• Sonuç bulunamadı

T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI TELİF HAKLARI ve SİNEMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI TELİF HAKLARI ve SİNEMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ"

Copied!
113
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI

TELİF HAKLARI ve SİNEMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

FİKRİ MÜLKİYET HUKUKU’NDA MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN ŞEKİL VE İÇERİK AÇISINDAN İNCELENMESİ

UZMANLIK TEZİ Şükriye ŞİRİN

HAZİRAN-2008 ANKARA

 

(2)

T.C.

KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI

TELİF HAKLARI ve SİNEMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

FİKRİ MÜLKİYET HUKUKU’NDA MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN ŞEKİL VE İÇERİK AÇISINDAN İNCELENMESİ

UZMANLIK TEZİ Şükriye ŞİRİN

Tez Danışmanı Araştırmacı İdil SÜLER

HAZİRAN-2008 ANKARA

 

(3)

SINAV YETERLİK KOMİSYONUNA BEYAN

Bu belge ile bu uzmanlık tezindeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunduğumu; ayrıca, bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi beyan ederim.

…/… 2008 Şükriye ŞİRİN

Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı  

(4)

 

ÖNSÖZ

Fikri hakların, iletişim teknolojisi alanındaki gelişmelere paralel olarak yeni unsurları bünyesine dahil eden dinamizme sahip olması ve ülkemizin fikri hukuk mevzuatı alanında yapılan son değişiklikler, toplum ve bireylerin dikkatini fikri hukuk alanına yöneltmiştir. Bu sebeple ülkemizde son yıllarda bu konuya ilişkin olarak önemli çalışmalar yapılmıştır. Ancak fikri hukukun temelini teşkil eden mali hakların devri sözleşmesine ilişkin olarak çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Mali hakları devri sözleşmesini, BK’da düzenlenen özel hukuk sözleşmelerinden farklı kılan ise; sözleşmenin taraflarından birini oluşturan eser sahibinin, fikri hukukun esasını oluşturması ve diğer özel hukuk sözleşmelerinde yer alan sözleşme taraflarından farklı olarak kendine özgü niteliklere ve ayrıcalıklara sahip olmasıdır.

Mali hakların devri sözleşmesi, konunun tüm ayrıntılarıyla ortaya konulmasındaki çalışmalara katkıda bulunmak amacıyla tez konusu olarak belirlenmiştir. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında mali hakların devri sözleşmesine ilişkin hususların saptanması, bu hususlar hakkında yargısal sürece de değinerek kanun hükümlerinin irdelenmesi suretiyle bu konuda araştırma yapacak kimselerin başvurabileceği faydalı bir eser ortaya koymak hedeflenmektedir.

Bu tez çalışmasında mali hakların devri sözleşmesi hakkında ileri sürülen doktriner görüşler, yapılan tartışmalar ve eleştiriler, devir sözleşmesini konu edinen hükümlerin yerindeliği ve pratikte uygulanması incelenecektir. Tez konusu incelenirken, FSEK hükümlerine, hükümlerin uygulamadaki tezahürlerine, öğretide yer alan kaynaklara ve Yargıtay kararlarına yer verilmiştir.

(5)

II  İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... I İÇİNDEKİLER ... II KISALTMALAR ... VII

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİ KAVRAMI, TARİHİ GELİŞİMİ, SÖZLEŞME İLE İLGİLİ ULUSLARARASI DÜZENLEMELER 1.1.GENEL OLARAK ... 3

1.2. KAVRAM ... 4

1.3. TARİHİ GELİŞİMİ ... 5

1.4. ULUSLARASI DÜZENLEMELER ... 8

İKİNCİ BÖLÜM MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN KONUSU, DEVRİ VE KAZANILMASI YOLLARI, SÖZLEŞMESİNE KONU OLAN ESERLER 2.1. MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN KONUSU ... 9

2.1.1 İşleme Hakkı ... 9

2.1.2.Çoğaltma Hakkı ... 10

2.1.3.Yayma Hakkı ... 11

2.1.4.Temsil Hakkı ... 13

2.1.5. Umuma İletim Hakkı ... 14

2.2.MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNE KONU OLAN ESERLER ... 15

2.3.HAKKIN İNTİKALİ YOLLARI ... 18

2.3.1.Sözleşme ile Hakkın Devri ... 18

2.3.2.Miras yoluyla hakkın devri ... 18

(6)

III   

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN KURULMASI, TARAFLARI, ŞEKLİ, HUKUKİ NİTELİĞİ, DİĞER SÖZLEŞMELERDEN FARKI

3.1.SÖZLEŞMENİN KURULMASI ... 19

3.2. SÖZLEŞMENİN TARAFLARI ... 21

3.2.1.Devreden ... 21

3.2.1.1.Yaratıcı Eser Sahipleri ... 22

3.2.1.1.1.Tek Kişinin Eser Sahipliği ... 22

3.2.1.1.2. Birden Çok Kişinin Eser Sahipliği ... 22

3.2.1.2.Kanun Gereği Eser Sahibi Sayılanlar ... 25

3.2.1.2.1.İşveren ... 26

3.2.1.2.2.Tüzel Kişiler ... 27

3.2.2.Devralan ... 27

3.3. MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN ŞEKLİ ... 28

3.4. MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ ... 33

3.4.1.Rızaî Sözleşme Olması ... 33

3.4.2.Sürekli Borç Doğuran Bir Sözleşme Olması ... 34

3.4.3.Kişiliğe Bağlı Olması ... 35

3.4.4. Amaçlı Devri Konu Alan Bir Sözleşme Olması ... 36

3.4.5.Tam İki Tarafa Borç Yükleyen Bir Sözleşme Olması ... 36

3.5.MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN BENZER SÖZLEŞMELERDEN FARKI ... 37

3.5.1.Yayın Sözleşmesinden Farkı ... 37

3.5.2.Lisans (Ruhsat) Sözleşmesinden Farkı ... 40

3.5.3. Eser Sözleşmesinden Farkları ... 42

3.5.4.Hizmet Sözleşmesinden Farkı ... 43

3.5.5.Satım Sözleşmesinden Farkı ... 45

(7)

IV  DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNDEN DOĞAN HAK VE BORÇLAR

4.1. ESER SAHİBİNİN HAK VE BORÇLARI ... 46

4.1.1.Eser Sahibinin Hakları ... 46

4.1.1.1.Eserde Düzeltme Yapma Hakkı ... 46

4.1.1.2.Kararlaştırılan Bedeli İsteme Hakkı ... 47

4.1.2.Eser Sahibinin Borçları ... 48

4.1.2.1.Eseri Teslim Borcu ... 48

4.1.2.1.1.Meydana Getirilmiş Eserlerde Teslim Borcu ... 52

4.1.2.1.2.Hakkın Varlığını Tekeffül Borcu ... 53

4.1.2.1.3.Devredenin Hakkına Zarar Vermeme Borcu ... 54

4.2.DEVRALANIN HAK VE BORÇLARI ... 55

4.2.1.Devralanın Hakları ... 55

4.2.1.1.Devraldığı Hakkı Kullanma Hakkı ... 55

4.2.1.2.Eserin Kendisine Teslim Edilmesini İsteme Hakkı ... 55

4.2.1.3.Üçüncü Kişilere Karşı Dava Açabilme Hakkı ... 55

4.2.2.Devralanın Borçları ... 57

4.2.2.1.Ücret Ödeme Borcu ... 57

4.2.2.2.Devralınan Mali Hakkın Kullanılması Borcu ... 58

4.2.2.3.İşi Bizzat Yapma Borcu ... 59

4.2.2.4.Hakkı Kullanırken Devralana Zarar Vermeme Borcu ... 60

4.2.2.5.Esere Zarar Vermeme Borcu ... 61

BEŞİNCİ BÖLÜM MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN SONA ERMESİ 5.1.MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN SONA ERME SEBEPLERİ .. 62

5.1.1.Kararlaştırılan Sürenin Dolması ... 62

5.1.2.Eserin Zayi Olması ... 62

5.1.3. Eser Sahibinin Eseri Tamamlamasının İmkânsız Hâle Gelmesi ... 63

5.1.4. Devralanın İflas Etmesi ... 63

(8)

 

5.1.5.Cayma Hakkının Kullanılması ... 64

5.1.5.1.Cayma Hakkını Kullanma Şartları ... 65

5.1.5.2.Cayma Hakkının Kullanılması ve Sonuçları ... 66

5.1.6.Koruma Süresinin Dolması ... 68

5.1.7. Feshi İhbar İle Sözleşmenin Sona Erdirilmesi ... 69

ALTINCI BÖLÜM SÖZLEŞME KONUSU HAKKIN ESER SAHİBİNE GERİ DÖNMESİ (AVDET) 6.1. GENEL OLARAK ... 70

6.2. AVDETİN SONUÇLARI ... 70

6.3. ASLEN VE DEVREN İKTİSAPTA AVDET ... 71

SONUÇ ... 72

KAYNAKÇA ... 77

EKLER ... 80

ÖZET ... 103

ABSTRACT ... 104

(9)

VI  KISALTMALAR DİZİNİ

b. : bent

B.K. : Borçlar Kanunu C. : Cilt

E. : Esas

FMR : Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Dergisi F.S.E.K. : Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu

H.D. : Hukuk Dairesi HGK. : Hukuk Genel Kurulu İBD. : İstanbul Barosu Dergisi K. : Karar

md. : Madde T. : Tarih Y. : Yargıtay vd. : Ve devamı

 

(10)

 

GİRİŞ

Bu uzmanlık tez çalışmasında, Fikri Mülkiyet Hukuku’nun bir dalı olan fikri haklar kapsamında yer alan mali hakların devri sözleşmesi şekil ve içerik açısından incelenmiş bulunmaktadır. Mali hakların devri sözleşmesi genel olarak 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda düzenlenmiş olmakla birlikte, devir sözleşmesinin özel bir türü olan yayın sözleşmesi, Borçlar Kanunu’nun 372 ila 385 inci maddelerinde düzenlenmiştir. Bu sözleşmelere ilişkin olarak söz konusu kanunlarda gerekli hükümler bulunmasına rağmen, eser sahibi ile devralan arasında yapılan sözleşmelerde gerekli özenin gösterilmemesi sebebiyle, taraflar arasında sözleşmede açıkça düzenlenmeyen hususlar hakkında uygulamada birçok uyuşmazlık ortaya çıkmaktadır. Özellikle eser sahibi olan yazar, besteci, söz yazarları vb. adlarını duyurmak, tanınmak amacıyla sahip oldukları hakları ihmal etmekte ve gereği gibi sözleşmeler yapılmamakta, bu sebeple birçok mağduriyet ortaya çıkmaktadır. Bu tür uyuşmazlıkların hiç ortaya çıkmaması, ortaya çıkması halinde ise kanun hükümlerin ne şekilde yorumlanması gerektiği hususundaki sorunlara açıklık getirmek amacıyla bu tez çalışması yapılmıştır.

