• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL TEMELLER VE KAYNAK ÖZETLERİ

2.9 Kaynak Özetleri

Çocuk, anne-babayı model alarak, onların davranışları ile ilgili bir bilgi kazanır. Eğer anne-babalar çatışma esnasında birbirlerine düşmanca ve saldırgan bir şekilde davranıyorlarsa, çocuk saldırganlığı anlaşmazlığın çözümünde kabul edilebilir bir yol olarak görür. Çatışmalı ortamlarda saldırgan olmayı öğrenen çocuklar, kendilerinden daha büyük ve güçlü olarak gördükleri anne-babalarına karşı saldırgan olmayabilirler, fakat bunun yerine akranlarına veya kendinden küçük çocuklara karşı saldırganca davranabilirler (Grych and Fincham 1990).

Ben merkezci olan küçük çocuklar ise anne-babaları arasındaki çatışmadan dolayı kendilerini suçlamaktadırlar. Çatışmanın içeriği çocuk yetiştirme konusunda ise ve bu konuda eşler arasında anlaşmazlık varsa, bu anlaşmazlık çocuklara yönelik tutumlara yansımakta ve bu da tutarsız uygulamalara yol açmaktadır (Yılmaz 2001).

Çocuklar, ebeveynlerinin yaşadığı çatışmalara karşı, saldırgan davranışlar, suç sayılabilecek davranışlar sergileyebilirler ve sosyal sorunlar yaşayabilirler. Yapılan araştırmalar; çok çeşitli yaş dilimlerindeki çocuklarda, anne-babalarının bağrışma, tartışma ve çatışmalarına gösterdikleri tepkiler arasında saldırganlık ve suça yönelik davranışlar olduğunu ortaya koymuştur. Bunlara ek olarak, dikkat sorunları, okul başarısında düşme ve arkadaş ilişkilerinde bozulma sayılabilmektedir. Evlilik çatışmasının olduğu evlerden gelen çocukların, okulda arkadaşları tarafından sosyal olarak reddedildiği görülmektedir (Oppawsky 2002).

çok uyum problemlerinin olduğu ve uyum problemleri olan çocukların akademik başarı puanlarının düşük olduğu bulunmuştur.

Lewis (1994) orta düzeyde dil ve gelişimsel yetersizliği olan dört çocuk ve davranışsal bozukluklar gösteren üç çocuk üzerinde yaptığı çalışmasında, sosyal beceri öğrenme programı ile öğretmenin yönlendirdiği fırsat yönteminin çocukların arkadaşları ile olan sosyal ilişkileri üzerindeki etkisini incelemiştir. Bulgular öğretmenin serbest oyun ortamında fırsat yöntemini kullanmasının çocuğun sosyal karşılık vermesini arttırdığını ortaya koymuştur. Öğretmenin fırsat yöntemini kullanması en yüksek düzeyde etkiliyken, sosyal ilişkileri düşük olan çocukların sosyal becerileri artırmada sahip oldukları güçlüklerin önemli olmadığı vurgulanmıştır.

Tuğrul (1994), 1993-1994 eğitim döneminde Hacettepe Üniversitesi Gülveren Anaokulu’nda eğitim alan altı yaş grubu çocuklarda farklı etkinlik programlarının çocukların ruhsal uyum davranışları, arkadaş grubundaki kabul düzeyleri ve oyun davranışları üzerindeki etkisini incelemiştir. Araştırmada oyun içi sosyal iletişim davranışları (paylaşma, yardımlaşma, iş bölümü, rol dağılımı, kabul etme, iletişimi sürdürme) ve işbirliği davranışları ölçülmüştür. Değerlendirme sosyometrik ölçümlerle yapılmıştır. Etkinlik programından yararlanan çocuklar, kontrol grubundaki çocuklara kıyasla olumlu sosyal iletişim davranışlarını gösterme bakımından daha avantajlı bulunmuşlardır. Aynı araştırmada okul öncesi kurumda uygulanan etkinliklerden oyun-drama ve sanat etkinliklerinin jimnastiğe göre ön test ve son test arasındaki farkın deney grupları lehine olumlu olduğunu göstermiştir.

