• Sonuç bulunamadı

ŞAHSİYET İNŞAASINDA AHLÂKİ DÖNÜŞÜM-2

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ŞAHSİYET İNŞAASINDA AHLÂKİ DÖNÜŞÜM-2"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ŞAHSİYET İNŞAASINDA AHLÂKİ DÖNÜŞÜM-2

3.Atölye

HAKSIZLIK VE KORKAKLIĞIN YIKIMI

&

CESARET VE TESLİMİYETİN İMARI

MÜSLÜMAN ŞAHSİYETİN İNŞAASI

(2)

Allah ilk insanı yarattığında bütün meleklerin Hz. Adem’e secde etmesini emretti lakin şeytan diretti, kibirlendi ve Allah’ın emrine karşı ihanet etti. Şeytan, insanoğlu yüzünden cennetten kovulduğuna inanmaktaydı. Hâlbuki insan yüzünden değil kendi kibrinden dolayı cennetten kovulmuştu.

Onu cennetten kovan da insan değil Allah’tı. O, kendini suçlayacağına Allah’ı suçladı, insanı suçladı.

  

Şeytan dedi ki;  “Ya Rabbi! Tekrar diriliş gününe kadar bana müsaade et. Ben insanlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşacağım. Onları saptıracağım.”

(Araf, 14-17)

 Allah da;  “Sen müsaade verilenlerdensin. Ama benim Allah tarafından ihlâsa erdirilmiş olan samimi kullarım var. Onlara hiçbir zaman gücün yetmeyecek.”  (Hicr, 40) dedi.

 Ve nasıl ki bu sözün neticesi olarak şeytan insana dört-bir taraftan saldırıyor, insanlardan kimini kadın, kimini içki, kimini spor, kimini müzik, kimini para, kimini makam ile kandırıyor ve herkese göre bir tuzak hazırlıyorsa; yeryüzünde şeytanın dostları ve İslam düşmanları da aynısını yapmaktadırlar. 

Nasıl ki o günden sonra şeytan, Âdem (as)’e ve nesline düşman kesildiyse Yahudiler de aynen öyle İslam’a düşmanlık yaptılar. Düşman olmaları sadece Müslümanlara değildi elbette, onlar kendi kitaplarında bahsedilen hakka karşı da düşman oldular; kitaplarını, dinlerini tahrif ettiler. Çünkü nefislerine köle olmuş insanların en büyük düşmanlıkları hakka karşıydı. Hakka teslimiyet göstermediler ve kendi dinlerine ihanet ettiler, ikiyüzlülükleriyle de içlerindeki korkularını ve küfürlerini gizlediler.

HAKISIZLIK VE KORKAKLIĞIN YIKIMI

1

(3)

HAİNLİK ve İKİYÜZLÜLÜK :

"(Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit «(Biz de) iman ettik» derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise; biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler." (Bakara, 14) Bu hainlik ve ikiyüzlülüğün örnekleri Resulullah döneminde yaşanan şu iki olaydır:

1. Rici Olayı

Medine civarında yerleşik Adal ve Karra adlarında iki kabile vardı. Bu kabilelerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber (sav)'e müracaat ederek Müslüman olmak istediklerini, kendilerine

Kur'an-ı Kerim'i ve İslâm dinini öğretecek muallim ve mürşitler göndermesini istediler. Resulullah (sav), İslâm'ın yayılması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığının bir göstergesi olarak, öğretmen isteyen kabilelere, Asım b. Sâbit başkanlığında on kişi gönderdi. Bu on kişi, başlarına gelecek şeylerden habersiz olarak İslâm'ı öğretme heyecanı ile yola çıkmışlardı. Sözü edilen heyet Mekke ile Usfan arasında Hüzeyl kabilesine ait "Reci" adı verilen yere ulaştıklarında, birdenbire yüz'ü okçu olmak üzere ikiyüz kişilik bir çetenin hücumuna uğramışlar ve henüz ne olduğunu anlayamadan kendilerini savunmak amacıyla bir dağa iltica etmişlerdi.

