4

2.2.2 Sosyalleşme-sosyalleştirme………....6

2.2.3 Sosyal olgunluk………..7

2.2.4 İşbirliği………....8

2.2.5 Rekabet………...8

2.3 Sosyal Gelişimle İlgili Teoriler………9

2.3.1 Psiko-sosyal gelişim teorisi………...9

2.3.2 Sosyal öğrenme teorisi………16

2.4 Okul Öncesi Dönemde Sosyal Gelişim………...18

2.5 Sosyal Davranışın Gelişimini Etkileyen Etmenler………22

2.5.1Aile………...23

2.5.2 Anaokulu ve öğretmenler………...25

2.5.3 Arkadaşlar………...26

2.5.4 Kitle iletişim araçları………28

2.6 Evlilik Uyumunun Tanımı ve Önemi……….31

2.7 Evlilik Uyumunu Etkileyen Etmenler………...32

2.7.1 Eş seçimi kararının etkisi……….33

2.7.2 Ekonomik sorunların etkisi………...……..33

2.7.3 İletişim ve dayanışmanın etkisi………...…34

2.7.4 Cinsel yaşamın etkisi………...….36

2.8. Evlilik Uyumunun Çocuk Üzerindeki Etkileri………...….36

2.8.1 Evlilik uyumunun çocuğun sosyal gelişimine etkisi………...38

(6)

2.9 Kaynak Özetleri………...………...39

3. MATERYAL VE YÖNTEM………...……….48

3.1 Araştırmanın Evreni ve Örneklemin Seçimi……….…48

3.2 Veri toplama araçları………..…………54

3.2.1 Genel bilgi formu………...………..….…54

3.2.2 Davranış derecelendirme ölçeği……….….…54

3.2.3 Evlilikte uyum ölçeği………...……….…....57

3.3 Veri Toplama Yöntemi ………...58

3.4 Verilerin Değerlendirilmesi ve Analizi………...…….…….….59

3.4.1 Verilerin değerlendirilmesi………...59

3.4.2 Verilerin analizi………. …………...59

4. BULGULAR VE TARTIŞMA………...………...61

5. SONUÇ VE ÖNERİLER………...………...93

KAYNAKLAR………...98

EK 1 GENEL BİLGİ FORMU………...106

ÖZGEÇMİŞ……….108

(7)

ÇİZELGELER DİZİNİ

Çizelge 3.1 Araştırmaya alınan çocukların okullarına göre dağlılmı…………...……..49 Çizelge 3.2 Araştırmaya alınan çocukların demografik özelliklerine göre

dağılımı………...…50 Çizelge 3.3 Araştırmaya alınan annelerin demografik özelliklerine göre

dağılımı………...52 Çizelge 4.1 Araştırmaya alınan çocukların yaşlarına göre sosyal davranış

puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve t-testi sonuçları…....62 Çizelge 4.2 Araştırmaya alınan çocukların cinsiyetlerine göre sosyal davranış

puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve t-testi sonuçları…....63 Çizelge 4.3 Araştırmaya alınan çocukların doğum sırasına göre sosyal

davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve

t-testi sonuçları ……….64 Çizelge 4.4 Araştırmaya alınan çocukların kardeş sayısına göre sosyal

davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar

ve varyans analizi sonuçları…...65 Çizelge 4.5 Araştırmaya alınan çocukların anaokuluna devam süresine

göre sosyal davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart

sapmalar ve varyans analizi sonuçları…………..………..67 Çizelge 4.6 Araştırmaya alınan çocukların anaokuluna gitmeden önce bakımını

üstlenen kişiye göre sosyal davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans analizi

sonuçları……….……….69 Çizelge 4.7 Araştırmaya alınan çocukların annenin çalışma durumuna göre

sosyal davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar

ve varyans analizi sonuçları………....71 Çizelge 4.8 Araştırmaya alınan çocukların annenin öğrenim düzeyine göre

sosyal davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar

ve varyans analizi sonuçları………....73 Çizelge 4.9 Araştırmaya alınan çocukların babanın öğrenim düzeyine göre

sosyal davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar

ve t-testi sonuçları………...74

(8)

Çizelge 4.10 Araştırmaya alınan çocukların annenin yaşına göre sosyal

davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans analizi sonuçları………...……..….…………76 Çizelge 4.11 Araştırmaya alınan çocukların babanın yaşına göre sosyal

davranış puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve

varyans analizi sonuçları………78 Çizelge 4.12 Araştırmaya alınan çocukların aile yapısına göre sosyal davranış

puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve t-testi sonuçları……79 Çizelge 4.13 Araştırmaya alınan annelerin sahip oldukları çocuk sayısına göre

evlilik uyumu puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve

varyans analizi sonuçları………....80 Çizelge 4.14 Araştırmaya alınan annelerin çocuklarının anaokuluna gitmeden

önce bakımını üstlenen kişiye göre evlilik uyumu puanlarına

ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans analizi sonuçları……...82 Çizelge 4.15 Araştırmaya alınan annelerin çalışma durumuna göre evlilik

uyumu puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans

analizi sonuçları………..………...………83 Çizelge 4.16 Araştırmaya alınan annelerin öğrenim düzeyine göre evlilik

uyumu puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans analizi sonuçları………...84 .

Çizelge 4.17 Araştırmaya alınan annelerin erkeğin öğrenim düzeyine göre evlilik uyumu puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve

t--testi sonuçları………..………85 Çizelge 4.18 Araştırmaya alınan annelerin yaşına göre evlilik uyumu puanlarına

ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans

analizi sonuçları………...86 Çizelge 4.19 Araştırmaya alınan annelerin erkeğin yaşına göre evlilik uyumu

puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans

analizi sonuçları………..………87 Çizelge 4.20 Araştırmaya alınan annelerin eşlerin evliliğe karar verme biçimine

göre evlilik uyumu puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve t-testi sonuçları………...………88 Çizelge 4.21 Araştırmaya alınan annelerin eşlerin evlilik sürelerine göre evlilik

uyumu puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve varyans

analizi sonuçları……….………...89

(9)

Çizelge 4.22 Araştırmaya alınan annelerin aile yapılarına göre evlilik uyumu puanlarına ilişkin ortalamalar, standart sapmalar ve

t-testi sonuçları………..………90 Çizelge 4.23 Araştırmaya alınan çocukların sosyal davranışları ile ebeveynlerinin

evlilik uyumu arasındaki ilişkiye ait Pearson Korelasyon

Katsayısı Önemlilik Testi sonuçları………...91

(10)

1. GİRİŞ

Tüm insanlar sosyal ve kültürel bir ortam içinde yaşarlar. Bireyin bütün hayatı, çevresine uyum sağlama çabası içinde geçer. Bu uyum çabası doğumdan itibaren giderek artan bir gelişim gösterir. Sürekli, karmaşık ve bireye özgü olan gelişme süreci içinde bireyin algılama biçimlerinde, tepkilerinde, tutumlarında, alışkanlıklarında grup normlarına ve değerlerine uyması söz konusudur. Bu durum bireyin sosyal yönden gelişmesinin niteliğini etkilemektedir. Sosyal gelişim; kişinin sosyal uyarıcılara, özellikle grup yaşamının baskı ve zorluklarına karşı duyarlılık geliştirmesi, grubunda ya da kültüründe başkalarıyla ilişki içinde olması, onlar gibi davranmasıdır. Bir bebeğin ilk sosyal davranışı insanlarla eşyaları birbirinden ayırmaya başlamasıdır. İlk sosyal ilişkisi ise genellikle bir yetişkine yöneliktir (Başal 1992).

Çocuk gelişiminde, en önemli süreçlerden biri sosyal gelişimdir. Bu sürecin gerçekten doğumdan hemen sonra başlayıp, insanın yaşamı boyunca sürmesine karşın, etkilendiği davranışların çoğu ilk çocukluk döneminde özellikle belirgin hale gelmektedir. Sosyal gelişim, bireyin kendi iç dünyası ile dış dünyası arasında başarılı bir uyum sağlayabilmesi, yaşama sevinci duyabilmesi, kendisi ile olduğu kadar diğer insanlarla da iyi ilişkiler kurabilmesi, onlar tarafından kabul edilmesi ve başarılı bir iletişim sağlayabilmesidir (Akın 1991, Çakmaklı 1991).

Aile, çocuk üzerinde doğum öncesi dönemden başlayarak, yaşamı boyunca etkisini sürdüren bir kurumdur. Yaşamın ilk yıllarında anne-baba-çocuk etkileşimi sonucu elde edilen bilgi, beceri, tavır ve alışkanlıkların yetişkinlik yıllarında önemli rol oynadığı günümüzde daha iyi anlaşılmıştır. Çağdaş toplumun; özgüveni olan, yapıcı, yaratıcı, duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilen, yardımlaşma, paylaşma, işbirliği gibi sosyal becerileri gelişmiş, başkaları ile olumlu sosyal ilişkiler kurabilen bireylere ihtiyacı vardır. Bu da anne-babaların küçük yaştan itibaren çocukları ile kuracakları sağlıklı iletişime ve onlara karşı olumlu tutum ve yaklaşımlarına bağlıdır (Çağdaş 2002).

