• Sonuç bulunamadı

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN"

Copied!
145
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

KANUNİ SULTAN

SÜLEYMAN

(3)

b

(4)

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Ekrem YEŞ LÇAYIR

(5)

ç

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN Muştu Fetih Kitapları Copyright © Muþtu Yayýnlarý, 2010

Bu eserin tüm yayýn haklarý Iþýk Yayıncılık Ticaret A.Ş.’ne aittir.

Eserde yer alan metin ve resimlerin Iþýk Yayıncılık Ticaret A.Ş.’nin önceden yazýlý izni olmaksýzýn, elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayýt

sistemi ile çoðaltýlmasý, yayýmlanmasý ve depolanmasý yasaktýr.

Editör

Erol ERGÜN - Erdoğan TÜCAN Görsel Yönetmen

Engin ÇÝFTÇÝ Resimleyen Erdinç ŞEMEN

Sayfa Düzeni Bekir YILDIZ

Kapak Hasan AYDIN 978-605-0024-61-6ISBN

Yayýn Numarasý 396 Basým Yeri ve Yýlý Çaðlayan Matbaasý

Sarnýç Yolu Üzeri No: 7 Gaziemir / ÝZMÝR Tel: (0232) 252 20 96

Mart 2010 Genel Daðýtým Gökkuþaðý Pazarlama ve Daðýtým Merkez Mah. Soðuksu Cad. No: 31 Tek-Er Ýþ Merkezi

Mahmutbey / ÝSTANBUL

Tel: (0212) 410 50 60 Faks: (0212) 445 84 64 Muþtu Yayýnlarý

Kısıklı Mahallesi Meltem Sokak No: 5 34676 Üsküdar / ÝSTANBUL Tel: (0216) 318 42 88 Faks: (0216) 318 52 20

www.mustu.com

(6)

ÝÇÝNDEKÝLER

Altın

Değnekler

1

Merhamet

9

Sultan Bir

Yetişiyor

18

İlim

Yolunda

15

Kavuşma

25

Kölelikten

Vezirliğe

29

(7)

e

Hep O’nunla

Değil miydik?

34

Vasiyet

39

Adalet

42

Bir Salkım

45

Üzüm

Bey Olmak

53

Koçyiğitliğiniz Lafta mı

Kaldı?

55

Karıncanın Hakkı

62

(8)

Sahibi Süleyman,

Hamuru

İman

67

Mektup

76

Mohaç’ta Kopan

Fırtına

79

Viyana’ya

Doğru

89

Geçit Vermeyen

Şehir

93

Erlik

Davası

98

Vakıf

Medeniyeti

103

(9)

g

Kaçak

107

Şah

Sultan’ın Şakası

109

Deryaların Sultanı

114

Neme Lazım

121

Yine Evlat Acısı

125

Bu Kale Benim Bağrımı

Yakar!

127

Sırtında Bir At

135

Ömür

(10)

ALTIN DEĞNEKLER

Ş

ehri bir yorgan gibi örten karanlık, yerini sabah güne ine bırakmak üzereydi. Güzel sesli hafızlar, minarelerde yerlerini almı lar, ezan oku- yorlardı. Sahil boyu sıralı evlerden birinin ı ıkları o gece hiç sönmemi ti. Üç katlı bu ah ap konakta çoğu geceler ya kitap okunur, ya da ibadet edilirdi.

Osmanlı Sultanı’nın oğlunu, Şehzade Selim’i ağır- lıyordu bu ev. Altı yıl olmu tu Trabzon’a vali tayin edileli. Bu altı yıl içinde bir de oğul nasip etmi ti Allah kendisine. “Süleyman” koymu lardı adını.

(11)

Şehzade, oğlunun odasına vardı. Uy - kunun kollarındaki Süleyman’ının siyah dalgalı saçlarını ok adı:

– Süleyman… Süleyman… Namaz vakti oğlum… Uyan hadi…

Süleyman göz kapaklarını araladı, tatlı tatlı gerindi. Biraz nazlandıktan sonra fırlayıverdi yata- ğından.

2

(12)

Be ya larındaydı. Ko nak- taki tek erkek çocuktu. Bu yüz- den de tüm ilgilerin ve sevgilerin odağındaydı. Baba - oğul bera- berce camiye gittiler, yan yana saf tuttular. Namaz sonrası konağın bahçesinde tatlı bir sohbetin kucağında buldular kendilerini.

Şehzade Selim, oğluna padi ah atalarından söz açtı. Padi ahların devlet i lerinden fırsat buldukça bir zanaatla me gul olduklarını anlattı. Bunun aynı zamanda tüm peygamberlerin de sünneti olduğu- nu belirttikten sonra:

(13)

Mu tu Fetih Kitapları 4

– Oğlum, dedi. Bir zanaatla me gul olmak insanı dinlendirir, sıkıntılarından uzakla tırır. Sen de imdiden bir meslek seçmeli ve eğitimine ba - lamalısın.

Süleyman sevinmi , güzel yüzünde gülücükler açılıvermi ti.

Baba - oğul, o gün ehri dola tılar. Atölyeleri, i yerlerini gezdiler. Süleyman, Sarraflar Çar ısı’nda gördüklerinden çok etkilenmi ti. Altını ekil- den ekle sokan hünerli elleri hayranlıkla izledi.

Oracıkta kararını verdi. Kuyumculuk mesleğini öğrenecekti.

Ülkenin önde gelen zanaatkârlarından Musa Efendi, ehzadenin hocalığına tayin edildi. Musa Efendi, özenle hazırladığı atölyede derslere ba ladı.

Ne var ki Süleyman, kuyumculuğu bir bo zaman uğra ından öte görmüyordu. Kuyumculuk hocası onun bu ilgisizliği kar ısında kimi zaman öfkelense de bir ehzade olan talebesini incitmek istemiyordu. Bir gün dayanamayarak:

– Bak oğul, dedi. Bu ilgisizliğin sürerse vallahi sana bin değnek vuracağım!

(14)

Süleyman, bu uyarıyı da pek ciddiye almadı.

O, atölyede çalı maktansa kitap okumayı, atlara binmeyi tercih ediyordu. Kuyumculuk onun için yalnızca bir eğlence kaynağıydı.

Musa Efendi’yi bir endi edir alıvermi ti. Elinde olmadan “bin değnek vuracağım” diye yemin etmi - ti. Pi man olmu tu olmasına ya; yemin yemindi, yerine getirilmesi gerekirdi. Bir ehzadeye bin değnek nasıl vurulurdu? Tarihte bunun bir benzeri var mıydı? Kafasında binbir soru, ne yapacağını

a ırmı tı.

Çaresiz kalınca Süleyman’ın annesine danı ma- ya karar verdi. Hafsa Sultan’ın yanına vardı, olan- ları anlattı.

Hafsa Sultan, hocalara kar ı hürmetli bir ka dındı. Süleyman onun gözbebeğiydi ama hoca- larının da oğlunun üzerinde hakları vardı. Öyle bir yol bulmalıydı ki ne hocası incinmeliydi ne de Süleyman. Biraz dü ündükten sonra aklına ilginç bir plan geldi, gülümsedi. Musa Efendi’den izin alıp yan odaya geçti. Döndüğünde elinde çil çil altınlar- la dolu bir kese vardı. Hafsa Sultan, altın kesesini Musa Efendi’ye verdikten sonra planını açıkladı.

(15)

Mu tu Fetih Kitapları 6

Musa Efendi’nin yüzünde kurnaz bir gülümseme belirdi. Artık yeminini yerine getirebilirdi. Saraydan ayrılırken bir ku kadar hafiflemi ti sanki.

Süleyman, ertesi gün olacaklardan habersiz yeni bir ders için tezgâhın ba ındaydı.

Musa Efendi, Hafsa Hatun’un planını uygula- mak için i e koyuldu. Kesedeki altınları Süleyman’ın önüne dökerek:

– Al bu altınları erit, dedi. Be yüz tane ince çubuk hâline getir.

Süleyman hemen i e koyuldu. Ocağı körükle- yip altınları ısıtmaya ba ladı. Altınlar ate in gücüne fazla dayanamadı. Kızgın ate , altınları sarı renkli bir sıvıya dönü türdü. Süleyman sarı sıvıyı olanca dikkatiyle önceden hazırladığı kalıplara döktü.

Sıvı altın soğudukça katıla ıp ince çubuklara dönü- üverdi. Süleyman, eğlenceli bir uğra sonucu elde ettiği altın değnekleri hocasının önüne koydu.

– Aferin, dedi Musa Efendi.

Altın çubukları tek tek saydı. Be yüz ince çubuğu bir deste hâline getirip bağladı. Avucunda

öyle bir tarttıktan sonra Süleyman’a seslendi:

(16)
(17)

Mu tu Fetih Kitapları 8

– Şuraya sırt üstü yat ve ayaklarını havaya uzat bakalım!

Şehzade a ırmı tı. Ödül beklerken bu ceza da neydi. Sessizce yere uzanıp ayaklarını havaya kal- dırdı.

Musa Efendi, be yüz altın çubuktan meydana gelme değneği elinde öyle bir tarttı. Altın değ- neklerle Şehzade’nin önce sağ ayağına sonra da sol ayağına hafifçe vurdu. Süleyman’ın rengi atmı tı.

Bir ehzade nasıl olur da böyle cezalandırılabilirdi.

Edep ve saygısından tek kelime söyleyemedi. Ba ı önde hocasının sözlerini dinledi:

– Oğul, dedi Musa Efendi. Tembellik edersen bin değnek vurmaya yeminim vardı. te be yüz bir ayağına, be yüz de diğer ayağına toplam bin değnek vurdum, yeminimi yerine getirdim, hocalı- ğımı gösterdim. Gayri sen de ehzadeliğini göster, i ine sarıl, senden bekleneni ver!