Mali hakların devri sözleşmesi, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda düzenlenmiş olması sebebiyle isimli sözleşme olarak kabul edilmesine rağmen konuya ilişkin hükümlerin ortaya çıkabilecek sorunlar karşısında yorumlanmasına gerek duyulmaktadır. Ancak bu sözleşme türüne bilimsel çalışmalarda yeteri kadar yer verilmemektedir. Bu sebeple, mali hakların devri sözleşmesinin doğurduğu hak ve borçlar ile diğer hususların tüm detaylarıyla incelenmesinin, gerek bu konuda bilimsel çalışma yapacak olanlara, gerekse uygulamada sözleşmenin taraflarına fayda sağlaması açısından önem taşıdığı düşünülmektedir.

Tez çalışması altı bölümden oluşmaktadır.

 İlk bölümünde, mali hakların devri sözleşmesinin tarihi gelişimi ve bu konuya ilişkin uluslararası düzenlemeler,

(11)

 İkinci bölümde; sözleşme konusunu oluşturan haklar, bu hakların devri ve kazanılması yolları ile sözleşmeye konu olan eserler,

 Üçüncü bölümde; sözleşmesinin kurulması, tarafları, şekli, unsurları, hukuki niteliği ve diğer sözleşmelerden farkı,

 Dördüncü bölümde ise; mali hakların devri sözleşmesinden eser sahibi ve devralan için doğan hak ve borçlar,

 Beşinci ve altıncı bölümde ise mali hakların devri sözleşmesinin sona erme sebepleri ile sözleşme konusu hakkın eser sahibine geri dönmesi konuları incelenmiştir.

(12)

BİRİNCİ BÖLÜM

MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİ KAVRAMI, TARİHİ GELİŞİMİ, SÖZLEŞME İLE İLGİLİ ULUSLARARASI DÜZENLEMELER

1.1. GENEL OLARAK

Fikri haklar alanında, eser sahiplerinin; eserleri üzerindeki mali hak konularından gereğince yararlanabilmeleri ve maddi kazanç elde edebilmelerinin en önemli yöntemi, düşünce ürünü olan eserlere ilgi duyan, toplumun da bu eserlere ilgi duyacağını düşünen ve hak konusundan eser sahibi ile birlikte maddi kazanç sağlamak isteyen kimseler ile hukuksal ilişki kurmalarıdır. Böyle bir hukuksal ilişkinin hukuki niteliği dikkate alındığında; izin sisteminin gerektirebileceği çeşitli durumlarda, hak sahibinden sadece izin alınması, tarafların hukuksal durumlarının belirlenmesinde, karşılıklı hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesinde, yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla eser sahibi ile haktan yararlanmak isteyen kimse arasında, karşılıklı hak, yetki ve sorumlukları düzenleyen koşulların saptanması amacıyla bir sözleşme öngörülmesine gereksinim duyulmaktadır.

Diğer taraftan ise, bazı eserlerin topluma sunulmasının, mali haktan yararlanmak isteyen kimseler için önemli bir harcama yapılmasını zorunlu kılacağı dikkate alınmalıdır. Bu durumda eserlerin topluma sunulması amacıyla önemli bir harcama üstlenen kimselerin, eser sahiplerinden ilgili mali hakları devralmayı düşündükleri izin koşullarının daha da ayrıntılı olarak düzenlenmesini istemeleri doğal bir nitelik taşımaktadır.

Eser sahibi ile mali haktan yararlanma izni isteyen kimse arasındaki mali ilişkinin çeşitli boyutları olabilir. Mali haktan yararlanmak isteyen kimseler, eser sahibine mali hak karşılığı düşünülen ücretin ödenmesi ile ilgili olarak, ücretin bölümlere ayrılarak ödenmesi, ödeme zamanı vb. koşulların tartışılmasını ve ayrıntılı olarak saptanması önerebilecektir.

(13)

Örneğin, çoğaltma ve yayma haklarını konu alan bir izin sistemi ile ilgili olarak, - Çoğaltılacak nüshaların nitelikleri ve miktarlarının saptanması

- Çoğaltılacak nüshaların pazarlanması amacıyla toplumda tanıtılması ve satış yerlerine dağıtılması esas ve yöntemi

- Çoğaltılan nüsha miktarının tükenmesi sonunda, yeni bir çoğaltma yapılıp yapılmayacağı

- Ödenecek ücretin niteliği, ödeme biçimi, toplu olarak ya da belirli bölümler halinde mi ödeneceği ya da ücretin çoğaltılan nüsha adedi ile oranlı olup olmayacağı gibi izin karşılığı ücretin ödeme koşulları ve zamanı

- Haktan yararlanma sırasında, izin sahibinin mali hak konularına da gereksinin duyup duymayacağı

- Elde edilmiş olan iznin, başka kimselere de verilip verilmeyeceği, yani tekel niteliği taşıyıp taşımadığı

- İzin uygulaması sırasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümlenmesi (Beşiroğlu, 2006 :515).

1.2. KAVRAM

Eser sahiplerinin eserleri üzerinde mali ve manevi hakları bulunmaktadır. Bu haklardan mali nitelikte olanların, sözleşme ya da sözleşme dışı yollarla eser sahibi dışındaki kişilere geçişi mümkündür. Mali haklardan bir ya da birkaçının ya da tamamının sözleşme ile başkasına devri halinde, mali hakların devri sözleşmesi; mali hakların sadece kullanım haklarının devri halinde ise lisans sözleşmesi söz konusu olur. Mali haklar başta miras yoluyla intikal olmak üzere, sözleşme dışı yollarla da eser sahibi dışındaki kimselere geçebilir. Manevi haklar ise eser sahibinin kişiliğine bağlı olduğu için başkalarına geçmez.

5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda mali hakların devri sözleşmesine ilişkin hükümler bulunmasına rağmen, bu sözleşmenin tanımı yapılmamıştır. FSEK.md.48’de “eser sahibi veya mirasçıları kendilerine kanunen

(14)

 

tanınan mali hakları süre, yer ve muhteva itibarıyla mahdut veya gayri mahdut, karşılıklı veya karşılıksız olarak başkalarına devredebilir” denmektedir. Bu hükümden hareketle sözleşmenin tanımının ve unsurlarının çıkartılması mümkündür.

Mali hakkın devri sözleşmesi, mali hak sahibinin, eser üzerindeki mali hakların bir kısmını veya tamamını, belirli yer, süre veya içerik açısından sınırlandırarak veya sınırlandırmaksızın karşı tarafa devretmeyi, buna karşılık devralanın da, kararlaştırılmışsa, bedeli ödemeyi üstlendiği bir sözleşmedir. (Gökyayla, 2001:26)

Mali hakları sadece eser sahibi değil, eser sahibinin ölümü halinde, mirasçıları da devretme hak ve yetkisine sahiptir. Sözleşme ile devredilen mali haklar süre, yer, içerik bakımından bazı kısıtlamalara tabi tutularak devredilebilir.

Mali hakların devri sözleşmesinin konusu, eser üzerindeki mali haklardır.

FSEK. md.21-25’e göre mali haklar; işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve umuma iletim hakkı hakkıdır. Sözleşmenin tarafları, söz konusu mali hakların devri karşılığında bir edimin yerine getirilmesini kararlaştırabilecekleri gibi devrin ivazsız olmasını da kararlaştırabilirler.

1.3. TARİHİ GELİŞİMİ

İlkçağlarda, fikri eser, üzerinde şekillendiği maddeden ayrı bir varlığa sahip olmadığı için; maddi yönden herhangi bir anlam taşımamaktaydı. Dolayısıyla eser üzerinde şekillendiği maddeye sahip olan fikrin de sahibi olarak görülmekteydi. Eser, hak konusu olarak kabul edilmediği için, hakkın devrinden bahsetmek mümkün değildi.

Roma Hukuku’nda ise eserle bu fikri içeren cisim arasında kesin bir bağlılık vardı. Bir şiir kitabını veya tabloyu satın alan, şiirlerin veya resmin de maliki oluyordu. Yani cisim fikre değil, fikir cisme bağlıydı. Bugün, pozitif hukukumuzda kabul edilen hukuki tağyir kavramı ise fikrin cisme bağlılığı kuralına istisna

(15)

getirmektedir. Ancak hukuki tağyir halinde hak konusu olan fikir değil emektir.

Örneğin; bir kimse sahibi olmadığı taşı işleyerek bir heykel yapar ve heykelin kıymeti, taşın değerinden fazla olursa, fikrin sahibi, taşın da maliki olurdu.

Ortaçağda ise eseri çoğaltmaya yarayan teknik donanım henüz icat edilmediği için, fikri çalışmalar hakkın konusu olarak görülmemekteydi. Eserin kopya edilmesi ancak eserin tekrar yazılması ile mümkündü. Tekrar yazılmak suretiyle kopya edilen eser üzerindeki mülkiyet, nüshayı kopya edene, şeref ise eser sahibine aitti. Eser sahibinin buna itiraz etme hakkı yoktu, çünkü bu onun isminin duyulmasını sağlardı, eser sahibi sadece eserinin hatasız kopyasının çıkarılmasını isteme hakkına sahipti.