(11)

Anne-baba-çocuk üçgeninde sağlıklı bir ilişkinin oluşması aile bireyleri arasındaki sevginin ve saygının artmasında önemli rol oynar. Anne ve babaların birbirlerine karşı olan tutum ve davranışları sağlıklı aile iletişimini doğrudan etkiler. Sağlıklı bir aile yapısının bireyler üzerinde bıraktığı olumlu etki gözardı edilemez bir unsurdur. Evlilik öncesi, evlilik ve evlilik sonrası kurulacak olan ilişkilerin sağlamlığı ve iletişimin doğruluğu ailenin oluşumunu ve toplumdaki yerini doğrudan etkiler (Çimen 2000).

Çocuğun yetiştirilmesinde en büyük sorumluluk aile bireylerine düşmektedir. Anne ve babanın birbirlerine karşı üstlendikleri sorumlulukları yerine getirmeleri, sevgi ve saygıya dayalı bir ilişki içinde olmaları, uyumlu bir tablo sergilemeleri, çocuklarının olumlu sosyal davranışlar sergilemelerine yardımcı olacaktır. Anne-babanın evliliklerinde birbirlerine karşı olan tutumları, davranışları, değer verme durumları, sevgilerini sunuş biçimleri hem kendi evlilik uyumlarını, hem de çocuklarının sosyal gelişimini etkileyebilmektedir.

Bu nedenle bu çalışmada dört-beş yaş grubundaki çocukların sosyal davranışları ile ebeveynlerinin evlilik uyumlarının incelenmesi, çocuğun sosyal gelişiminde; yaşın, cinsiyetin, doğum sırasının, kardeş sayısının, anaokuluna devam süresinin, anaokuluna gitmeden önce çocuğun bakımını üstlenen kişinin, annenin çalışma durumunun, ebeveynlerin öğrenim düzeyinin ve yaşının, aile yapısının, ebeveynlerinin evlilik uyumlarında ise; sahip olunan çocuk sayısının, anaokuluna gitmeden önce çocuğun bakımını üstelenen kişinin, kadının çalışma durumunun, eşlerin öğrenim düzeyinin ve yaşının, evliliğe karar verme biçiminin, evlilik süresinin ve aile yapısının farklılık yaratıp yaratmadığının saptanması amaçlanmıştır. Eşlerin evlilik uyumlarında anneye (kadına) ilişkin değerlendirmeler esas alınmıştır. Araştırmada ayrıca çocukların sosyal davranışları ile ebeveynlerinin evlilik uyumları arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığı incelenmiştir.

(12)

2. KURAMSAL TEMELLER VE KAYNAK ÖZETLERİ 2.1 Sosyal Gelişimin Tanımı ve Önemi

Sosyal gelişim; bireyin sosyal uyarıcılara, özellikle grup yaşantısının getirdiği zorluklara karşı duyarlılık geliştirmesi, kendi grubu ya da kültürü içinde yaşayanlar gibi davranmayı öğrenmesidir. Çocuğun yaşına ve gelişimine uygun olarak sorumluluklarını yerine getirme, yaşıtlarıyla ve diğer insanlarla gerekli ilişkiyi kurabilme, aile ve toplumun kurallarına, örf ve adetlerine uygun davranmayı içerir (Cirhinlioğlu 2001).

Çocuk dünyaya geldiği günden itibaren ailesinin ve ailenin içinde bulunduğu toplumun bir üyesidir. Çocuk içinde yaşadığı topluma ve kendine yararlı bir biçimde yaşayabilmek için düşünme, yapma ve hissetme yeteneklerini kullanarak içinde yaşadığı kültürün davranış örüntülerini, ahlak değerlerini ve kendi rollerini benimsemek zorundadır. Sosyal gelişim, kişinin doğumdan yetişkin oluncaya kadar başka insanlarla olan ilişkilerinin ve onlara karşı geliştirdiği ilgi ve duyguların tümüdür (Çağdaş 1997).

Toplumun en küçük birimi olan ailenin içinde yaşamaya başlayan çocuğun ilk sosyal etkileşimi de anne-babasıyla başlar ve daha sonra çevresindeki diğer yakın kişilerle devam eder. Çocuk fiziksel, duygusal, zihinsel ve dil yönünden geliştikçe, çevresi de genişler. Böylece aile içinde başlayan sosyal gelişim, arkadaş ilişkileri ile ve okuldaki yaşantılarla devam eder. Yetişkinlik döneminde ise iş yaşantısı ile farklı bir boyut kazanarak sürer (Yıldız 2000).

Sosyal yönden gelişmiş bir kişi her yaşta çevresindeki diğer insanlarla sorun yaratmadan, çatışmasız olarak yaşamasını bilir. İçinde yaşadığı toplumun lideri durumuna gelir, toplumda büyük bir inandırma gücü gösterir. Sosyal yönden yeterince gelişmemiş ya da geri kalmış bir kişi ise toplum içinde birlikte yaşadığı insanlarla normal insan ilişkilerini bile kuramaz (Çağdaş 1997).

(13)

Sosyal becerilerden yoksun çocuklar arkadaşları tarafından reddedilmekte ve akademik yönden de başarısız olmaktadırlar. Bu çocukların ileriki yıllarda akranlarına göre sosyal ve duygusal sorunlarla daha fazla karşılaşma riski vardır (Yıldız 2000).

Yaşının gerektirdiği sosyal gelişime ulaşamamış kişi, davranışlarındaki toplumca onaylanmayan bozukluk ve toplumun kurallarından dolayı, toplumsal baskı altına alınır.

Toplumsal baskı, kişinin kınanmasından başlayarak toplumdan dışlanmasına kadar gidebilir. Toplumsal baskının fazlalığı ise kişinin mutsuz olmasına ve uyumsuzluğuna neden olabilir (Başaran 2000).

Sosyal yönden gelişmiş olan bir kişi, içinde yaşadığı toplumun normlarına ve beklentilerine uygun davranışlar gösterir. Kendi ihtiyaçları ve istekleri ile toplumun istekleri arasındaki dengeyi sağlayabilir. Birlikte yaşadığı insanlarla yardımlaşmayı, paylaşmayı, işbirliği içinde çalışmayı başarır ve duygularını içinde yaşadığı kültüre uygun bir biçimde ifade edebilir. Bu nedenle aile içinde ve okulda çocuğun sosyal gelişimine gereken önem verilmelidir. Çocuğun sosyal yönden sağlıklı gelişmesi için en az bilgiye verilen önem kadar, sosyal gelişimine de önem vermek gerekir (Binbaşıoğlu 1992).

2.2 Sosyal Gelişimle İlgili Temel Kavramlar

Sosyal gelişimle ilgili temel kavramlar; benlik, sosyalleşme-sosyalleştirme, sosyal olgunluk, işbirliği ve rekabettir.

2.2.1 Benlik

Benlik kavramı, bireyin kendisini algılamasına ve değerlendirmesine yönelik geliştirdiği yapı olarak adlandırılmakta ve kişinin kendini nasıl görüp, nasıl değerlendirdiğini anlatmaktadır. Kısacası “kişinin yetenekleri, gereksinimleri, tutumları ve diğer kişilik özellikleri hakkındaki algı ve değerlendirmelerin kişiye özgü örüntüsü” olarak ifade edilebilir. Çocuğun yaşamındaki önemli kişiler benlik kavramını etkileyen öğelerin başında gelmektedir. Bu önemli kişiler; ebeveynler, öğretmenler ve arkadaşlardan

(14)

oluşmaktadır. Çocukta sosyal gelişim, özellikle kişilik gelişimi için önemli olan benliğin oluşmasına yardım eden bir süreçtir (Aral vd. 2000).

Bir başka tanımla benlik kavramı; çocuğun kendisiyle ilgili olarak kafasında çizdiği görünümdür. Bu görünüm, çocuğun içe ya da dışa dönük oluşunu, kendine güvenli olup olmadığını belirler. Çocuğun benlik kavramı, dünyayı seyrettiği bir gözlük gibidir.

Hiçbir çocuk, benlik kavramına sahip olarak dünyaya gelmez. Ancak doğumdan sonra, önce bedensel, sonra özellikle ruhsal ve sosyal gelişme benliğin oluşmasında önemli rol oynar (Yavuzer 1998).

Bebekler dünyaya ilk geldiklerinde kendilerinin dış dünyadan ayrı olduklarının farkında değildirler. Freud bebeklerin kendilerini annelerinden ayrı bir birey gibi görmediklerini sanki bir kişi gibi algıladıklarını ifade etmektedir. Piaget de bebeklerin benlik kavramını geliştirebilmeleri için öncelikle nesne devamlılığı kavramını kazanmaları gerektiğini savunur. Bebeklerin ancak bu şekilde kendilerinin de süregiden bir varlıkları olduğunu kavrayabileceklerini söyler. Bu iki görüş daha sonra pek çok çalışmacıya temel oluşturmuştur. Micheal Lewis, benlik kavramı gelişiminde iki temel adım olduğunu öne sürmektedir. Birinci adım, bebeğin kendisinin diğerlerinden ayrı olduğunu anlamasıdır.

Lewis’e göre bebek bu dönemde insanlar ve nesnelerle olan ilişkileri sonucunda, onlar üzerinde bir etkisi olduğunu fark eder. Örneğin; bir mobile dokunduğunda hareket ettirebildiğini, ağladığında birinin yanına geldiğini, gülümsediğinde annesinin ona karşılık verdiğini fark eder. Bu şekilde diğerlerinden ayrı olduğunu anlamaya ve benlik kavramını kazanmaya başlar. Lewis’in söz ettiği ikinci adım ise, çocuğun kendisinin cinsiyeti, adı, fiziksel özellikleri, motor becerileri, utangaç veya girişken olma gibi özellikleri, olduğunu fark etmesidir (Bayhan ve Artan 2004).