Hocasının sözleri, Süleyman’ın incecik yüre- ğinde uyduruk değnek darbelerinden daha tesirli olmu tu. Süleyman haftalar boyu tezgâh ba ında ter akıttı. Çoğu gece atölyede sabahladı. Az zamanda mesleğinin ustası oldu. Hocalarının ve milletinin ondan beklediğini fazlasıyla verdi.

(18)

MERHAMET

1

500’lü yılları kar ılamaya hazırlanan Os - manlı topraklarında yakla an ramazan ayı için her evde, her sokakta hummalı bir gayret vardı.

Rahmet ayının heyecanı yüreklerde hissedilmeye ba lamı tı bile…

Ramazan, rahmetin ve bereketin sağanak sağa- nak olduğu bir dönemdi bu topraklarda. Sahura kalkan çocuklar, sabah namazlarına babalarının yanında gidiyor, günün ilk aydınlığını tekbirler- le kar ılıyorlardı. Babalar ve oğullar, ı ık topuna dönen camilerde yan yana saf tutuyor, dua etmenin huzuru ile yeni bir güne ba lıyorlardı.

(19)

Mu tu Fetih Kitapları 10

Süleyman, hem oruçlarını tutmu , hem de Kur’ân bilgisini artırmı tı. Büyük bir hevesle baba- annesinin önünde diz çökmü , doymak bilmez bir i tahla çalı mı tı. Hem ezber yapmı , hem güzel okuma yeteneğini geli tirmi ti. Artık gün doğ- madan raftaki Mushaf’ı alıyor, küçücük elleri ile özenle açıyor, sarı sayfalarının kokusunu ciğerleri- ne çekiyordu.

Rahmet ayı hüzünle uğurlanmı , bayram co - kuyla kar ılanmı tı.

Süleyman bayram sabahı erkenden kalkıp abdest aldı. En güzel elbiselerini giyip babasıyla bayram namazına gitti. Konaktaki bayramla ma sonrası sütkarde i Yahya ile enlik meydanında bulu tular. Bir yanda asma salıncaklar, dönme dolaplar diğer yanda tiyatrocular, karagözcüler Trabzon meydanını enlendiriyordu. Ciğer kebabı, pilav, a ure, keten helva, kuru yemi , erbet, boza ve dondurma satan insanlar olanca nezaketleriyle mü teri çağırıyorlardı. Ayı ve maymun oynatanlar, cambaz ve hokkabazlar da çevrelerindeki kalaba- lıktan memnun, sanatlarını icra ediyorlardı.

ki arkada , asma salıncaklara, dönme dolap- lara bindiler. At ve deve ile meydanı turladılar.

(20)

Karagözcüleri, cambazları seyrettiler. Eve dönme vakti gelmi ti. Vedala ıp evlerinin yolunu tuttular.

Süleyman dönü yolunda yağmurun azizliğine uğradı. Bir anda bastıran yağmur çabuk dinmi ti dinmesine ama yine de sırılsıklam olmasına yet- mi ti.

Konak bayram ziyaretçileriyle dolup ta ıyordu.

Hafsa Hatun, misafirlere ikram yeti tirmekten saate bile bakamamı tı. Öğle ezanı okunuyordu.

Ezan sesini duyması ile pencereye ko ması bir oldu.

Süleyman hiç böyle gecikmezdi. Hafsa Hatun’u bir endi edir alıvermi ti. Nerede kalmı tı bu çocuk?

Kayınvalidesine haber verip alelacele yola dü tü.

Aceleci adımlarla yürürken uzakta Süleyman’ı gördü. Süleyman, yol ortasına çökmü , elinde- ki dal parçası ile çamurlu toprağı karı tırıyordu.

Gördüklerine bir anlam veremedi. Şa kınlığı geç- tikten sonra yanına ko tu:

– Yavrum, hepimizi merakta koydun. Ne yapı- yorsun burada?

Süleyman’ın saçlarını ıslatan yağmur suları boy- nundan gövdesine doğru süzülüyordu. Paçaları ça- mur içindeydi. Bir suçlu edasıyla ba ını önüne eğdi:

(21)

Mu tu Fetih Kitapları 12

– Affet anacığım. Şu karıncaların hâline çok üzüldüm.

Hafsa Sultan bir oğluna, bir de yola baktı.

(22)

Ayak izleri ıslak toprakta çukurcuklar olu turmu - tu. Yağmur sularının birikmesiyle ayak izlerinin her biri birer gölcük halini alıvermi ti. Karıncalar dü tükleri bu gölcüklerde ya am sava ı veriyordu.

Süleyman çocuksu bir merhametle karıncaların hayatını kurtarmaya çalı ıyordu.

Hafsa Sultan’ın gözleri doldu. Sarılıp oğlunun yanağına bir öpücük kondurdu. Dönü yolunda bir de öğüt verdi:

– Güzel oğlum, hayvanlara gösterdiğin bu merhameti takdir ediyorum. Hayvan bile olsa bir can kurtarmanın sevabı pek yüksektir. Lakin bunu yaparken tedbirini almalı, kendi sağlığını tehlikeye atmamalısın.

Süleyman bu sözleri duymamı tı bile. Aklı karıncalardaydı. Annesinin elinden tutmu yürür- ken suya dü mü karınca var mı diye bakı larını yerden ayıramıyordu.

Bir yıl daha geride kalmı , Süleyman altı ya ı- na girmi ti. Her geçen gün yeni eyler öğreniyor, bitmek bilmez bir merakla çalı ıyordu. Öte yandan çocukluk çağının gerektirdiği oyunları da ihmal

(23)

Mu tu Fetih Kitapları 14

etmiyordu. Her fırsatta sütkarde i Yahya ba ta olmak üzere arkada larıyla güre tutuyor, tahta kılıçlarıyla dü man kovalamaca oynuyorlardı. Hele ki at sürmeleri, nefessiz kalıncaya kadar kırlarda, sahillerde ko maları… Çocukluk günleri bir ba ka güzeldi Trabzon’un. Doğanın ye ili ile denizin mavisi Süleyman’ın çocuk dünyasının en güzel renklerini olu turuyordu. Ne var ki bu günler uzun sürmeyecekti. lim yolunda uzunca bir seyahat bekliyordu Süleyman’ı.

(24)

İLİM YOLUNDA

T

üm ailenin bir arada olduğu nadir sofralar- dan biri kurulmu tu Konak bahçesinde. Ba kö ede Gülbahar Hatun, dizlerinin dibinde Süleyman…

Baba Şehzade Selim’le anne Hafsa Sultan tam kar- ılarında oturmu lar.

– Bak oğlum, diye ba ladı söze Şehzade. Bu güne kadar eğitiminle annen, babaannen, vaktim oldukça da ben ilgilendim. Şimdi hocalarının göze- timinde daha disiplinli bir eğitim dönemi bekliyor seni.

(25)

Mu tu Fetih Kitapları 16

Bu sözler Süleyman için yeni bir dönemin habercisi gibiydi. Öğrenme a kı ile doluydu. Ho - nutluğunu tatlı bir gülümseme ile ifade etti.

Şehzade Selim çayından bir yudum içtikten sonra:

– Oğlum, dedi. Annenle ve babaannenle uzun uzun dü ündük, konu tuk. Hepimiz, senin

stanbul’un manevi havasından ve kıymetli âlimle- rinden faydalanmanı arzu ediyoruz. Eğitimin süre- since stanbul’da Beyazıt dedenin yanında kalacak- sın. Diyeceğim u ki bir zaman ayrı kalacağız.

Süleyman’ın tebessüm gamzeden çehresi bir anda ba kala ıverdi. Dokunsalar ağlayacaktı sanki.

Trabzon doğduğu, büyüdüğü ehirdi. Sevdiği top- raklardan, sevdiği insanlardan uzaklara gidecekti.

Saygısından “Hayır, gitmek istemiyorum.” diye- mezdi. Ba ını öne eğdi. Şehzade Selim, Süleyman’ın üzüldüğünü fark etmi ti:

– Oğulcuğum, dedi. Eminim stanbul’u çok seveceksin. Hem dedeni ne kadar çok özlediğini biliyorum. te sana dedenin yanında kalmak için bulunmaz bir fırsat.

(26)

Bu sözler bir nebze de olsa teselli olmu tu Süleyman’a. Yine de sesinde hüzün saklıydı:

– Siz nasıl uygun görürseniz…

Süleyman, çok çalı acağına, hürmetli ve saygı- lı bir öğrenci olacağına söz verdi. Şehzade Selim, oğlunu yanaklarından ok adı:

– O hâlde hazırlan yavrum, dedi. Üç gün sonra yolculuk var.

O sabah, dillerden dökülen her cümlenin özne- si Süleyman’dı. Henüz yedi ya ındaki Şehzade,

stanbul’da en değerli âlimlerden dersler alacak, bilge bir delikanlı olarak dönüp ellerinden öpe- cekti. Yakla an ayrılığın hüznü imdiden yürekleri sarmı tı. Herkesin ortak dü üncesine Gülbahar Hatun tercüman oldu:

– Bu çocuk, Allah’ın izniyle büyük i ler ba a- racak.

(27)

Mu tu Fetih Kitapları 18

BİR SULTAN YETİŞİYOR

İ

stanbul’a geleli henüz birkaç gün olmu - tu. Hayallerinin ötesinde muhte em bir ehirle kar ıla mı tı Süleyman. Göğe uzanan minare- ler, o minarelerden yükselen ezan sesleri, binbir sanatla örgülenen camiler, adırvanlar, köprüler…

Âdeta bir masal diyarında dola ıyor gibiydi. Fatih Sultan Mehmet’in yadigârıydı burası. Peygamber Efendimizin övdüğü ehirdi.

Sabırsızlıkla beklediği gün gelip çatmı tı i te.

Biraz sonra hocaları ile tanı acaktı. Şehzadelerin eğitimi için hazırlanan medrese odasında imdi

(28)

dedesini ve tabii ki hocasını bekliyordu. Kafasından binbir soru gelip geçiyordu… Hocası acaba nasıl biriydi? Sert mi, yoksa efkatli miydi? Ya lı mı yoksa genç miydi?