Özuçucu (1995) nun yaptığı çalışmada; okul öncesi dönemde yuvaya devam eden dört-beş yaş çocuklarının doğal ortamlarda sergiledikleri davranışlar, özellikle de paylaşma davranışının davranışlar içindeki yeri ve oranı çeşitli değişkenler açısından değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgulara göre; etkinlikleri kendi insiyatifi ile başlatma ve sürdürmede erkek çocuklarla, tek çocuk olan ve annesi çalışan çocukların davranışlarında daha “kararlı”, “daha az çocuksu” ve “bağımsız” bir görüntü sergilemektedirler. Buna karşılık kız kardeşi olan ve annesi ev kadını olan çocuklar ise gündelik doğal yaşamlarındaki davranışlarını daha çok çevreden gelen baskı ve

değişikliklere tepki olarak başlatmakta, “daha bağımlı”, “daha az tutarlı” ve “daha çocuksu” bir profil oluşturmaktadırlar.

Çağdaş (1997) anne-çocuk iletişimine yönelik dil gelişiminin, annelerin çocuklarına karşı tutum ve davranışlarına etkileri ile bu davranışların çocukların işbirliği ve sosyal ilişkilerine ilişkin davranışları üzerindeki etkilerini incelemiştir. Elde edilen bulgulara göre; anne-çocuk iletişimine ilişkin dil eğitimi uygulandıktan sonra, deneme grubu annelerin çocuklarının işbirliği ve sosyal ilişkilerle ilgili davranışlarında artma olduğu gözlenmiştir. Anne eğitiminin, çocukların işbirliği ve sosyal ilişkilerle ilgili davranışlarının olumlu gelişmesini sağlamada etkili olduğu ortaya konmuştur.

Tüy-Poyraz (1999) üç-altı yaş arasındaki işitme engelli ve işiten çocukların sosyal beceri ve problem davranışları yönünden karşılaşmıştır. Araştırmanın çalışma grubu, üç-altı yaş arasındaki atmış işitme engelli ve dört yüz yetmiş dört işiten çocuktan oluşmuştur. Sosyal beceri ve problem davranışı değerlendirmek için, Merrell tarafından geliştirilmiş “Okul Öncesi ve Anasınıfı Davranış Ölçekleri” kullanılmıştır. Veriler, t-testi, korelasyon ve varyans analizi teknikleri kullanılarak analiz edilmiştir. elde edilen bulgulara göre, her iki grup arasında sosyal etkileşim boyutunda farklılık ortaya çıktığı görülmüştür. Ayrıca yaşlara göre sosyal beceri düzeylerinde yaşın büyümesiyle sosyal beceri puanının artması şeklinde bir ilişki bulunurken, cinsiyet ve işitme engelli olup olmama değişenlerinin sosyal beceri puanları üzerinde bir etkisi ortaya konmuştur.

Çimen (2000) anaokuluna devam eden beş-altı yaş çocuklarının psiko-sosyal gelişimlerini incelemek ve psiko-sosyal gelişimde bazı değişkenlerin farklılık yaratıp yaratmadığını incelemiştir. Araştırmaya Ankara’daki üniversitelere bağlı beş anaokuluna devam eden, beş-altı yaşlarında toplam yüz seksen çocuk dahil edilmiştir.

Araştırmada, çocukların psiko-sosyal gelişim düzeylerini saptamak için “Uyumsal Davranış Ölçeği” kullanılmıştır. Sonuçlar yaşın, cinsiyetin, annenin çalışma durumunun, bilgisayar ve atari kullanma durumunun çocuğun psiko-sosyal gelişimine ait çeşitli alt boyutlarda farklılık yarattığını ortaya koymuştur.