Anne-babanın bireye ilişkin tavır ve davranışlarıyla çocuğun sosyal etkileşimleri, deneyimleri ve çevresi, benlik kavramını geliştirecek şekilde düzenlenebilirse, ona arzu edilen davranışlar kazandırılabilir.

Benlik kavramının beğenilip benimsenmesi, benlik saygısını oluşturur. Benlik saygısı,

(15)

çocuğun içinde bulunduğu aile; özgüvenli, iyi iletişim kurabilen, çocuklarına karşı güven verici, hoşgörülü ve esnek bir yaklaşım içinde olan bireylerden oluşmalıdır. Aile üyelerinin çocukta iç denetim mekanizmasını geliştirememeleri, aşırı baskılı ve otoriter yaklaşım içinde olmaları benlik saygısını azaltan, hatta yok eden olumsuz yakın çevre faktörleridir. Çünkü benlik saygısı ancak, çocuğun fikirlerine değer verilen, sözleri dinlenen, anne-babasından destek gören, başka bir deyişle, insan olarak kendisine değer verilen bir ortamda filizlenir ve gelişir (Yavuzer 1998).

Bireyin olumlu bir benlik bilinci geliştirebilmesi, koşulsuz sevgi görerek yetişmesine bağlıdır. Koşulsuz sevgi içinde büyüyen bireylerin benlik anlayışları güçlü ve olumludur (Harter 1990).

2.2.2 Sosyalleşme-sosyalleştirme

Sosyalleşme, insan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelmesidir. Yani ailesinin, akraba ve komşuluk çevresinin, şehir veya köyünün ve nihayet ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmesidir. Büyümekte olan çocuk etrafındaki bireylerle etkileşimi sonucunda, onlarınkine benzer davranışlar geliştirecektir. Böylece tek tek kişiler yerine, toplumun parçaları olan, birbirinden farklılıkları olduğu gibi, birbirlerine büyük benzerlikler de gösterebilen toplumsal bireyler oluşmaktadır (Kağıtçıbaşı 1999).

Sosyalleşme, bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürünü ve toplumdaki rolünü öğrenerek, toplumla bütünleşmesi anlamına gelen temel bir sosyal süreçtir.

Sosyalleşme, çocuğun toplum içinde yer almasını sağlar. Bu süreç doğumdan sonra başlar ve yaşam boyu devam eder. Ancak yaşamın ilk yıllarında kazanılan davranışlar sosyalleşme açısından oldukça önemlidir (Aral vd. 2000).

Çocuğun sosyal gelişimi, bütün çevresiyle kurduğu iletişim ağının daha da gelişmesi demektir. Çocuk, bebeklik döneminde başlattığı reflekssel iletişimini motor gelişimiyle yani hareketleriyle çoğaltır, duyularıyla geliştirir, bilişsel gelişimiyle arttırır ve dil gelişimi ile de zenginleştirir. Tüm bu gelişim süreçlerinde çocuk, kendi iç dünyasını ve çevresini anlama çabası gösterir. Başkalarını etkiler, psikolojik olarak başkalarından

(16)

etkilenir. Yani sosyal bir varlık olmaya başlar. Çocuk için önceleri yakın çevre olarak sadece anne-baba ve kardeşler varken, bu çevre zamanla daha da genişleyecektir. Okula başladığında okul arkadaşları, öğretmeni, diğer sınıflardaki çocuklar ve öğretmenleri, okul müdürü, arkadaşlarının anne-baba ve kardeşleri ile çocuk hızlı bir sosyal gelişim sürecine girecektir. Bu süreçte çocuk, çevresindeki yeni insanları tanımaya çalışacak, onlarla etkileşime girecek, onlardan etkilendiği gibi, onları da etkileyecektir. Bu arada çocuk, yeni olan bu sosyal ortamda kendini yeniden değerlendirmeye başlayacaktır (Öz 2003).

Sosyalleştirme ise bireye özellikle çocuğa, üyesi olduğu toplumun ya da toplumun töre, gelenek ve kültürel değerleri ile ölçülerini öğretme, benimsetme işidir. Çocuk doğduğu zaman içinde yaşadığı toplumun kurallarını ve değerlerini bilemez. Bir çocuğun toplumsal kuralları, ilkeleri öğrenmesi ve benimsemesi sosyalleştirme sonucu gerçekleşir (Çağdaş 1997).

Sosyalleştirme, “sosyalleşme yerleri ya da mevkileri” denilen ortamlarda gerçekleştirilir. Bu ortamlar çocukları eğitir-öğretir, büyükleri yönlendirir. Başlıca sosyalleştirme mevkileri; aile, okullar, arkadaş grupları, meslek grupları, sosyal organizasyonlar ve kitle iletişim araçlarıdır (Gizir ve Baran 2003).

2.2.3 Sosyal olgunluk

Bireyin içinde yaşadığı toplumun kurallarına uymada yaş düzeyine göre gösterdiği olgunluğa sosyal olgunluk denir. Başka bir deyişle, sosyal olgunluk; bir kimsenin anlayış, duygu ve beceri gibi özellikler bakımından içinde yaşadığı toplumun yetişkin üyelerinin genellikle erişmiş oldukları düzeye gelmesi durumudur. Çocuğun sosyal olgunluk düzeyine ulaşması, öncelikle anne-babasıyla sağlıklı iletişim ve etkileşimi sonucu toplumun kültürel değerlerini öğrenmesi ile gerçekleşir. Çocuğun çevresindeki kişilerle etkileşiminin artması ve kültürel yönden öğrenmesi gerekenleri öğrenmesi için fiziksel, duygusal, zihin ve dil yönünden de büyümesi, gelişmesi ve olgunlaşması gerekir. Çocuk sağlıklı bir sosyalleşme sürecinde sosyal yönden olgunlaşır (Aral vd.

(17)

2.2.4 İşbirliği

İşbirliği, insanların birbirleriyle yardımlaşması, dostça davranması demektir. Çocuk da içinde yaşadığı toplumun kurallarını ve paylaşmayı öğrenmelidir. Çocukluğunda oyunun kurallarını benimseyen, arkadaşlarının haklarına saygı duyan çocuk, yetişkinliğinde de toplum normlarına uyan sosyal bir insan olacaktır (Akay 1999).

İşbirlikçi çaba çocuklarda yetişkinlerden daha kolay uyarılabilir. Temel olarak çocuk onaylanmak ister. Sadece ilgiyi hak etmek çocuk için yeterli değildir. Aynı zamanda, diğerlerinin birbirlerine yardım etmesiyle onların sosyal onayını aldığını görmesi çocukta yardımseverliği ortaya çıkarır (Aral vd. 2000).

İki-üç yaşlarındaki çocukların birlikte oyun oynamaları kısa sürelidir. Çocuklar üç yaşına kadar benmerkezcidir. Üç yaşından itibaren, çevresinde diğer insanların bulunduğunu kabul eder. Oyuncaklarını ve eşyalarını diğer insanlarla paylaşmaya başlar. Çocuğun bencil davranışlarından kurtulmasında, arkadaşlarının da büyük etkisi vardır. Çevresindeki insanlarla iletişim kurması kendisinin dışında bir dünyanın varlığını kabul etmesi demektir. Bu yaştan itibaren çevresiyle kurduğu ilişkilerde başarı oranı arttıkça toplumsallaşmayı öğrenmiş demektir (Yıldız 2000).

Çocuklar büyüdükçe davranışlarının şekillenmesinde anne-babalarının ve diğer çocukların etkileri giderek fazlalaşır. Sosyal davranışların gelişimi, büyük ölçüde çocukların bazı özel yaşantıları tarafından tayin edilir. Çocuklar, bireysel yaşantıları sırasında hem yardımseverlik, işbirliği gibi olumlu sosyal davranışları hem de saldırganlık davranışlarını kazanırlar. Çok az çocuk dört yaşına kadar işbirliği ile oynamayı ya da çalışmayı öğrenir. Çocuklara beraber olmaları için daha çok fırsat verilirse, çocuklar işbirliği içinde yaşamayı daha çabuk öğrenirler (Aral vd. 2000).

2.2.5 Rekabet

Çocuklar arasındaki rekabet, arkadaşlık kavramı ve yaşıtlar arası iletişim önem kazanınca ortaya çıkmakta ve üç-dört yaşlarında giderek artmaktadır. Dört-altı yaşları

(18)

arasında olan çocuklar, kendi oyuncaklarını başkalarıyla paylaşma konusunda çelişkilidirler. Hatta, bazen başkalarının oyuncaklarına sahip olmak isteyebilirler (Akay 1999).

Rekabet rolleri, itici bir güç gibi çocukları en iyiyi yapmaya yönelterek, sosyalleşmeye katkıda bulunmaktadır. Bununla beraber, eğer rekabet durumu kavga ve övünme şeklinde ortaya çıkarsa, pasif sosyalleşmeye neden olmaktadır. Rekabet konusunda temel etken ev ortamıdır. Evde gerek nesnelere, gerek söz hakkına, gerekse ilgiye yönelik bir rekabet ve yarışma varsa, çocuk edindiği beklentileri ve öğrendiği davranışları dışarıda uygulamaktadır. Rekabet, çocukların bilgi ve yeteneklerini göstermek için verdikleri bir uğraştır. Rekabet başarıyı kamçılarken, aşırı rekabet hırsı çocuğun kişilik gelişimini bozabilmektedir (Aral vd. 2000).