Bir kitap alıp sedire kuruldu. Heyecanı oku- duklarını anlamasına mani oluyordu. Yakla an ayak sesleri kalbinin atı larını hızlandırmı tı. Ka - pıyı açıp lo koridora baktı. te geliyorlardı. Be - yazıt dedesinin yanındaki aksakallı, hocası olma- lıydı. Tüm cesaretini ku anıp yanlarına ko tu.

Önce hocasının, sonra da dedesinin ellerini öptü.

Sultan Beyazıt, oğlunun bu hareketinden memnun olmu tu:

– Hocam, dedi. Süleyman bundan böyle sizin talebenizdir. Önce Allah’a sonra da sizlere ema- nettir.

Molla Hayrettin Hoca Süleyman’ı öyle bir süzdü. Bu küçük çocuğun ela gözlerinden yansı- yan ı ık, gelecekteki ba arılarının habercisi gibiydi.

Kendinden emin, büyümü de küçülmü bir edası vardı. Nasıl da saygılı, edepli bir hâl içindeydi.

Sultan Beyazıt Han, torununun gözlerine baktı:

(29)

– Oğul, dedi. Bundan böyle eğitiminden Molla Hayrettin Hoca sorumludur.

Güzel oğlum, bilesin ki Rabbimiz çalı mayı ibadetle e tutmu tur.

Âlimlerin mürekkebini ehitlerin kanı ile bir saymı tır. Oğulcuğum, hocalarının sözünden sakın çıkma- yasın, vaktinin kıymetini bilesin.

Muvaffakiyetlerinle hepi- mizi sevindiresin.

(30)

Süleyman hiç konu madı, konu amadı.

Sultan Beyazıt, Süleyman’ı hocasına teslim edip ayrıldı.

(31)

Mu tu Fetih Kitapları 22

– Demek adın Süleyman, dedi gülümseyerek.

Sen Süleyman Aleyhisselam’ı bilir misin?

Süleyman böylesi bir soruyu beklemiyordu.

Sadece sustu. Molla Hayrettin Hoca, sedir üzerinde- ki hasıra bağda kurdu. Bir el i aretiyle Süleyman’a yer gösterdikten sonra anlatmaya ba ladı:

– Oğul, Allah, insanlara doğru yolu göstermek için peygamberler göndermi tir. Bu kutlu insan- lardan biri de Hazreti Süleyman Aleyhisselam’dır.

Allah ona büyük bir saltanat, e siz bir zenginlik, ku larla desteklenmi güçlü ordular vermi tir.

Hocasının ses tonundaki efkat, Süleyman’a tüm garipliğini unutturmu tu:

– Hazreti Süleyman, büyük bir zenginliğe, ih- ti amlı bir iktidara sahipti. O, Allah’ın kendisine verdiği bu nimetleri yine Allah yolunda kullandı.

Allah’ın izniyle ku ların konu ma dilini öğrendi, ordusunu ku lardan olu an bir bölükle güçlendirdi.

Ku ları bazen haber ta ımada, bazen de istihbarat toplamada kullandı. Ku lar sayesinde uzak ülkeler- le haberle meyi sağladı.

Molla Hayrettin Hoca, talebesinin yolu- nu ay dınlatacak bir yıldız olmasını arzuluyordu Sü leyman Aleyhisselam’ın:

(32)

– Oğul, dedi. Sen de Hz. Süleyman’ın ahlâkını, azmini örnek almalı, onun gibi imanlı, adaletli, alçak gönüllü, akıllı, sabırlı ve kararlı olmalısın.

Çünkü bu yol, seni yalnızca ahirette değil, dünya hayatında da büyük ba arılara ve zaferlere götüre- cektir.

Adının niçin Süleyman konduğunu imdi daha iyi anlıyordu. Süleyman bu nur yüzlü, güleç yüzlü

(33)

Mu tu Fetih Kitapları 24

hocasını çok sevmi ti. Âlimlerin dizleri dibinde tatlı ve yorucu bir dönem ba lıyordu Süleyman için…

Âlimler topluluğu tarafından gerçekle tirilen

“huzur dersleri”ne çoğu zaman padi ah da katılı- yor, ehzadenin geli imini yakından görme imkânı buluyordu. Bu derslerde tefsir, hadis gibi dinî ilim- lerin yanında edebiyat, tarih, felsefe alanlarında da eğitimler veriliyordu.

Süleyman bir taraftan devlet idaresini öğrenir- ken, diğer taraftan sanat dersleri ile iir yazabilecek kabiliyeti kazanıyordu. Askerî eğitimin yanında, musiki eğitimi de ihmal edilmiyordu. Bir yandan millî sporlarla uğra arak beden gücünü artırıyor, diğer yandan cephede bir orduyu yönetmenin tek- niklerini öğreniyordu.

Süleyman’ı Osmanlı tahtına hazırlayan stanbul günleri yedi yıl sürecek, 13 ya ına kadar bu ehrin ilim ve irfan dolu havasını soluyacaktı.

(34)

KAVUŞMA

T

rabzon’da heyecanlı bir bekleyi vardı.

Gözler tepenin ardından dolanıp gelen yolday- dı. Süleyman mektubunda “Cumanın ak amında in aallah oradayım …” diye yazmı tı. Sayılı günler bitmi , i te o gün, o an gelmi ti. Hafsa Sultan, yanı ba ındaki validesine:

– Gelmeleri yakındır. Sofrayı hazır edeyim, diyerek mutfağa geçti. Yardımcılarının ısrarlarını geri çevirmi , oğlunun en sevdiği yemekleri kendi elleri ile hazırlamı tı. Belli ki bunca hasretten sonra

(35)

Mu tu Fetih Kitapları 26

“Ana eli değmi yemeklerden yemeli oğlum.” diye dü ünmü tü.

Bir çocuk olanca nefesi ile bağırdı:

– Geliyorlar… Geliyorlar! …

Bütün gözler aynı yöne çevrildi. Tepeyi dönen bir grup atlı, arkalarında bir toz bulutu bırakarak ehre yakla ıyordu. En önde at ko turan Süleyman olmalıydı. Nasıl da ustalıkla sürüyordu atını. Yıllar önce ya lı gözlerle ve umut dolu yüreklerle uğurla- nan çocuk, imdi yiğit bir delikanlı olarak yuvası- na dönüyordu.

Süleyman atını bir süvari kıvraklığıyla mah- muzladı. Yağız at, binicisinin hasretini hissetmi - çesine dörtnala atıldı ileriye. Az sonra bir sevgi yumağı olu tu konağın bahçesinde. Yılların has- reti bir görmeyle, bir sarılmayla biter miydi hiç…

Hafsa Hatun az önce bağrına bastığı oğlundan gözlerini alamıyordu. Ama olsundu, Allah oğlunu ziyan etmemi ti ya… te sağlıklı, güçlü bir genç vardı kar ısında… Konu masındaki bilgelikten, halindeki edepten, gözlerindeki ı ıktan hasretin bo a çekilmediği belliydi.

(36)

Sofralar kuruldu, sohbetler edildi. Özlem sona ermi , yürekler serinlemi ti. Dillerdeki dualar, bu ayrılığın son ayrılık olması içindi.

Süleyman için baba ocağında, doğduğu toprak- larda yeni bir dönem ba lıyordu imdi. Trabzon’da eğitimine kaldığı yerden devam etti. Süleyman hocalarının çizdiği yoldan hiç ayrılmadı. Hem ilim ve zanaat öğrendi, hem de babasının yanı ba ında devlet yönetmenin inceliklerini.

Diğer taraftan pe pe e acılar ya anıyordu Osmanlı topraklarında.

Önce Beyazıt Han vefat etmi ti, sonra da Gülbahar Hatun...

Beyazıt Han vefatından önce tahtı oğluna devretmi ti. Osmanlı ülkesinin yeni padi ahı artık

“yavuz” lâkaplı Sultan Selim Han’dı. Onun biricik varisi ise Şehzade Süleyman…

On be ya ında güçlü bir delikanlı olmu tu Süleyman. Kaderde bir gün padi ah olmak da vardı ve bir ehir düzeyinde bunun provaları yapıl- malıydı. Genç Şehzade, hafızasına nakı nakı i le- diği bilgilerini hayata geçirmeli, uygulamalıydı.

(37)

Mu tu Fetih Kitapları 28

Önce Şebinkarahisar’a tayin edildi, sonra da Manisa’ya.

Fatih Sultan Mehmet Han ba ta olmak üzere birçok padi ahı tahta hazırlamı tı Manisa. Şehza- de ler ehri imdi yeni valisine Şehzade Süleyman’a açıyordu kapılarını.

Süleyman bu görevlerinde yalnız değildi. An - nesi, hocaları ve ona yön verecek devlet adamları hep yanı ba ında idiler.

(38)

KÖLELİKTEN VEZİRLİĞE

Ş

ehzade Süleyman, Manisa’da bir yandan devlet i leri ile tecrübe kazanırken, diğer yandan eğitimine kaldığı yerden devam ediyordu. Şehzade, Manisa’da halkla iç içeydi. Halkının sıkıntılarıyla dertleriyle yakından ilgileniyordu.

Şehzade, yine camide cemaatle eda edilen namazın sonrasında ehri turlamaya ba lamı tı.

Duyduğu yanık bir kaval sesi dikkatini çekti.

Kendisi de musiki sevdalısı olan ehzade, kavalı böylesine güzel çalan ki iyi merak etmi ti. Yarı harabe bir evden geliyordu ses. Varıp kapıyı çaldı.

(39)

Mu tu Fetih Kitapları 30

çeriden bir ses “Gel!” deyince girdi. çeride ya lı bir kadın ocaktaki yemeği karı tırıyordu. Çocuk denecek ya ta bir genç ise ocağın kıyısında kaval çalıyordu. Kadın, misafirlerini görünce topar- landı, “Ho gelmi siniz…” diyerek misafirlerini buyur etti. Şehzadeyi tanımamı tı ama onun bir asilzade olduğunu kılığından tahmin etmi ti.