Dinç ve Gültekin (2004) okul öncesi eğitimin dört-beş yaş çocuğun sosyal gelişimine etkileri konusunda öğretmen görüşlerinin ortaya çıkarılmasını amaçlamıştır.

Araştırmanın örneklemini 2000-2001 öğretim yılında Eskişehir il merkezinde MEB’e bağlı anaokullarına devam eden dört-beş yaş çocukları ve onlara eğitim veren öğretmenler oluşturmaktadır. Araştırmaya yüz atmış iki çocuk, on iki öğretmen dahil edilmiştir. Çocukların sosyal gelişim düzeylerini saptamak amacıyla “Davranış Derecelendirme Ölçeği” kullanılmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgular, anaokuluna devam eden dört-beş yaş çocuklarının sosyal gelişim düzeylerinin ortanın üstünde gelişmiş olduğunu göstermektedir. Çocukların ölçekten aldıkları puan ortalamalarının yaş, cinsiyet ve okula devam sürelerine göre değişip değişmediği araştırılmış ve sonucunda; okul öncesi eğitimin, çocuğun yaşına göre sosyal gelişimine etkisine ilişkin bulgular beş yaş grubu çocuğun dört yaş grubu çocuğuna göre sosyal yönden daha gelişmiş olduğu, cinsiyetine göre sosyal gelişime etkisine ilişkin yorumlara bakıldığında kız çocukların erkek çocuklara oranla sosyal yönden daha gelişmiş olduğu bulunmuştur. Okula devam süresine göre, sosyal gelişime etkisine ilişkin bulgu ve yorumlara bakıldığında anasınıfına iki yıl devam eden çocukların sosyal yönden daha gelişmiş olduğu bulunmuştur.

Kösebalan-Doğan ve Kandemir (2005), 0-12 yaş arasındaki toplam 780 çocuğun velilerini içeren araştırmalarında, ebeveynlerin televizyonun çocukların sosyalleşme süreçlerine etkisi olduğunu düşündükleri, ancak bu etkinin yönünün yeterince farkında olmadıkları sonucuna varılmıştır. 0-6 yaş arası çocukların ebeveynlerinin, televizyonun çocuklarının sosyalleşme süreçlerine etkisi konusunda tutumları “katılmıyorum”

boyutunda iken, 7-12 yaş arası çocukların ebeveynlerinin tutumu “katılıyorum”

boyutunda toplanmıştır. Bu durumdan hareketle 7-12 yaş arasındaki çocukların ebeveynleri televizyonun çocuklarının sosyalleşme süreçlerine olumsuz etkisi olduğu yönünde bir tutum gösterirlerken, 0-6 yaş arası çocukların ebeveynleri ise çocuklarının sosyalleşme süreçlerine televizyonun etkisinin olmadığını düşünmektedirler.

Sebanc et al (2007), üç-yedi yaş arasındaki çocukların yakın arkadaşlarının ve arkadaşlık ilişkilerinin sosyal uyumlarına etkisini inceledikleri araştırmalarına elli iki kız, yetmiş iki erkek olmak üzere toplam yüz yirmi dört çocuğu dahil etmişlerdir.

Sosyometrik ölçümlerle ve Arkadaş Özellikleri Anket Formu’nun kullanıldığı araştırmanın sonucunda yakın arkadaşı olan ve olumlu arkadaşlık ilişkileri yaşayan çocukların sosyal uyum düzeylerinin de olumlu etkilendiği bulunmuştur.

Bu bölümde eşlerin evlilik uyumları ile ilgili yapılan araştırmaların özeti tarih sırasına göre sunulmuştur.