Ev içinde sevgi ve hoşgörüye dayalı bir ortamın varlığında, çocuk paylaşmayı, çocuklar arası ayrım ve şiddetin varlığında ise kıskançlığı öğrenir. Anaokullarında kıskançlığa sebep olmayan rekabet ortamları yaratılmalıdır. Oyuncakların az olması, çocuğun yaşına uygun etkinliklerin hazırlanmaması gibi durumlar kıskançlığa neden olabilir.

Oysa, çocukların bireysel ayrıcalıklarına uygun hazırlanan zengin uyarıcı çevre ve öğretmenin öğretme tutumları rekabeti besler. Ortamın ve materyallerin çeşitliliği kadar, öğretmenin tutumunun sıcak, güvenli çocuğa söz hakkı veren bir şekilde olması olumlu bir ortam yaratır (Yıldız 2000).

2.3 Sosyal Gelişimle İlgili Teoriler

Sosyal gelişim ile ilgili olarak başlıca iki teori mevcuttur. Bunlar, Erikson’un psiko- sosyal gelişim teorisi ile Bandura’nın sosyal öğrenme teorisidir.

2.3.1 Psiko-sosyal gelişim teorisi

Erikson, çeşitli kültürlerdeki çocuk yetiştirme tarzları konusundaki incelemeleri neticesinde, çocuk gelişiminde kültürün etkisi üzerinde durmuştur. Sosyal etkileşimin

(19)

Erikson’un insan gelişimi kuramı öncelikle klinik gözlemlerine ve kuramsal psikolojisine dayanır. Yine de bu kuram bu konuda bugüne kadar ileri sürülmüş en kapsamlı açıklamadır. Bunun nedeni Erikson’un tüm yaşam boyunca gelişimin çeşitli yönleri (bilişsel, duygusal, toplumsal) arasında bağlantılar kurabilmiş olmasıdır (Onur 1997).

Freud’un öğrencisi olan Erikson büyük ölçüde onun görüşlerinden etkilenmiş olmakla birlikte, kişilik gelişimine ilişkin kimi görüşlerinde Freud’un bazı yanılgılara düştüğünü ileri sürerek, psiko-sosyal kişilik kuramı olarak adlandırılan bir kişilik kuramı geliştirmiştir. Psiko-sosyal gelişim kuramı kişiliğin oluşumunda biyolojik etmenlerin yanı sıra, toplumsal etmenlerin belirleyici rolünü vurgular.

Erikson’a göre insan davranışlarını etkileyen temel güçler biyolojik kökenli dürtüler değildir. İnsanın doğuştan akılcı bir yaratık olduğu görüşünde olan Erikson, davranışın şekillenmesinde bireyin içinde yaşadığı kültüre büyük önem vermiş, bununla birlikte davranışların biyolojik temelli olan epigenetik ilkeye bağlı olarak oluştuğunu ileri sürmüştür. Epigenetik ilke, çeşitli gelişim dönemlerinde belli gelişimsel özelliklerin ardışık biçimde ortaya çıkabilmesinin, önceden kurgulanmış biyolojik temellere dayalı olduğunu ifade eder. Bu ilkeye göre tıpkı doğum öncesi dönemde bebeğin belli organlarının belli bir sıra izleyerek belli zaman dilimleri içinde oluşması gibi, belli kişilik özellikleri de biyolojik temelli kurallara uygun olarak belli zaman dilimlerinde ortaya çıkabilmektedir (Yeşilyaprak 2002).

Erikson’un psiko-sosyal gelişim kuramının dayandığı temel düşünceler şunlardır:

1. Genel olarak insanların temel ihtiyaçları aynıdır.

2. Benlik ya da egonun gelişimi temel ihtiyaçların karşılanmasıyla oluşmaktadır.

3. Gelişim dönemler halinde meydana gelir.

4. Her dönem gelişim için fırsatlar sağlayan bir krizle veya psiko-sosyal bir problemle nitelenir.

5. Farklı dönemler bireyin güdülenmesinde farklılıklar oluşturur.

(20)

Erikson, insan gelişimini sekiz döneme ayırmaktadır. Her dönemde atlatılması gereken bir kriz, bir çatışma bulunur. İnsanların sağlıklı bir kişilik kazanmalarında bu krizlerin ya da çatışmaların başarılı olarak atlatılması kendinden sonraki evre için sağlıklı temeller oluşturur. Birey gelişim dönemleri içinde ilerledikçe kendini daha iyi anlamaya, dış dünya ile kurduğu ilişkileri yeniden gözden geçirerek, onlara yeni anlamlar kazandırmaya başlar (Aral vd. 2000).

Erikson’un psiko-sosyal gelişim kuramına göre kişilik gelişimi sekiz dönemde incelenebilir. Bu dönemler:

Temel güvene karşı güvensizlik: Doğumu izleyen ilk aylardan itibaren bebeğin, dış dünyadan ve çevresindeki varlıklarla insanlardan ayrı bir varlık olduğunu fark etmeye başlaması, kontrol edemediği bu dünyada kendini güven içinde hissetme ihtiyacını doğurur. Başlangıçta temel gereksinimlerinin karşılanmasında tamamen başkalarına bağımlı olan bebek, temel gereksinimleri karşılandığı takdirde, kendi dışındaki dünyanın güvenilir olduğuna dair bir duygu geliştirebilir (Yeşilyaprak 2002).

Erikson, bebeklikte güven algısının oral hazzın doyurulmasından daha önemli olduğunu vurgulamıştır. Güven veya güvensizlik algısının gelişimi, ebeveynin çocuğun ihtiyaçlarına karşı hangi ölçüde duyarlı olduğu ile ilişkilidir. Bebeğin beslenme, sevgi görme, korunma gibi ihtiyaçları ertelenmeden zamanında karşılandığı durumlarda çocuk çevresine karşı güven duygusu geliştirecektir. Çocuğun bakım ve sevgi ihtiyacının tutarlı bir şekilde karşılanmadığı durumlarda, çocuk ileriki yıllarda çevresine güvenmeme ve çevreyi düşmanca algılama duygularına sahip olacaktır (Aydın 2005).

Bebeğin temel güven duygusunun göstergeleri beslenme kolaylığı, uyku derinliği ve bağırsaklarının gevşekliğidir. Yani bebek kolayca beslenebiliyorsa, derin uyku uyuyabiliyorsa ve bağırsakları iyi çalışıyorsa temel güven duygusu edinmekte olduğu sonucuna varılabilir. Diğer bir gösterge de anne yanından ayrılınca ona izin vermesidir.

Eğer çocuk, annesinin yanından ayrılmasına izin vermiyorsa, ağlamaya ve huzursuzlaşmaya başlıyorsa annesinin geri geleceğine güvenmiyor demektir. Temel

(21)

kurmaktan çekinen, içe kapanma özellikleri gösterirler (Selçuk 1996, Bacanlı 2000, Çimen 2000).

Özerliğe karşı utanç ve kuşku: Bu dönemde çocuklar yürür, konuşur ve etkin bir biçimde çevrelerini araştırırlar. Etrafı inceleme, deneme şansı yakalayan yeterli fırsat tanınan çocuklarda bağımsızlık duygusu gelişir. Ne yapacaklarına kendileri karar vermek isterler. Bu yüzden, birçok işi kendi başlarına yapmaya çalışarak, özerk olmak isterler. Bu nedenle çocuk kendi bağımsızlık isteğini deneyimler yoluyla anlamaya ve öğrenmeye başlar. Çocuk ebeveynlerine bağımlı olmasına rağmen, kendisini bir kişi ya da kendi gücüne sahip biri olarak görmeye başlar. İsteklerini uygulamayı ister (Selçuk 1996, Gander and Gandiner 1998, Aydın 2005).

Zamanla çocuk kendini kontrol edebilmenin bir gurur hissi verdiğini ve bunu yapamamanın ise utanç ve kuşku duygularını uyandırdığını öğrenir. Her ne kadar anne- babalar çocuğun yeni durumlarla deneyim kazanması düşüncesini destekler ve bu şekilde onun kendisini ifade etmesine yardımcı olurlarsa da, aynı zamanda çocuğun inatçılığıyla savaşmada onu utandırma yoluna da başvurabilirler. Ancak çok fazla utanma çocuğu isyana sevk edebilir ya da onu sonu gelmeyen bir güvensizlik hissine sürükleyebilir (Avcı 1995, Aral vd. 2000).

Bu yaşlarda en önemli bölge anal bölgedir. Bu dönemde çocuk, dışkısını tutma ve bırakma davranışlarını yoğun bir şekilde kullanır. Bu dönem Freud’un anal dönemine karşılık gelen dönemdir. Tuvalet eğitiminin başlaması gerekmektedir. Tuvalet eğitimi içgüdüsel ihtiyaçların sosyal düzenlenmesinin ilk örneğidir. Tuvalet eğitimi sırasında çocuk azarlanırsa, ayıplanırsa utanç ve kendi bedeninden kuşku duygularını geliştirir.

Çocuğun kendini ve çevresini keşfetmesine izin verilir ve desteklenirse özerklik duygusu kazanır, engellenen ve girişimleri karşısında gülünen, ayıplanan çocuklar utanma ve kuşku duygusunu tanımış olurlar (Schultz 1990, Bacanlı 2000, Çimen 2000).