Gerçekten de, mürşid ve muallim isteyenlerle Hüzeyl kabilesi gizlice anlaşmış ve yakalayacakları Müslümanları Mekkeli müşriklere para karşılığında satma konusunda aralarında karara varmışlardı. Köşeye sıkıştırılan Müslümanlara okçular, teslim olmaları halinde hayatlarını bağışlayacaklarını söyleyerek kendilerine sığınmalarını istemişlerdi. Ancak kafile başkanı Âsım, müminlerin müşriklere iltica edemeyeceklerini ve teslim olmayacaklarını karşı tarafa bildirdi.

2

(4)

Hemen akabinde de, durumun Hz. Peygamber (sav)'e malum

olması için Allah Teâlâ'ya niyazda bulundu. Çıkan çarpışmada, Âsım'ın da içinde bulunduğu sekiz kişi şehit oldu. Olayı daha önceden haber alan Kureyş, Âsım'ın kafatasını getirmeleri için bazı kişileri özel olarak görevlendirmişti. Fakat arıların şehidin cesedine üşüşmesi sebebiyle, Âsım'a düşündüklerini yapma imkânı ortadan kalktı. Bununla birlikte Âsım'ın arkadaşlarından Zeyd ve Hubeyb, çetenin; "Teslim olursanız sizi öldürmeyeceğiz" sözlerine inanarak teslim oldular.

Müşrikler de, bu iki Müslüman teslim olur olmaz bağlayarak Mekkelilere sattılar.

Mekke'nin önde gelenlerinden Safvan b. Umeyye tarafından satın alınan Zeyd'in, Kureyşlilerin katılımıyla meydanda öldürülmesine karar verildi. Mekke'nin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan, Kureyşli müşriklerin huzurunda Zeyd'e, "Hayatının bağışlanması karşılığında Muhammed'in öldürülmesini ister miydin? Söyle bakalım!" dediğinde Zeyd'in cevabı şu olmuştu:

"Kesinlikle böyle bir şey istemem! Benim canım O'nun yoluna feda olsun! Değil burada öldürülmesine, Medine'de ayağına bir diken batmasına bile razı olmam". Zeyd'in bu cevabı karşısında Ebu Süfyan, "Muhammed kadar, arkadaşları tarafından sevilen başka biri yoktur" demekten kendini alamadı. Zeyd'in bu cevabından hemen sonra, Safvan'ın kölesi Kıstas tarafından acımasız bir biçimde şehit edildi.

Diğer müslüman Hubeyb, Uhud'da öldürdüğü Hâris b. Âmir'in oğulları tarafından satın alınmış ve birkaç gün sonra öldürülmek üzere Harem-i Şerif'in sınırına gönderilmişti. İdam edileceği için, iki rekât namaz kılmak üzere izin istedi ve verilen izin doğrultusunda namazı kıldı. Bu arada ona, dininden dönmesi halinde idam edilmeyeceği söylendiğinde şu beyti okuduğu nakledilmektedir:

3

(5)

Ben Allah yolunda müslüman olarak öldürülürken, canıma ne suretle kıyılacağına ehemmiyet vermem; benim ölümüm Hak Teâlâ uğrunadır ve O dilerse, benim tarumar olan vücudumu mübarek kılar.

  Hubeyb de acımasızca, müşrik caniler tarafından şehit edildi. Hz.

Peygamber (sav) ve diğer müslümanlar bu olaya çok üzüldüler.

İslam tarihinde sadece bu olay değil Peygamber Efendimiz'in ilk ve son defa beddua etmesine sebep olan çok şiddetli bir olay daha yaşandı. Maune kuyusunun yakınında ihanetin neticesinde ashabtan yetmiş eğitici ve tebliğcinin şehit edildiği Biri Maune olayı. (Bknz)

  Hainlik sadece ehli kitabın değil bugün Müslümanda da olan bir vasıftır. Bugün 21. yy'da Kur’an, Allah’ın hükümleri ayaklar altına alınırken, insanlar sanki kalu belada vermiş oldukları sözlerini unutmuş ve dünyaya dalmış bir şekilde hayatlarına devam etmektedirler.