Birer tas ayran hazırlayıp ikram etti. Şehzade, utancından kavalını arkasına saklayan çocuğa bakarak sordu:

– Oğlunuz mu?

– Değil, ama oğlumdan daha yakındır. Ben büyüttüm onu.

– Peki ana, oğlun değilse kim?

– Parga’da doğmu . Korsanlar basmı köyünü.

Küçük ya ta esir edilmi . Köle diye satılıyordu.

Verdim ücretini aldım.

– Madem kölendir. Öyleyse Onu bana sat.

stediğin fiyatı vermeye hazırım!

htiyar ters ters baktı:

– Onu hiç kimseye satmam. Tek yakınım o benim.

(40)

– Tamam, anacığım, öyleyse arkada ım olsun.

Ben, Şehzade Süleyman’ım. Teklifimi kabul eder- sen oğlun gelecekte büyük devlet adamlarından olur. Sana da, milletimize de faydası olur.

htiyar kadın, ba ını iki yana salladı.

– Kim olduğun umurumda değil! te brahim, i te sen... Onu razı edebilirsen al götür. Yoksa gayrı rahat bırak bizi…

Şehzade, brahim’e yakla tı. Bir süre konu - tular. brahim, Şehzade’nin teklifini çoktan kabul etmek istiyordu. Lakin yıllardır candan bir anne olarak gördüğü ve sevdiği ihtiyar kadını üzmek istemiyordu.

Şehzade Süleyman’ın ihtiyar kadını ikna etmesi kolay olmadı, ama sonunda ba ardı. brahim’i alıp Manisa Sarayı’na götürdü.

brahim’le Şehzade Süleyman arasında köklü bir dostluğun temeli böyle atılıyordu. Şehzade, bundan sonra ya lı kadını da hiçbir zaman unut- mayacak, ahir ömrüne kadar her ihtiyacını kar ıla- yacaktı.

brahim, henüz on iki on üç ya larındaydı.

O günden sonra Şehzade Süleyman’ın en candan

(41)

arkada ı, sırda ı, karde i oldu. Âlimlerden ilim, komutanlardan sava dersleri aldı. Zekiydi, öğren- me hırsıyla doluydu. Bir zamanların üç be akçeye satılan kölesinin önünde vezirliğe kadar uzanacak fırsatlarla dolu bir yol açılmı tı.

Manisa’da geçirdiği yıllar, Şehzade Süleyman’ı güçlü bir asker, duygu dolu bir air, derin bir âlim yapmı tı. Artık yeti kin bir delikanlıydı. Çok daha zorlu ve önemli görevler bekliyordu O’nu.

(42)
(43)

Mu tu Fetih Kitapları 34

HEP O’NUNLA DEĞİL MİYDİK?

1

520 yılının Temmuz’uydu. Yavuz’un ordu- su yeni bir sefer için Edirne yollarındaydı. Oysa Yavuz Padi ah hastaydı. Arabaya binmesi için yapılan tüm teklifleri, “Padi ah at üstünde olmalı!”

diyerek reddetmi , atına atlayıp ordunun ba ına geçmi ti. Geçmi ti geçmesine ya iddetli ağrıları da dayanılmaz bir hâl almı tı.

Uğra dere bölgesine gelindiğinde bir köyde mola verildi. Padi ah doktora görünmeye ikna edildi. Çıbanı gören Hekimba ı Ahi Çelebi’nin göz- lerindeki endi e her eyi anlatıyordu. Hekimba ı:

(44)

– Sultanım, dedi. Burada istirahat buyurmalısı- nız, daha fazla at üstünde gidemezsiniz.

Sultan Selim acıdan titriyordu:

– Bizim ata binecek hâlimiz mi kaldı Ahi!

Ordu sefere devam ederken padi ah dinlenme- ye çekildi.

Ordudan geriye kalan birkaç çadırdan büyükçe olanında endi eli bir bekleyi ba lamı tı. Hasan Can ağlamaklı sesi ile sultan otağının bir kö esinde Kur’an-ı Kerim okuyordu. Rahlenin üzerindeki mushafın bir sayfasını daha çevirdi. Sonra karyo- ladaki hastaya baktı. Solgundu, derin acının izle- rini ta ıyan yanakları çökmü tü. Saatlerdir baygın hâldeydi. Sultan otağındaki manzara yürekleri bur- kuyordu.

Sava meydanlarının bileği bükülmez yiğidini irpençe denilen bir küçük çıban mağlûp etmi ti.

Tabipler çaresizdi. Hekimba ı Ahi Çelebi, hazır- ladığı merhemi özenle sürdü yaraya. Sonra ellerini açıp ifa diledi.

Yavuz Sultan Selim, ancak gece yarısına doğru açabilmi ti gözlerini. Hasta padi ah, bir göz i a- retiyle sadrazamı yanına çağırdı. Sadrazam Piri

(45)

Mu tu Fetih Kitapları 36

Mehmet Pa a karyolanın yanına diz çöktü. Padi ahı duymak için eğildi. Yavuz’un sesinde keder ve acı- nın izleri vardı:

– Şu çıban ordumun ba ında gitmeme mani oldu. Askerlerim fethi tamamlamadan seferden vazgeçmesinler. Oğlumuz Süleyman’a haber sal.

stanbul’a gitsin. O saraya ula madan ölürsem ve fatım gizli tutulsun ki askerler arasında karga a çıkıp sefer aksamasın.

Sadrazam’ın boğazında bir hıçkırık düğüm- lendi:

– Ba üstüne Sultanım! diyerek çadırdan ay- rıldı.

Piri Mehmet Pa a çadırdan çıkar çıkmaz göz- ya larını serbest bırakmı tı. Sultan Yavuz, onun için yalnızca bir padi ah değildi. Birlikte büyümü - lerdi; devlet yönetiminde de hep yan yana, omuz omuza olmu lardı. Şimdi cesur, yiğit bir padi ahı değil; en yakın dostunu da kaybediyordu.

Hasan Can rahlenin ba ından kalkıp padi a- hın yanına geldi. Elini Yavuz’un alnına koydu.

Padi ahın ate i dü mü , alnı buz gibi olmu tu.

Yavuz Sultan Selim, çatık kara ka larını kaldırdı:

(46)

– Hasan Can!

– Buradayım sultanım.

O her zamanki etkili bakı ları ile Hasan Can’ın gözlerine baktı:

– Bu ne haldir Hasan Can?

Sultanın artık son yolculuğuna hazırlandığını hissediyordu Hasan Can. Acı da olsa O’nu bu sona hazırlamalıydı. Yavuz’un kulağına eğildi, kısık sesle:

– Sultanım, Allah’a yönelip, Allah’la olma vak- tidir, dedi.

Yavuz ka larını bir yay gibi kaldırdı:

– Ya sen bizi bunca zamandır kiminle bilirdin Hasan Can? Biz her daim onunla değil miydik?

Hasan Can, mahcup bir eda ile:

– Hâ â Sultanım, dedi. Sizi bir an dahi Allah’ın zikrinden uzak görmedim. Lakin bu zaman gayrı zamanlara benzemediğinden öyle söyledim.

Yavuz, bir çocuk sadeliğiyle gülümsedi:

– Yasin suresini oku Hasan Can.

Hasan Can ezberden okumaya ba ladı. Padi ah titrek sesi ile Hasan Can’a e lik ediyordu. Sureyi

(47)

Mu tu Fetih Kitapları 38

bitirdikten sonra “Tekrarla” dedi hasta padi ah.

Hasan Can okumaya ba ladı.

“Rahim olan Allah’tan onlara selam gelir.”

mealindeki ayet okunurken Sultan Yavuz ahadet parmağını kaldırıp diğer parmaklarını yumdu.

Sonra derin bir nefes aldı. Dudaklarından dökü- len son sözleri kelime-i ehadet olmu tu. Yüzünü buruk bir tebessüm kapladı. Çadırın içinde bir hıç- kırık sağanağı yükseldi.

Yavuz padi ah Rabbine yürümü tü.

(48)

VASİYET

E

lçi yorgundu. Atını çatlatırcasına sürmü , nihayet gün ortasına doğru Manisa’ya ula abilmi - ti. Saklayamadığı acının tesiriyle sesi titriyordu.

Şehzade’nin huzurunda saygıyla eğildi:

– Efendim, dedi. Allah size uzun ömürler ihsan etsin. Babanız Sultan Selim Han ebedi yurda hic- ret…

Şehzade’nin ba ı döndü, sendeledi. Sözlerin gerisini duymadı. Yüreğine bir ok saplanmı , acı tüm benliğini sarmalamı tı. Oysa bir ehzade en onulmaz hâllerde dahi güçlü olmalı, duygularını kontrol edebilmeliydi. Acıyla yutkundu:

(49)

Mu tu Fetih Kitapları 40

– Kader... dedi. Muhterem pederimizin mekânı cennet olsun…

Bir süre konu amadı. Belli ki yüreğinden ta - maya çalı an duyguları ile kavga hâlindeydi. Ken- dini çabuk toparladı:

– Tez hazırlıklar görüle, diye emretti. stan- bul’a yolculuk var!

Aynı günün ak amında kalabalık bir kafile Manisa’dan hareket etti. Bu hüzünlü yolculukta babası ile ya adıkları anıları canlandı hayalinde.

Son vedala malarında:

“Oğul,” demi ti. “Kazandığın ba arılarla övü- nüp kibre dü meyesin. Bilesin ki bütün ba arılar ve zaferler Allah’ın dilemesi ile olur. Bizler bu lütufla- ra ancak birer vasıtayız. Oğul, her iyiliğin kaynağı adalettir. Adil olmayanın elinden çıkan i ten hayır bekleme...”