Girişimciliğe karşı suçluluk: Üç- altı yaşlarını kapsayan gelişimin üçüncü evresi Freud’un fallik dönemine denk gelmektedir. Bu evrede çocuğun motor ve zihinsel becerileri daha fazla gelişir. Yürüme ve konuşmaya ilişkin bir sorunu kalmayan çocuk,

(22)

özerk bir biçimde hareket edip isteklerini dile getirebilmektedir. Dil gelişimine ve rahatlıkla hareket edip, çevresini araştırabilmesine bağlı olarak, çocuğun etrafında olup bitenlere yönelik merakı da artar. Çevresindeki olayları anlayabilmek için sürekli sorular sorar, girişimlerde bulunur (Bacanlı 2000, Erden ve Akman 2001).

Bu dönemdeki tehlike “suç” olgusunun gelişmesidir. Çocuk nelerin yasak olduğunu öğrenmiştir. Fakat isteklerinde son yoktur. Amaçlarına ulaşmak için saldırgan olur ve insanları kullanmayı dener. Özellikle cinsellikle ilgili hayaller suçluluk hissine yol açabilir. Bu dönemde çocuğun dikkat ve ilgisi haz duygusu veren cinsel organlara yönelmiştir. Freud kuramını bu dönemde yaşandığını düşündüğü Oedipus kompleksi üzerine kurmuştur. Oedipus kompleksi, erkek çocuğun annesine karşı bir istek duyması ve babasını rakip olarak algılaması anlamına gelmektedir. Bu sırada, kız çocuklar da babalarına karşı bir eğilim duyar ve annelerini rakip olarak görürler. Çocuğun bu durumu uygun bir şekilde çözümlemesi gerekir. Erikson için bu evrenin asıl önemi, kuşaklar arasındaki genel çatışmanın ortaya çıkmasındadır. Çocuk ahlaksal sorumluluk hissini geliştirdikçe, büyümesini hızlandıran iç dürtülerle, kendine mal etmesi beklenen ana baba yönlendirmeleri arasında şiddetli bir çatışma olduğunu görür (Schultz 1990, Bacanlı 2000).

Bu dönemin dengeli ve uyumlu sonucu “amaç”tır. Amaç, ceza ve suç korkusu olmadan, hedefleri takip etme cesaretini göstermek olup, artık çocuğun başlıca işi haline gelen oyun sayesinde gelişir ve Erikson’a göre çocuğun gelişiminde hayati öneme sahiptir.

Çocuk oyunda zor durum ve işleri tekrarlayarak eşyaların ne işe yaradığını bularak ve onları çalıştırmaya uğraşarak gerçeği kavramaya çalışır. Böylece amaç duygusu gelişen çocuk kendi hedeflerini belirleyebilir. Çocuğun araştırma girişimlerinin desteklenmesi, sorduğu sorulara anlayabileceği biçimde uygun cevaplar verilmesi ve anne babanın sevecen ve ilgili tutumu çocuğun bu dönemi başarı ile atlatarak, bir sonraki döneme ilerlemesine yardımcı olur (Avcı 1995, Bacanlı 2000, Çimen 2000, Erden ve Akman 2001).

Başarılı olmaya karşı aşağılık duygusu: Bu dönemde çocukların ilgileri, oyundan çok

(23)

kendi durumunu arkadaşlarının durumu ile kıyaslayarak doyum sağlamak ister (Yeşilyaprak 2002).

Çocuk yeni bir şeyler üretmek, yaratmak yaptığı işlerde başarılı olmak ve bunları kusursuz bir şekilde gerçekleştirebilmek için ciddi çabalar harcar. Çocuğun okula gitmesi ile sosyal davranışlarında büyük bir genişleme meydana gelmiştir.

Arkadaşlarının ve öğretmeninin çocuk üzerindeki etkisi artarken, anne-babanın etkisi giderek azalmıştır.

Bu dönemde çocuklarda çalışma isteği yaratmak ve onlara başarı duygusunu tattırmak büyük önem taşımaktadır. Erikson, çocukların “ben başarılıyım” duygusunu yaşamalarında, anne-baba tutumlarının yanı sıra, okul ortamına da sorumluluk yüklemektedir. Çocukların yaptıkları işleri takdir eden, başarılı olabileceği alanlarda çocuğun kendisini sınamasına olanak veren anne-baba ve öğretmenler bu gelişim döneminde yer alan başarılı olmaya karşı aşağılık duygularına kapılma karmaşasının üstesinden gelmesinde çocuğa yardımcı olurlar. Bu şekilde kişilik gelişimi olumlu yönde etkilenmiş olan çocuk, bir sonraki gelişim dönemine güvenle girer. Bununla birlikte kendisini yeterince başarılı olarak algılamayan, yaptığı işler ve çalışmalar çoğunlukla akranları ve yetişkinler tarafından onaylanmayan çocuklarda aşağılık duygusunun çekirdekleri kişilik yapısına eklenmiş olmaktadır (Senemoğlu 1998, Çimen 2000, Erden ve Akman 2001).

Kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası: Yaşamın bu döneminde ergen, kişiliği için bir kimlik geliştirmeye çalışır. Erikson’a göre insan hayatında kişilik gelişiminde ergenlik dönemi çok önemlidir. Ergenlikteki en önemli değişim “kimlik karışıklığı” olarak adlandırdığı değişimdir. Ergenlerin çocukluktan yetişkinliğe geçiş sürecinde kendisi ve kendi gerçek kimliği konusundaki kaygı ve arayışları onda ciddi sarsıntılara ve zaman zaman kendi üzerindeki denetimini kaybetmesine yol açabilir. Erikson’a göre ergenler yeni bir kimlik oluşturma mücadelesinde başkalarının gözündeki kendisi ile kendi gözündeki kendisini karşılaştırırlar. Önceden edindikleri rol ve becerilerini yeni durumla nasıl bütünleştirecekleri onlar için sorundur. Ergen çocukluktaki özdeşimlerini ve cinsel yönelimlerini, doğuştan getirilen yetenekler ve toplum tarafından sunulan

(24)

olanaklarla bütünleştirir. Bu evrenin tehlikesi kimlik krizi veya karışıklığı olarak adlandırılmıştır (Kulaksızoğlu 1998).

Erikson, kimliğin ergenlik sonrasında oluşmasını zihnin olgunlaşması ile açıklamaktadır. Zihnin olgunlaşması ile ergen kim olduğunu, gelecekte ne olabileceğine ilişkin olasılıkları düşünebilecek becerileri sahip olmaktadır. Bu dönemde bilişsel, toplumsal, fiziksel ortamın onu yetişkinlik rollerine yönelttiğinin farkındadır ve kimlik arayışına girmektedir (Yılmaz 2000).

Ergen başarılı bir şekilde kimlik kazanma sorununu çözerse, kendine güvenen, kendinden emin bir kişi olarak yaşamını sürdürebilir ve başarılı olur. Aksi takdirde rol karmaşası, yaşamının gelecek dönemlerinde bu kriz çözümleninceye kadar sürecektir.

Dostluk kazanmaya karşı yalnız kalma: Bu dönem yaklaşık olarak 18-26 yaşları arasını kapsar. Ergenlik döneminde kimliğini bulan kişi, artık kimliğini kaybetme korkusuna kapılmaksızın başkalarıyla yakınlıklar, dostluklar kurabilir. Karşı cinsten ilişkilerde arkadaşlık, sevgi ağırlık taşır. Dostluklar sağlam temeller üzerine oturtulur. Birey eğer bu dönemde, diğer insanlarla yakın ilişkiler kurmayı başaramaz ise insanlardan uzak kalmayı, görev ve sorumluluk gerektirecek işlerden kaçınmayı yeğler. Bu durum yalnızlık duygusunun benliğe hakim olmasını sağlar. Genç yetişkinin, bu dönemdeki krizi olumlu bir şekilde atlatmasında arkadaşlarına, öğretmenlerine ve çevresindeki tüm kişilere karşılıklı olarak sorumluluklar düşmektedir. İnsana sevgi ve saygıyı esas alan bir toplum yapısında, bu çatışmaların başarılı bir şekilde çözümlenebilmesi mümkündür (Aral vd. 2000).

Üretkenliğe karşı duraklama: Yaşamın bu yedinci evresi en uzun evre olabilir, çünkü insanın ana-babalık ve iş başarıları ile kendisinden de çok yaşayacak bir şeyler üretmesi olanağını içerir. Bu evre, bireyin tüm üretkenliğini kapsayan ve genç yetişkinlikten yaşlılığa dek uzayan bir evredir ve yaşamda doyuma ulaşma duygusunu sağlamada önemli bir yer tutar. Bu evrenin olumsuz çözümü ya da çözümsüzlüğü, durgunluk, sıkılma, yoksullaşma duygularıyla ve bireyin fiziksel ve psikolojik gerileyişiyle aşırı

(25)

Kişi, önceki dönemleri başarılı bir şekilde atlatmışsa, bu dönemde üretken, verimli ve yaratıcıdır. Erikson “üreticilik” kavramı ile özellikle yeni kuşakların gelişimi ile ilgilenme ve onlara rehberlik etmeyi kastetmektedir. Bu dönemde kişi, evinde çocuk yetiştirerek, işinde atılımlar yaparak verimli olmaya çalışır. Verimlilik duygusunu yaşamayan bireyler bir işe yaramama duygusuna kapılır ve verimsizlik dönemine girerler. Bireyin bu dönemdeki krizi olumlu bir şekilde atlatmasında; evini, işini paylaştığı kişilere, çevresindeki yoğun iletişimde bulunduğu bireylere önemli roller düşmektedir. Bireye işe yaradığı ve toplum için, başkaları için gerekli olduğu duygusu yaşatılmalıdır (Senemoğlu 1998, Aral vd. 2000, Çimen 2000).

Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk: Bu evre, gittikçe artan bir biçimde yaşamın sınırlı olduğu ve ölüme yakınlaşıldığı duygusuyla yaşanır. Bu oluşum çoğu zaman emekliye ayrılma ya da bir sağlık bozukluğuyla hızlanır. Bu evrenin en önemli görevi, bireyin kendi yaşamını ve elde ettiklerini değerlendirerek yaşamının tarih içinde anlamlı bir serüven olduğu sonucuna ulaşmasıdır. Önceki evrelerdeki başarılar ve elde edilenler bu bunalımın atlatılmasında önemli bir rol oynarlar. Bu evrenin olumsuz çözümü ise umutsuzluk, çaresizlik duygularıdır. Bu durum, bütün yaşamın boşa gitmiş olduğu ya da başka türlü yaşanmış olması gerektiği duygusudur (Onur 1997).

2.3.2 Sosyal öğrenme teorisi

Albert Bandura, sosyal öğrenmeyi açıklayan bir kuram geliştirmiştir. Ona göre; insan davranışları sadece pekiştirme yoluyla değil, davranışsal ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi ile açıklanabilir (Çimen 2000).

Bu bakış açısını benimsemiş olan psikologlar davranış, çevre ve biliş boyutlarının gelişimin temel faktörü olduğunu kabul etmişlerdir. İnsanoğlu sadece çevrenin etkisiyle davranış geliştirme sürecini yaşamaz. İnsan düşünen, akıl yürüten, hayal gücünü kullanıp plan yapan, inanan, değerleri olan, yorum ve beklentileri olup, karşılaştırmalar yapan bir varlıktır (Aydın 2005).

Gözlem, öğrenmede kilit noktayı teşkil eder. Bandura’ya göre öğrenmenin önemli bir boyutu başkalarının davranışlarını gözlemleyerek gerçekleşir. Örneğin, annenin veya

(26)

babanın öfkeli ve saldırgan davranışlarını gözleyen çocuklar da bu davranışı kazanabilirler. Akranlarına, kardeşlerine saldırgan tavır ve davranış geliştirirler.

Gündelik hayattaki öğrenmelerin büyük çoğunluğu sosyal öğrenmedir. Konuşmak, yemek, içmek, otobüse binmek vb. başkalarını gözleyerek öğrenilir (Gizir ve Baran 2003).

Bandura, gözleyerek öğrenme sürecini dört basamakta incelemektedir:

Dikkat süreci: Gözlem yaparak öğrenmenin temel koşulu dikkat etmektir. Gözlem yoluyla öğrenmenin gerçekleşebilmesi için; bireyin modelin yaptıklarını doğru olarak izleyip algılaması gerekmektedir. Dikkatin oluşmasına model davranışı yapan kişi, model davranışın özelliği ve model davranışı öğrenen kişinin özelliği olmak üzere üç faktör etkilidir.

Hatırlama süreci: Başkalarından görülen davranışlardan yararlanabilmek hatırlamayı gerektirir. Bu nedenle gözlemlenen davranışlar beyne kodlanır. Bu kodlama işleminde semboller, resimler, hayali ve soyut nesnelerden yararlanılır. Beş yaşından küçük çocuklar kelimelerle düşünmek için yeterli olgunluğa sahip değildirler ve görsel imajları kullanırlar. Çocuklar model davranışı gözlerken, onlara model davranışı tanımlayıcı sözel açıklamaların verilmesi, taklit etmelerini daha etkili hale getirmektedir.

Davranışa dönüştürme süreci: Bu aşamada kişi pratik uygulama yapar. Ancak davranışın somut olarak ortaya çıkabilmesi için kişinin gerekli motor becerilere sahip olması gerekir. Örneğin bir çocuk babasının çekiç kullanmasını gözleyebilir, ancak gerekli fiziksel kuvvet ve çeviklikten yoksun olduğu için davranışı pratik olarak uygulayamaz. Daha sonra yeterli fiziksel büyüme ve deneyimi sağlayınca bu davranışı taklit edebilir.

Güdülenme (Pekiştirme) süreci: İnsanlar dışarıdan her gördüğü davranışı gözlemleyerek öğrenmezler. Kişi yaptığı davranışın karşılığı olarak pekiştirilmeli ve teşvik edilmelidir.

Aksi takdirde davranışı tekrar etme ihtimali azalır. Eğer gözlemlenen davranışın

(27)

isteği oluşur. Modelin cezalandırıldığı durumlarda ise, gözlemleyen aynı davranışı tekrarlamamaya özen gösterecektir. Genel olarak insanlar ödüllendirilen davranışı yapma eğilimindedirler (Çimen 2000, Gizir ve Baran 2003, Yeşilyaprak 2002).

Sosyal öğrenme açısından; bu dört öğenin birlikte düşünülerek çocukların model almaları kolaylaştırılabilir. Çocuğun dikkatini çekebilecek modeller sunulabilir, sık sık hatırlatılarak unutması önlenebilir, uygulama imkanı verilebilir ve gösterdiği çaba pekiştirilebilir (Bacanlı 2000).

2.4 Okul Öncesi Dönemde Sosyal Gelişim

Sosyal gelişimin başlangıcı bebekliğin ilk günlerine kadar gitmektedir. Bir bebeğin annesine olan bağımlılığı, onun sosyal ilişkilerinin başlangıcıdır. Bebek, kendi gereksinimlerini gidermek için başkalarına gereksinim duyar. Bu, bağlılık ilişkisinin en önemli nedenidir. Anne, bebeğine sevgi göstererek, dokunarak olumlu bir sosyal gelişimin temellerini atmaktadır. Yaşı ilerledikçe dış dünyaya dönük merakı artan bebek, gittikçe bağımsızlaşır. Bağlılık ilişkisi; bebeğin güven gereksinimi, yeni şeyleri keşfetme gereksinimi ve başka gereksinimlerin dengeli biçimde sağlanabilmesiyle oluşur. Bebeğin annesine olan bağlılığı, değişik durumlar ve yabancılardan korkmasına, anneden ayrılınca kaygı duyma tepkilerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bu durumlarda da bağlılık kurulan nesnenin kaygı giderici niteliği ön plana çıkar. Bebek yeni durumlara, değişik uyarıcılara uyum sağlayabilecek tepkiler geliştirebilirse aşama kaydedecek ve çevresi genişleyecektir (Avcı 1995, Selçuk 1996, Rice 1997).

Çocuk gelişiminde en önemli süreçlerden biri sosyalleşmedir. Yalın bir anlatımla sosyalleşme, bireylerin, özellikle de çocukların belirli bir grubun işlevsel üyeleri haline geldikleri ve grubun öteki üyelerinin değerlerini, davranışlarını ve inançlarını kazandıkları süreçtir. Sürecin gerçekte doğumdan hemen sonra başlayıp, insanın yaşamı boyunca sürmesine karşın, etkilediği davranışların çoğu ilk çocukluk döneminde özellikle belirgin hale gelir. Bunlar arasında, anne-baba-çocuk, çocuk-kardeşler, çocuk- yaşıtlar arası etkileşimler vardır. Bu sürecin etkileri başlangıçta aile ortamında görülür (Gander and Gardiner 1998).

(28)

Bebek ilk üç ayda rahatsızlığa karşı tepki gösterir. Hoşuna giden durumlarda ise gülümser ve mırıldanma sesleri çıkarır. Sevildiğini hissettiğinde gevşer, rahatlar.

Huzursuz olduğunda kasılır. Dört ve beşinci aylarda hoşlandığı ve hoşlanmadığı nesneleri ayırır. Anne ve babaya sevinç tepkileri gösterir. Yabancıları yadırgar.

Anneden ayrı kaldığında tedirginleşir. İstekleri engellendiğinde kızgınlık belirtileri gösterir (Demiral 2004).

Sosyal gelişim gerçek anlamda onuncu aydan sonra başlamaktadır. Dokuz ve on üçüncü aylarda çocukta gözlenen sosyal davranış belirtileri arasında, başkalarının ses ve davranışlarını taklit etme ve oyuncaklarla birlikte oynama mevcuttur. Oyuncağı başkaları tarafından alındığı zaman sinirlenme, kavga ve ağlama gibi tepkiler gösterir.

Bir yaşındaki çocuk çevresindeki ve kendisini güldüren davranışları tekrarlar. Çocukta taklit oyunları başlar. Çevresindekilere sevgi gösterisinde bulunur. Sevgi ve mutluluğunu anlaşılır biçimde ifade eder. On dört-on sekiz aylık çocuk akranlarıyla dostça ilişkiler kurma arayışı içine girer. On sekiz-yirmi dördüncü aylar arasında ise akranlarıyla görüşebilme imkanları arayışı içindedir. Bu aylar arasında bazı uyarılara ve yasaklara direndiği, büyüklere karşı olumsuz tepkiler gösterdiği görülür. Yirmi dördüncü ayda hem başka çocuklarla oyuncakları paylaştığı, hem de onlarla zaman zaman kavga ettiği gözlenebilir (Binbaşıoğlu 1992, Yavuzer 1994, Köknel 1999, Demiral 2004).