Fışıloğlu (1992) yaptığı bir çalışmada, lisansüstü öğrencilerin evlilik uyumlarını araştırmayı amaçlamıştır. Araştırmanın örneklemini State of University of New York at Buffalo’da öğrenim gören yetmiş evli lisansüstü öğrencisi oluşturmuştur. Yirmi dört erkek ve kırk altı kadından oluşan örneklemin yaş ortalaması 34.6 ve ortalama evlilik süresi 8.6 yıldır. Bilgi toplama aracı olarak evlilik uyumu ile ilgili olabileceği düşünülerek çalışma kapsamına alınan değişkenlerle ilgili verilerin toplanması için

“Demografik Bilgi Sayfası” kullanılmıştır. Evlilik uyumu “Çift Uyum Ölçeği” ile ölçülmüştür. Sonuç olarak; araştırma kapsamındaki değişkenlerden öğrenci statüsü ile evlilik uyumu arasındaki ilişkiye yönelik olarak veri analizleri, tam zamanlı öğrencilerin evlilik uyumlarının yarım zamanlı öğrencilerin evlilik uyumlarından daha yüksek olduğunu göstermiştir. Sonuçta, evli öğrencilerin rol stresi yaşayabilecekleri ve tam zamanlı öğrenci rolünde olmanın, evli öğrencilerin yaşadıkları rol stresini, dolayısıyla da evliliklerinde yaşadıkları olumsuzlukları azaltabileceği vurgulanmıştır.

Yıldırım (1993) tarafından farklı sosyo-ekonomik düzeydeki evli bireylerin uyum düzeylerini incelemek amacıyla yapılan araştırmaya Ankara’nın merkez ilçelerinde yaşayan farklı sosyo-ekonomik düzeydeki, beş yüz elli dokuz kadın ve beş yüz kırk bir erkek olmak üzere toplam bin yüz elli birey dahil edilmiştir. Evli bireylerin uyum düzeyleri “Hacettepe Kişilik Envanteri” ile ölçülmüştür. Araştırma sonucunda üst sosyo-ekonomik düzeydeki kadınların uyum düzeylerinin, alt sosyo-ekonomik düzeydeki kadınlara göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Üst sosyo-ekonomik düzey erkeklerin, uyum düzeylerinin daha alt sosyo-ekonomik düzeydeki erkeklere oranla daha yüksek olduğu saptanmıştır

Şirvanlı-Özen (1998) tarafından yapılan çalışmada eşler arası çatışma ve boşanmanın davranış ve uyum problemleri üzerindeki rolleri incelenmiştir. Bu amaçla 5,10,13 ve 16 yaş gruplarındaki çatışmasız anne-babaların çocukları ile anne-baba çatışmasının çok fazla yaşandığı aileler ve boşanmış anne-babaların çocuklarının gösterdikleri davranış ve uyum problemleri ile algıladıkları sosyal destek düzeylerinde yaş ve cinsiyete bağlı olarak bir farklılık olup olmadığı araştırılmıştır. Bu çalışmada eşler arasındaki uyum anne-babalar tarafından değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgularda, çatışmalı ve boşanmış anne-babaların çocuklarının psikolojik problem düzeyleri ve kaygı düzeylerinin, çatışmasız anne-babaların çocuklarına oranla daha yüksek olduğu;

çatışmasız anne-babaların çocuklarının, çatışmalı ve boşanmışlarınkine oranla çevrelerinden daha fazla sosyal destek algıladıkları ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu çalışmada eşler arasındaki uyum ile çocuklardaki davranış ve uyum problemleri arasındaki ilişki incelenmiş; evlilik uyumu azaldıkça, çocuklardaki davranış ve uyum problemlerinin arttığı bulunmuştur.

Tutarel-Kışlak (1999) araştırmasında, yüz kırk dokuzu kadın, yüz altmış ikisi erkek olmak üzere, Ankara, İstanbul ve İzmir ile bu şehirlerin ilçelerinden toplam üç yüz on bir gönüllü deneğe ulaşmıştır. Araştırmada “Evlilikte Uyum Ölçeği” esas olmak üzere,

“Kişilerarası İlişkiler Ölçeği” ve “İlişkilerde Yükleme Ölçeği” kullanılmıştır. Yapılan çalışmada sonuç olarak; eşlerin birbirlerinin olumsuz davranışları üzerine yaptıkları yüklemeler arttıkça evlilik uyumlarının azaldığı saptanmıştır.