Sonra bir daha göremeyecekmi gibi bakmı tı gözlerinin içine:

“Bak oğul” demi ti. “Ben seferlerimi doğuya yaptım. slâm birliğini sağlamak için sava tım.

Şimdi batıya yönelme vaktidir. Bir gün devletin ba ına geçeceksin. Avrupa’ya seferler yapıp oradaki

(50)

milletlere Allah’ın yüce adını duyurman sana vasi- yetimdir. Bunu sakın unutma.”

Sarılıp helalle mi lerdi sonra. O görü melerinin son görü meleri olacağını nereden bilebilirdi.

Piri Mehmet Pa a, ehzade stanbul’a ula tık- tan sonra Yavuz’un vefatını tüm ülkeye duyurdu.

Çünkü; taht sahipsiz değildi artık.

Genç padi ah, babasının cenazesini stanbul dı ında kar ıladı. Mah erî bir kalabalığın arasında Fatih Camii’ne kadar yürüdü. Cenaze namazı Fatih Sultan Mehmet Camii’nde kılındı. Yavuz Sultan Selim, Haliç’e nâzır stanbul’un altıncı tepesinde toprağa verildi. Genç padi ah, Mimar Ali Ağa’ya oracıkta ilk emrini verdi:

– Merhum babam Sultan Selim Han’ın mezarı- nın üzerine bir türbe, yanına cami ve medrese in a edilsin.

Sultan Yavuz, genç ya ta kavu mu tu Rabbine.

Arkasında güçlü bir donanma, zaferlere alı mı bir ordu, uçsuz bucaksız bir devlet bırakmı tı. Sekiz yıllık saltanatında yedi büyük devleti fethetmi ti.

Son seferinde ise hastalanmı , yola devam edeme- mi ti. Ömrünü fetihlere adayan padi ah, yine bir fetih yolunda can vermi ti.

(51)

Mu tu Fetih Kitapları 42

ADALET

D

ivan yeni padi ahla ilk toplantısını yapıyor- du. Gözler henüz yirmi altı ya ındaki genci süzü- yordu. Genç adamın saygı uyandıran bir duru u, güven telkin eden bir siması vardı. Seyrek, siyah sakalları O’na ya ının üzerinde olgun bir görünüm kazandırmı tı.

“Ey benim güngörmü vezirlerim, pa alarım, beylerim…”

Tahtın yeni sahibi konu masına bu sözlerle ba lamı tı. Genç padi ahı hayranlıkla dinleyen divan üyelerinin duyguları ortaktı: Osmanlı ülke- sinin yeni sultanı, atalarına layık biriydi. Sultan Süleyman uzun ve etkili konu masını u sözlerle noktaladı:

(52)

– Şimdi bizlere dü en ecdadımıza layık olmaktır.

Babam cennetmekân Yavuz Sultan Selim Han’ın vasiyeti üzere batıya yöneleceğiz. Atlarımızın nalla- rının değdiği her toprak adaletle tanı acak. Allah’ın yüce adını en uzak ülkelere duyurmak için seferden sefere yürüyeceğiz. Allah bu yolda hepimizin yar- dımcısı olsun.

Bu sözler yeni dönemin haritasını da belirgin- le tiriyordu. Genç Sultan, fetihlerin yönünü doğu- dan batıya çeviriyordu.

Divanda ülke meseleleri görü ülmeye ba landı.

Genç sultanın önüne gelen ilk sorun Mısır eyaleti ile ilgiliydi. Piri Mehmed Pa a:

– Sultanım, dedi. Merhum babanız Yavuz Sul- tan Selim hazretlerinin Mısır’ı fethettikten sonra Hadım Süleyman Pa a’yı vali tayin ettiği malumu- nuzdur. Süleyman Pa a eyaletin ilk vergisini her yıl sekiz yüz bin altın olarak gönderiyordu. Oysa yeni vali Hüsrev Pa a bir milyon iki yüz bin altın vergi ödemektedir. Şüphemiz odur ki Hüsrev Pa a bu kadar vergi gönderebildiğine göre önceki vali devletin parasını ziyan etmi tir.

(53)

Mu tu Fetih Kitapları 44

Sultan Süleyman bir anlık sessizliğin ardından emretti:

– Mısır’ın eski valisi Süleyman Pa a’yı bilirim, ziyan etmez. Tez yeni vali hakkında soru turma açılsın.

Padi ahın sözleri herkesi a kına çevirmi ti:

– Ama padi ahımız, bu adam fazlasıyla vergi- sini göndermektedir.

Sultan Süleyman:

– Pa alarım, beylerim… dedi. Bilesiniz ki bir- kaç yıl içinde bu kadar vergi fazlası olmaz. Yoksa yeni valimiz halka zulmedip gereğinden fazla mı vergi topluyor? Mısır Valisi derhâl stanbul’a çağ- rılıp bu durumun sebebi ara tırılsın.

Sultan’ın emriyle Mısır’a müfetti ler gönderil- di. Soru turma sonunda valinin bir günahı olma- dığı görüldü. Yeni yapılan su kanalları ile sulanan topraklar fazla mahsul vermi ti. Gelirin artması bu yüzdendi. Ne halka baskı yapılmı , ne de zorla vergi alınmı tı. Kanuni, yine de fazla vergiyi kabul etmeyerek Mısır’da hayır i lerinde kullanılmasını emretti.

(54)

BİR SALKIM ÜZÜM

G

enç padi ah, huzura çağırdığı Veziriazam Piri Mehmet Pa a’ya,

– Ne dersin lalam, dedi. Layo denilen çocuğun niyeti ciddi midir? Avrupa krallarına mektuplar yazıp bize kar ı güç topladığı doğru mudur? Ola ki duymadığımız eyleri duymu sundur, bilmek isterim…

Piri Mehmet Pa a engin bir devlet tecrübe- sine sahipti. Yavuz Padi ah’ın her seferinde, her kararında yanı ba ında olmu tu. Şimdi bu birikimi

(55)

Mu tu Fetih Kitapları 46

ile bir oğul gibi sevdiği Yavuz’un emaneti bildiği Sultan Süleyman’a yol gösterecekti:

– Hünkârım, dedi. Malûmunuz üzere Maca- ristan Avrupa’nın sağlam kapısıdır. Belgrad ise o kapının kilidi… Cennetmekân Sultan Selim Han babanız “Belgrad’ı fethetmeden uyku gözüme haramdır.” derdi. Dedeniz Fatih Sultan Mehmet Han dahi Belgrad’ı almak için yola çıkmı , lakin malûm sebeplerle geri dönmek zorunda kalmı tır.

Teklifim odur ki bir elçi gönderip Layo ’un niyetini öğrenelim. Cizyemizi isteyelim.

– yi söylersin lalam. Tez gözü pek, yiğit birini getirin, görevlendirelim.

– Behram Çavu tam aradığınız adamdır Sul- tanım. Yeri geldikte gözünü budaktan sakınmaz, sözünün eri bir kahramandır.

– O hâlde hiç vakit kaybetmeden elçimiz yola koyulsun.

Kanuni de baba yadigârı bildiği Piri Mehmet Pa a’ya büyük saygı gösteriyor, fikirlerine değer veriyordu. Ba ba a verip olası bir seferin tüm detaylarını inceden inceye değerlendirdiler. Ertesi günü Behram Çavu Macaristan yolunda at sürme- ye ba lamı tı bile.

(56)

Layo “Avrupa’nın en büyük kralı” olma dü - leri görüyordu. Bunun tek yolunun da Kanuni’yi mağlûp etmekten geçtiğini biliyordu. Rahat ve zevk içinde bir hayat süren Layo , millet davasın- dan çok ahsî servet ve öhret pe indeydi.

Layo , Behram Çavu ’u süslü sarayında kabul etti. Osmanlı’ya belli bir miktar cizye ödemesi gerektiği söylenince çılgına döndü. Behram Çavu ’a ağza alınmayacak hakaretler sıraladı. Dü mana kar ı dikba lı olan Behram Çavu da bu hakaret- lere misliyle kar ılık verince kıyamet koptu. Layo , Behram Çavu ’un i kenceyle öldürülmesini emret- ti. Kahraman asker ağır i kenceler altında ama onuruyla can verdi.

Elçiye yapılan bu zulmü öğrenen Kanuni, hid- detten kıpkırmızı kesilmi ti. Öfke büyük, sava kaçınılmazdı. Ordu fetih için stanbul’dan hareket etti.

Bu ordu, bir zamanlar, Hacı Bekta -ı Veli’nin

“Bunlara Yeniçeri denilsin, pazıları bükülmez, kılıçları keskin, yüzleri ak, okları aman vermez,

an ve zaferleri ebedî olsun.” duasını aldığı Yeniçeri ordusuydu. Milletinin gözünde bir “Peygamber Ocağı”ydı.

(57)

Mu tu Fetih Kitapları 48

Osmanlı ordusu co kun bir nehri andırıyordu.

Âdeta kartopu gibi yuvarlandıkça büyüyen bir orduydu bu. stanbul’dan on be bin ki i olarak hareket eden ordu her menzilde kendisine katılan birliklerle devasa bir güce dönü üyordu.

Kavurucu yaz sıcakları askerleri hayli yormu - tu. Öğle vakti bir Hristiyan kasabasında mola verildi. Azıklar yenildi, namazlar kılındı. Dinlenme anında askerlerden biri yol kenarındaki üzüm bağı- na girdi. Asma dalından bir salkım üzüm kopardı.

Yediği üzümün ücretini bir kese içinde kopan salkımın yerine bağladı. Yediği üzümle ferahlayan asker, hiç vakit kaybetmeden birliğine döndü.

Askerler ayrıldıktan sonra endi eyle bahçesine dalan köylü hayretler içinde kalmı tı. Nasıl olur da bir ordu, bir bağda konaklar da hiçbir eye zarar vermezlerdi. Dola ırken asma dalına ili tiril- mi keseyi fark etti. Şa kınlığı daha da artmı tı.

Kesedeki para, daldan alınan üzüm için bırakılmı olmalıydı. Bu ne büyük bir incelikti. Köylü ani bir kararla atını topukladı. Osmanlı ordusunun pe in- den gitti. Kan ter içinde orduya yeti ip komutanla görü mek istediğini söyledi. Biraz sonra komutan ve köylü kar ı kar ıyaydı.

Köylü, komutana elindeki keseyi göstererek:

(58)

– Komutan... Komutan, dedi. Bir askeriniz yediği küçük bir salkımın yerine parasını asmı . Bu ne yüce bir ahlâktır. Benim tarlam toprağım böyle askerlere helal olsun.

Oysa komutan bu hadiseden ho nut olmamı tı.

zinsiz girilen bir bağda, izinsiz alınan bir salkım üzüm, ücreti bırakılsa dahi helal olamazdı. Asker hakkında verilecek karar için padi aha danı ıldı.

Sultan Süleyman kesin emrini verdi:

– Kursağında haram lokma olan bir askerin bulunduğu orduya Allah zafer nasip etmez. Bu asker derhâl seferden menedilip ordudan uzakla - tırılsın.

Kanuni, bir daha böylesi bir olayın ya anma- ması için komutanları tembihledi:

– Bilesiniz ki askerin hâli zaferin ilk adımıdır.

Eğer o asker parayı aldığı üzümün dalına bağlama- mı olsaydı bu ordunun adı zalimler ordusu olur- du ve o askerin ba ı vurulurdu. O, parayı asmaya bırakarak ba ını kurtardı, ancak sahibinden izinsiz aldığı için seferden men cezasına çarptırıldı.

Emir yerine getirildi. Hatasını anlayan asker gözya ları içinde ordudan ayrılıp memleketine döndü.

(59)

Genç sultan o kadar hassastı ki geçilen tarla- larda ve otlaklarda atların ağzının bağlanmasını emrediyordu. Böylece köylü malının zarar görmesi önleniyordu.

Ordu, günler süren yolculuktan sonra Belgrad önlerine ula tı. Belgrad’ı ku atmak için önce Sava Nehri’nin a ılması gerekiyordu. On iki günlük bir

50

(60)

gayretle Sava’nın hırçın suları üzerine köprü kurul- du. Belgrad’a ula an orduyu iddetli bir savunma duvarı kar ıladı.

Dü mana ilk darbeyi Bali Bey komutasındaki akıncılar vurdu.

Dani ment Reis kumandasında elli kadar gemi ehri nehir tarafından ku atmı tı. Belgrad hem kara dan hem de Tuna Nehri’nden gelen top atı la- rıyla sarsılmaya ba lamı tı.

(61)

Mu tu Fetih Kitapları 52

Üç ay süren zorlu sava ın ardından Belgrad fet- hedildi. Fetihten bir gün sonra ehre giren Sultan Süleyman, camiye çevrilen A ağı Kilise’de cuma namazını kıldı. Fethi nasip eden Allah’a ükür duy- gusuyla secdeye kapandı. Fakirlere sadaka, asker- lere armağanlar dağıttı. Kimsenin malına mülküne dokunulmayacağını, halkın huzur içinde vatanla- rında ya ayabileceğini söyledi.

Şehrin yeniden imarı için yirmi bin altın tahsis edildi. Bu fetih, Belgrad ve Belgradlılar için kuru- lu undan beri yakaladığı en büyük ans olmu tu.

Şehirde e siz binalar yükselmeye ba layacak, yol- lar, köprüler yapılacaktı. Belgrad on altıncı ve on yedinci yüzyılın parlak bir ticaret merkezi olacaktı.

Fethi tamamlayan ordu yeniden payitahta, stanbul’a dönüyordu. Ni ’te verilen mola esna- sında aldığı acı haber padi ahı derinden yaraladı.

Sultan Süleyman oğlunu, Şehzade Murat’ını kay- betmi ti. Kazandığı ilk zaferinin sevincini ya aya- madan büyük bir acıyla sarsılmı tı. Cihan hüküm- darı da olsa evladını geri getirebilir miydi? Evlat acısı bir anda bütün anların, zaferlerin gururunu silmi ti.

(62)

BEY OLMAK

B

ali Bey, Belgrad Zaferi’nden günler sonra padi aha bir mektup yazdı. Yiğit akıncı beyi, mek- tubunda Belgrad’taki kahramanlığının ödülü ola- rak ehrin valiliğine atanmasını talep ediyordu.

Sultan Süleyman, Bali Bey’e u satırların sıra- landığı mektubuyla cevap verdi:

“Gazi Bali Bey’e…

On sekiz kale fethetmi sin. ki cihanda yüzün ak, emeğim sana helal olsun. Benden bunların kar-

ılığında bir sancak beyliği rica etmi sin.

(63)

Mu tu Fetih Kitapları 54

Yalnız Gazi Bali Bey, henüz senin için sancak beyliği uygun değildir. Gerçi sen bize çok hizmet ve iyilik ettin. Biz de bu hizmetlerin kar ılığın- da sana üç tane iyilik ettik. Biri udur ki sana

“Müminlerin Emiri” hitabıyla hitap ettik. kincisi sana değerli bir kaftan gönderdim. Üçüncüsü Pey- gamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) tuğunu verdim. Bunların üzerine daha büyük bir ihsan olmaz. Bundan sonra sen ükretmeli ve her i ini Allah’tan bilmelisin. Katiyen gurura kapılma- malısın. Kendi kılıcım ile bu kadar kale fethettim demeyesin.

Bey olmak, iki kefeli bir terazidir. Bir kefesi cennet, bir kefesi cehennemdir.

Ey Gazi Bali Bey! Gelirim masrafıma yetmez diye üzülme, ne dileğin varsa benden iste. Sana emanet ettiğim askerlerimin ve halkımın gençleri- ni evlat, ya lılarını baba, ya ıtlarını da karde bil.

Bilhassa fakirlere efkat ve sevgiyle yardım et.”

Gazi Bali Bey, padi ahın halasının oğluydu.

Mektubu okuyan Bali Bey, en yakın akrabasına dahi ayrıcalık tanımayan Sultan’a hak vermi , hata- sını anlamı tı.

(64)

KOÇYİĞİTLİĞİNİZ LAFTA MI KALDI?

T

emmuz sıcaklarının ısıttığı Akdeniz suların- da dört yüz sava gemisi Rodos’a doğru yol alıyor- du. Bu gemiler altmı be bin askeri, lağımcı ve topçuyu ta ıyordu.

Rodos Adası’nı yurt edinen Sen Jan Şövalyeleri, hac vazifesini yapmak için Mekke’ye giden Müs- lüman gemilerini ele geçirip içlerindeki hacı adaylarını esir ediyorlardı. Genç Sultan, Sen Jan Şövalyelerinin kontrolündeki Rodos Adası’ndaki zulme son vermeye kararlıydı.

(65)

Mu tu Fetih Kitapları 56

Osmanlı ordusunun sefer ihtimali belirin- ce topçuluk ve kale savunması uzmanı Gabriel Martinengo, Girit’ten Rodos’a ko up topçuları eğitmeye ba lamı tı. Şövalyeler de bo durmamı , depoları en az bir yıl yetecek erzaklarla doldurulup surları güçlendirmi lerdi.

Donanma Rodos’un Öküz Burnu civarında padi ahını beklemeye çekildi. Donanma komutanı Mustafa Pa a ilk kafileyle karaya çıktı. Mustafa Pa a, fethedilmesi henüz belli olmayan bir adaya köprüler yaptırmaya, çe meler in a etmeye ba la- mı tı bile.

Donanma yirmi gün sonra Rodos’a ula tı. Pa - ralı askerlerin ve övalyelerin koruduğu ada zorlu bir savunmayla kar ılık verdi.

Bir topçu ustası Martinengo’un geli tirdiği top- lar donanmaya ağır zayiat veriyordu. Yeraltından açılan tünellerle kaleye girmeyi deneyen askerler ise tarihte görülmemi bir yöntemle kar ıla tılar.

Osmanlı’nın yeraltı tüneli açması muhtemel nok- talarını önceden tespit eden Rodoslular, adadan dı arıya kendi tünellerin açmı lar, tünelin ucuna da davul derisi germi lerdi. Kar ı tarafta vurulan her kazma darbesi davul derisini titre tiriyor, açılmakta

(66)

olan tünelin yönü böylece tespit ediliyordu. Her geçen gün biraz daha zorla an ku atmada büyük kayıplar veriliyordu. Askerin kalenin fethine olan inancı zayıflamı tı.

Bu manzarayı içi parçalanarak izleyen Kanuni, orduya hitaben çok sert bir konu ma yaptı:

– Bre sizler misiniz o erler ki sava ta üstün gel- mek öz dileği ola! Kalıbınızı, kılığınızı görenler de yah i erler sanır. Koçyiğitliğiniz lafta mı kalmı ? Er meydanını bırakıp kaçmak mı dilersiniz? Mısırlıları, Macarları, Bulgarları, Sırpları ve daha nice dev orduları mağlûp edenler siz değil miy diniz?

Padi ahın sözleri adeta bir yıldırım etkisi yap- mı tı. Ağır sözlerini bir yemini andıran u sözlerle noktaladı:

– Ya Rodos’u alırım ya da kale önünde ölürüm!

Bu cihat uğruna içtiğimiz andı unutursak tacımız, tahtımız, canımız, ba ımız, saltanatımız yerle bir olsun.

Bütün ordudan suçlarının bağı lanmasını dile- yen uğultular yükseldi. Bütün ordu “Ya yeneriz ya da ehit oluruz!” diye yeminler etti. Binlerce asker bir ağızdan aflarını istedi. Sultan Süleyman,

(67)

– Gidin affımı kale surlarında arayınız, diyerek hücum emri verdi.

Birlikler yeniden inançları tazelenmi olarak mevzilerine ko tular. Şimdi her bir nefer ate in ortasında korkusuzca dalıyor, im eklenmi kılıcı ile övalyelerin üzerine yürüyordu.

Kanuni yalnızca askerî önlemlerle yetinme- mi ti. Ada içinde casusları vardı ve onlardan biri de Yahudi lâkaplı bir doktordu. Doktor, Rodosluların güvenini kazanmak için din deği ti- rip sözde Hristiyan olmu tu. Şövalyelerden aldığı bilgileri bir rapor hâlinde padi aha ula tırıyordu.

Kanuni bu casusları sayesinde adada esir tutulan Müslüman kadınların da örgütlenmesini sağlıyor- du. Bu kadınlardan biri de Fatma Ana idi.

58

(68)

Zaten Fatma Ana, Osmanlı gemilerini ufukta görür görmez kararını vermi ti, sava acaktı. Gizli toplantılar yaparak kadınlardan olu an birlikler kurdu.

Fatma Ana sava planını netle tirmek için bir toplantı düzenledi. Kadınlara seslenerek:

– Karde lerim, dedi. Şanlı askerlerimiz bu zulüm adasını ku atmı lardır. Padi ahımız bu ada yı fethedip gözü ya lı analarımızın acılarını dindirecektir. Biz de elimizden geleni yapmalı, kale içinden onlara destek olmalıyız. Bu, bizim son ümidimizdir.

Kadınlar bir ağızdan:

– Biz de sava alım! Özgürlük uğrunda gerekir- se onurumuzla ölelim, diye haykırdılar.

Biri sordu:

(69)

Mu tu Fetih Kitapları 60

– Fatma Kadın, padi ahımıza canımız feda ol - sun. Bizler askerlerimize nasıl yardımcı olabiliriz?

Bize görevlerimizi söyle.

Fatma ana, duygulanmı tı. Gözya larını elinin tersiyle sildi:

– Hedefimiz dü manın erzak ve cephane depo- larını havaya uçurmak, sava güçlerini kırmaktır.

Yarın geceyi bekleyin. Karanlık olunca birlikte hareket edeceğiz.

Ertesi ak am karanlığın çökmesiyle ada içinde patlamalar duyulmaya, alevler yükselmeye ba ladı.

Şövalyeler, bir anda neye uğradıklarını a ırmı lar- dı. Onlarca kadın aynı anda harekete geçip dü man cephaneliklerini ate e vermeye ba lamı tı. Ada bir anda yangın yerine dönmü tü.

Fatma Ana gecenin karanlığında bir gölge gibi süzüldü, silah depolarından birini daha ate e verdi. kinci depoyu da ate e verdiği sırada yaka- landı. Esir alınarak karargâha götürüldü. Çelimsiz ve ya lı vücuduna ağır i kenceler yapıldı. Yine de konu madı. Kahraman ana, ehitliğin yüce maka- mına eri ti.

Ku atma be inci ayına giriyordu. Dü manın savunma gücü kırılmı tı. Kanuni, ada içine bir

(70)

elçi gönderdi. Elçi adayı teslim etmeleri hâlinde övalyelerin gidi ine izin verileceğini ve yerli halka dokunulmayacağını bildirdi. Bu teklif Rodosluları a ırtmı tı. Çünkü güçleri tükenmi ti ve Kanuni isterse bütün adayı yerle bir edebilirdi. Teklifi hiç dü ünmeden kabul ettiler. Kale kapılarını açarak teslim oldular. Askerlerinin önünde kaleye giren Genç Sultan ada halkına seslendi:

– Mallarınız, canlarınız ve inançlarınız güven- cem altındadır. Gayrı kimsenin endi esi olmasın.

Bu sözleriyle ada halkının sevgisini kazanan Kanuni, övalyelerin de adayı terk etmesine izin verdi.

Her fetih sonrası olduğu gibi imar çalı maları- na ba landı. Kılıç tutan eller bu sefer kazma, kürek tuttu. Bir zulüm diyarı da Osmanlı’nın efkat kanatları altında huzura kavu uyordu.

Avrupa’da Yavuz gibi sert ve korkusuz bir padi- ahtan sonra tecrübesiz bir gencin Osmanlı tahtı- na geçmesi sevince neden olmu tu. Yeni padi ah tahta geçtiğinde “Aslan öldü, yerine kuzu geldi.”

diye sevinç çığlıkları atmı lardı. Önce Belgrad’ın, sonrasında ise Rodos Adası’nın fethi ile gerçekleri görmeleri uzun sürmedi.

(71)

Mu tu Fetih Kitapları 62

KARINCANIN HAKKI

S

ultan Süleyman Rodos Seferi’nden stan- bul’a yeni dönmü tü. Güne li bir günün saba- hında Topkapı Sarayı’nın bahçesinde kitap oku- yordu. Yaslandığı ağacın yapraklarının buru mu olduğunu görünce üzüldü. Bu durumun sebebini ara tırmaya ba ladı. Ağacın dallarını saran karın- calar, yapraklara zarar veriyorlardı. Önce ağaçları ilaçlatmayı dü ündü. Ama ilaçlatmak karıncalara

(72)
(73)

Mu tu Fetih Kitapları 64

zarar verebilirdi. Yıllar önceki bir anısı geldi aklına.

Gülümsedi. Karıncaları sudan kurtarayım derken nasıl da sırılsıklam olmu tu. Hassas yüreği, bir karıncanın bile incinmesinden acı duyardı. Genç sultan Hocası Ebussuud Efendi’ye danı maya karar verdi. Hocasının odasına uğradı. Kapısı açıktı, odada kimse yoktu.

Bir kâğıda kafasını kurcalayan soruyu iirle ti- rerek yazdı:

“Meyve ağaçlarını sarınca karınca, Günah var mı karıncayı kırınca.”

Kâğıdı hocasının rahlesi üzerine bıraktı. Birkaç saat sonra odasına gelen Ebussuud Efendi yazıyı gülümseyerek okudu. Cevabını yazdıktan sonra kâğıdı yine rahlenin üzerine bıraktı.

Kanuni Sultan Süleyman gün sonuna doğru hocasının odasına uğradı. Sabahleyin rahlenin üze- rine bıraktığı kâğıt oracıkta duruyordu. Kâğıdı alıp hocasının cevabını merakla okudu:

“Yarın Hakk’ın divanına varınca,

(74)

Süleyman’dan hakkın alır karınca!”

Ebussuud Efendi, zekice yazılmı bu dizelerle hem Süleyman Peygamber’e atıfta bulunuyor, hem de Kanuni’ye bir merhamet dersi veriyordu.

Osmanlı’daki bu merhametten bütün insan- lığın yanı sıra hayvanlar da nasibini alıyordu.

Sokakta kalan hayvanlar için vakıflar kuruluyor, ku lar için ku sarayları yapılıyordu. Bir tek canlı merhametten mahrum bırakılmıyordu.

Kanunî aynı günün ak amında bir yemek soh- betinde vezir Ali Pa a ile beraberdi. Ali Pa a’nın padi ahtan ilginç bir isteği vardı:

– Sultanım, medrese hocalarımızdan Said Efen- diyi bilirsiniz. Bu muhterem, tam bir temizlik hastasıdır. Konağında her ey dokuz defa yıkanır.

Kimsenin elinin üstüne değmesini izin vermez, elini de hiçbir canlıya sürmez. Kapısındaki hizmetliler, efendilerinin emri ile sürekli hamama girip yıkan- maktan i göremez oldular. Öyle ki bazı günler be altı defa yıkandıkları olur zavallıların. Efendim çaresiz kaldık. Sizin tavsiyelerinize ihtiyacımız var.

(75)

Mu tu Fetih Kitapları 66

Sultan Süleyman gülümsedi:

– Said Efendiyi çağırın, göreyim, dedi.

Ali Pa a:

– Gelmez efendim. Saraya gelince misafirlik icabı sarılacak, lütfederseniz elinizi öpecek, yapa- maz!

Ancak emir emirdi. Ertesi günü Said Efendi huzurdaydı. Kanuni:

– Allah sizden razı olsun, dedi. Gençleri ilmini- zin ı ığı ile aydınlatıyorsunuz. Sonra sadrazama dönerek:

– Efendinin yevmiyesi kaç akçedir, diye sordu.

– Yüz akçedir padi ahım.

Sultan Süleyman, sesini yükselterek:

– Yetmez! dedi. Yüz akçe de sabun parası ilave ediniz. Biraz da yüreğindeki vehim ve vesvese kir- lerini temizlesin!

Padi ahın bu sert uyarısı kar ısında a ıran Said Efendi olduğu yerde kalakalmı , hatasını anlamı - tı. Said Efendi, padi ahtan af diledi. çindeki bu temizlik vesvesesini terk etti.

(76)

SAHİBİ SÜLEYMAN, HAMURU İMAN

K

anuni, Mimar Sinan’dan adının tarih bo- yunca anılmasını sağlayacak bir cami yapmasını istedi ve ekledi:

– Ancak bu cami, yeryüzündeki camilerin en muhte emi olmalıdır.

– Buyruğunuz ba ım üstünedir padi ahım, dedi usta Mimar. Yalnız ehri gezip yer beğenmek isterim. Ara tırmalarım için bana bir hafta süre verin.

(77)

Mu tu Fetih Kitapları 68

Kanuni yarı kızgınlıkla:

– Sen ehri bilmez misin, dedi. e ba lamak için neden beklersin?

Mimar Sinan kendinden emin cevap verdi:

– e u an ba lamı sayılırım sultanım. Bir hafta boyunca ehri dola ıp stanbul’un cami için en uygun yerini tespit edeceğim.

Mimar Sinan, ehrin her yanını dola tı. Cami Ayasofya gibi yüksekçe bir yerde olmalı, stanbul’un her yerinden görülebilmeliydi. Nihayet Haliç’i gören bir tepenin en uygun mekân olacağını tespit etti. Hemen arazinin sahibini ara tırmaya ba ladı.

Arazi Yahudi bir vatanda ındı ve üzerinde küçük bir kulübesi vardı.

Ertesi gün saray görevlilerini de yanına alan Mimar Sinan, arazi sahibinin kapısını çaldı:

– Kulübenin bulunduğu araziye padi ahımız kendi adına bir cami yaptırma arzusundadır. Ara- zini satın almak isteriz?

Yahudi vatanda inatçı çıkmı tı:

– Kulübemin yeri güzel, hem bütün Haliç’i gö- rüyorum. Arazim satılık değildir.

(78)

Israrlar sonuç vermeyince durum padi aha iletildi. Araziye zorla el konulmasını teklif edenler oldu. Kanuni öfkelendi:

– Bakın efendiler… dedi. Osmanlı sultanı ola- rak görevim dini, mezhebi ne olursa olsun herkesin güven içinde ya amasını sağlamaktır. Bir vatanda-

ımızın malını rızası olmadan almak adalet anlayı- ımıza sığmaz, dedi ve ekledi:

– Arazi sahibi ile gidip kendim görü eceğim.

Arazi sahibinin kapısını çalan, bu kez Osmanlı padi ahıydı. Kanuni’yi kapısında gören vatanda a kınlıktan ne yapacağını a ırmı tı. Eli ayağı birbirine dola an adam, padi ahı evine davet edip ikramlarda bulundu. Kanuni’nin arazi sahibini ikna etmesi zor olmadı. Arazi, kar ılığı fazlasıyla ödene- rek satın alındı.

Mimar Sinan, hummalı bir çalı mayla caminin planını hazırlayıp padi aha sundu. Genç Sultan, caminin yeri gibi planını da çok beğenmi ti.

Mimar Sinan, padi ahtan camide kullanılacak ta ların seçimi için süre istedi. Kanuni çok uzama- ması artıyla kabul etti.

Ülkenin dört bir yanından ta ustalarının en hünerlileri, i çilerin en güçlüleri, duvarcıların en

(79)

Mu tu Fetih Kitapları 70

maharetlileri stanbul’a getirildi. Titiz ve hummalı bir çalı ma ba ladı. Tepe bir anda arı kovanına dönmü tü. Temellerin atılması için muhte em bir tören düzenlendi. Kanuni, hocası Ebussuud Efendi’ye döndü, büyük bir nezaketle:

– Hocam, siz bu i e benden daha layıksınız.

Caminin ilk temel ta ını siz koyunuz, dedi.

Ebussuud Efendi dualar arasında ilk ta ı temele yerle tirdi.

çiler, âdeta bir ibadet a kı içinde titiz ve özenle yapıyorlardı i lerini. Genç Sultan bir süre i çilerle birlikte çalı tı.

Mimar Sinan sonbaharı hummalı bir gayretle geçirdi. Kı gelmi , stanbul beyaz bir örtünün altına saklanmı tı. Mimar Sinan temeller atıldıktan sonra cami in aatını durdurdu. Ustalar memle- ketlerine gönderildi. Çalı malara ara verilmesinin sebebini herkes kı mevsimine yordu. Oysa Usta Mimar temellerin oturup sağlamla ması için dur- durmu tu in aatı.

ran ahı Tahmasb ise bu durumu Kanuni’nin imkânlarının yetersizliğine yormu tu. Tahmasb, ca- mi in aatında değerlendirilmesi için mücevherlerle

(80)

dolu bir sandık hazırlattı. Bir elçi ile mücevherleri stanbul’a gönderdi.

Kanuni, ran elçisini Topkapı Sarayı’nda kabul etti. Elçi mücevher sandığını teslim ettikten sonra Tahmasb’ın mektubunu okumaya ba ladı:

“Duyduk ki camiyi tamamlamaya gücünüz yetmeyip vazgeçmi siniz. Üzüldüm. Size para ve mücevher dolu bir sandık gönderiyorum. Bunları caminin tamamlanması için harcayın. Böylece bizim de camiye bir katkımız olsun.”

Kanuni öfkelenmi ti. Tahmasb’ın mektubun- da ince bir hakaret vardı. çindeki hiddeti elçiye döktü:

– Senin ahının böyle bir eser yapacak ne mi- ma rı ne de gücü vardır. Ben ise her ikisine de sahibim. Şahına söyle onun mücevherleri ülkemin ta ları yanında bir hiç değerindedir.

Mimar Sinan’ı çağırarak:

– Mimar ba ı, dedi. Tez bu sandığı cami alanı- na götürün. çinde ne varsa un ufak edip in aat harcına katın.

Mimar Sinan, mücevher dolu sandığı cami ala- nına ta ıttı. Elçinin a kın bakı ları altında sandık

(81)

açıldı. Mücevherler ta havana koyuldu. Ta usta- ları ellerindeki tokmaklarla mücevherleri dövmeye ba ladılar. Mimar Sinan artık bir kum yığını hâline gelmi mücevherleri avuçları-

na aldı, in aat harcı üzerine serpti. Mücevherlerle dolu harç, minarelerden birinin yapımında kullanıldı. Bu yüzden de o minare artık mücevherli minare ola- rak anıla caktı.

72

(82)

Baharın gelmesiyle yeniden i ba ı yapıldı. Yaz kı , gece gündüz çalı ıldı. Yedi yılın sonunda

e siz bir eser, Muhte em Süleymaniye ibadete ha- zırdı.

Mimar Sinan cami- nin kapılarını kapadı.

Padi aha haber gön- dererek açılı töre- ninin hazırlıklarının ba latılmasını istedi.

Birkaç gün sonra açı- lı töreni için toplanan halk Süleymaniye’nin

ihti amı kar ısında adeta büyülenmi ti.

Devlet erkânı da cami meydanında yerini alınca açılı merasimi ba ladı.

Hafızlar Kur’an okudu. Ebussuud Efendi’nin duaları- na birlikte bir ağız- dan “âmin” denildi.

(83)

Mu tu Fetih Kitapları 74

Mimar, cami kapılarını açması için anahtarı padi a- ha sundu. Sultan Süleyman cami anahtarını öpüp alnına değdirdikten sonra kalabalığa seslendi.

– Ey din karde lerim bu muhte em camiye emeği geçenler iki cihanda aziz olsunlar… Eğer bir hata ile ücretini alamayan i çi varsa gelsin, ücretini alsın, helalle elim. Eğer bu i çilerden burada olma- yanlar varsa onlara da sizler söyleyiniz, gelsinler haklarını alsınlar.

Sözlerinin sonunda anahtarı Mimar Sinan’a uzatarak:

– Sinan Efendi, dedi. Bu muhte em cami senin eserindir. Camiyi açmak da senin hakkındır.

Mimar Sinan padi ahın huzurunda saygıyla eğilerek:

– Sultanım, dedi. Hattat Karahisarî, camiyi hatlarıyla tezyin ederken gözlerini kaybetmi ve bu uğurda âmâ olmu tur. Müsaade buyurursanız açılı ını da Karahisarî yapsın.

Bu teklif padi ahı memnun etmi ti. Hattat Karahisarî dualar ve tekbir sesleri arasında Sü - leymaniye’nin kapısını açtı. Halk camiye akın etti.

(84)

Sultan Süleyman halkı ile omuz omuza namaza durdu.

Hünerli eller, binbir sanatla örgülemi ti Sü - leymaniye’yi. n aatında yararlanılan e eğin, katı- rın, atın dahi hakları gözetilmi ; hayvanların din- lenme, otlatılma saatleri inceden inceye hesap edilmi ti. Her bir ta ı abdestli eller tarafından

“Bismillah”larla konmu tu yerine. Bundan olsa gerek halk öyle diyordu Süleymaniye için:

“Süleymaniye’nin sahibi Sultan Süleyman, mimarı Sinan, hamuru ise imandır.”

(85)

Mu tu Fetih Kitapları 76

MEKTUP

F

ransız elçi Frankipan, huzura kabul olun- duktan sonra elindeki mektubu padi aha uzattı.

Esaret altındaki Fransa kralından gelen mektup u satırlarla sona eriyordu:

“Sen ki anı yüce hükümdarlar hükümdarısın.

Eğer özgür olmamı sağlarsanız ömür boyu kulunuz olacağımdan üphe duyulmaya.”

Mektubu okuyan padi ahı hüzün sarıvermi ti.

Bir hükümdarın esir edili i dü manı dahi olsa yüre- ğini burkmu tu.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kasım 2015’e kadar giden sü- reçte, Çin, her yıl %8,9 oranında daha fazla itha- lat yapıyor ve dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olarak artık günde 6,6 milyon

Ces eunuques blancs font, en seconde ligne, lë service extérieur du harem ; ils sont un peu moins sauvages que les noirs , parce qu’ils ont une communication plus

Bir süre, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne giden Erbulak, okulu bırakarak karikatür çizmeye devam etmiştir.. Eserleri: Hergün, Hafta, Yirm inci Asır, Tef,

Bakım amaçlı merkezlerde, program çocukların fiziksel bakımı ve dengeli bir beslenmenin verildiği güvenli bir ortamı sağlamaya önem veriyordu, öte yandan

Ama Günefl enerjisiyle çal›flan oto- mobillerin yavafllamak için normal otomobillere göre daha az güce ihtiyac› oldu¤u için frenler daha küçük. Bunlardan baflka bisiklet

İncelenen canlıların sığ sularda yaşayan kabuklu deniz canlılarıyla karşılaştırıldıklarında hem daha uzun ömürlü hem de daha büyük olmaları dikkat çekiyor..

Bilateral vokal kord fiksasyonu olan 57 yaşındaki kadın hastada ise akut üst solunum yolu (ÜSY) obstrüksiyonu gelişmesi nedeniyle acil olarak trakeostomi açıldı..

Tembelliğim yüklü mavnaların Sahile çekildim Umanda, Yorgunluğum başladığı zamanda Sen ol en uçucusu akşamların. Her sabah odamızı ferahlat, Rüzgâr gibi