Yaşamın ikinci yılındaki hızlı gelişme, çocuğun birçok yönden çevresi ile bağımsız ilişkiler kurmasına imkan sağlar. Bedensel yönden gelişme ve motor yeteneklerle, dil becerilerinin kazanılması çocuğun bağımsız davranışlarını arttırır. Çocuk her geçen gün biraz daha bağımsızlığından haberdar olmaya başlar. Bu yaşta anneye olan bağımlılık davranışı pek fazla kendini göstermez. Ancak zor durumda kaldığı ya da korktuğu zaman çocuğun yanına koşacağı kişi annesidir (Yavuzer 1994, Cüceloğlu 1999).

Çocuklar, ikinci yaşların başlarında topluluk oyunları oynamaya hazır olmadıklarından bu yönde bir istekleri de yoktur. İkinci yaşın sonuna doğru oyun arkadaşına gereksinim duyarlar. Bu dönem çocuklarının oyun sırasında sıklıkla birbirlerine karşı olumsuz

(29)

seçiminde henüz dikkate alınan bir özellik değildir. Bu yaş çocukları, oyun sırasında belli nesneleri zorla almak ve arkadaşlarını iterek kendi oyuncaklarıyla oynamak isterler. Zarar verme amacı taşımayan, arkadaşlarına yönelik bu davranışların nedeni iki yaş çocuklarının ben-merkezci olmalarıdır. “Benim oyuncağım, benim topum” gibi sözler döneme özgü ben-merkezci davranışın göstergesidir (İnanç vd. 2005).

Çocukluk döneminde iki buçuk yaş gelişimin oldukça güç bir dönemidir. Bu dönemde çocuk, dengesiz, olumsuz, karasız ve isyankardır. Yetişkinlerin sözlerini dinlemek istemez ve tersini yapar. Davranışları kısıtlandığında öfkelenir. Çevresinden yardım istemez ve kendisi başarmak ister. Bu döneme “baş kaldırma dönemi” de denebilir.

İkinci ve üçüncü yaşları içine alan “özerklik” döneminin tüm inatçılığı ve olumsuzluğu oldukça dikkat çekicidir (Yavuzer 1994).

Üç yaşından itibaren çocuk artık sosyal kişiliğini kazanmaya başlar. Yaşıtlarıyla oynamaktan hoşlanır. Oyun sırasında anlaşmazlıklar yaşanmaktadır. Bu yaştaki çocuklar için en önemli şey paylaşmasını öğrenmektir. Bunun yolu oyuncaklarını paylaşmaktan geçer (Tür 2004).

Üç yaş çocuğu yetişkinlerle bir arada bulunmaktan ve onlarla etkileşim içine girmekten hoşlanır. Ancak yetişkinlere karşı zaman zaman olumsuz tepkilerde bulunabilir.

Çocukların, özellikle yetişkinlere karşı koymaları, kendilerini kabul ettirmeye çalışmalarından kaynaklanabilir. Bu durum gelişim evresinin bir sonucudur. Çocuk benliğini bu dönemde keşfeder. Bu keşif iyi olmaz ise egoist, bencil bir kişilik yapısı oluşabilir. Bu nedenle çocuğun inatçı ve ısrarcı tutumu yetişkinler tarafından anlayışla karşılanmalıdır. Çocuğun bu tutumu, gelişimin normal bir evresi olarak kabul edilmelidir (Çakmaklı 1991, Oktay 1995).

Dördüncü yaşta çocuk, girişimcilik ve atılganlık eylemlerini açıkça göstermeye başlar.

İnsanların arasına girmeye çalışması, bilmediği konulara merak sarması, sürekli bir şeyler yapma ve büyüme isteği çocukta girişim duygusunun temellerinin atılmakta olduğunu belirtir. Bu çağda aşırı korkutma, suçlama, ceza ve atılganlığın kısıtlanması çocukta girişimciliği engeller. Aşırı çekingenlik ve suçluluk duygusuna neden olabilir.

(30)

Ayrıca çocuğun bağımsız davranışlarını ve kendine olan güven duygusunun gelişimini de engelleyebilir (Öztürk 1992).

Dört yaş çocuğu, üç yaşında olduğundan daha sakin, daha uyumlu ve davranışlarını daha kolay kontrol edebilecek durumdadır. Sosyal gelişim yönünden yetişkinleri gözleyerek onların davranışlarını taklit eder. Bu yaşta çocuk bir taraftan yetişkinlerle olumlu ilişkilerini devam ettirmeye çalışır diğer taraftan da akranları ile daha uzun süreli birlikte olmaya başlar (Oktay 1995).

Beşinci yaşta çocuk sosyal ve duygusal yönden daha dengelidir. Çevresindeki kişilere güvenir ve onlarla daha iyi dostluk ilişkileri içindedir. Kendisinden küçük ya da zayıf olan arkadaşlarına, kardeşlerine karşı koruyucu davranır. Saldırgan ve kavgacı davranışları oldukça azalmıştır. Bu yaş çocuklarının günlük yaşantılarında, başkaları ile etkileşimlerinde daha dengeli ve uyum içinde olduklarını gözlemek mümkündür (Çağdaş 1997).

Beş yaş çocuğu oldukça sosyal ve konuşkandır. Kendi cinsinden arkadaşları tercih eder, güçlü arkadaşlıklar kurabilir. Akranlarına karşı uzlaşmacı yani dikkat çeker (Ryder 1995).

Bu yaşta çocuk yetişkin desteğine daha az ihtiyaç duyar. Yetişkinleri sürekli olarak gözleyen ve taklit eden beş yaş çocuğu, oyunlarında da çoğunlukla yetişkinlerin ciddi uğraşlarını konu alır. Evcilik oyunlarında anne, baba, öğretmen, doktor, hemşire, şoför vb. rolleri canlandırmaktan hoşlanır. Ev işlerinde annesine yardımcı olmaktan büyük bir zevk alır. Sofra kurma, odasını toplama vb. işleri yapmasına fırsat verilmesi, çocukta sorumluluk duygusunun gelişmesine yardımcı olur. Bu dönemde çocuk, yetişkinlerin aldığı kararlara yardımcı olmaktan hoşlanır. Aile içinde alınan bazı kararlara çocuğun katılımını sağlamak, onda güven duygusunu geliştireceğinden çocuğun da katılımı sağlanmalıdır. Çocukların kıyafet, arkadaş, oyun, oyuncak seçimi vb. konularda kendilerinin karar vermesine imkan sağlanmalıdır. Çocuğun kararları anne-babanın kararlarından farklı bile olsa açıklamasına fırsat verilmelidir. Böyle bir yaklaşım,

(31)

çocuğun yetişkinlik yıllarında bağımsız, girişken ve tutarlı bir kişi olmasını sağlar (Güven 1993, Oktay 1995).

Ailelerine daha az bağlı olan dört-beş yaş çocukları, çoğunlukla yaşıtlarıyla etkileşim içinde bulunup onlarla birlikte olmak ister, sevgilerini başka çocuklarla paylaşırlar.

Ayrıca bu dönemdeki çocuklar; birbirlerini dinleme, empati kurma davranışları gösterebilmektedirler. Kız çocuklarının arkadaşlık konusundaki seçimleri birebir ilişkiden yanayken, erkek çocuklarının seçimi daha kalabalık topluluklardan yanadır (Musun-Miller 1993).

Beş yaş çocuğunda sosyalleşmenin en önemli belirtilerinden biri de diğer çocuklarla iyi ilişkiler kurma isteğidir. Akranları ile birlikte olmak bu yaş çocuğu için son derece önemlidir. Grup oyunlarından hoşlanır. Bu yaşta hem oyun süreleri uzar hem de grup sayısında artma olur. Ancak bu artış altı-yedi kişiyi geçmez. Genellikle gelişim düzeyleri birbirine yakın çocuklar aynı grupta yer alırlar. Oyunları daha düzenli, bilinçli ve dengeli duruma gelmiştir (Oktay 1995).

Çocuklar büyüdükçe oyunları daha sosyal olur. Oyunlarına başkalarının katılımı gereklidir. Çocuklar bu dönemde birbirlerini taklit ederler.en çok sevdikleri oyunlar saklambaç, kaybolan objeleri arama ve tahmin oyunlarıdır. Kurallar oyunlarında da önemli olmaya başlar. Çocuklar oyunlarında kimin kaybettiği ya da kazandığı ile ilgilenmezler. Onlar daha çok oyunun nasıl oynandığı ile ilgilenirler. Oyunun kurallarını zaman zaman bozabilirler. Bunu bilerek ya da kötü niyetle yapmazlar. Çünkü çocuklar ne yapmak istediklerini düşünürken, kuralları hatırlayamayabilirler (Çağdaş 1997)

2.5 Sosyal Davranışın Gelişimini Etkileyen Etmenler

Çocuğun sosyal davranışlarını etkileyen pek çok etmen bulunmasına karşın, en etkili olan etmenler, aile, anaokulu ve öğretmenler, arkadaşlar ve kitle iletişim araçlarıdır.