Matbaanın icat edilmesi ile fikri hukuk bakımından bir çığır açılmış ve yazılı eserlerin serbestçe çoğaltılabileceği fikri hakim olmuştur. Ancak bir kitabın ilk baskısının yapılması, teknik bazı zorluklardan dolayı pahalıya mal oluyordu, ilk baskısı yapılan bir eserin çoğaltılması eseri ilk basan açısından haksız rekabet oluşturmaktaydı. Bu sebeple on beşinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, eser sahiplerine eserin basılmasından yani çoğaltılmasından pay alması şeklinde bir imtiyaz verme geleneği başlatılmıştır. Ancak gerek matbaa imtiyazı gerek yazar imtiyazları, eser sahipleri için yeterli korumayı sağlamaktan uzaktı; çünkü eser sahibine matbaacı tarafından ücret verilmesi, eser sahibinin hakkı olarak değil bir ihsan olarak görülmekteydi. Eser sahibinin eser üzerindeki hakkının tanınması ve bu hakkının mutlak olarak korunması ise ancak fikri mülkiyet teorisinin gelişimi ile sağlanmıştır.

Kanun yoluyla fikri hakların korunmasına ilişkin olarak, kitap basımı konusunda kural öngörme yetkinliği İngiltere’de başlamış ve günümüzde benimsenen anlamda ilk Fikri Haklar Kanunları İngiltere’de 1734-1842 yılları arasında, Fransa’da 1810’da, Rusya’da 1830’da, Almanya’da 1837 yılında yürürlüğe girmiştir. Daha sonra 1887’de İspanya ve 1891 yılında Amerika, Fikri Haklar Kanunu’nu öngörmüşlerdir.

(16)

 

Ülkemizde, Osmanlı döneminde telif hakkıyla ilgili ilk hukuki düzenleme 1857 tarihli Telif Nizamnamesidir. Bu Nizamnameye göre, eseri basanın basılan nüshalar tükeninceye kadar, eser üzerinde zilyetliği bulunmaktaydı. Yazara da hayat boyu imtiyaz tanınmakta ve basan ile anlaşmak ve satmakla ilgili konular düzenlenmekteydi, ayrıca anlaşmadaki sayıdan fazla bastıran kişiler cezalandırılmaktaydı (Beşiroğlu, 2006:1).

Gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünce ürünü eserler üzerindeki hakları düzenleyen uluslararası belgelere yaklaşımında ve iç hukuk düzenlemelerinde, eser sahiplerinin hakları arasında önemli bir yer işgal eden çeviri hakkı karşısında duyulan tedirginliğin etkili olduğu kuşkusuzdur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Bern Sözleşmesi’ne katılmak istemediği görülmektedir. Bununla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu, düşünce ve sanat yaşamının düzenlemesi gereksinmesini duyarak bir kanun öngörmüştür. Birçok hükmü Bern Sözleşmesi hükümlerinden esinlenerek düzenlenen 1910 tarihli Hakkı Telif Kanunu’nun Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda görüşülmesi sırasında yapılan tartışmalar, İmparatorluğun, Uluslararası belgeye katılım konusunda duyduğu isteksizliğin nedenlerini de ortaya koymaktadır. Hakkı Telif Kanunu ise 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 1 Ocak 1952 tarihine kadar yürürlükte kalarak, Türk kültür ve sanat yaşamını belirleyecek olan bir kanun olarak yürürlüğe konulmuş ve kanunun 14 üncü maddesi ile çeviri bütünüyle serbest bırakılmıştır (Beşiroğlu, 2006:4).

1941 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın talebi ve İstanbul Hukuk Fakültesi’nin de talimatı üzerine, Prof.Hırsch tarafından etraflı bir Telif Hakları Kanunu Taslağı hazırlanmış, Bakanlığa teslim edilmiş ancak yürürlüğe konulmamıştır. Daha sonra Adalet Bakanlığı tarafından Kanun taslağını hazırlayan Prof.Hırsch’e yeniden başvurulmuş ve mevcut ön tasarının bir kez daha gözden geçirilmesi, en zorunlu olan hacme indirilmesi ve eser sahibinin eserinden ekonomik yarar sağlamasıyla ilgili sözleşmelere ait hükümlerin taslaktan çıkarılması istenmiştir. Ayrıca, bu ön tasarının, 1948’de Brüksel’de yeniden gözden geçirilmiş olan Bern Konvansiyonuna uydurulması istenmiştir. Bunun üzerine, orijinal metinde

(17)

66 ncı madde ile 110 uncu madde arasında yer alan yayın sözleşmesi, sahneye koyma ve temsil sözleşmeleri ile işleme sözleşmeleri konularındaki hükümler taslaktan çıkarılmıştır. Bu şekilde taslağı hazırlanan 5846 Sayılı Kanun’un kabulü sırasında TBMM, önce Bern Sözleşmesi’nin 1948 Brüksel Belgesini müzakere etmiş, 28 Mayıs 1951 tarihinde ise Bern Sözleşmesi’ne 1 Ocak 1952 tarihinden itibaren hüküm ifade etmek üzere katılma konusunda Hükümete yetki vermiştir. Bunun üzerine Bakanlar Kurulu da 21 Ağustos 1951 tarihinde Türkiye’nin Bern Sözleşmesine katılmasını kararlaştırmıştır (Hirsch, 2000:372). Böylece 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile 5777 sayılı kanun ile katıldığımız Bern sözleşmesi aynı anda, 1 Ocak 1952 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Gerek 1910 tarihli Hakkı Telif Kanunu gerekse Türkiye’nin 1886 Bern Sözleşmesi’nin 1948 belgesine katılmasını gerçekleştiren 5777 sayılı kanun, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1952 tarihine kadar uluslararası alandaki gelişime uzak kalmıştır (Beşiroğlu, 2006:10). 1952’de yürürlüğe giren 5846 sayılı kanun ise 1983, 1995, 2001, 2004 ve 2007 yıllarında değişikliğe uğramıştır. Ancak 1951 tarihli 5846 Sayılı Kanunda mali hakların devri sözleşmesine ilişkin 48 ila 65 inci madde hükümleri günümüze değin önemli bir değişikliğe uğramamış olup ilk yürürlüğe girdikleri hallerini muhafaza etmektedir.

1.4. ULUSLARARASI DÜZENLEMELER

Uluslararası belgelerde fikri hak sözleşmelerine ilişkin herhangi yol gösterici bir kural öngörülmemekle birlikte, Bern Sözleşmesinde sözleşme kavramına yer verilmiş olduğu gözlenmektedir. Bern sözleşmesinin sinematografik eserler üzerindeki hakların düzenlenmesine ilişkin 14 üncü tekrar maddesinin 2/c paragrafında, sinema eserinin çoğaltılması, dağıtımı, temsili, kablo ile topluma iletimi, televizyonla yayınlanması, eserin seslendirilmesi, alt yazı ile sunuluşu gibi hak konularının uygulanması için öngörülen taahhütlerin yazılı bir sözleşme ile ya da aynı etkide yazılı bir belge ile yapılması öngörülmüştür.

(18)

İKİNCİ BÖLÜM

MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN KONUSU, SÖZLEŞMEYE KONU OLAN ESERLER, HAKKIN İNTİKALİ YOLLARI,

2.1. MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN KONUSU 2.1.1. İşleme Hakkı

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 1B maddesinin c bendinde işleme genel olarak tarif edilmiş ve 6 ncı maddede çeşitleri örnekleyici olarak sayılmıştır. Bir eseri işlemek suretiyle faydalanma hakkı münhasıran eser sahibine aittir. FSEK.md.20/4 uyarınca, “işleme hakkı sahibi, kendisine bu sıfatla tanınan mali hakları, işleme hususunun serbest olduğu haller dışında, asıl eser sahibinin izin verdiği nispette kullanabilir”.

İşleme hakkını başkasına devri, yazılı şekil şartına uygun bir sözleşmeyle yapılabilir. Sözleşmede ayrıca hangi mali hakkın devredildiği, eğer işleme hakkı devredilmişse, bunun sınırlarının neler olduğu açıkça belirtilmelidir. Yoksa her türlü işleme hakkının devredildiği şeklinde bir sözleşmenin yapılması 5846 Sayılı Kanun’un 52 nci ve 20/4 maddeleri gereğince geçersiz olur (Gökyayla, 2001:162).

İşleme hakkını devralan kişi, o işleme türüne münhasır kalmak şartıyla kendi işlemesi üzerinde eser sahipliğinden doğan bütün hak ve yetkilere sahip olacaktır.

İşleme eseri kamuya sunma, asıl eser sahibinin adı ile birlikte kendi adını kullanmak gibi manevi haklar yanında, işleme eser üzerinde mali haklara da sahip olacaktır. Bu hakların kullanılabilmesi için devir sözleşmesinde belirtilmiş olmalarına veya asıl eser sahibinden izin alınmasına gerek yoktur. Örneğin, tercüme hakkına sahip olan kişi bu tercümeyi çoğaltıp yayınlayabilir. Aynı şekilde, bir romanın tiyatro piyesi haline çevrilmesi için izin alınmışsa işleyen manevi haklar yanında eseri temsil etmek hakkına da sahip olur (Tüysüz, 2007:58).

İşleme hakkının devri, iki yönden sınırlanmaktadır. Öncelikle işleme hakkı hangi işleme türü için tanınmışsa, onunla sınırlıdır. Örneğin, bir romanın tercüme hakkını devralan, o romanı senaryo haline dönüştürerek, sinema filmi yapılmasını

(19)

sağlayamaz. İkinci olarak işleme eser üzerinde yeniden işleme yapılması, asıl eser sahibinin iznine tabidir. İşleyen kendi işlediği eseri tekrar işlemek isterse, asıl eser sahibinin iznini almalıdır; örneğin, işleyen tercümesini yaptığı romanı ayrıca sinemaya uyarlamak isterse, asıl eser sahibinin iznini almalıdır. Diğer mali hakların devrinden farklı olarak, FSEK.md.49/2 uyarınca; eserin her yeni işlenmesinde veya işleme hakkını devralanın bunu bir başkasına devretmesinde, eser sahibinin ve mirasçılarının izni gerekir.

İşleme eseri işlemeyi, üçüncü kişi de talep edebilir. Bu durumda, gerek asıl eser sahibinin, gerekse işleyenin izni gerekir. Asıl eser sahibiyle işleyenden biri izin vermek istemezse, kanunda açık bir hüküm olmamasına rağmen, FSEK. md.9/2 ve 10/2 hükümleri kıyasen uygulanmalıdır. Asıl eser sahibiyle, işleyen arasında müşterek eser sahipliği veya iştirak halinde eser sahipliğinden söz edilemez, ancak menfaatler dengesi gereği haklı bir sebep olmaksızın izin vermeyen taraf yerine mahkemenin vereceği karar izin yerine geçmelidir.