 Halbuki imanın gereği, halife olmanın gereği Allah’ın kanun ve hükümlerini korumaktı, insanlar bugün o hükümlerin ayaklar altına alınmasına, insanların kendilerini sanki bir ilahmış gibi kanun koymalarına göz yumarak Allah’a karşı ihanet ettiler. Oysa Müslüman olmak hakkı savunmayı gerektirir. İhanet etmemeyi gerektirir. Bugün artık bazı ahlakları ehli kitapta değil Müslümanlarda görüyoruz, o halde biz mi Müslüman değiliz yoksa Müslüman olmak böyle mi olmayı gerektirir?

  

KORKAKLIK

İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun.’’ (Al-i İmran, 175)

4

(6)

Bu ayetten anlıyoruz ki korkaklık kişilik zafiyetidir. Bir insanın bir insandan korkması şahsiyetinin zayıflığını gösterir.

Müslümanın öncelikle korkması gereken tek merci Allah olmalıdır. Yalnızca Allah’tan korkup başka her şeye karşı cesur olanın Allah elbette yanında olur ve yardım eder. Korku sadece kalbî bir duygu olmayıp kişinin eylemlerini etkileyen en birincil duygulardandır. Bu sebeple âlimler Allah korkusunu sadece duygu boyutunda tarif etmeyip “Allah’ın emirlerine itaat etmek, yasaklarından kaçınmaktır” şeklinde fiil bağlamında da ifade etmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim'de Allah, Ehli kitap olan İsrailoğullarının korkaklığını şu ayetlerle anlatır: “Ey kavmim, Allah'ın sizin için yurt olarak belirlediği kutsal topraklara giriniz, sakın geri dönmeyiniz, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz.’’ Dediler ki; "Ya Musa, orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya kesinlikle girmeyiz. Eğer çıkarlarsa o zaman oraya gireriz. Allah'tan korkan ve O'nun nimetine ermiş iki kişi dedi ki; "Onların üzerine şehrin kapısından yürüyünüz.

Kapıdan içeri girince onları yendiniz demektir. Eğer müminseniz sırf Allah'a dayanınız. Dediler ki; "Ey Musa, onlar orada olduğu sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz. Git sen Rabbin ile birlikte savaş, biz burada kalıyoruz."

(Maide, 21-22-23-24)

Karşılaştıkları tehlikeden korktular ve merkepler gibi ayak direterek, bir adım bile ilerlemediler. Korkak, bir göreve kalkışınca yüreğini korku bürür. Korktuğu için söylenmeye başlar. Verilen görevden kaçar. İstemediği halde omuzlarına yüklenen davaya karşı da küstahça bir tavır takınır.

İsrailoğulları da böyledir. Onların da imanları ve itaatleri tam olmadığı için kalplerinde de cesaret yoktur korku vardır.

5

(7)

Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki itikâdî münafıklardan bahsetse de İslâm’ın evrensel niteliği sebebiyle aynı ayetler; mü’min olup münafıkça bir hayat süren Müslümanları da uyarmaktadır, uyandırmaktadır. O dönemdeki münafıklar nasıl ki korktukları için inandıkları gibi davranmıyorsa, günümüzde de birçok Müslüman aile, makam- mevki, mal-mülk korkusu sebebiyle hakkı söylemekten çekinmekte ve iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak bir yana kendileri kötülükleri bizzat çekinmeden yapmaktadır.

Onlar adeta “Muhakkak sizi biraz korku, (biraz) açlık ve (biraz da) mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155) ayetinde ifade edilen hadiselerin imtihan boyutunu unutmaktadır. Münafıklar gibi günü kurtarma peşinde olup bâki olanı düşünmemektedirler.

Mü’min mü’minin dayandığı bir tuğla olması gerekirken dünyevî korkuları sebebiyle mü’min, kardeşinin kurdu olmuştur.