(32)

2.5.1 Aile

Aile, çocuğun üyesi olduğu en küçük toplumsal kurumdur. Okul öncesi çağ çocuğun hayatında en etkili sosyalleştirme kurumu ailedir. Ailede anne-babanın ve diğer bireylerin çocukla olan etkileşimi, çocuğun aile içindeki yerini belirler. Çocuk ilk sosyal davranışları aile bireyleri ile etkileşimi sonucunda kazanır. Aile, çocuğun sosyal ve duygusal gelişimini hızlandırıcı bir etkiye sahiptir. Ailede anne-babanın çocuk üzerine etkisi, daha bebek dünyaya gelmeden önce başlar. Anne-babanın, bebeğin dünyaya gelmesine istekli ya da isteksiz oluşları, gelişine hazır olup olmadıkları ve bebekten beklentileri, bebeğin ilk izlenimlerini ve çevresi ile duygusal etkileşimini etkiler (Çağdaş 1997).

Okul öncesi dönem çocuğu için en önemli kişiler anne-babasıdır. Bu nedenle özdeşleşebileceği bir model olarak anne-babasını seçer. Onların tavır, davranışlarını ve değer yargılarını örnek alarak taklit eder. Özdeşleşme bilinçli öğrenme ile başlayan bir olgu değildir. Çocuk belli bir modelle özdeşleşirken bunun farkında olmaz. Anne-baba, çocuğun sosyalleşmesi için toplumca kabul edilen uygun davranış biçimleri yönünden ona model olur. Sosyal davranış biçimlerini kazanmasına rehberlik eder (Yavuzer 1994).

Çocuğun sosyal yönden gelişmesi için anne-babanın iyi bir model olmasının yanı sıra, çocuklarına karşı yönelttikleri sağlıklı tutum ve yaklaşımların da önemli olduğu söylenebilir. Ancak anne-babaların çocuklarına karşı tutumları, her zaman sağlıklı olmayabilir. Bazı anne-babaların çocukluk yıllarında otoriter bir tutum içinde büyümeleri, parçalanmış aileden gelmeleri, eşlerinde aradıkları mutluluğu bulamamaları, çok genç yaşta anne-baba olmaları, ekonomik yönden sıkıntı içinde oldukları bir dönemde çocuk sahibi olmaları vb. nedenler çocuklarına karşı farklı tutumlar geliştirmelerine neden olabilir (Çağdaş 1997).

Çocuğun ilk çocukluk döneminde aileden almış olduğu eğitim, kültürel özellikler, davranış biçimleri onun bütün yaşamı boyunca kişiliğinin bir parçası olarak

(33)

kalabilmektedir. Bu nedenle de çocuğun okul öncesi çağda ailesi tarafından olumlu davranış modelleri ile yetiştirilmesi önemlidir (Gizir ve Baran 2003).

Çocuğun doğumdan sonra ilk sosyal çevresi ailedir. Davranış modellerini çocuk burada bulur, yaşar ve öğrenir. İyi-kötü, doğru-yanlış, günah-sevap ve diğer toplumsal değerler burada kazanılır. Ayrıca çocuğun barınma, korunma, beslenme, uyku, giyinme, oyun gibi ihtiyaçları burada karşılanırken, psikolojik ve sosyal ihtiyaçları olan güven, sevme, bağımsızlık, bir gruba ait olma, sorumluluk, iş başarma, belirsizlikten korunma, kuralları öğrenme, saygı, haklar, ödevler ve mülkiyet hissini ilk defa bu kurumda öğrenir ve tatmin eder (Kırkıncıoğlu 2003).

Çocuklar, yardımseverlik ve paylaşma davranışlarını anne-babalarını taklit ederek öğrenirler. Sosyal davranışların büyük bir kısmı aile içindeki öğrenmeye ve aile bireyleri tarafından sağlanan modellerin örnek olmasına dayanmaktadır. Çocuklarına olumlu sosyal davranış olanakları yaratarak, bunları ödüllendiren ve olumlu sosyal davranışları ile çocuğuna model olan anne-babalar yardımsever, işbirliği yapan çocuklara sahip olma beklentisi geliştirebilir (Morgan 1995).

Çocuğun sosyal gelişimi üzerinde kardeşlerin de önemli bir etkisi vardır. Araştırmalar, ailedeki çocuk sayısı ve doğum sırasının çocuk üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.

Bazı araştırmalar ilk çocukların ailedeki diğer çocuklara göre bazı ayrıcalıklara sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Ailenin ikinci çocuk gelene kadar bütün ilgi ve enerjisini yoğunlaştırdığı ilk çocuk, ailede özel bir yere sahiptir. Yarışmacı bir birey olmayıp, küçük kardeşe göre daha fazla deneyim sahibi olan ilk çocuk, daha toplumsal, başarılı ve sevecendir. Genellikle büyük kardeşlerinden özel ilgi gören en küçük çocuklar, buna bağlı olarak ilk çocuklara oranla daha fazla toplumsal beceri gösterirler.

Çok çocuklu ailelerde çocukların akademik başarıları, ailenin çocuklarla daha az ilgilenmesi nedeniyle düşmektedir. Karşı cinsten kardeşin varlığı, çocuğun karşı cinsle ilişkilerinin olumlu bir tutum içinde gelişmesine olanak vermektedir. Bununla birlikte, karşı cinsten kardeşler arasında kavga gibi rahatsız edici ilişkiler yaşanması çocuğun karşı cinsle ilişkilerinde olumsuz tutumlar geliştirmesine neden olabilir (Rice 1997).

(34)

2.5.2 Anaokulu ve öğretmenler

İlk yıllarda annesi-babası ve ailedeki diğer bireylerle sıkı bir duygusal etkileşim içinde olan çocuk, üçüncü yaştan itibaren arkadaşlarına yönelik bir sosyal eğilim göstermeye başlar. Bu yaşlarda aile çevresindeki koşulları ne kadar iyi olursa olsun, çocuğun akranları ile birlikte uygun bir ortama ve uzman eğitimcilerin rehberliğine ihtiyacı vardır (Çağdaş 1997).

Okul öncesi eğitim kurumları, ailenin sunduğu sınırlı olanakları zenginleştiren, çocuklara gerek fizik, gerekse zihinsel ve sosyal gelişimleri açısından daha yeterli bir ortam sunan eğitsel ve sosyal bir çevredir. İnsan ilişkilerinin inceliklerini, toplumun sosyal değerleri ve istekleri doğrultusunda öğreten bu çevre, çocuklarda okul yaşamının beklentilerine uygun davranışları geliştirme açısından büyük önem taşımaktadır (Oğuzkan ve Oral 1992).

Anaokullarının çocukların oyun ve arkadaş ihtiyacını karşılayan, toplumsal bir kurum olduğu söylenebilir. Oyun, çocuğun yardımlaşma, paylaşma, işbirliği vb. prososyal davranışları kazanması açısından önemli olduğu gibi, oyun içinde yapılan gözlemler çocuğun daha iyi tanınmasına yardımcı olur (Çağdaş 1997).

Okul öncesi eğitim kurumlarında çocukların olumsuz davranışları azaltılarak, olumlu yeni davranışlar kazandırılır. Okul öncesi eğitim kurumuna devam eden çocukların diğer çocuklara göre özellikle özgüven, merak, çevreye dönüklük, bağımsızlık, çevresi ile iyi ilişkiler kurma, insiyatifini kullanma, sorumluluk alma, liderlik vb. gibi sosyal yeterlilik davranışlarının daha belirgin olduğu saptanmıştır. Ayrıca çocukların okul öncesi eğitim kurumuna devam etme süresi arttıkça, anti sosyal davranışlarının azaldığı gözlenmiştir (Avcı 1995).

Okul öncesi eğitimin amaçlarına ulaşmasında fiziksel ortam, araç-gereç ve program ne kadar yeterli olursa olsun, belirlenen hedeflerin gerçekleşmesi programı uygulayacak öğretmenin nicelik ve nitelik yönünden yeterli olmasına bağlıdır. Çocuklar için

Referanslar

Benzer Belgeler

w çiçekti beni kendine çekti, HaLbim J/aı-alanmış tir kelebekti.,. Tutuşan bir mavi çiçekti,M. /Işkı rnt c/a rengine

Ancak araştırmada elde edilen bulgular, Joiner (1986), MacIntyre ve Gardner (1989), Scarcella ve Oxford (1992), Xu (2011) gibi yurt dışı kaynaklarda yer alan kaygının

Zipes bu bölümün başında, Michel Butor ve Rosemary Jackson’ın görüşleri üzerinden masal türünün bünyesinde barındırdığı eleştirel, ege- men söylemi

Fakat bireysel ölçekte yerel şifa ve büyü uygulamalarının ekonomik açı- dan Gülnur gibi dezavantajlı durumda olan bazı insanlar için geçim kaynağı ve yeni

But in The Rain Horse the young man does not allow the repressed energies to come to surface and loses the chance to maintain harmony between his inner and outer worlds.. In

H.1318 Maarif Salnamesine göre Akçaabat Rüştiye Mektebinde 2 öğretmen, 18 öğrenci ve 1 medresede, 1 müderris ve 100 öğrenci eğitim ve öğretim..

Bu tez çalıĢmasında, laboratuar ortamında elde edilmiĢ olan, telsiz ve telekomünikasyon terminal ekipmanlarından, GSM, DECT ve PSTN telefonlara ait ıĢınımla yayınım

Coriolis coupling (CC) hesaplamaları dikkate alan Zamana bağlı dalga paketi kuantum metodu doğru bir potansiyel enerji yüzeyine dayanan ND+H ( v = 0 1 ve j = 0 2,3