Kastro (1998) araştırmasında, evliliklerinde tanımlanmış bir semptom olan çiftler ile, semptom tanımlanmamış çiftleri karşılaştırmayı ve evlilik ilişkisinde etkili olan özellikleri belirlemeyi amaçlamıştır. Araştırma grubunu eşlerden biri veya her ikisinin depresyon tanısı aldığı otuz çift ve terapi sürecinde olmayan otuz kontrol çifti oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında “Beck Depresyon Ölçeği”, “Semptom Tarama Testi” ve “Eşler Arası Uyum Ölçeği” kullanılmıştır. Sonuç olarak; evlilikte uyum ile kaygının ilişkili olduğu, bir eşin septomik olduğu durumlarda diğer eşin semptomik özellikler taşıyabileceği vurgulanmıştır.

Günay (2000) yaptığı bir çalışmada, evli çiftlerin düşünme modelleri ile evlilik uyum düzeyleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaçlamıştır. Araştırmanın örneklemi farklı sosyo-ekonomik düzeye sahip altmış altı evli çiftten oluşan toplam yüz otuz iki kişiden oluşmuştur. Örneklem, çalışma alanları açısından çeşitlilik gösteren kurumlardan oluşmaktadır. Veri toplama araçları olarak “Evlilik Uyum Ölçeği” ve

“Kişisel Düşünme Modelleri Soru Listesi” kullanılmıştır. Verilerin çözümlenmesinden sonra, uyumlu çiftlerin düşünme modellerindeki ortak kanal sayısının, uyumsuz çiftlere oranla daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır. Bulgular neticesinde, evlilik süreçlerini uyumsuz olarak tanımlayan eşlerin, uyumlu çiftlerden daha düşük fikir birliği, duygu ifadesi, bağlılık ve evlilik doyum düzeyine sahip oldukları ortaya çıkmıştır.

Yılmaz (2001)’in yaptığı araştırmanın temel amacı eşler arasındaki uyumun ve ebeveyn-çocuk etkileşiminin, çocukların benlik algısı ve akademik başarıları ile olan ilişkilerini farklı yaş gruplarını ele alarak incelemektedir. Bu amaçla çalışmaya ilköğretim, lise ve üniversite öğrencilerinden toplam beş yüz otuz dört denek katılmıştır.

Araştırmada veri toplama aracı olarak “Çiftler Uyum Ölçeği”, “Anne-Baba Tutum Ölçeği”, “Çocuklar İçin Benlik Algısı Ölçeği”, “Ergenler İçin Benlik Algısı Ölçeği” ve

“Üniversite Öğrencileri İçin Benlik Algısı Ölçeği” nden yararlanılmıştır. Bulgular göre, ilköğretim dönemindeki öğrencilerde eşler arasındaki uyum ile algılanan kabul/ilgi arasındaki, üniversite öğrencilerinde ise eşler arasındaki uyum ile algılanan kabul/ilgi/özerklik arasındaki ilişki anlamlı bulunmuştur. Ayrıca yapılan hiyerarşik regresyon analizi sonuçlarına göre; eşler arasındaki uyumun lise öğrencilerinde davranıştan hoşnut olma ve bütünsel öz-değer alt ölçeklerinin, üniversite öğrencilerinde ise atletik yeterlik ve anne-baba ile ilişkiler alt ölçeklerini yordama da anlamlı katkıları olduğu görülmüştür. Her yaş grubunda, anne-baba tutum ölçeğinin kabul/ilgi, psikolojik özerklik ve kontrol/denetleme boyutlarının benlik algısının farklı alt ölçeklerini anlamlı düzeyde yordadığı bulunmuştur.