İşleme konusunda izin alan kişinin hakkı, gerek eser sahibine gerekse 3.kişilere karşı korunur. Örneğin, tercüme hakkını devralan bir kişinin, sözleşmede kararlaştırılan kullanma süresi dolmadıkça, eser sahibi, bu hakkı bir başkasına devredemez. Ayrıca FSEK.md.26/2 hükmü uyarınca, asıl eserin koruma süresiyle, işleme eserin koruma süresi de birbirinden bağımsızdır. Dolayısıyla asıl eser için

koruma süresi sona ermiş olsa bile, işleme eserin koruma süresi devam edebilir (Gökyayla, 2001:164).

2.1.2.Çoğaltma Hakkı

Çoğaltma, eserin tekrarlanması imkanını sağlayan bir eser nüshasının elde edilmesidir. Eser nüshası ifadesi ile eserin devamlı bir madde üzerine tespit edilmesi anlaşılır. Çoğaltma hakkı FSEK.md.22’de düzenlenmiştir. Eserin aslı veya kopyaları üzerinde çoğaltma hakkı münhasıran eser sahibine aittir. Çoğaltma hakkı eser sahibi tarafından bizzat kullanılabileceği gibi başkasına da devredilebilir.

(20)

11   

FSEK.md.22’ye göre “Eserlerin aslında ikinci bir kopyasının çıkarılması ya da eserin işaret, ses ve görüntü nakil ve tekrarına yarayan, bilinen ya da ileride geliştirilecek olan her türlü araca kayıt edilmesi, her türlü ses ve müzik kayıtları ile mimarlık eserlerine ait plan, proje krokilerin uygulanması da çoğaltma sayılır.” Bu kayıtların eserin nakli ve tekrarına yarayacak nitelikte olması gerekir. Eser nakle yarayan bir araç üzerine alınması ile çoğaltma olayı tamamlanmış olmaz (Arslanlı,1954:98). Ancak, kanun maddesi ile bu durum çoğaltma hükmünde sayılmış olup bu hak münhasıran eser sahibine aittir. Bu nedenle, eser ayrıca çoğaltılmasa bile plağa veya filme alınmakla sahibinin hakkına tecavüz edilmiş olur (Belgesay, 1955:62).

FSEK.md.22/3’e göre, “Çoğaltma hakkı, bilgisayar programının geçici çoğaltılmasını gerektirdiği ölçüde, programın yüklenmesi, görüntülenmesi, çalıştırılması, iletilmesi ve depolanması fiillerini de kapsar.”

Çoğaltma hakkının münhasıran eser sahibine ait olması ilkesine, FSEK.md.30,32,34,36,37,38,40,43’de çeşitli sınırlandırmalar getirilmiştir. Bu hallerim mevcudiyeti halinde eser serbestçe çoğaltılabilir.

2.1.3.Yayma Hakkı

Yayma hakkı mali bir hakkın kullanılmasını ifade eder. Bu anlamda yayma ile alenileşme birbirinden farklıdır, alenileşme eser üzerindeki manevi hakkın kullanılmasını ifade eder. Alenileşme daima yaymaya tekaddüm eder ve (Franko,1981:169) belirli bir kazanç elde etme amacı taşımaz. Yayma fiili yayın sözleşmesi gereği çoğaltılmış olan nüshaların kar maksadıyla dağıtılmasıdır. Bu nedenle, ticari kasıt olmadan çoğaltılmış nüshaların dağıtılması, kanunun anladığı anlamda yayım değildir (Franko, 1981:169). Ancak, dar anlamda kazanç kastı olmasa dahi; nüshaların sürümü bir işletme çevresinde yapılıyor ise; yine yayım faaliyeti mevcuttur (Franko, 1981:169). FSEK.md.7/2 hükmünde ticaret mevkiine

(21)

konulmadan bahsedilmiştir, dolayısıyla bir faaliyetin ticari işletme çerçevesinde gerçekleştirilmesi, bunun ticaret mevkiine konulması demektir (Franko,1981:169).

Eserin yayımlanmış sayılması için, orijinalinden çoğaltılmış nüshaların elde edilmesi gerekir. Eserin aslının teşhir edilmesi veya bir konferansta tanıtılmış olması halinde, orijinalin bizzat kendisinin kamuya sunulması; yani alenileşme söz konusudur (Ayiter,1981:104).

Yayma ile çoğaltma aynı fiiller değillerdir; bunları birbirinden ayırmak mümkündür. Nitekim, yayın sözleşmesinde yayıncının borçlarını oluşturan bu fiillerin, BK.md.372 hükmünün emredici olmadığı gerekçesiyle, birbirinden ayrılabileceği ve tarafların anlaşmak suretiyle yayınlayana yalnız yayım hakkını verebilecekleri ileri sürülmektedir (Arslanlı,1954:201). Yayma hakkı olmadan sadece çoğaltma hakkının verilmesi halinde bu sözleşmenin yayın sözleşmesi olmaktan çıkacağı (bu sözleşmenin bir vekalet veya istisna sözleşmesi olabileceği) haklı olarak ileri sürülmektedir (Franko,1981:172-173).

FSEK.md.23’de yayma hakkının özellikle dört biçimde kullanılabileceği belirtilmiştir. Bunlar kiralamak, ödünç vermek, satışa çıkarmak veya diğer yollarla dağıtmaktır. Ancak diğer yollarla dağıtmak ifadesi bu hallerin sınırlayıcı olmayıp örnekleyici biçimde sayıldığını göstermektedir. 4630 sayılı Kanunla değişiklik yapılmadan önce, yaymanın ticari amaçla yapılması gerektiği hükme bağlanmıştı.

Ancak bu hüküm doktrinde, eseri tedavüle çıkarmak şeklinde anlaşılıyordu (Arslanlı,1954:102; Ayiter,1981:135; Erel, 1998:145). Örneğin, eserin kiralanmasını da bu kapsamda değerlendiriliyordu. 5846 Sayılı Kanunda 4630 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte, bu eleştiriler doğrultusunda yayma hakkına ilişkin 23 üncü madde hükmü değiştirilerek eserin yayımında kar amacı güdülmesine ilişkin ifade hükümden çıkarıldı.

Dolayısıyla, eserin kar amacıyla piyasaya sürülmesi gerekmez, ayrıca kar amacıyla yapılan yayma işleminden mutlaka kar elde etmek de şart değildir (Erel, 1998:146).

Eseri yayma yetkisi verildikten sonra, eseri veya eser nüshalarını satın alan kişi, bunu başkalarına satabilir. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun esas aldığı, yayma

(22)

13   

hakkının ilk devridir. Yayma hakkı bir defa devredildikten sonra, eser nüshaları izin verilen sınırlar içinde serbestçe satılabilir (Ayiter,1981:135; Erel, 1998:146, Tekinalp, 1999:180). Bu yüzden, örneğin eser sahibi, eserin sahaflarda satılmasını engelleyemez.

Bu husus, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 23/2 maddesinde de açıkça belirtilmiştir.

Bununla birlikte, taraflar arasındaki sözleşmede yayma hakkı yer, süre ve içerik olarak sınırlanmışsa, eseri yayanın buna uyması gerekir.

2.1.4.Temsil Hakkı

Temsil hakkı FSEK.md.24’de düzenlenmiştir. “Temsil, fikir ve sanat eserinin doğrudan doğruya duyulara hitap edecek şekilde kamuya sunulmasıdır.” Temsilde önemli olan husus, eserden yararlanma imkanı veren aktarmanın geçici ve o ana münhasır olması kaydıyla bu aktarmanın kamunun yararlanmasına elverişli umumi bir yerde gerçekleştirilmesidir (Ayiter,1981:136; Erel, 1998:150).

FSEK.md.24/1 temsil hakkını, doğrudan doğruya (vasıtasız) temsil ve dolaylı (vasıtalı) temsil olmak üzere ikiye ayırmıştır. Doğrudan doğruya temsilde, eserden yararlanmak için araya onu tespit ile nakil ve tekrara yarayan bir araç girmemektedir.

Örneğin, eseri icra eden sanatçılarla dinleyici arasında bir araç yoktur; dolaylı temsilde ise, önceden tespit edilen eser; işaret, ses veya resim nakline yarayan aletlerden yararlanılarak sunulmaktadır. Örneğin, bir tiyatro eserinin temsili esnasında filme alınması ve bu filmin aynı anda veya daha sonra seyirciye sunulması. (Ayiter, 1981:137; Erel, 1998:152, Öztırak, 1971:59)

Doğrudan doğruya ve dolayısıyla temsil ayrımı, temsil hakkının devrinde önem taşımaktadır. Temsil hakkının devri, sözleşmede hüküm yoksa sadece doğrudan doğruya temsil hakkını kapsar. FSEK.md.24/2’de belirtildiği gibi, bir temsilin umuma arz edilmek üzere icra edildiği yerden başka bir yere herhangi bir teknik araçla nakil hakkı da eser sahibine aittir. Örneğin, oynanan bir tiyatro piyesi, sözleşmede aksine bir hüküm yoksa ancak piyes yazarının izni alındıktan sonra sinema veya televizyonda yayınlanabilir (Öztırak 1971:59).

(23)

Temsil hakkı bizzat eser sahibi tarafından kullanılabileceği gibi, eser sahibi bu hakkını üçüncü bir kişiye de devredebilir. İşleme hakkının devredilmesi, kural olarak temsil hakkının da devredildiği anlamına gelmez. Bununla birlikte, eserden ekonomik olarak yararlanabilmek için, eserin temsili de gerekiyorsa, işleme hakkıyla birlikte temsil hakkının da devredildiği kabul edilmelidir.