Allah’a ve kullarına karşı hainlik ile ikiyüzlülükten âlemlerin Rabbi olan Allah’a sığınırız. Allah’tan hakkıyla korkan ve başka hiçbir şeyden korkmayan hakiki iman sahibi kullarından olmayı niyaz ederiz.

Ahlâk, sadece  iyi huylar ve kabiliyetler  mânasına gelmez.

Kelimenin asıl mânası ile iyi ve kötü huyların hepsine birden ahlâk denir. Buna göre ahlâksız insan yoktur, iyi veya kötü ahlâklı insan vardır.

Ahlâk; insanda gelip geçici bir hal olmayıp onun mânevî yapısına yerleşen, bir meleke halini alan yatkınlık ve kabiliyetler bütünüdür.

6

CESARET VE TESLİMİYETİN İMARI

(8)

Bundan dolayı İslâm ahlâkçıları ahlâkî eğitime büyük önem vermişlerdir. Çünkü alışkanlıklar ancak eğitimle kazanılır.

Burada "eğitimden maksat; ahlâkın nazarî bilgilerini tahsil etmek yanında, kişinin çocukluktan itibaren iyi örneklerle yaşaması, iyilik yapmaya alıştırılması, bencil ve gayri meşrû arzu ve ihtiraslarına karşı koymak suretiyle kendi kendini eğitmesi, nefsini ıslah etmesidir. Bu ise bir irade eğitimidir. Bu eğitimi sağlayabilecek en mükemmel kaynak İslâm’dır, bunun örneği ise Peygamber Efendimiz'dir. Hz.Peygamber bu üstün ahlâka, en güzel huylara sahip olarak yaratılmıştır.

Resûlullah’ın davranışlarının en güzel ahlâk örneği olduğunu belirten “Ey Rasulüm! Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin.”

Kalem suresi 4. âyeti, O'nun bu özelliğine işaret etmektedir.

Hz. Âişe onun ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu söylerken yine onun bu tarafına işaret etmiştir. İman ehli her zaman ahlâklıdır çünkü ahlâk esaslarını bir filozoftan, kitaptan ya da insanların kendi kafalarına göre yazdığı kanunlardan değil de;

vahye dayalı olan, tek ve mutlak olan ilâhtan çıkan en güzel merciden almışlardır. Ahlâklı insanın önemli

özelliklerinden iki tanesi şunlardır:

 CESUR OLMAK:

Cesaret insanda sevilen, övülen ama yaşanması, elde edilmesi zor olan önemli bir meziyettir. Tüm insanlar cesurları severler, onlara gıpta ederler. Hayatımızda alacağımız önemli kararlar çoğunlukla cesaret ister. Atılımlar cesaretle gerçekleşir.

Kırılması gereken yanlış kalıplar ancak cesaretle kırılır.

Haksızlıklara başkaldırabilmek cesur bir yüreğe sahip olmadan mümkün olabilir mi? Peki, cesaret ne ile kazanılır?

İnsana bu gücü veren nedir? İnsan, arkasında kuvvetli bir dayanak hissettiğinde güçlü olur. Allah’a iman, kuvvetli bir dayanaktır. Dayanak Allah’tır ama Allah’a bağlılık derecesinin zayıflığı, dayanağı zayıflatır ve kişiyi korkaklaştırır. O halde kişinin cesareti, hakka bağlılık derecesine göre kuvvet

kazanır.

7

(9)

İman öyle bir şeydir ki; girdiği yüreğe vitamin verir, güç verir. Bunun açık misalini ilk müslümanlardan olan İbn-i Mes’ud’un hayatında görüyoruz. O, kalbine iman girdiğinde yerinde duramıyordu. Bu hakikati tüm dünya duysun istiyor, yüreğine düşen yangın -iman ateşi- onu rahat bırakmıyordu. Kâbe’ye gidip müşriklerin içinde Kur’an okumak için Allah Rasulü (sav)’nden izin istedi. Efendimiz;