Fışıloğlu (2001) tarafından akraba evliliğinin evlilik uyumu ile ilişkisini araştırmak amacıyla 150 çift üzerinde yapılan çalışmada akraba evliliği yapan grubun evlilik uyumunun akraba evliliği yapmayan gruptan daha düşük olduğu, ayrıca akraba evliliği

Kaya (2003) araştırmasında, evlilik uyumu ile çocuklardaki davranış problemleri arasındaki ilişkide çocuk yetiştirme tutumlarının rolünü incelemiştir. Çalışmada, anne-babaların evlilik uyumsuzluğunun çocukların davranışları üzerindeki etkisinde, ebeveynlerin aşırı kontrol, baskı-disiplin ve çocuklarının reddedici tutumlarının aracı olup olmadığı ve ebeveynlerinin demokratik tutum, eşitlik tanıma ve kabullenme davranışlarının bu etkide hafifletici bir rol oynayıp oynamadığı incelenmiştir. Bu amaçla sekiz-on yaşlarındaki seksen dört çocuğun anne ve babalarına “Çift Uyum Ölçeği”, dört-on sekiz yaş çocuk ve gençler için “Davranış Değerlendirme Ölçeği” ,

“Aile Hayatı ve Çocuk Yetiştirme Tutumu Ölçeği” ve sadece annelere “Aile-Çocuk İlişkileri Formu” uygulanmıştır. Bulgulara göre, annelerin saldırganlık ve kin davranışı ile çocuklardaki davranış problemleri arasındaki ilişkide aracı rol oynamaktadır. Babalar için ise, evlilik uyumu ile çocuklardaki davranış problemleri arasında çocuk yetiştirme tutum değişkenleri kontrol altına alınmasından önce ve alındıktan sonra, anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Ayrıca evlilik uyumsuzluğunun çocuk üzerindeki etkisini hafifletme rolü için destek sağlanmıştır.

Koçak-Çelik ve Baran (2005), 9-11 yaş grubundaki çocukların benlik kavramı gelişimleri ile ebeveynlerinin evlilik uyumları arasındaki ilişkiyi inceledikleri araştırmalarına üç yüz atmış çocuğu dahil etmişlerdir. Ölçme aracı olarak “Genel Bilgi Formu” ve “Evlilikte Uyum Ölçeği” kullanılan araştırmanın sonucunda eşlerin evlilik uyumları ile çocukların benlik kavramları arasında anlamlı bir ilişki olmadığı ancak anne-babaların evliliklerinde yaşadıkları olumsuzlukları çocuklarına hissettirmemelerinin çocukların benlik gelişimi açısından önemli olduğunu belirlemişlerdir.

Sardoğan ve Karahan (2005)’ın İnsan İlişkileri Beceri Eğitimi Programı’nın evli çiftlerin evlilik uyum düzeyleri üzerindeki etkisini incelemek amacıyla yaptıkları araştırmalarına yirmi dört evli çift dahil edilmiştir. Ölçme aracı olarak “Evlilikte Uyum Ölçeği” kullandıkları araştırmanın sonucunda, erkek eşlerin duygu ve düşüncelerini paylaşmadıkları, kendilerinin yaşadıkları güçlükler karşısında anlayış göstermedikleri, anlaşmazlık durumlarında saygısız ve kırıcı davrandıkları, eleştiri karşısında öfkelendikleri gibi konularda bayan eşlerin daha çok yakındıkları gözlenmiştir. Erkek

eşlerin; eleştiri karşısında öfkelenmeden dinleme, eleştiri konusunda ben dili kullanarak duygularını paylaşma ve saldırganca olmayan tarzda empatik yüzleştirme yapma becerileriyle ilgili uygulamalarda bayan eşlere göre daha çok zorlandıkları ve isteklerini dile getirirken daha çok emir cümlecikleri kullandıkları gözlenmiştir. Bayan eşlerin ise duygu, düşünce ve isteklerini paylaşırken soyut ya da genel ifadeler kullandıkları, bu durumun iletişimde belirsizliğe yol açtığı ve erkek eşlerin bu durumdan yakındıkları saptanmıştır.

Benzer Belgeler