Temsil hakkı bazı durumlarda sınırlandırılmıştır. FSEK.md.32/1 uyarınca;

TBMM ve diğer meclis ve kongrelerde, mahkemelerde ve genel toplantılarda söylenenlerin haber amacıyla temsil edilmeleri serbesttir. FSEK.md.40/1 uyarınca;

Güzel sanat eserlerinin yol, cadde, meydan gibi kamuya açık yerlere temelli kalmak üzere konulmaları ve teşhir edilmeleri ile resim, fotoğraf ve projeksiyon aracılığıyla temsili mümkündür Ayrıca FSEK.md.40/2 uyarınca; eser sahibi, güzel sanat eseri hakkında açıkça aksine bir kayıt koymamışsa, malikleri ve bunların muvafakatıyla başkaları tarafından kamuya açık yerlerde teşhir edilebilir (Gökyayla,2001:174).

2.1.5. Umuma İletim Hakkı

İşaret, ses, ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim de bir temsildir. Fakat bu araç ile temsil olunan eser belli olmayan kimselere hitap etmesi nedeniyle alelade temsilden farklı hükümlere tabi tutulmuştur (Belgesay, 1955:65).

Bu hak, FSEK.md.25’de düzenlenmiştir. Bu hak, eserin aslını veya çoğaltılmış nüshalarını, radyo ve buna benzeyen işaret, ses veya resim nakline yarayan diğer teknik araçlarla yayma hakkıdır. Bu şekilde yayın kavramı içine eserin radyo dalgalarıyla yapılan her türlü yayını ve ayrıca kamuya yönelik kapalı devre radyo televizyon yayınları da girmektedir.

Umuma iletim hakkının devri, kural olarak, eserin radyo, televizyon, uydu ve kablo gibi telli veya telsiz yayın yapan kuruluşlar vasıtasıyla veya dijital iletim dahil olmak üzere işaret, ses, resim ve görüntü nakline yarayan araçlarla yayını içerir.

(24)

15   

Ayrıca yayınlanan eserlerin bu kuruluşların yayınlarından alınarak başka yayın kuruluşları tarafından yeniden yayınlanmasını içermez.

Yayının kazanç sağlamaksızın başka bir yere naklinin caiz olup olmadığı tartışmalıdır. Bir görüşe göre, ülkemizin şartları da göz önünde tutularak bu tip yayınların kazanç sağlama amacı olmaksızın yapılması mümkündür (Ayiter,1981:142; Erel, 1998:158). Bu görüşe göre, Kanunun 24 ve 25 inci maddelerinde geçen nakil sözünün tekrar olarak anlaşılması gerekir. Örneğin, eserin plak aracılığıyla tekrarı gibi. Bir başka görüşe göre ise, kazanç sağlama amacı olmasa bile, bu tip yayınların yapılması mümkün değildir (Öztırak, 1971:61).

2.2. MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNE KONU OLAN ESERLER

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda nelerin eser sayılacağı dört grup halinde düzenlenmiştir. Kanunun bu düzenlemesi sınırlayıcı nitelikte olup bu dört gruptan birine giren fikri ürün Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından korunacaktır. Bu gruplar; ilim ve edebiyat eserleri, musiki eserleri, güzel sanat eserleri ile sinema eserlerinden oluşmaktadır. Kanunda bu eser grupları içinde gösterilenler örnek kabilinden olup, bu ana grupların özelliğini taşıyan yeni fikri ürünlerin de bu gruplara dahil olması her zaman mümkündür (Erel, 1998:29; Ayiter,1981:145;

Belgesay,14). Ancak bu dört grup haricinde yeni bir fikir ürünü için koruma söz konusu değildir.

Eser türlerinin sınıflandırılmasında çeşitli kriterler kullanılabilir. Eserler;

ifade aracına, ifade şekline, muhtevaya veya eserden yararlanma tarzına göre sınıflandırılabilir. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu sınıflandırmada esas olarak eserin muhteva ve niteliğini dikkate almış, bazen de ifade aracı ve şekliyle, estetik niteliğe önem vermiştir (Erel, 1998:38). Kanun, söz konusu dört grup dışında, ayrıca diğer bir eserden yararlanmak suretiyle meydana getirilip de bu esere nispetle

(25)

bağımsız olmayan fikir ve sanat ürünlerini de işleyenin özelliğini taşımak şartıyla işlemeler başlığı altında eser saymıştır (Erel, 1998:38).

İlim ve edebiyat eseri grubunda yer alan eserlerden biri de, sözsüz sahne eserleridir. FSEK.md.2/1 b.2 uyarınca; “Her nevi rakıslar, yazılı kareografi eserleri, pandomirnalar ve buna benzer sözsüz sahne eserleri” ilim ve edebiyat eseri olarak korunacaktır. Bu gibi eserlerin ayırıcı niteliği, duygu, düşünce ve fikirlerin söz veya yazıyla değil, sanatçının hareketleri ile ifade edilmesidir (Ayiter, 1981:51; Erel, 1998:41). Bu eserlerin mutlak surette sözsüz ve sessiz olması gerekmez. Müzik ve söz kısımları şartları varsa ayrıca birer eser olarak korunur (Ayiter,1951:51).

Diğer bir çeşit ilim ve edebiyat eseri de FSEK.md.2/3 b.3 uyarınca; teknik ve bilimsel mahiyette fotoğraflar, resimler, haritalar, planlar, projeler, krokiler ve maketlerdir. Bu eserlerde estetik nitelik önem taşımaz.

Diğer bir eser grubunu ise musiki eserleri oluşturur. Bunlar FSEK.md.3’de

“Musiki eserler, her nevi sözlü ve sözsüz bestelerdir” şeklinde düzenlenmiştir.

Sözsüz musiki eserlerde sırf besteler, sözlü musiki eserlerde, beste ve güfteler eser olarak korunur. Musiki eserlerinde ifade aracı ses olup, seslerin notalarda tespit edilmiş olmasına gerek yoktur (Erel,1998:44).

Diğer bir eser grubunu da güzel sanat eserleri oluşturur. FSEK.md.4’e göre, bir fikir ürününün güzel sanat eseri olarak kabul edilebilmesi için estetik bir değere sahip olması gerekir. Güzel sanat eserleri bu maddede sekiz bent halinde örnek kabilinden sayılmıştır. FSEK.md.4/1’e göre, “Güzel sanat eserleri, estetik değere sahip olan; yağlı ve sulu boya tablolar, her türlü resimler, desenler, pasteller, gravürler, güzel yazılar ve tezhipler, kazıma, oyma, kakma veya benzeri usullerle maden, taş, ağaç veya diğer maddelerle çizilen veya tespit edilen eserler, kaligrafi, serigrafi, heykeller, kabartmalar ve oymalar, mimarlık eserleri, elişleri ve küçük sanat eserleri, minyatürler ve süsleme sanatı ürünleri ile tekstil, moda ve tasarımları, fotografik eserler, grafik eserleri, karikatür eserleri, her türlü tiplemelerdir.” Güzel sanat eseri olarak korunacak tiplemeler, doğrudan doğruya çizgi kahramana ait olan

(26)

17   

tiplemedir. Bu tiplemenin kullanıldığı çizimler ise asıl esere nazaran “işlenme eser”

niteliğindedir (Erel,1998:49).

FSEK.md.4’de sayılan güzel sanat eserlerinden olan mimarlık eserleri ile korunan; mimari plan, kroki ve maketler değil doğrudan doğruya mimari yapının kendisidir. Mimari plan, kroki ve maketlerin uygulanmasıyla ortaya çıkacak olan mimari yapı estetik niteliğine sahip olmak şartıyla korunur, dolayısıyla, bu eserlerin sadece sahibinin hususiyetini taşıması yeterli olmayacaktır.

Estetik niteliği olan fotoğrafîk eserler de güzel sanat eseri olarak korunurlar.

Estetik niteliği olmayan fotoğrafîk eserler bilimsel ve teknik nitelikte ise FSEK.md.2/1 b.3’e göre, bu maddeye de girmeyenler ancak kişilik hakları çerçevesinde korunabilirler (Ayiter, 1981:59; Erel,1998:48).

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda belirtilen ve 5 inci maddede düzenlenen bir diğer eser grubu da sinema eserleridir. Sinema eserlerinde belirgin özellik görüntünün hareketli olmasıdır. Sinema ürününün eser sayılabilmesi için üzerine kaydedildiği maddenin veya projeksiyonun şekli önemli değildir. FSEK.md.5/1 b.2’de “öğretici ve teknik mahiyette olan veya günlük olayları tespit eden filmler” de sinema eseri olarak kabul edilmiştir.

Diğer bir eser grubu olan işlenme eserler FSEK.md.6’da “Diğer bir eserden istifade suretiyle meydana getirilip de, bu esere nispetle bağımsız olmayan ve işleyenin hususiyetini taşıyan fikir ve sanat ürünleri, işlenme eserlerdir” şeklinde düzenlenmiştir. FSEK.md.6’da işleme eser çeşitleri örnek kabilinden sayılmıştır.

Bir eserin işlenmesinden amaç, bağımsız bir eser meydana getirmek değil, mevcut bir eseri başka bir biçime dönüştürerek ifade etmektir. Bu nedenle işlenme eserin aslına sadık kalması ve onun özelliklerini yansıtması gerekmekte olup asıl eser sahibinin özelliği olarak beliren hususları bozmamalıdır (Erel,1998:54). Örneğin, tercüme yapılırken eserin aslında bulunmayan fikirler eklenemez.

(27)

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, asıl eserin kendi kategorisi içinde başka bir kalıba sokulmasını işleme olarak kabul etmiştir. Örneğin tercüme eserler de asıl eser gibi edebi eserdir. FSEK.md.6/3’de bu kurala istisna getirilmiştir. Musiki, güzel sanat, ilim ve edebiyat eserlerinin film haline dönüştürülmesi mümkündür. Bu istisna filmin her türlü fikir eserini yaymaya elverişli olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu istisna dışında ayrı eser gruplarında aynı konu işlenmiş olsa dahi meydana gelen eserler arasında bir fikir ortaklığından veya birinin diğerine ilham kaynağı olmasından başka bir bağımlılık bulunmaz ve yaratılan eser orijinal bir eser olur (Ayiter, 1981:67; Erel, 1998:56).

2.3. HAKKIN İNTİKALİ YOLLARI 2.3.1. Sözleşme ile Hakkın Devri

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda, eser sahibi ile devralan arasındaki ilişkiyi düzenleyen iki ayrı sözleşme tipi yer almaktadır. Bunlardan ilkinde, eser sahibi, eseri üzerindeki malî haklarını devretmektedir; bu durumda mali hakların devri sözleşmesi söz konusu olur. Buna karşılık diğer sözleşme ile eser sahibi eseri üzerindeki hakkını değil, sadece kullanma yetkisini devretmektedir ki bu durumda lisans sözleşmesi (ruhsat) kurulur

2.3.2. Miras yoluyla hakkın devri

Eser sahibinin kişiliğinin sona ermesiyle birlikte, manevi haklar gibi, mali haklar da mirasçılara geçer. Mali hakların mirasçılara geçmesi bakımından, özel bir düzenleme öngörülmemiş olup genel hükümlere ilişkin kurallar, mali hakların mirasçılara geçmesi bakımından da uygulanır. Mali hakların ekonomik yönünün ön planda olduğu dikkate alındığında mirasın geçmesi bakımından özel bir düzenlemenin getirilmemiştir.

(28)

3.BÖLÜM

MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN KURULMASI, TARAFLARI, ŞEKLİ, HUKUKİ NİTELİĞİ, DİĞER SÖZLEŞMELERDEN FARKI

3.1.SÖZLEŞMENİN KURULMASI

Sözleşme düzenlenmesi ile ilgili olarak ulusal yasa koyucular tarafından ortaklaşa kabul edilen sözleşme kuralları, sözleşme düzenleme özgürlüğünü temel ilke olarak öngörmektedir. Sözleşme özgürlüğü ilkesi, kişilerin sözleşme düzenleme iradelerini özgürce ortaya koymalarını ifade etmektedir. Kuşkusuz böyle bir ilke, kişilerin sözleşme yapma iradelerini, herhangi bir şekil unsuruna gereksinim duymaksızın ortaya koyabilme olanağını kapsamaktadır. Nitekim Borçlar Kanunu da iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun rızalarını beyan ettikleri takdirde sözleşmenin tamam olacağını hatta rıza ifade edilmesinin açık olabileceği gibi, saklı olabileceğini de öngörmektedir. Dolayısıyla, şekilde bağımsızlık, bir sözleşmenin oluşabilmesinde ana unsurlardan birini oluşturmaktadır.

Kanun koyucuların, düşünce ürünlerini koruma kurallarını düzenlemenin yanında, bu eserlerin topluma sunulmasında çok yönlü hak ilişkilerini de düzenlenmek zorunda olduğu kabul edilmelidir. Ne var ki genellikle fikri hak yasalarında bu gibi ilişkilerin genel sözleşme kuralları ile çözümlenmesinin yeterli olabileceği varsayımından hareketle, düşünce ürünlerinden yararlanılmasına ilişkin sözleşme ilişkilerini ayrıca düzenlenme gereği duyulmadığı da görülmektedir.

Sorunun gelişim seyri içinde, 1972 yılında Hollanda da fikir hakları sözleşmelerine ilişkin olmak üzere ayrı bir yasal düzenleme taslağı kamuoyunda tartışmaya açılmıştır. Bu gibi düzenleme çalışmaları kuşkusuz yalnızca Hollanda ile de sınırlı kalmamıştır. Örneğin, Almanya da 1965 Fikir Hakları Yasası’nın kabulünden önce de bu alanda geniş tartışmalar yapılmıştır (Beşiroğlu, 2006:518).

Sorunun değerlendirilmesi için, düşünce ürünü sahipleri ile bu eserler üzerindeki haklardan yararlananlar arasındaki ilişkilerin niteliği üzerinde durulması zorunludur. Sahibinin ilgi alanında kapalı bulunan bir edebiyat eserinin bir yayımcı

(29)

olmaksızın, nota işaretleri durumundaki bir bestenin sanatçı icrası olmaksızın;

sanatçı icrasını tespit ederek çoğaltan bir yapımcı olmaksızın esere yaşam kazandırılması, toplum tarafından bilgilenilmesi, yararlanılması ve değerlendirilmesi olanaklarının sınırlı olduğu bilinmektedir. Bu durum karşısında, yalnızca eser sahibine ait olan çoğaltma ve yayma haklarının eser sahibinin yararlarını temsil ederek, söz edilen olanaklara sahip bir başka kişi tarafından kullanılması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Böylece düşünce ürünlerinin topluma sunulmasında temel bir işlev üstlenen kişi ya da kuruluşlar ile eser sahipleri ve sanatçılar arasındaki ilişkilerin ve taraflar arasında düşünülebilecek çeşitli hukuksal bağlantıların düzenlenmesi, ciddi bir zorunluluk niteliği kazanmıştır (Beşiroğlu, 2006:518).

Her sözleşme, taraflarının açık ya da saklı olarak ortaya koymak istedikleri iradelerinin bir sonucudur. Ancak, sözleşmeler, ortaya konulmak istenilen iradelerin ifade edilmesi ile varlık kazanırlar. Her iradenin ifade edilmesinde, biri irade sahibinin iç dünyasında saklı bulunan irade kavramı ile diğeri bu iradenin ifade edilmesi ile ortaya konulan ve somut bir eylem niteliği taşıyan iki ana unsurdan oluşmaktadır. Burada sözü edilen somut eylem, irade beyanının sözlü ya da yazılı olsun, birbiri ile uyum içinde ortaya konulmasıdır. Ancak, düşünce ürünleri üzerindeki hak kullanımına ilişkin irade beyanının, diğer bazı durumlardan farklı olarak sözlü değil, yazılı bir ifade niteliği taşıması asıldır.

Bir düşünce ürünü sahibi, örneğin, işleme hakkına ilişkin izin iradesini beyan ederken, bu iradenin, kapsam alanı üzerinde yeterince bilgi sahibi olması halinde, iradenin yasal esaslara uyumsuz bir ifade biçimine dönüşmesi de söz konusu olabilir.

Bu durumda, irade ve ifade arasındaki ilişki ve uyum üzerine durulması ve ifadenin, gerçekte ifade sahibinin iradesini tam olarak yansıtıp yansıtmadığı üzerinde durulması zorunlu kılmaktadır. Bu nedenledir ki, düşünce ürünleri üzerindeki hakların kullanım izni verilmesi ya da izin alınmasına ilişkin iradenin belirli bir şekil içinde yazılı olarak ifade edilmesi öngörülmektedir (Beşiroğlu,2006:523)

(30)

21   

3.2. SÖZLEŞMENİN TARAFLARI 3.2.1. Devreden

Mali hakların devri sözleşmesinin taraflarından birini, hak üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan devreden teşkil etmektedir. Devreden genellikle eser sahibi olduğu hâlde, bazı durumlarda eser sahibinin mirasçıları veya hakkı ondan devralan kişi de olabilir. Eser sahibinin ölümü durumunda hak mirasçılara intikal edeceğinden, mirasçılar hak üzerinde koruma süresi boyunca tasarruf edebilir ve mali hakların devrine ilişkin bir sözleşme yapabilir. Eser sahibi veya mirasçılarından hakkı devralan kişi de bunların yazılı izniyle hakkı başkasına devredebilir. Ancak, FSEK.md.49/1’de öngörülen bu hükmün uygulanması çok güçtür. Çünkü, mali hakların devri sözleşmesi söz konusu olduğunda, her devirde devralanların eser sahiplerine ya da mirasçılarına ulaşması uygulamada önemli zorluklar arz etmektedir. Ayrıca mali hakların devri sözleşmesi devralanın, devraldığı hak üzerinde tasarruf etme imkanını da içerdiği için, bu hüküm, genel hukuk ilkelerine de uygun değildir.

Eser, sahibinin özelliğini taşıyan fikri çalışma ürünü olduğundan, eser sahibi, eseri meydana getiren kimsedir. Alman doktrininde benimsenen yaratma gerçeği ilkesi 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanun’un 8/1 maddesinde de kabul edilmiş olup bu ilkeye göre eser sahibi, eserin yaratıcısı, esere kendi özelliğini yansıtan kişidir (Ayiter,1981:90).

Eser üzerindeki haklar eserin meydana getirilmesi ile kendiliğinden aslen iktisap edilirler. Eser sahibi sayılmak veya eser üzerindeki hakkın doğumu için hiçbir hukuki işleme, bir irade açıklamasına, eserin bir mercie tevdiine veya tesciline gerek yoktur. Eser sahipliği hukuki işlemle değil, yaratma olgusundan ibaret bir hukuki eylemle kazanılan statüdür. Bu nedenlerden dolayı küçükler ve mümeyyiz olmayanlar sırf yaratma olayı ile eser sahibi olurlar ve eser sahipliğine ilişkin hakları iktisap ederler (Ayiter, 1981:90).

Eser sahipliği açısından, kural olarak, yaratma gerçeği ilkesi kabul edildiği için, özellik taşıyan eseri meydana getiren kişi onun sahibidir ve sözleşmenin tarafı da o

(31)

kimse olabilir. Yaratma gerçeği ilkesine getirilen bazı istisnalar sebebiyle, eseri yaratan kişi dışındaki, örneğin işveren gibi, bazı kimseler de, pratik bazı ihtiyaçların karşılanması amacıyla, eser üzerindeki malî hakların sahibi olarak kabul edilmişlerdir.

Bu kimselerin malî hak sahipliği, karine olarak kabul edilir. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndan doğan bu istisnalar bir tarafa bırakılacak olursa, sözleşmenin bir tarafında, daima eser sahibi (veya mirasçıları) yer alır. Sözleşmenin diğer tarafındaysa devralan vardır ki, onun açısından, eser sahipliği için öngörülen biçimde istisnalar söz konusu değildir (Gökyayla, 2001:199).

3.2.1.1.Yaratıcı Eser Sahipleri 3.2.1.1.1.Tek Kişinin Eser Sahipliği

Kural olarak eseri vücuda getiren, onun sahibidir. Fikir ve sanat eserleri, genellikle, tek kişinin fikrî emek harcamasıyla meydana getirilirler. Bu yüzden eser sahipliği, hukuki bir işlem değil, eserin meydana getirilmesi sebebiyle hukuki eylemle kazanılan bir statüdür.

Eser sahibi, tek bir kişi olunca, sözleşmenin eser sahibi tarafını teşkil edecek kişi de bir kişiden ibaret olur. Eserin meydana getirilmesinde eser sahibinin, fikrî çalışmasında başkalarından yardım görmesi, eser sahibinin tekliğini zedeleyici bir unsur değildir (Arslanlı, 1954:63, Erel, 1998:71). Örneğin, eserin hazırlanmasında, bir kimsenin, malzemelerin toplaması veya yazılmış bir kitabı tashih etmesi şeklinde yapacağı yardımlar, onun da eser sahibi sayılmasını gerektirmez; eser sahibi yine de tek kişidir. Eğer, eserin hazırlanmasında yardımcı olan kişi, esere, eser sahibinin özelliği dışında bir özellik katıyorsa, bu takdirde artık eser sahibinin tekliğinden değil, birden çok kişinin eser sahipliğinden söz etmek gerekir (Gökyayla, 2001:203).

3.2.1.1.2. Birden Çok Kişinin Eser Sahipliği

Birden çok kişinin eser sahipliği, müşterek eser sahipliği ve iştirak halinde eser sahipliği olmak üzere iki şekildedir. İştirak halinde eser sahipliğine özellik veren

(32)

23   

üç unsur bulunmaktadır ve bunların ilki, eserin birden fazla kimse tarafından vücuda getirilmesidir. Örneğin bir bilim veya edebiyat eserinin birden fazla kimse tarafından yazılmasında olduğu gibi. İkinci unsur ise, eserin ayrılmaz bir bütün teşkil etmesidir.

Birden fazla kimse tarafından vücuda getirilen eser, öyle bir nitelik taşır ki, her eser sahibi tarafından, esere yapılan katkıların ayrılması mümkün olmaz. Esere yapılan katkıların eserden ayrılacağı kabul edilse bile, ayrılan kısım tek başına eser niteliğini taşımaz. Bu durumda, her bir eser sahibinin, esere yaptığı katkının tek başına değerlendirilmesi, örneğin tek başına sözleşmeye konu olması, yani ekonomik açıdan değerlendirilmesi söz konusu olamaz1 (Gökyayla, 2001:203).

Her parça ayrı ayrı değerlendirilebiliyorsa, iştirak halinde eserden değil, müşterek eserden söz etmek gerekir. Bununla birlikte, bir eser, iştirak halinde de meydana getirilmiş olsa, her bir eser sahibinin özelliğini eserde görmek mümkündür (Erel, 1998:72). Diğer bir ifade ile eserin iştirak halinde meydana getirilmiş olması, eserde tek ve bölünmez bir özelliğin bulunduğu anlamına gelmez. Örneğin birden fazla kimse tarafından bestelenen bir müzik eserinin, hangi kısımlarının kimin tarafından hazırlandığını, her bir sanatkârın özelliğini, işin uzmanları anlayabilir.

Üçüncü unsur ise, eseri yaratanların iştirak halindeki eser sahiplerinin ortak iradeyle hareket etmeleridir.

Bu durumda kural olarak, eserin meydana gelmesinde harcanan fikrî emeğin yoğunluğu veya değeri önemli değildir. Bununla birlikte, eserin ortaya çıkmasında yapılan katkı, özellik taşımıyorsa, örneğin teknik hizmetler veya teferruata ilişkinse, bu katkıyı yapan kimselerin esere özellik kattığı söylenemeyeceği için bunlar, eser sahibi olarak da kabul edilmezler. Ayrıca, henüz bitmemiş bir eserin, başkası tarafından bitirilmesi durumunda da, iştirak halinde eser yoktur. Bu durumda, yerine       

1Yukarıdaki dipnotta belirtilen Yargıtay kararına göre: “Ortak eserden söz edebilmek için, eserin birden fazla kimsenin yaratıcı ortak çabası ve katkısıyla meydana gelmesi gerekir. Çaba ve katkıların az veya çok olması önemli değildir; yeter ki yaratıcı çaba ve katkı bulunsun. Bu nedenle çaba ve katkının nicelikli değil, nitelikli olması gerekir. Sırf yol göstermek veya yardım etmek ortak eser için yeterli olmaz. Bir sanat eserinin yaratılması için onun şekillendirilmesine eylemli olarak yaratıcı çaba ile katılmak gerekir.

 

(33)

göre, bağımsız bir eser veya işleme eser söz konusu olabilir. Bununla birlikte, eser sahibinin bu konuda bir irade açıklaması varsa, iştirak halinde eserden bahsedilebilir.

(Erel, 1998:73)

Eser sahiplerinin hisseleri belirli olmadığı için, her bir eser sahibinin, ayrı ayrı tasarruf imkânı da yoktur. İştirak halindeki eser sahipleri, aralarında yaptıkları sözleşmeyle aksine bir hüküm öngörmemişlerse, birliğe katılmaları, kâr ve zarar payları birbirine eşittir. (BK.md.521-523) Eser üzerindeki paylar belirli olmadığı için, hakkın devrine ilişkin sözleşmeler de oy birliği ile yapılmalıdır. FSEK.md.10/2 uyarınca; iştirak halindeki eser sahiplerinden birinin, haklı bir sebep olmaksızın hakkın devrine izin vermemesi halinde, diğer iştirak halindeki eser sahiplerinin mahkemeye başvurmaya hakları vardır Böyle bir durumda, mahkemenin vereceği karar izin yerine geçer. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda her ne kadar, eser sahiplerinden birinden söz etse de, birden fazla kimsenin eser üzerinde tasarruf edilmesine izin vermemesi durumunda da, aynı sonuca ulaşmak gerekir. Diğer bir ifadeyle, birden fazla iştirak halindeki eser sahibinin, eser üzerinde tasarruf edilmesine izin vermemesi haklı bir sebebe dayanmıyorsa, mahkeme kararıyla, eser üzerinde tasarruf edilmesi mümkündür. Haklı bir sebep olmaksızın izin vermeyenler, çoğunluğu teşkil etseler bile, sonuç değişmez.

Buna karşılık, eser üzerindeki tasarruf için özellikle malî hakların kullanımının veya kendisinin devri hususunda, iştirak halindeki eser sahiplerinden birine veya birkaçına yetki verilmiş olabilir. Böyle bir durumda, tasarruf yetkisine sahip olan kimse tek başına, fakat iştirak halindeki eser sahiplerinin hepsi adına hareket edebilir (Arslanlı, 1954:69).

İştirak halindeki eser sahipleri, eser üzerindeki haklarının daha sağlıklı kullanılması amacıyla, 3.kişiye temsil yetkisini devredebilirler. Böylece, hakkın devrine ilişkin sözleşmeleri de, temsil yetkisini devralan kişi yapabilir. Fakat bu durumda, temsil yetkisine sahip olan kimsenin, birliğin menfaati için hareket etmesi gerekir, aksi halde, iştirak halindeki eser sahiplerinden her biri temsil yetkisinin

(34)

25   

kaldırılması için dava açabilmelidir. Buna karşılık, yapılan işlemin geçersizliğini ileri sürmek, karşı taraf iyiniyetli olduğu sürece mümkün değildir.

İştirak halindeki eser sahipleri, temsil yetkisini verdikleri biri yoksa ancak oy birliğiyle sözleşme yapabilirler. Buna karşılık, birlik menfaatine yönelik bir tecavüzün varlığı halinde oy birliğiyle hareket etmeleri şartı aranmaksızın, iştirak halindeki eser sahiplerinden her biri, tek başına hareket edebilir.

Müşterek eserde ise üç unsur vardır. Bunlardan ilki, birden çok kişinin müşterek çalışmaları sonucu, bir eser ortaya çıkarmalarıdır. İkinci unsur, müşterek çalışmada her bir kişinin katkısının başlı başına bağımsız bir eser teşkil etmesidir.

İştirak halindeki eserlerde, sadece eserin bütünü bağımsız bir eser niteliğini taşır.

Oysa, müşterek eserlerde, müşterek eser sahiplerinden her birinin eserdeki katkısı, bağımsız eser niteliğindedir. Üçüncü unsur, eser sahiplerinin bu yöndeki iradeleridir (Ayiter, 1981:98; Erel, 1998:76).

Müşterek eserler üzerinde yapılacak işlemler, iştirak hâlindeki eserlerin durumundan farklı değildir. Eser sahiplerinin oy birliğiyle hareket etmeleri gerekir.

FSEK.md.9/2 uyarınca; Müşterek eser sahiplerinden biri, haklı bir sebep olmaksızın yapılacak işleme izin vermezse, mahkemeye müracaat edilir. Mahkemenin vereceği karar, haklı sebep olmaksızın rıza göstermeyen kişinin izni yerine geçer. Müşterek eser sahiplerinin yapacakları diğer tasarruflar ve ihlâl hâlinde eser sahiplerinin durumu hakkında, iştirak halinde eser sahipliğindeki açıklamalar geçerlidir.

(Gökyayla, 2001:205).

3.2.1.2. Kanun Gereği Eser Sahibi Sayılanlar

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda, yaratma gerçeği ilkesi kabul edilmiştir. Bu ilkenin sonucu olarak, sadece eseri vücuda getiren kişiler eser sahibi olabilirler. Bununla birlikte, pratik bazı ihtiyaçların karşılanması amacıyla, aslında eseri vücuda getirmeyen veya eseri tek başına meydana getirdiği söylenemeyecek

(35)

bazı kimselerin de, eser sahibi gibi malî haklara sahip olduğu kabul edilmiştir.

Böylece, yaratma gerçeği ilkesi, esas olarak kabul edildiği halde, ilkeye bazı istisnalar da getirilmiştir2 (Gökyayla, 2001:210).

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği eser sahibi sayılanlar sadece eserin malî haklarına sahip olurlar. Bu başlık altında, sırasıyla, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği eser sahibi sayılanlar incelenecektir.

3.2.1.2.1. İşveren

FSEK.md.18/2 uyarınca; “Aksi sözleşmeden veya işin niteliğinden anlaşılmadığı takdirde, memur, hizmetli ve işçilerin, işlerini görürken meydana getirdikleri eserlerin malî hak sahipleri, bunları çalıştıran veya tayin edenlerdir.”

Yaratıcı kişinin çalışma ilişkisinin, kamu hukukundan doğan bir memuriyete veya özel hukuktan doğan bir sözleşmeye dayanması arasında fark yoktur (Erel, 1998:81).