“Sana zarar verirler” buyurdu. O bunu bile bile Kâbe’ye yürüdü ve şriklerin ortasında Kur’an okumaya başladı. Bu cesaret karşısında dehşete düşen müşrikler ona saldırdılar ve dövmeye başladılar. Bu duruma şahit olanlar; ‘nerdeyse kandan bir heykele dönmüştü’

dediler. Efendimiz'in yanına döndüğünde Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselam; “Ben, sana zarar verirler demedim mi?” buyurduğunda İbn-i Mes’ud Radıyallahu Anh; “Gerekirse yine yaparım” diyerek o anda çektiği ızdıraba rağmen yaptığından pişman olmadığını dile getiriyordu. İşte böyle bir iman, Müslüman kişiye dünyaya meydan okuma kuvveti kazandırır. Bu iman Allah’ın hakkının tanınmamasına dayanamaz, hükmünün icra edilmeyişini kabullenemez, O’na isyana tahammül edemez. Hakkı haykırma arzusu onun gözünde hiçbir korku bırakmaz.

Yanlışların etrafımızı kuşattığı, haksızlıkların her tarafta kol gezdiği bir zamanda yaşıyoruz. Tüm insanların kabul ettiği bir yanlışa ‘dur’

diyebilmek, haksızlık yapan zalime ‘yapma’ diyebilmek ya da tamamen unutulduğu bir zamanda tüm şimşekleri üstüne çekme pahasına hakkı haykırabilmek: YÜREK İŞİDİR. Bu cesaretin en önemli kaynağı vazifesini bilmek ve vazifeyi veren yüce makama mutmain bir kalple dayanmaktır. Bu kalp olgunluğuna ve mutmainliğine eren bir Müslüman artık Allah’tan başkasına boyun eğmeyecek, O’ndan başkasından korkmayacaktır. O artık ancak Rabbinin rızasının dışına çıkmaktan, O’nun hakkını verememekten korkar. Rabbinin huzurunda; kalbindeki takva ve muhabbet sebebiyle huşu ile tir tir titreyen vücudu, Allah düşmanlarının karşısında bir aslana dönüşecektir.

Kur’an’ı Kerim bu durumu çok güzel ifade eder ve istediği kul modelini bize sunar: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, Allah (onun yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’

olup Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.

8

(10)

Kendisinin her an Allah’ın gözetiminde olduğuna, düşmanının işlerinin de Allah’ın elinde olduğuna inanan mü’min tam bir eminliğe ulaşır.

İşte bu Allah’a güven, korkusuzluk doğurur.

TESLİMİYET SAHİBİ OLMAK

Müslüman Allah’ın kendisine vermiş olduğu imanından dolayı korkmaz, cesurdur çünkü sırtını dağlardan bile sağlam bir şeye dayamıştır. Herkes eyvah dediğinde Müslüman Allah der. Bunu Peygamberlerin de iman ehli olan ashabın da hayatında çok net görebiliriz. Hz. Musa İsrailoğulları ile beraber Kızıldeniz'e geldiği zaman, önlerinde deniz arkalarında deniz gibi bir ordu vardı.

İsrailoğulları telaş içindeydi, herkes nereye kaçacağız, eyvah dediler.

Sanki tamamen çaresiz kalmış gibi, yanlarında bir peygamber olmasına rağmen kimsesiz kalmış gibi, Allah’ın yardımını unutmuşlar ve tamamen ümitlerini kesmişler gibi hepsi de eyvah dediler. Hz. Musa ise: "Eyvahınıza eyvahlar olsun, eyvahınızı reddediyorum, asla eyvah diye bir şey yok Allah var." dedi. "Rabbim benimle beraberdir mutlaka bana yol gösterecektir, ben O’nunla birlikte olmadan O benimle birliktedir" dedi. "Ben Allah ile beraberim, ben Allah’ın peygamberiyim o halde bana yardım eder mutlaka" demedi; "benimle beraberdir"

dedi. Çünkü Allah daima öncedir. Hiç kimse Allah’tan evvel olamaz; O daima evveldir ve kul, Rabbi ile beraber olmadan O daima kulu iledir.