Yeter ki, eser, belirli bir ilişki ile işverene bağlı olan kişinin, işini gördüğü sırada ve işiyle bağlı olarak meydana getirilmiş olsun (Arslanlı,1954:63; Öztrak, 1971:44;

Ayiter, 1981:92; Erel, 1998:81).

Bu şekilde bir eser meydana getiren kişi, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun koymuş olduğu adi karine ile geçerli olan kural gereği eser üzerindeki malî hakların sahibi sayılmamaktadır. Aradaki ilişki nedeniyle, işveren, meydana getirilen eser üzerindeki malî hakların sahibidir. Örneğin, bir tercüme bürosunda çalışan çevirmen tarafından eserin çevrilmesi durumunda, esere özelliğini veren kişi tercüman olmasına rağmen, işleme eser üzerindeki malî hakların sahibi işverendir.Kural, işverene bağlı olarak çalışanların meydana getirdiği eserler

      

2 JY.11.HD., 11.3.1994, 982/2011 sayılı kararına göre: “Güzel sanat eseri üzerindeki hak sahipliğinin belirlenmesinde ana kural, fikir ürünü olan eserin, onun yaratıcısına ait olmasıdır. Ancak bazı hallerde, yasa onu bizzat üreten veya yaratanlardan başkasına ait sayılmasını da kabul etmiştir”.

(YKD.,C.XX, 1994, 10, 1633-1636).

(36)

27   

üzerindeki hakkın, işverene ait olmasıysa da, bunun sözleşmeyle bertaraf edilmesi mümkündür3.

Yani iş sözleşmesiyle, işçi ile işveren bu kuralın aksini kararlaştırabilirler.

Bazen işin niteliği icabı da, eser ve eser üzerindeki malî hakların sahibi, eseri meydana getiren kişi olarak kabul edilebilir. Örneğin bir profesör, devlet memurudur ve işvereni de devlettir. Bununla birlikte, profesörün hazırladığı bir yazılı eserin veya bir panelde yaptığı açıklamaların sahibinin devlet olduğu söylenemez. Bu tip eserlerin ve bu tip eserler üzerindeki malî hakların sahibi, onu meydana getiren kişidir (Ayiter, 1981:91; Erel, 1998:81).

3.2.1.2.2. Tüzel Kişiler

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 18/2 hükmünde öngörülen, işverenin eser üzerindeki malî hakların sahibi olacağına ilişkin karinenin bir benzeri, tüzel kişiler için de geçerlidir. Bu sebeple tüzel kişinin organları tarafından meydana getirilen eser üzerindeki malî hakların sahibi tüzel kişidir. Organların, tüzel kişiliğin amacı doğrultusunda hareket ederken yaptığı faaliyetler sonucu ortaya çıkacak eser üzerindeki malî hak, tüzel kişiye ait olacaktır. Ancak, kuruluş ve faaliyet amacını ilgilendirmeyen eserlerin sahibi tüzel kişi olamaz. Tüzel kişinin, kamu hukuku veya özel hukuk tüzel kişisi olması arasında da fark yoktur (Öztırak, 1971:46).

3.2.2.Devralan

Mali hakların devri sözleşmesinin bir tarafını eser sahibi teşkil eder, sözleşmenin diğer tarafındaysa, hakkı devralan kişi yer alır. Mali hakları devralan       

3 Yargıya intikal eden bir olayda, bir gazeteye senarist olarak bir yazar senaryolarını yayınlanmak üzere devretmektedir. Ancak senaryoların gazetede yayını sırasında, yazarın ismi belirtilmemiş, bunun üzerine yazar da tazminat davası açmıştır. Daire yerinde olarak, işveren sıfatını ispat edemeyen

gazetenin telif hakkını ihlâl ettiğini kabul etmiştir. Y. 11.HD., 3.4.1979, 1183/1704 (Dönmez, 1992:330-332).

(37)

kişi, genellikle belirli bir ücret karşılığında ve ondan belirli bir süre yararlanmak amacıyla devralır. Bu kişi, yapımcı, yayıncı, şarkıcı, dağıtım şirketi, tercüman, tiyatro vb. olabilir.

Sözleşme kurulduktan sonra, eser sahibinin kişiliğinin sona ermesi halinde, devralanın, ücreti mirasçılara ödemesi gerekir. Bu durumda, eser sahibinin kişiliğinin sona ermesi, kural olarak, sözleşmenin geçerliliğine etki etmez. Halbuki devralanın kişiliğinin sona ermesi bakımından aynı sonuca ulaşmak bir çok halde mümkün değildir. Çünkü hakkın devralan tarafından iktisabı, devralana bir hak sağladığı kadar bir yükümlülük de yükler. Hakkı devralan kişinin, bu hakkını sözleşmede kararlaştırılan şartlar dahilinde kullanması da gerekir. Aksi halde, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 58 inci maddesinde öngörülen şartlar gerçekleştiği takdirde, eser sahibi veya mirasçılarının sözleşmeden caymaya hakları vardır. Devralanın kişiliğinin sona ermesi bazı hallerde ise sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Örneğin, eserin çoğaltılması hakkını, bir şirket devralmış olsa, şirketin en büyük ortağının veya genel müdürünün ölümü sözleşmeye etki etmez. Şirketin yine de, devralmış olduğu hakkı kullanması gerekir (Gökyayla, 2001:210).

3.3. MALİ HAKLARIN DEVRİ SÖZLEŞMESİNİN ŞEKLİ

Mali hakların devri sözleşmesine ilişkin şekil esası FSEK.md.52’de düzenlenmiş olup bir sıhhat şartı olarak öngörülmüştür. Bu hükme göre, “mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır”. Hükümde belirtilen sözleşmeden amaç, borçlanma işlemi niteliğindeki devir vaatleridir. Tasarruftan amaç ise, alacağın temliki gibi, mali hakların devri sonucunu doğuran, tasarruf işlemi niteliğindeki sözleşmelerdir.

(Hatemi/ Serozan/ Arpacı, 1992:69) Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun bu hükmü ruhsatları (lisans sözleşmeleri) açık bir biçimde ifade etmemiştir. Ancak bu hüküm lisans sözleşmeleri bakımından da emredici bir hükümdür. Çünkü hükümde geçen mali hak ifadesi bu hakları kullanma yetkisi de kapsamaktadır. Lisans verme mali

(38)

29   

hakka ait kullanma yetkisinin bir sözleşme ile devri anlamına geldiğinden yazılı şekil zorunluluğu ruhsatlan (lisansları) da kapsamaktadır.

Yazılı şekil şartı hem sözleşme hem de tasarruf işlemlerinde geçerlilik şartıdır (Belgesay, 1955:107). Genellikle mali hak ve yetkilerin devrinde, gayrimenkullerde olduğu gibi taahhüt işlemi ile tasarruf işlemi aynı sözleşmede birleşir. Taahhüt ve tasarruf işlemleri birleştirilmişse bunların tek bir metin halinde yazılı bir şekilde düzenlenmesi şekil açısından yeterli olacaktır.

Mali hakkın devri ivazsız ise, sadece eser sahibinin veya mali hak sahibinin imzası yeterli olduğu halde, ivazlı devirlerde her iki tarafın da imzası bulunmalıdır.

(Erel, 1998:277). Alacağın temliki ile mali hakların devri sözleşmeleri arasında bu açıdan bir fark bulunmamaktadır. Ancak alacağın temlikinde, temlik taahhüdü BK.md.163/2 gereğince özel bir şekle tabi değilken, mali hakların devrinde şekil şartı aranmaktadır (Arslanlı, 1954:177).

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olmasını şekil açısından yeterli görmemiş ayrıca konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şartını da koymuştur. Doktrinde bu şekil şartı munzam şekil şartı olarak nitelendirilmiştir (Aslanlı, 1954:176; Ayiter, 1981:217; Erel, 1998:277).

Kanun koyucuyu sözleşme ve tasarruflara konu olan mali hakların ayrı ayrı gösterilmesini geçerlilik şartı olarak düzenlemeye sevk eden neden; kamuoyunda eser üzerindeki hakkın telif hakkı denilen tek bir mali haktan ibaret olduğu ve bunun bir defa devredilmesiyle, devir alanın eser üzerinde istediği şekilde tasarruf edebileceği yolundaki yanlış kanaat olmuştur. (Topçuoğlu Hamide, Fikri Haklar Ders Notları, (Ankara,1964 )’tan naklen Şafak Erel,Türk Fikir ve Sanat Hukuku (Ankara, 1998), 277)

Fikri hakların tamamının devredilmesi istendiğinde mali hakların tümünün ayrı ayrı sayılması gerekecektir. Eser üzerindeki bütün mali haklarımı devrettim şeklindeki bir beyanı içeren sözleşme yazılı bir şekilde yapılmış olmasına rağmen geçerli olmayacaktır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Tanrıöver, 21 mayıs cumartesi günü saat 17 de başlayacak bu toplantıya gelirimizin diplomasi, ilim, san’at, basın âlemine mensub yüz kadar şahsi

Yalnızca icracı sanatçı manevi haklara sahip olduğundan bu davayı ancak icracı sanatçı açabilecektir. İcracı sanatçının manevi hakkının kullanılmasını devrettiği

Burada doğaya dost bir yaşam sürüyor ve halen kanser hastalığı, toplum sağlığı, iklim krizi gibi konularda online semi- nerlerine devam ederek özellikle

Köyleri dolaşarak hastaları tedavi ediyorum.” Yıldırım, geldiği köy olan Bembou-Silati’ye nasıl ulaşacağını sorduğunda Sara beş ila altı saat yürü- yüş mesafesinde

Zor- layıp üstüne gidince “Biz böyle çok iyiyiz” veya “Çok erken bunları konuşmak için, daha kaç ay oldu ki iliş- kimiz başlayalı?” ya da en favorim

TKAKK md.8/İ/II’de belirtilen hakkın söz konusu olması için arazinin mülkiyetinin devredilmesi gerekmektedir. Mülkiyetin devri sonucunu doğurma- yan hukuki

Bundan sonra yapacağım her şey sadece bizim için küçüğüm” dedi Ömer, sevdiği kadının hızla inip çıkan küçük karnını okşarken.. “Karını, oğlunu, evini,

 Fikri ürünün eser olabilme koşulları: objektif koşul- sübjektif koşul.  Eser kavramı dışında kalan unsurlar