O yüzden “Rabbim benimle beraber” dedi Hz. Musa. Ve Allah denize vur dedi, koskoca deniz yarıldı, Hz. Musa ve iman edenler denizin ortasından geçtiler. Bu öyle bir mucizedir ki, deniz bir dağ gibi açıldı ve iman edenler geçerken çamur olmasın diye Allah bir rüzgar ile o çamuru da kuruttu ve rahatlıkla o yoldan yürüyebildiler. Sağlarında ve sollarında yükselen bin metrelik su. Bunu gören firavunun hiç olmazsa o an anlaması gerekmez mi? Demek ki Allah anlamayana nasip etmiyor; firavun bundan evvel daha birçok mucize görmüştü zaten fakat yine de iman etmedi. Demek ki Allah anlamayı nasip etmezse kimse anlayamazdı. Güvenenleri ve iman edenleri Allah oradan kurtardı fakat inkar edenler azaba duçar oldu.

9

(11)

Bugün namazda Allah’ın huzuruna çıktığımız zaman dahi dilimiz Allah’ın kelamını söylediği halde kalbimiz Allah ile olamıyor ve hakkıyla Allah’tan emin ve mutmain olamıyor. Halbuki ahlakın da imanın da gereğidir Allah’tan emin olmak. Bunun diğer ismi ise teslimiyettir aslında. Allah’a teslim olmuş bir kalp ile emin olmak;

kişinin kimseden korkmadan sadece Allah’tan korkmasını ve cesur olmasını sağlar. Büyük fıkıh âlimi, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin teslimiyeti de bu konuda bizlere örnektir. İmam-ı Azam’ın zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi: “Ey İmam gemin battı!”

(İmamın ticari mal taşıyan gemileri vardı.) İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra “Elhamdülillah” dedi. Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi: “Ey İmam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş” dedi. İmam bu yeni habere de

“Elhamdülillah” diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü: “Ey İmam, ‘gemin battı’ diye haber getirdik

‘Elhamdülillah’ dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine ‘Elhamdülillah’ dedin. Bu nasıl hamd etme böyle?”

İmam-ı Azam izah etti: “Sen, gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah’a hamd ettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Kalbimin dünya malına karşı bu ilgisizliği için de Allah’a şükrettim.” Allah, Kur’an’ı Kerim'de teslimiyet örnekleri veriyor; Hz. İbrahim teslimiyetin zirve örneğidir.

Hz. İbrahim bile imtihanlara girdi. "Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince:

Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. «Soyumdan da (önderler yap yâ Rabbi!) dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu." (Bakara, 124)

10

(12)

“Rabbi ona: ‘Teslim ol’ dediğinde O:

‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.”

(Bakara, 131)

Teslimiyet zordur fakat insan itaat ile metre ile yükselirken teslimiyet ile kilometrelerce yükselir.

Bazen bir günah işlesen bile teslimiyetin sayesinde Allah seni affedebilir çünkü cennet süprizdir…

 

Allah bizleri de Hz. İbrahim gibi teslim

olanlardan, cesaret sahibi olanlardan eylesin…

Referanslar

Benzer Belgeler

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

Bu kan zehirli maddelerle de akar, yine vücutta ürik asit vard ır, zararlı ve faydalı maddeler vardır, vitaminler, mineraller, mineral benzeri maddeler, çözünmü ş gazlar,

Vakit, ilim talebi için, ibadet, r ızık kazanmak, çocuk e ğitimi ve salih ameller için gerekli bir şeydir ve sahip oldu ğun en değerli şeydir.. Vakit tek sermayendir,

Terim olarak ise Allah (c.c.) rızası için yapılması gereken ibadetleri ve güzel davranışları, insanlara gösteriş için yapıp kendini ve ibadetini beğendirme isteği,

9- “Kim bu dünyada şarap (içki) içer de sonra bu günahından dünyada tevbe etmeden ölürse, o kişi ahirette cennet şarabından mahrum olur “ (Sahih-i

Bu iki doktor, çörek otu ile ilgili laboratuvar çal ışmalarında şu sonuca ulaştılar: "dört hafta boyunca günde iki kere bir gram çörek otu kullan ımı, lenf

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar