• Sonuç bulunamadı

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE’DE MÜHENDİSLER ve SİYASET Yüksek Lisans Tezi Muammer Yenilmez Ankara-2007

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE’DE MÜHENDİSLER ve SİYASET Yüksek Lisans Tezi Muammer Yenilmez Ankara-2007"

Copied!
210
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ

ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE MÜHENDİSLER ve SİYASET

Yüksek Lisans Tezi

Muammer Yenilmez

Ankara-2007

(2)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ

ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE MÜHENDİSLER ve SİYASET

Yüksek Lisans Tezi

Muammer Yenilmez

Tez Danışmanı Doç. Dr. Fethi Açıkel

Ankara-2007

(3)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ

ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE MÜHENDİSLER ve SİYASET

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı : Doç. Dr. Fethi Açıkel

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

Tez Sınavı Tarihi...

(4)

İçindekiler

Kısaltmalar ...iii

Tablolar ...v

Giriş ...1

I. BÖLÜM BİR ELİT OLUŞUMU OLARAK MÜHENDİSLER...8

1.1. Klasik ve Çağdaş Elit Kuramları...9

Vilfredo Pareto, Gaetano Mosca, Robert Dahl ve Wright Mills 1.2. Bir Yönetici Kategorisi Olarak Mühendis ve Yönetim İdeolojisi...19

Frederick W. Taylor ve Thorstein Veblen 1.3. Girişimcilik İdeolojisi, Sistemik Yenilik ve Schumpeter...30

Girişimcilik ve Schumpeteryen Öncülük 1.4. Bir Siyasal Elit Olarak Teknokrat Mühendis...42

II. BÖLÜM MODERNLEŞME, SANAYİLEŞME ve MÜHENDİSLER ...52

2.1. Cumhuriyet Döneminde Mühendisler...60

2.2. 1980 Sonrası Neo-liberal Politikalara Genel Bir Bakış...82

2.3. Parlamenter Mühendislerin Dönemlere Göre Dağılımı...92

III. BÖLÜM MÜHENDİSLİK FORMASYONLU BAŞBAKANLAR...112

3.1. Turgut Özal’ın Mühendis Olarak Ekonomiye ve Siyasete Bakışı...112

Özal, Demokratik Katılım ve Teknokratik Uygulamalar 3.2. Süleyman Demirel’in Kalkınmacılığa, Demokrasiye ve Siyasete Bakışı...136

3.3. Necmettin Erbakan'ın Ağır Sanayiye ve Siyasete Bakışı...152

3.4. Elit Kuramları Açısından Mühendislik Formasyonlu Başbakanlar...164

3.5. Veblen Perspektifi Üzerinden Mühendislik Formasyonlu Başbakanlar...170 3.6. Schumpeteryen Girişimcilik Açısından Mühendislik Formasyonlu

(5)

Başbakanlar...177

SONUÇ

Kalkınmacı Mühendislerden Girişimci Mühendislere Dönüşüm...184 Kaynakça...194 Özet...200

(6)

Kısaltmalar

ABD: Amerika Birleşik Devletleri AD: Adil Düzen

A&G: Araştırma ve Geliştirme AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi ANAP: Anavatan Partisi

AP: Adalet Partisi AT: Avrupa Topluluğu

CGP: Cumhuriyetçi Güven Partisi CHP: Cumhuriyet Halk Partisi

DESİYAP: Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası DİSK: Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DP: Demokrat Parti

DPT: Devlet Planlama Teşkilatı DSİ: Devlet Su İşleri

DSP: Demokratik Sol Parti DYP: Doğru Yol Partisi

GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla IDP: Islahatçı Demokrasi Partisi IMF: Uluslararası Para Fonu

İLKSAN: İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı İSKİ: İstanbul Su ve Kanalizasyon İşleri

İSMM: İktisadi Sektördeki Mühendisler İTÜ: İstanbul Teknik Üniversitesi

(7)

MC: Milliyetçi Cephe

MÇP: Milliyetçi Çalışma Partisi

MESS: Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası MITI: Sanayi ve Dış Ticaret Bakanlığı MHP: Milliyetçi Hareket Partisi MNP: Milli Nizam Partisi MM: Mimar-Mühendis MSP: Milli Selamet Partisi

ODTÜ: Orta Doğu Teknik Üniversitesi PKK: Kürdistan İşçi Partisi

RP: Refah Partisi

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

TMMOB: Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği TTB: Türk Tabipler Birliği

(8)

Tablolar

Tablo 1. 1920-1946 yılları arasında meclisteki mesleksel dağılım...94

Tablo 2. 1923-1931 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...95

Tablo 3. 1931-1942 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...96

Tablo 4. 1950-1957 yılları arası meclisteki mesleksel dağılım...98

Tablo 5. 1942-1950 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...99

Tablo 6. 1950-1961 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...100

Tablo 7. 1961-1977 yılları arasında meclisteki mesleksel dağılım...102

Tablo 8. 1961-1969 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...103

Tablo 9. 1969-1974 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...104

Tablo 10. 1974-1979 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...105

Tablo 11. 1983-2000 yılları arasında mühendis milletvekilleri dağılımları...108

Tablo 12. 1979-1993 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...109

Tablo 13. 1993-1999 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...110

Tablo 14. 1999-2003 yılları arası bakanlıkların mesleksel dağılımı...111

(9)

GİRİŞ

Geç modernleşmenin, geleneksel siyasal öğretiler ve ideolojiler alanında belirli tercihlere ve dışlamalara yöneldiği düşünüldüğünde Türkiye’deki modernleşme süreci, kendi “aydınlanmacı” yönüyle öğreti-ideoloji planında devletçiliği, halkçılığı, milliyetçiliği, laikliği ve korporatizmi şu ya da bu ölçüde içselleştirmiş, ancak liberalizmi çok uzun bir süre hep dışlamıştır. Dahası, liberalizm, büyük yarışta Türkiye’nin gerekli hızı sergilemesini engelleyecek saptırıcı bir yaklaşım sayılmıştır. Modernleşme, yani milliyetçilik ve ekonomik rasyonalite için araç devlet olmuştur.

Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde kısmen liberal politikalar uygulanmak istese de yeterli girişimci ve sermaye olmadığı için sanayileşme ve kalkınma faaliyetlerini esas olarak devlet üstlenmiştir. 1930 yılından sonra tüm dünyada, devletçi, müdahaleci ve korumacı politikalara yönelinmeye başlanmıştır. Türkiye de bu doğrultuda hareket ederek, bunalımdan çıkmak ve iktisadi genişlemeyi sağlamak amacıyla çeşitli tedbirler almıştır. Bu döneminde iktisat politikaları bakımından iki belirleyici özellik vardır: Korumacılık ve devletçilik. İktisat politikalarının yöneldiği amaç ve elde edilen sonuçlar bakımından ise bu yılları bir ilk sanayileşme dönemi olarak nitelendirmek uygundur. Sanayileşmenin, iktisadi kalkınmayı ve beraberinde varsayılan modernleşmeyi getireceği toplumların ve devletlerin beklentisi olmuştur.

Türk modernleşme modelinin anti-liberal ancak rasyonalist geleneği mühendisleri kolaylıkla gündeme getirmiştir. Özellikle yüzyılın ilk üç çeyreğinde mühendislik, “yükselen değerleri” (sanayileşme, kalkınma, elektrifikasyon vb.) temsil eden bir alan olarak; kalkınmacılık, planlamacılık, hizmetlerin yaygınlaştırılıp

(10)

toplumsallaştırılması mühendisliğin temeli olmuştur. Gerek sol hareketler içinde yer alan mühendisler için, gerek İslamcı hareketler içinde yer alan mühendisler için sanayileşme mitosu ve kapitalizmin eleştirisi çok belirgin bir şekilde ortak noktalardır.

Mühendisler kendilerini adaletin ve rasyonalitenin cisimleşmesi olarak gördüklerinden bilim ve modernleşmeyle, dolayısıyla refah ve iktidar ile özdeşleşmektedirler. Bilim ve teknolojiye eskiden beri süregelen kıtlığı ortadan kaldıracak, üretkenliğini artıracak ve toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak diye bakılmıştır. Yeni endüstriyel ve pozitivist toplum, yeni bilim ve teknoloji tarafından kıtlıktan kurtarılacak, bütünleştirilecekti. Bilim adamları ve teknokratlar da bu toplumun rahipleri olacaktı. Mühendisliğin ve mühendislerin kalkınma ve sanayileşme süreçlerindeki önemi, sanayinin koşullarında sürekli iyileştirmelerle üretkenliği artırıp, insani maddi varoluşu geliştirebilme gücüne sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Sanayi toplumu, nüfusun maddi refahını sürekli olarak artırabilecek olanaklara sahiptir ve bu olanakların başında ise özgül bir bakış açısı olarak mühendisliğin kendisi gelmektedir.

Sanayinin koşullarında sürekli iyileştirmelerle maddi refahın artırılmasında ise bilimsel ve teknolojik ilerlemelerle birlikte yeniliklerin önemli bir yeri bulunmaktadır. İktisatçılar çok eskiden beri, uzun dönemde iktisadi büyüme ve verimlilik artışında bilim ve teknolojinin, yeniliğin önemini kavramışlardır. Hem Adam Smith hem de Karl Marx, icatları ve yenilikleri, sermaye birikimi, ölçek ekonomileri ve genişleyen piyasalarla ilişkilendirerek, kapitalist ekonomilerin büyümesindeki en dinamik unsurlar saymışlardır.

(11)

Teknolojilerin ve yeniliklerin iktisadi büyümede çok önemli olduğunu düşünerek, bu konuya önem veren iktisatçılardan biri de Joseph Schumpeter olmuştur. J. Schumpeter'e göre, kapitalist büyümenin ana motoru ve girişimci karının kaynağı, çok büyük ölçüde çeşitlilik gösteren teknolojik yenilikler olmuştur.

Schumpeter “ardışık sanayi devrimleri” olarak adlandırdığı teknolojik değişim dalgaları içinde yer alan araştırma, icat ve yeniliklerle tarihsel-tanımsal biçimde, ilgilenmiştir. Mühendisleri de bu bağlamda ele aldığımızda özellikle icat ve yeniliklerin ortaya çıkmasında ve uygulanmasında mühendislerin hem yenilikçi hem girişimci olarak payı olduğu açıktır. Schumpeter için girişimci sadece ekonomik alanla sınırlı tutulmamıştır, tüm alanlarda yeni bir mal, yeni bir ürün, yeni bir süreç, yeni bir pazar yaratan kişiler girişimci olarak düşünülmüştür. Bu tezde mühendisler hem yenilikçi hem de girişimci olarak Schumpeter perspektifi üzerinden ele alınmaya çalışılmıştır. Schumpeter, girişimcilerin, kapitalist işletmelerin genelde ekonomik bunalım zamanlarında karını koruyup artırmak amacıyla teknolojiye yatırım yaptıklarını öne sürer: Teknolojik ilerleme olmazsa sermaye birikimi sürdürülemez, marjinal verimlilik azalmaya başlar ve sonunda kişi başına gelir artışı kaçınılmaz olarak sıfıra doğru yaklaşmaya başlar. Yeni makinelerin ve ara mallarının icadı yeni yatırım olanakları sağlar.

Thorstein Veblen’e göre ise herhangi bir ekonomik bunalım durumunda kapitalist işletmeler karlarını korumaları için iki temel politika seçeneğine sahiptirler:

ya üretim miktarlarını azaltacaklar ya da teknolojiye yatırım yaparak üretim maliyetlerini düşürerek üretim miktarlarını artıracaklardır. Bu iki seçenekten ilkinin, üretim süreçleriyle ilgili olmadığı yani sorunun çözümünü mevcut üretimin yapısında herhangi bir değişikliğe gidilmeksizin mali/fiyatlama işlemleriyle aşma bekleyişinde

(12)

olduğu açıktır. İkincisinin ise, üretim yönetiminin sorumluluk alanına dahil olduğu ve üretim teknolojisinin iyileştirilmesi doğrultusunda teknik kadrolara çağrıda bulunduğu belirgindir.

Kapitalist toplumsal örgütlenme ve üretim ilişkileri içinde yer almak durumunda olan mühendisin, bu yapı içerisinde kendini konumlandırması emek ve sermaye arasındaki temel çelişkiden bağımsız olamaz. Bu açıdan ilginç olan, mühendisin bu temel çelişki bağlamında mühendisliğe nasıl bir anlam yüklediğidir.

Mühendisler kendi çıkarlarını toplumla ya da işverenleriyle uyumlu görebilmektedirler. İşverenle uyumlu görmesi durumu Taylorist bir yaklaşım sergilerken, toplumla uyumlu görmesi ise Veblenci bir yaklaşım içinde olduğunu gösterecektir.

Birinci konumdaki mühendisin tipini, “bilimsel yönetim” ilkelerinin kurucusu ve savunucusu olan Frederick W. Taylor'un görüşlerinde bulmak mümkündür. Kapitalist işletmenin yönetim sorununu bir tür mühendislik sorunu olarak algılayan Taylor'ın düşüncesinde mühendis, her şeyden önce bir yöneticidir.

Ona göre, bir yönetici olan mühendisin temel görevi, kendi sözleri ile ifade etmek gerekirse, “tüm çalışanların tek tek maksimum refahını sağlamaya bağlı olarak işverenin maksimum refahını sağlamaktır”. O halde, Taylor açısından değerlendirildiğinde mühendislik, hem işçinin istediği en yüksek ücreti alabilmesinin hem de işverenin istediği gibi üretimi, mümkün olan en düşük işgücü maliyeti ile gereçekleştirebilmenin koşullarını sağlayan temel bir yönetim işlevidir.

İkinci konumdaki mühendisin tipi ise Thorstein Veblen tarafından çizilmektedir. Veblen için mühendislik, Taylor'ın aksine işletme düzeyinde bir yönetim işlevini değil, sanayi toplumunun özgün niteliğini tanımlayan ve köklerini

(13)

modern teknolojinin yapısında bulan bir bakış açısını simgelemektedir. Veblen'e göre sanayi toplumu, nüfusun maddi refahını sürekli olarak artırabilecek olanaklara sahiptir. Bu olanakların başında ise özgül bir bakış açısı olarak mühendisliğin kendisi gelmektedir. Mühendislik, sanayinin koşullarında sürekli iyileştirmelerle üretkenliği artırıp, insani maddi varoluşu geliştirebilme gücüne sahiptir. Bu potansiyeline karşın fiili olarak mühendisliğin uygulanışı, maddi üretimden daha çok bu üretimin parasal karşılığıyla ilişkili olan “işadamlarının” çıkarlarınca engellenmektedir. Bu algılayış, Veblen'in yaklaşımında mühendisi, Taylor'un aksine tüm çalışanların önderi konumunda ve servet sahibi, kapitalist/rantiye sınıfların karşısında görür. Veblen’e göre, sanki üretim toplumu ile kapitalist toplum kavramlarının içini dolduran nitelikler birbiri ile çelişiktir. Kapitalizmin tüketime dayalı olduğunu, sanayi toplumunun ise tam tersine bir üretim toplumu olduğunu görüyoruz.

“Kapitalist Sistem” yani piyasa ekonomisi, içinde bir irrasyonalite taşımaktadır. Bunu ancak “sanayi mantığı” ile düzenleyebiliriz ve düzenlemeye en uygun kesim ise bilimsel yaklaşımı uygulayacak olan mühendisler olarak gözükmektedir. Buradan yola çıkılarak Türkiye özelinde mühendis formasyonlu başbakanların (Turgut Özal’ın, Süleyman Demirel’in ve Necmettin Erbakan’ın) uygulamalarının Veblen perspektifi üzerinden bir değerlendirmesinin yapılması amaçlanmıştır. Böylece Veblen'in iddia ettiği gibi toplumun ve piyasanın yönetiminin mühendislere bırakılmasının beklenen sanayi toplumunu, rasyonelleşmeyi, üretim artışını ve refahı getirip getirmediği belirlenmeye çalışılmıştır.

Türkiye siyasal tarihine bakıldığında, mühendislik formasyonu almış başbakan olarak Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan'ı görürüz.

(14)

Bu üç mühendis kökenli başbakanın da Türkiye siyasetine önemli etkileri olmuştur.

Bunlardan özellikle Süleyman Demirel ve Turgut Özal'ın teknokrat olarak ülkenin çeşitli kurumlarında hizmet verdiğini ve sonrasında siyasete katıldıklarını görüyoruz.

Siyasete girmelerine neden olan unsurlar arasında ise ağırlıklı olarak mühendis olarak aldıkları eğitim dolayısıyla ülkenin sanayileşmesi ve kalkınması için kullanılması olduğunu söyleyebiliriz. Bu tez içerisinde Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan'ın yaşamları ve özellikle iktidarda oldukları dönemlerdeki icraatları ele alınmıştır.

Bununla birlikte özellikle Özal döneminde yürütme ve yasama organlarında mühendis oranlarının yüksek olduğunu görüyoruz. Daha önceki dönemlerde parlamento yapısına baktığımızda ise bürokratik milletvekillerinin ağırlıklı olduğu görülmektedir. Özellikle azgelişmiş ülkelerde gerek emek gerekse sermaye sınıflarının yeterince güçlü olmamaları, dolayısıyla hegemonyalarını kuramamaları nedeniyle yaşanan istikrarsızlıklar, sınıflar üstü/dışı çözüm arayışları ile birlikte mühendislik ideolojisi ve teknokratik ideoloji için de verimli bir zemin yaratabilmiştir. Dolayısıyla, istikrar içinde kalkınma, sınai ve teknolojik gelişme için gerekli kararların teknik düzeyde ve teknik kadrolar tarafından alınması gerektiği konusunda güçlü ve yaygın bir ideolojik konsensus oluşabilmiştir. Tezde 1980'li yıllardaki politik ortam içerisinde bürokratik elitlerden teknokratik elitlere geçişteki nedenler ve dönüşümler incelenmeye çalışılmıştır.

Ayrıca, Özal döneminde yürütme organında yüksek oranlarda mühendislerin bulunmasından dolayı Özal dönemi yönetimi için teknokratik yönetim eleştirileri yapılmıştır; Toplumsal bakımdan önemli pek çok kararın toplumun onayını almaya dönük demokratik hiçbir mekanizmaya gerek duymadan teknik kadrolar tarafından

(15)

alındığı yorumları yapılmıştır. Gerçekten de, teknokratın en belirgin özelliği, sahip olduğu ideoloji ne olursa olsun, sorun çözmede düşünce ve davranışını tamamen teknik niteliklere dayandırma arzusu olmuştur. Tez içerisinde inceleme konularından birini de Özal'ın uygulamalarının teknokratik uygulama ve demokratik katılım açısından incelenmesi olmuştur.

Her ideolojik dönem, kendinden bir sonraki döneme göre kuruluş dönemi, kendinden bir önceki döneme göre de değişme dönemidir. Her ideolojik dönem kendinden önceki dönem tarafından yaratılır ve kendinden sonra gelecek bir dönemi ortaya çıkarır. Bu açıdan her ideolojik dönemin tepki biçimlenmesi aşaması bir önceki dönemin kurumsallaşma aşaması ile, kurumsallaşma aşaması da bir sonraki dönemin tepki biçimlenmesi aşaması ile çakışır. Mühendislerin ekonomik, ideolojik ve politik konumlanışına dair değerlendirmeler ilgili toplumun ekonomik, ideolojik ve politik yapısına dair olan ve olabilecek değişimleri belirlememize katkı sağlayacaktır. Çalışmanın bu düşünce üzerinden daha sonraki dönemlerin tahmin edilmesine/anlaşılmasına katkı koyabileceği beklenmektedir.

(16)

I. BÖLÜM:

BİR ELİT OLUŞUMU OLARAK MÜHENDİSLER

Değişik toplum tiplerini ayrıştırmada ve toplumsal yapıdaki değişmeleri açıklamada gözönüne alınması gereken en önemli olgular arasında elitlerin boyutu, farklı elitlerin sayısı, onların birbirleriyle ve siyasal erki kullanan kümelerle ilişkileri bulunmaktadır. “Elit” sözcüğünün kökenlerinin izi sürüldüğünde; Latince

“Eligre”den geldiği görülmektedir. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca gibi pek çok dilde elit; “seçilmiş olan parça” ve “en iyisi” anlamlarında kullanılmaktadır. Tom Bottomore, seçkin sözcüğünün, on yedinci yüzyılda üstün kalitedeki malları tanımlamakta kullanıldığını belirtmektedir. Daha sonraları bu sözcüğün kullanım alanı genişleyerek; birinci sınıf askeri birlikleri ya da soyluluğun yüksek mertebeleri gibi üst toplumsal kümeleri kapsamaya başlamıştır1.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre elit, “benzerleri arasında niteliklerinin yüksekliği ile göze çarpan” kişiler olarak tanımlanıyor. Bu anlamda seçkinler ne bir toplumsal sınıftır ne de bir baskı grubudur. Ama seçkinlerin siyasal yaşamda bir ağırlıkları vardır. Bu ağırlık özellikle geri kalmış ülkelerde önem kazanmaktadır2.

“Elitizm; bir toplumda başta politik alan olmak üzere, tek tek hemen her alanda ön plana çıkan, doğuştan getirdiği yetenekleriyle veya sonradan kazandığı birikimlerle seçkinleşen insan ya da grupların varolduğunu veya olması gerektiğini savunan eşitlikçiliğe karşıt bir tavır ya da yaklaşımdır”3. Burada Klasik Elit Kuramları başlığı altında Gaetano Mosca, Vilfredo Pareto'nun görüşleri; Robert Dahl ve Wright

1 Tom Bottomore, Seçkinler ve Toplum, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1997b, s.8.

2 Ahmet T. Kışlalı, Siyaset Bilimi, Ankara, A. Ü. Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları, 1987, s.275.

3 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul, Paradigma Yayınları, 2000, s.315.

(17)

Mills’in görüşleri ile de Çağdaş Elit Kuramlar ele alınmaktadır.

1.1. Klasik ve Çağdaş Elit Kuramları:

Vilfredo Pareto, Gaetano Mosca, Robert Dahl ve Wright Mills

Pareto’nun toplum doğasına ilişkin iddiası, toplumun elitler ve elit olmayanlar olmak üzere iki ayrı gruptan oluştuğudur. Toplumun doğasında bu ikili yapı belirgin olduğu gibi, insan toplumlarının tarihinin açıklanmasında da bu ikili yapı önem taşımaktadır; çünkü Pareto’ya göre tarihi yapan itici güç elitlerdir.

Aron'un aktardığına göre “ Pareto’nun tanınmış formülüne göre, ‘Tarih aristokrasinin mezarıdır’. Toplumların tarihi, oluşan, mücadele eden, iktidara gelen, ondan yararlanan, gerileyen ve yerini başkalarına bırakan ayrıcalıklı azınlıkların tarihidir”4. Bu temel görüşten hareketle Pareto’nun elitler hakkındaki kuramı, onun toplumun geneli ve tarihiyle ilgili görüşlerinden ayrışmış değildir. Hatta toplumsal denge analizi ve tarih görüşü bu kuram içerisinde yer almaktadır.

Pareto, elit kavramını iki ayrı şekilde tanımlamıştır. İlk tanımlamada elit, geniş ve genel bir anlam içeriğine sahiptir; toplumdaki elitlerin tümünü ve ikinci tanımlamayı da kapsamaktadır. İlk tanımlamada elit, her biri kendi etkinlik alanında, mesleklerinde başarılı olmuş kişileri kapsamaktadır. Bireylerin zeka düzeyleri, matematiğe yatkınlıkları, müzik yetenekleri v.b. gibi başka ölçütlere göre sıralanmaları durumunda gelir dağılımına benzer bir normal dağılım eğrisinin ortaya çıkacağını öne sürmüştür. Aron’un aktardığına göre Pareto, bu genel elit kavramını, şöyle betimlemektedir;

4 Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1994, s.323.

(18)

“Bütün insan etkinliklerinde bireylerin her birine yeteneklerini belirleyen, okullarda okutulan değişik konuların sınavlarındaki notlara benzer göstergeler verildiğini varsayalım. Örneğin mesleğinde çok başarılı olana 10 veririz. Bir tek müşteri kazanmayı başaramayana 1 veririz. Böylece gerçekten işe yaramayan da 0 alır. İnsanların bütün etkinlik dalları için de böyledir.

Etkinliklerini gösterdikleri dalda en yüksek göstergelere sahip olanlardan bir sınıf oluşturalım ve buna elit adını verelim”5.

İkincisi ise dar bir tanımlamadır ve sadece yönetici elitleri nitelemektedir.

Pareto’ya göre tarihin itici gücü olmakla birlikte elitler, özellikle de yönetici elitler bulundukları topluma, sahip oldukları nitelikleriyle kendi renklerini de vermektedirler. Pareto, toplumların temel özelliklerinin, elitlerinin özelliklerince belirlendiği iddiasını öne sürmüştür.

Toplumda ve tarihte sürekli bir elit dolaşımı bulunduğunu iddia eden Pareto, yönetici elitlerin dolaşımını açıklarken, elitlerin psikolojik özellikleri üzerine vurgu yapmaktadır. Elitlerin dolaşımı kuramına göre, her toplum aslanlarla yani şiddetle kurulmaktadır ama yerleşikliğin sağlanmasıyla birlikte, aslanların cesaretine ve kuvvetine duyulan ihtiyaç azalmakta, yerini tilkilerin ustalıklı becerilerini ortaya koymalarına neden olan çok daha yoğun başka bir ihtiyaca bırakmaktadır. Bu nedenle de tilkiler egemen duruma gelmektedir. Tilkilerin egemenliği, toplumun kimliği ve yön duygusunda yaşanan belirsizlikler, daha cesur, aslanca niteliklere duyulan ihtiyacın artmasına neden olana kadar devam etmektedir.

Pareto’ya göre, elitlerin dolaşımı toplumsal dengeyi tesis etme ve sürdürmede işlevseldir. Toplumun belirleyici unsuru olan elitlerin, toplumsal istikrarı

5 Raymond Aron, 1994, s.319.

(19)

sağlayabilmesi için eşzamanlı olarak da uygulayabilecekleri iki seçenekleri bulunmaktadır. Elit adaylarını elemek ya da özümsemek. İkinci seçenek daha insancıl olmakla birlikte, devrimci elit değişimlerini engelleme konusunda daha etkin bir yöntem olarak da görülmektedir. Özümseme yönteminde, elit sınıf içinde doğmayan yetenekli kişilere elit sınıfın kapılarının açılmasıyla statüko korunabilmektedir. Diğer seçenek olan elit adaylarının elenmesi ise, en insancıl yola sürgünken, daha farklı şiddet kullanımlarını da içerebilir. Fakat Pareto’ya göre, bu yöntem toplumsal istikrarın sağlanmasında diğer yöntem kadar etkili değildir.

“Bireylerin dolaşımının yavaşlaması, hala iktidarı ellerinde tutan sınıflardaki yoz öğelerin önemli ölçüde artışı, öte yandan da bağımlı sınıflardaki üstün nitelikli öğelerin çoğalmasıyla sonuçlanabilir. Böyle bir durumda toplumsal denge istikrarsızlaşır. En ufak bir darbe onu yıkar. Bir istila ya da bir devrim köklü bir değişiklik yaratır, yeni bir elit kesimi iktidara getirir ve yeni bir kararlı denge kurulur”6.

Pareto'ya göre devrimler, yönetici seçkinler artık kendilerine uygun tortulara sahip olmadıkları, güçleri azaldığı ve aşağı tabakada yeni kişiler, hükümet yönetimine uygun tortulara sahip olarak ortaya çıktığı zaman meydana gelir.

Toplumun yüksek tabakasındaki yönetici seçkinler dejenere olurken, toplumun alt tabakasında yeni bir seçkinler grubu hazırlanmaktadır. İki grup arasında geçiş olmadığı zaman, iktidar savaşı başlar ve yeni seçkinler yeni bazı türevlerle başa geçmeye çalışırlar.

Elit kavramını ilk kullanan sosyal bilimci olmasına ve yönetici elitler üzerine odaklanmasına karşın Pareto’nun elitlerin dolaşımı kuramı, açıkça formalist, tarih

6 Sezgin Kızılçelik, Sosyoloji Teorileri 1, Konya, Yunus Emre Yayıncılık, 1994, s.319.

(20)

dışı ve psikolojist bir kuramdır. Elitlerin dolaşımının yegane açıklayıcısı, sahip oldukları psikolojik özelliklerdir. Sosyal ve ekonomik koşulların etkisi ise bu kuramdan dışlanmıştır. Kişilerin psikolojik özellikleri onların toplumdaki konumları üzerinde belirleyici bir etken olabilmekle birlikte yegane etken olarak alındığında sosyal olguları açıklamakta yetersiz ve indirgemeci bir yaklaşım olmaktadır.

Mosca, elit deyimini kullanmamakla birlikte, elitler ile kitle arasında ilk sistemli ayrımı yapan ve bu ayrım üzerinden siyaset bilimini yeni bir temele oturtmaya çalışan öncü kişidir. Mosca bu ayrımı yaptığı eserinde, eserine de adını veren “yönetici sınıf” (The Ruling Class, 1896) kavramını kullanmıştır. Mosca yönetici sınıf kavramı yerine sıklıkla, “siyasal sınıf” deyimini de kullanmaktadır.

“Tüm siyasal organizmalarda bulunan, en gelişigüzel bakışla bile anlaşılabilecek kadar açık olan değişmez gerçek ve eğilimlerden biri; çok az gelişmiş, uygarlığa ancak ulaşabilmiş toplumlardan, en çok gelişmiş ve en güçlü toplumlara kadar tüm toplumlarda, iki sınıf insanın görüldüğüdür; Bir yöneten sınıf ve bir yönetilen sınıf. İlk sınıfın daha az üyesi vardır, tüm siyasal işlevleri gerçekleştirir. İktidarı tekelleştirir ve iktidarın getirdiği avantajlardan faydalanır; ikincisi ise daha kalabalıktır, ilk sınıf tarafından yönetilir ve kontrol edilir. Bunun usulü az ya da çok legal olabilir, az ya da çok keyfi olup, şiddet içerebilir”7.

Mosca’ya göre azınlığın çoğunluğu yönetebilmesinin nedeni, azınlığın örgütlü olmasından kaynaklanmaktadır. Örgütlü bir azınlık, örgütlü olduğu için yönetmektedir ve azınlık olduğu için de örgütlenebilmiştir. Örgütsüz bir çoğunluğun, genellikle de üstün bireylerden meydana gelen ve tek bir itici güçle hareket eden

7 Gaetano Mosca, The Ruling Class, Mcgraw-Hill Book Company, New York, 1939, s.50.

(21)

örgütlü bir azınlık tarafından yönetilmesi kaçınılmazdır. Örgütlenmemiş, dağınık çoğunluk (kitle) içinde tek başına var olan bireylerin, azınlığın gücüne direnebilmesi ise mümkün değildir. Bottomore’un aktardığına göre Mosca, Elitler’in toplumu sadece kaba güç ve aldatmaca ile yönetmediklerini bir anlamda toplumdaki önemli ve nüfuzlu kümelerin çıkar ve amaçlarını da temsil ettiklerini öne sürmektedir;

“Modern çağda, seçkinler toplumda geri kalan kesimlerin üzerine basitçe gelip çöreklenmiş değildir; her bakımdan devlet görevlileri, yöneticiler ve beyaz yakalı işçiler, bilim adamları, mühendisler, bilginler ve aydınlardan oluşan ‘yeni orta sınıf’ın bütününü kapsayan bir alt seçkinler aracılığıyla topluma sıkı sıkıya bağlantılıdırlar. Bu küme yalnızca seçkinlere yeni üyeler sağlamakla kalmaz, bizatihi toplumun yönetiminde can alıcı bir rol oynar”8.

Bottomore’a göre, Mosca kuramında, siyasal sınıfın en üst katmanı olan elitlerin ayrı-türdenliğinin; bu katmanın temsil ettiği çıkarların, toplumsal güçlerin;

ve modern toplumlarda bu katmanın, siyasal sınıfın en alt katmanı olan ‘yeni orta sınıf’ aracılığıyla toplumun geri kalan kesimleriyle olan yakın bağlarının ayrımındadır. Bu nedenle, modern demokrasilerde egemen azınlığın çoğunluk üzerinde basit yönetimi yerine ikisi arasında karşılıklı bir etkileşim olduğunu kabul etmektedir.

Mosca, bireysel karakteristiklerin toplumsal koşullar tarafından üretildiğini belirtir. Mosca, ayrıca seçkinlerin yükseliş ve çöküşleri ile ilgili açıklamasında bireysel karakteristiklere hiç gönderme yapmaz. Bu olguları toplumda yeni sorunların ortaya çıkması, yeni çıkarların ve ideallerin filizlenmesiyle açıklar.

“Siyasal güçlerin dengesinde bir değişme olur olmaz, yönetici sınıfın oluşum

8 Tom Bottomore,1997b, s.12.

(22)

tarzında da bir değişiklik olur. Eğer bir toplumda yeni bir servet kaynağı gelişirse, bilginin pratik önemi artarsa, eski bir din çöküp yenisi doğarsa, yeni bir fikir akımı yaygınlaşırsa o zaman yönetici sınıflarda geniş kapsamlı çatlaklar meydana gelir”9.

Dolayısıyla Bottomore’a göre Mosca, yeni elitlerin yükselişini kısmen toplumda yeni çıkarları temsil eden toplumsal güçlerin ortaya çıkışıyla da bağlantılandırdığı için, elitlerin dolaşımını psikolojik olduğu kadar, sosyolojik olarak da açıklamaktadır10.

Çağdaş Elit Kuramcıları arasında Robert Dahl’ın tespitleri kayda değerdir.

Çoğulcu yaklaşımın temsilcisi olan Dahl’a göre modern bir toplumda güç, sosyal gruplar arasında paylaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, çoğulcu yaklaşım, çoğulcu bir siyasal ve sosyal yapıya dayanmaktadır. Bu görüşüyle paralel olarak Dahl, elit grubu da yekpare bir bütünlük olarak görmemekte, toplumda var olan çok sayıdaki elit gruplar arasında farklılıklar ve hatta çelişkiler söz konusu olduğunu belirtmekte ve bu bağlamda tek bir seçkin grubun tüm topluma yön veremeyeceğine inanmaktadır.

Bu çelişkiler ve onlar arasındaki rekabet sayesinde dengede, demokrasinin kendine kısmen olanak bulduğunu belirtmektedir. Dahl’a göre, ideal demokratik süreç beş kriteri sağlamalıdır;

“1) oylamada eşitlik, 2) etkin katılım, 3) bilgi edinmede açıklık ve her konu hakkında gerçek ve doğru biçimde herkesin aydınlatılmış olması, 4) yapılan işler üzerinde son kontrolün olması ve 5) sürecin herkesi içermesidir. Dahl’a göre varolan hiçbir rejim bu beş kriteri birden sağlayamamaktadır”11.

9 Tom Bottomore, Seçkinler ve Toplum, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1990a, s.60.

10 Tom Bottomore,1997b, s.13-14.

11 Robert Dahl, The Dilemma of Pluralist Democracy, Gerland Publishing New York, 1997, s.

(23)

Toplumsal yapının ve devlet mekanizmasının genişlemiş ve karmaşıklaşmış olması nedeniyle doğrudan demokrasinin –ideal demokrasinin -koşullarının pratikte karşılanamayacağını iddia etmekte olan Dahl, “Who Governs? (1961) başlığını taşıyan New Haven’le ilgili incelemesinde, temsili demokrasinin ortaya çıkışının iktidarı elit bir kesimden örgütlü biçimdeki çeşitli çıkar gruplarına kaydırdığını, bir bakıma oligarşiden, poligarşiye geçildiği sonucuna varmaktadır12. Elit değişimi sadece elit durumunda olan kişilerin değişimi demek değildir. Kişiler değişik nedenlerle devletin üst basamaklarına tırmanabilir veya inebilirler. Hastalık, yaşlılık, ölüm gibi doğal nedenlerle ya da zorunlu emeklilik ve seçimle gelenlerin yeniden seçilememeleri gibi nedenlerle, yeni elit adaylarına kapılar açılabilir. Bu tür sebepler elit değişimini açıklayamazlar. Doğal nedenler, hukuki sınırlamalar, gönüllü çekilmeler ve seçimler sadece elit durumunda bulunan kişilerin değişimini açıklayabilir, her zaman elit değişimine neden olamazlar. “Elit değişimi siyasal sistemin üst yerlerinin sadece değişik kişilerce değil, değişik türde kişilerce doldurulması demektir”. Elit değişiminin toplumsal değişimle bağlantılı olması gerekmektedir 13. Aşamalı olarak elit olma yolları tıkanırsa, iktidarın ani olarak el değiştirmesi ortaya çıkar. Ayrıca elitler ya meşru yoldan ya da meşru olmayan yoldan iktidara gelirler. Çoğunlukla iktidarın aşamalı olarak el değiştirmesi meşru yoldan olur14.

Belli bir zamanda siyasi iktidarı hukuken ve fiilen kullanan elitin yanı başında, siyasi iktidara katılma ve etki yönünden önemli bir varlık gösterememiş, siyasi elit grupları bulunabilir. Bu elit grupları, siyasi ve sosyal yapıdaki, ayrıca

267-268.

12 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s.95.

13 Mehmet Turhan, Siyasal Elitler, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1991, s.59-60.

14 Mehmet Turhan, 1991, s.60.

(24)

değer yargılarındaki değişiklikler nedeni ile hız kazanarak siyasi iktidara birden katılabilirler. Özellikle ihtilal öncesi devirlerde böyledir. İşte bu eliti Daver

“potansiyel elit” olarak adlandırmıştır. Henüz varlığı ve etkisi hissedilmemiş olmakla beraber, bir süre sonra bu uyku halindeki elit grupları canlılık kazanarak, fiilen ya da hukuken iktidara sahip çıkacaklardır15 .

Wright Mills’in elitler hakkındaki düşüncelerine baktığımızda ise şunu görüyoruz; Mills'e göre toplumlar elitler ve elit olmayanlar olarak ikiye ayrılır.

Elitler ise sadece siyasal elitlerle sınırlanmamış ve askeri ve ekonomik elitleri de kapsamıştır. Yönetimsel alınan kararlardaki etkililikte belirtilen elitlerden zaman zaman biri öne çıksada genelde alınan kararlar bu üç elit grubunun ortak görüşleri doğrultusunda alınmıştır. Mills “egemen sınıf” yerine “iktidar seçkinleri” deyiminin kullanılması gerektiğini öne sürmüştür. Mills, sınıf kavramının ekonomik bir sınıflandırma egemen kavramının ise siyasal bir tanımlama olduğu için “iktidar seçkinleri” deyimini kullanmasını aşağıdaki gibi açıklar;

“ ‘Egemen sınıf’ yüklendiği anlamlar bakımından kötü bir deyimdir. ‘Sınıf’

ekonomik bir tanımdır ‘egemen olmak’ ise siyasal. ‘Egemen’ deyimi bu yüzden ekonomik bir sınıfın siyasal olarak hükümet ettiği kuramını içermektedir. Bu kestirme kuram zaman zaman doğru olabileceği gibi, doğru olmayabilir de ama bu oldukça basit kuramın, sorunların tanımlamakta kullandığımız terimlere bulaşmasını istemiyoruz; kuramları daha kesin ve tek yanlı anlamı olan terimleri kullanarak açık biçimde ifade etmek istiyoruz.

Özellikle ‘egemen sınıf’ deyimi, bilinen siyasal yalanlamalarıyla, siyasal düzene ve etkenlerine yeterince özerklik sağlamaz ve bu niteliğiyle askerlere

15 Bülent Daver, Az Gelişmiş Ülkelerde Siyasal Elit, Ankara, A.Ü. SBF Dergisi, C.20, S.2, 1965, s.520.

(25)

ilişkin hiçbir şey söylemez. Böylesi yalın bir ‘ekonomik belirlenimcilik’

görüşünün ‘siyasal belirlenimcilik’ ve ‘askeri belirlenimcilik’ ile geliştirilmesi gerektiğini; bu üç alanı her birinin en üst etkenlerinin şimdi sıklıkla dikkat çekici ölçüde özerkliği olduğunu; ve ancak çoğunlukla girift koalisyon yollarıyla bunların en önemli kararları alıp yürüttüklerini savunuyoruz.”16

Mills, birlik ve kuruluşların, yönetici seçkinler ile şirketleşmiş ekonominin zenginleri arasında birliğin oluşumunu sağlamakta kolaylık sağladığını17, üst yöneticiler-uygulayıcılar ile büyük zenginlerin farklı ve iki ayrı grup olmadıklarını, bunların her ikisinin de, günümüzde birleşik bir yapıya kavuşmuş bulunan mülkiyet ve ayrıcalıklar dünyasında son derece iç içe girdiğini belirtmiştir18. Dolayısıyla Mills’e göre yönetici ve üretim hattında uygulayıcı olarak yer alan mühendislerle büyük zenginler, ayrı gruplara dahil olmayıp benzer çıkarlara sahiplerdir.

Mills, büyük şirketlerin yöneticilerinin “aylak sınıf” üyesi olmadıklarını fakat oldukça yüksek bir konfor içinde yaşadıklarını belirtmiştir19. Şirketler topluluğu çatısı altında birleşen büyük zenginler topluluğuna gölge düşüren bir olgunun, topluluğun yönetimini başkalarına kapalı tutan bir iç çevrenin etkinliği olduğunu ifade eder ve “Başkalarına kapalı yönetici iç çevre” teriminin boş bir söz sayılamayacağını öne sürer20. Bu çevrenin oluşmasında ise bir başka deyişle elit oluşmasındaki en büyük faktörlerden birisinin de eğitim kurumları, okullar olduğunu söyleyebiliriz. Üst yöneticilerin meslek hayatına şöyle yakından bakılmak

16 Tom Bottomore, 1990a, s.35-36.

17 Wright Mills, İktidar Seçkinleri, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1974, s.165.

18 Ibid, s.161.

19 Ibid, s.176.

20 Ibid, s.166.

(26)

istendiğinde, aynı toplumsal çevreden kişilerin yüksek mevkilere getirmek için genelde birbirlerini seçtikleri ve aynı okul çevresinden oldukları görülmektedir.

Pierre Bourdieu, okulların bir aidiyetin damgasını taşıdıklarını ve toplumsal farklılaşmaya yol açtığını belirtmektedir. Okullar bir toplumsal sıra farklılığı, kalıcı bir düzen bağıntısı kurar, seçilenler, yaşamları boyunca, bir aidiyetin damgasını taşırlar. İşte okulun geliştirdiği ayrım, bu bağlamda da bir kutsama, yani kutsal bir kategoriye, bir soylular sınıfına dahil etme düzenlemesidir21. Toplumsal başarı artık, önceden var olan bir toplumsal farklılığı okul bağlamında kutsayan adlandırma edimiyle sıkı sıkıya bağlıdır22.

Mills bürokratları değerlendirmesinde ise, birey olarak bir bürokratın değerinin, resmi işlerinde yasalara ve kurallara uymasına ve siyasal yönden tarafsız kalmasına bağlı olduğunu söylemektedir. Bürokratın yönetimle ilgili politikanın saptayıcısı olmayıp, yönetime saptayacağı politika için alternatifler sunmakla görevlidir23. Bürokratlarla teknokratları bu bazda karşılaştırdığımızda Mills için fazla bir anlam farklılığın oluşmadığını söyleyebiliriz. Bir başka deyişle Mills, teknokratları sadece alternatifleri sunmakla görevli saymış ve siyasal yönetime saptayıcı olarak katılamayacağını öne sürmüştür.

“Siyasal yönetim mekanizması, ordu ve şirketler modern yaşamı biçimlendirecek duruma gelmişlerdir. Bu kurumlar kendilerinin dışındaki kurumlar kendi amaçlarına erişmekte birer araç gibi kullanmaya başlamışlardır. Mills bu kurumlardaki hiyerarşinin en üst kesiminde bulunanlara “iktidar eliti” adını verir. İktidar eliti egemen bir sınıf

21 Pierre Bourdieu, Pratik Nedenler, İstanbul, Kesit Yayıncılık, 1995, s.41.

22 Ibid, s.42.

23 Wright Mills, 1974, s.325.

(27)

oluşturmamakla beraber çıkarları, toplumsal kökenleri ve dünya görüşleri açısından aralarında sıkı bir bağ ve dayanışma bulunan kişilerden oluşur.

Toplumdaki iktidar giderek bu üçlü azınlık elinde toplanmakta ve yığınların siyasal kararlara katılması imkansız hale gelmektedir”24.

Buradan Mills’in Marksizmin öne sürdüğü egemen sınıf kavramı yerine iktidar eliti kavramının kullanılması gerektiğini ve bu iktidar eliti yönetiminin pek de demokratik olmayan bir toplum ve siyasal yapı oluşturduğunu ve sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Endüstrileşmiş toplumlarda egemenlik ile iktidar gerçekte ekonomik siyasal ve askeri alanlarda yığılmış diğer alanlardaki toplumsal kurumlar, kenarlara sapalara çekilmiş bazen de bu üç alandaki kurumlar karşısındaki bağımlılaşmak durumunda kalmışlardır.

1.2. Bir Yönetici Kategorisi Olarak Mühendis ve Yönetim İdeolojisi:

Frederick W. Taylor ve Thorstein Veblen

Nilüfer Göle, 1930’lu yıllarda, yani buhran döneminde Scott adında bir mühendisin başlattığı toplumsal harekete değinerek şunları söyler; Politikacıların yerine, tarafsız teknokratların , bilim adamlarının, özellikle –mühendislerin iktidara gelmesini- savunan bu hareket, Veblen’in teorik öngörülerinin bir bakıma pratikte vücut bulmasıydı25. Böylece, 1929-1930 buhranı ile tıkanan kapitalizme ve piyasa ekonomisine, tarafsız teknokratların, mühendislerin, rasyonel bir iktidarla karşı çıkması öneriliyordu. Buna bilim ve teknolojideki gelişmelerin eklenmesiyle birlikte mühendislerin rolü daha da artıyordu.

24 Wright Mills, 1974, s.9.

25 Nilüfer Göle, “Mühendis İdeolojisi ve Siyaset”, Mühendis ve Makine, S.402, 1993c, s.28-30.

(28)

Bilim ve teknolojinin gelişmesi ve bu gelişmelerin hayatta fazlasıyla yer bulmasıyla birlikte mühendisin toplum ve ülke sorunları karşısında sorumluluğu daha da önem kazanmıştır. Ülkenin kalkınması, halkın ihtiyaçları ile mühendisliğin ilgisinin dolaysızlığı görüldükçe, sermayenin ihtiyaçlarıyla halkın ihtiyaçları arasındaki çelişki büyüdükçe, bu iki karşıtlığın üretim süreci bakımından “orta yerinde” görünen mühendisin sorumluluğu da artmaya başlamıştır. Atom bombasının imaline kendi bilimsel çalışmalarının bilmeden katkı yaptığını fark eden bilim adamlarının atom bombasının kullanılmaması için kampanya açması, bunun bir

“bilim adamı etiği” olması gibi, mühendis de giderek daha çok yaptığı işle toplumun çıkarı arasında bir ilişki kurmak; yaptığı işin toplum lehine mi, sermayenin lehine mi olduğunu, buradan da “kime hizmet ettiği”ni sormaya başlamıştır. Elbette ki;

mühendislik hizmetlerinin yaygınlaşması ve kitlesinin büyümesiyle de bu

“sorgulama” bireysel bir sorumluluk olmaktan çıkıp; toplu olarak mühendislerin

mesleki örgütlerinin etiği, “politikası” olarak da biçimlenmiştir.

Mühendislik, bir yandan bir meslektir; ve kendi bürosundan çalışandan devlet memurluğuna, özel bir işyerinde ücretli çalışandan genişçe bir işsizler kitlesine (kasaplık, lokantacılık, çiftçilik vb. başka işler yapanlara mensup olmaya kadar geniş bir alanda ve farklı ekonomik düzeyde olanlar da dahil) heterojen bir topluluktur.

Ama öte yandan Türkiye’de 500 bine yaklaşan kitlesiyle mühendisler bir toplumsal kategoriyi oluşturmaktadır. Dolayısıyla meslek etiğinin gereği olduğu kadar, çok büyük çoğunluğu emeği ile geçinen bir kesim olmasından dolayı da mühendisler, emekçi sınıfların ekonomik hak mücadeleleri ve politik kurtuluş mücadelesinde önemli bir güç odağı olarak ele alınmak durumundadır.

Kapitalist toplumsal örgütlenme ve üretim ilişkileri içinde yer almak

(29)

durumunda olan mühendisin, bu yapı içerisinde kendini konumlandırması emek ve sermaye arasındaki bu temel çelişkiden bağımsız olamaz. Bu açıdan ilginç olan, mühendisin bu temel çelişki bağlamında mühendisliğe nasıl bir anlam yüklediğidir.

Bu noktada mühendisin konumlanışı hakkında iki noktadan söz etmek mümkündür.

O, ya sahip olduğu mesleki formasyona gönderme ile söz konusu temel çelişkinin gerçek bir çelişki olmadığı, bunun tümüyle bir yanılsama olduğu vurgusundan hareketle sermaye ve emeğin çıkarlarının uyum içerisinde birlikte var olabileceğini göstermeye çalışır ve mühendisliği, sermayenin rasyonelleri ile uyumlu olarak tanımlar ya da bu çelişkinin varlığından hareketle, emek ve sermaye arasındaki çelişkinin, aynı zamanda sermaye ile mühendislik arasında da mevcut olduğu ve bu nedenle mühendisin çıkarlarının sermayenin çıkarları ile uyumsuz olduğu sonucuna ulaşır.

Birinci konumdaki mühendisin tipini, “bilimsel yönetim” ilkelerinin kurucusu ve savunucusu olan Frederick W. Taylor'un görüşlerinde bulmak mümkündür. Kapitalist işletmenin yönetim sorununu bir tür mühendislik sorunu olarak algılayan Taylor'ın düşüncesinde mühendis, her şeyden önce bir yöneticidir.

Ona göre, bir yönetici olan mühendisin temel görevi tüm çalışanların tek tek maksimum refahını sağlamaya bağlı olarak işverenin maksimum refahını sağlamaktır. O halde, Taylor açısından değerlendirildiğinde mühendislik, hem işçinin istediği en yüksek ücreti alabilmesinin hem de işverenin istediği gibi üretimi, mümkün olan en düşük işgücü maliyeti ile gereçekleştirebilmenin koşullarını sağlayan temel bir yönetim işlevidir.

İkinci konumdaki mühendisin tipi ise Thorstein Veblen tarafından çizilmektedir. Veblen için mühendislik, Taylor'ın aksine işletme düzeyinde bir

(30)

yönetim işlevini değil, sanayi toplumunun özgün niteliğini tanımlayan ve köklerini modern teknolojinin yapısında bulan bir bakış açısını simgelemektedir. Veblen'e göre sanayi toplumu, nüfusun maddi refahını sürekli olarak artırabilecek olanaklara sahiptir. Bu olanakların başında ise özgül bir bakış açısı olarak mühendisliğin kendisi gelmektedir. Mühendislik, sanayinin koşullarında sürekli iyileştirmelerle üretkenliği artırıp, insani maddi varoluşu geliştirebilme gücüne sahiptir. Bu potansiyeline karşın fiili olarak mühendisliğin uygulanışı, maddi üretimden daha çok bu üretimin parasal karşılığıyla ilişkili olan “işadamlarının” çıkarlarınca engellenmektedir. Bu durum Veblen açısından, kapitalizmde sermaye ile emek arasındaki çelişkinin yanı sıra, ondan daha önemli olan bir başka çelişkinin varlığı anlamına gelir. Bu da, mühendislik ile sermayenin rasyonellerinin çatışmasından kaynaklanan mühendis- işadamı çelişkisidir. Bu algılayış, Veblen'in yaklaşımında mühendisi, Taylor'un aksine tüm çalışanların önderi konumunda ve servet sahibi, kapitalist/rantiye sınıfların karşısında görür.

Veblen’e göre, sanki üretim toplumu ile kapitalist toplum kavramlarının içini dolduran nitelikler birbiri ile çelişiktir. Kapitalizmin tüketime dayalı olduğunu, sanayi toplumunun ise tam tersine bir üretim toplumu olduğunu, sanayi için iş yapma güdüsünün en önemli şey olduğu halde, kapitalizm de ise “haz” içgüdüsünün egemen olduğunu belirleyen Veblen’de “sanayi toplumunun yüceltildiğini ve kapitalizme bu temelde eleştirel bir yaklaşım getirildiğini görüyoruz. Buna mühendisçe bir eleştiri”de diyebiliriz. Demektedir ki, “Kapitalist Sistem” yani piyasa ekonomisi, içinde bir irrasyonalite taşımaktadır. Bunu ancak “sanayi mantığı” ile düzenleyebiliriz. Piyasanın karmaşasına toplumu bırakamayız. Bilimsel bir yaklaşım gerekmektedir. Bunu da en iyi mühendislerin yerine getirebileceğini öne sürer.

(31)

Veblen, resmen mühendisleri iktidara çağırmaktadır. “Mühendisler İktidara”.

İşte burada artık, “sosyal mühendislik” olayını görüyoruz. Sadece fabrika düzeyinde değil, toplumdaki sorunları da, sanayi modelinden kalkarak, en iyi mühendislerin çözebileceğine olan inanç ortaya çıkıyor.

Bu iki tip, mühendisin, kapitalist üretim ilişkileri içinde iki konumu temsil etmektedir: Bir yanda işverenin beklenti ve rasyonelleri ile uyumlu olan Taylor perspektifli mühendis, diğer yanda ise işverenle çelişik konumda olan Veblen perspektifli mühendis. Doğal olarak ilk kategorideki mühendis kendisini, üretim sürecinde işverenin beklenti ve rasyonelleri temsil eden, diğer çalışanlardan bağımsız, ayrıcalıklı bir grup olarak görme eğilimindedir. Bunun toplumsal düzeyde yansıması ise mühendisliğin bir meslek olarak diğer mesleklerden farklı bir konumda değerlendirilmesi ve mesleğin kimler tarafından ve hangi koşullarda yerine getirilebileceğinin yasal olarak güvence altına alınması yani meşrulaştırılması sonucu, mühendislerin gerçekten ayrıcalıklı bir toplumsal katman olarak ortaya çıkmalarıdır. İşverenle çelişik konumda olan ikinci tip mühendis ise sermayenin toplumsal egemenliğine karşı politik bir bilinç geliştirerek, mühendisi, sermaye karşısında emek cephesinin içerisinde (hatta önderi konumunda) algılayacak ve toplumsal değişim projelerinde aktif roller üstlenme eğiliminde olacaktır.

Burada, mühendis ideolojisinin ne olduğuna ve tarihçesine göz atmakta fayda vardır. Mühendis ideolojisi ile ilgili ilk tanımlama Taylor’a aittir. Taylor bu ideolojinin üretim ve fabrika düzeyinde tanımlanışı yapmıştır. Verimliliğin artışı için, üretim düzeyinde ilk rasyonelleşmeyi getirenler üretimde karşılaşılan her soruna tek ve doğru bilimsel çözümü getiren mühendislerdir. Arkasından, bu rasyonelleşmeyi sadece fabrika düzeyinde değil toplumsal düzeye taşıyan Veblen’dir. Gelişmiş

(32)

toplumdaki değişimleri ise daha çok mühendislerin kendi içindeki öncü ya da elit diyebileceğimiz grupların, toplulukların gerçekleştirmesi daha muhtemeldir. Veblen için Mills'in "iktidar elitleri"nden özellikle ekonomik elitler bu değişime öncülük edecektir.

Philadephia’da dünyaya gelen Frederick Winslow Taylor (1856-1917), çekirdekten yetişme bir mühendis olmakla birlikte aynı zamanda modern mühendisin de ilk örneklerindendir. Frederick W. Taylor, 19. yüzyılın sonlarında gözlem ve deneylerine dayanarak verimliliğin artırılabilmesi için işçinin daha sıkı bir denetim altına alınması gerektiği tespiti ile “Bilimsel Yönetim” ilkelerini geliştirmiştir. Buna göre kafa emeği ile kol emeği, planlama/tasarım ile uygulama birbirinden ayrılmalı, teknik iş bölümü en uç noktaya kadar ayrıntılandırılmalı, işçinin neyi nasıl yapacağı ayrıntılı talimatlar olarak yazılıp önüne konulmalıdır.

Bilindiği gibi Taylor’ın ilkelerinin mantıksal sonuçlarının genişletilmesinden başka bir şey olmayan Fordizm aracılığıyla Taylor, yirminci yüzyıl kapitalizminin genel içeriğini büyük ölçüde şekillendirmiş ve belki de tam da bu nedenle bu yüzyılın en başarılı “yönetim danışmanı” olmuştur. Taylor neredeyse kendi adıyla özdeşleşmiş olan Principles of Scientific Management’a (Bilimsel Yönetimin İlkeleri) “yönetimin temel hedefi”ni tanımlayarak başlamaktadır. Ona göre bu hedef,

“tüm çalışanların tek tek maksimum refahını sağlamaya bağlı olarak işverenin maksimum refahını sağlamak olmalıdır”26.

Modern sanayi toplumlarında “işçi ve işverenin temel çıkarlarının ister istemez zıt olduğu görüşü” hakimdir. Oysa “bu görüşün aksine bilimsel yönetim, bu

26 Frederick W. Taylor, Bilimsel Yönetimin İlkeleri, Konya, Çizgi Kitabevi, 1997b, s.21.

(33)

iki grubun gerçek çıkarlarının aynı olduğunu ileri sürmektedir”27. Taylor daha açık bir ifadeyle, bilimsel yönetim sayesinde “hem işçinin en çok istediği yüksek ücreti alabileceğini, hem de işverenin üretimini istediği gibi düşük işgücü maliyetiyle gerçekleştirebileceğini” iddia etmektedir.

“Mühendis, mesleğinin doğası gereği ekonomisttir. Onun görevi yalnızca tasarlamakla sınırlı olmayıp aynı zamanda en iyi ekonomik sonucu verecek biçimde tasarlamaktır. Güvenli olmayan bir yapı veya çalışmayan bir makine tasarlayan bir mühendis kötü mühendistir; bunları, güvenli ve çalışabilir ancak gereksiz ölçüde pahalıya çıkacak biçimde tasarlayan mühendis yoksul mühendistir ve genellikle düşük bir ücret kazandığı söylenebilir; iyi bir işi makul bir maliyetle yürütülebilecek biçimde tasarlayan mühendis güçlü ve genellikle başarılı bir mühendistir; en iyi işi en düşük maliyetle yapan ise eninde sonunda mesleğinin zirvesine çıkar ve genellikle de bunun karşılığı olan ödülü kazanır”28.

Taylor için işçi pozisyonundaki mühendis ile işveren pozisyonundakilerin temel çıkarları arasında bir fark olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte başarılı bir mühendisi, tasarımcı olarak işi iyi bir şekilde en düşük maliyetle ortaya çıkarmasıyla tarif ettiğini belirtebiliriz.

20. yüzyılın başlarında Amerikan akademik çevrelerinde efsanevi bir kimlik oluşturan Thorstein Veblen (1857-1929), Norveçli göçmen bir ailenin çocuğu olarak Wisconsin’de dünyaya gelmiştir. Veblen, eğitimini, Amerika'nın en elit okullarından biri sayılan Yale Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Veblen çok sayıda kitap yazmış

27 Frederick W. Taylor, 1997b, s.22.

28 Frederick W. Taylor, Shop Management Principles of Scientific Management, New York, 1947a, s.6-7.

(34)

olmakla birlikte, bu yüzyılın başına rastlayan ve ilk eseri olan The Theory of Leisure Class (Uğraşsız Sınıf Kuramı veya Aylak Sınıf) adlı çalışması, sosyal bilimler çevrelerinde en çok ilgi uyandıran ve onunla birlikte anılan kitap olmuştur.

Aylak sınıfın (yani mülk sahibi, üretmeyen sınıfın) iktisadi süreçle ilişkisi maddiyatçı bir ilişkidir ve üretime değil edinime, hizmete değil sömürüye dayanır.

Bunlar, asalak bir tutum içindedir ve, çıkarları gereği, mümkün olduğunca çok değeri kendi ellerinde toplamak ve ele geçirdiklerini de korumak isterler29. Veblen'e göre soylu ve burjuva erdemler –başka bir deyişle yıkıcı ve maddi özellikler- en çok üst sınıflarda, sınai erdemler, -yani barışçıl özellikler- ise öncelikle mekanik üretimde görev alan sınıflar arasında görülecektir30. Veblen’in gözüyle Amerika üretken ve yararlı olan uğraşılar ve ruh halleriyle gösterişe ve törenselliğe yönelik olarak ikiye ayrılıyordu.

Üretken çalışma, varoluş mücadelesini izleyen statü mücadelesinde yararsız, dolayısıyla değersiz sayılıyordu. Daha iyi konumda olan sınıflar, çalışmaktan kaçınırken, bir yandan da birbirleriyle yarışıyorlardı. Saygınlık kazanmak için, servet sahibi olmak yeterli değildi. Bu servetin gözle görülür kanıtlarını oluşturmak ve başkalarına kendi önemini kabul ettirmek gerekiyordu. Veblen’e göre gösterişçi aylaklık tam da bu işe yarıyor, kişinin servetini topluma sergilemesini sağlıyordu. Bu maddiyatçı toplum için, aylaklığın taşıdığı değer, gösterişle bağlantılıydı. Yaşamın estetik ve ahlaki düzeyde ideal biçimini tanımlayan uğraşsızlık, aynı zamanda oluşturduğu çekim alanıyla farklı toplumsal sınıfların varoluşunun koşullarını da hazırlamaktaydı.

29 Thorstein Veblen, Aylak Sınıf, Marmara Üniversitesi Matbaası, İstanbul, 1995a, s.150.

30 Ibid, s.168.

(35)

“Mills’e göre prestijin ve statüye yönelik davranışın –bugün için her şeyden daha önemli- bir diğer işlevi vardır. Prestij, iktidarı destekler, otoriteye dönüştürür ve toplumsal tahriklere karşı korur. “İktidar için iktidar”, psikolojik açıdan, prestij doyumuna ilişkin bir kavramdır. Fakat Veblen, seçkinlerin uşakları, kadınları ve sporlarıyla şiddetle alay ederken, onların askeri, iktisadi ve siyasal etkinliklerinin hiç de komik olmadığını gözden kaçırmıştır. Kısa bir deyişle, onların ordular ve fabrikalar üzerindeki iktidarları ile, haklı olarak gülünç bulduğu işleri arasındaki bağlantıyı kurmayı başaramamıştır. “Korunan sınıflar” ve “altta kalan nüfusu” algılamış, fakat, iktidar seçkinlerini gerçekten görememiştir”31.

Mills’e göre, Veblen, tümüyle Amerika’ya özgü olan bir değeri, yeşil banknotların soylu dünyasını reddetmiştir. Galbraith’in özlü ifadesiyle, Veblen,

“Modern toplumda sanayi ve iş dünyası, yani yetenekleriyle mal üretimine katılanlarla asıl düşüncesi para yapmak olanlar arasında bir çelişkinin mevcut olduğunu” ileri sürmektedir. “Servet peşinde olanlar karlarını artırmak amacıyla gerekli gördüklerinde üretimi kısıtlamakta, yani üreticilerin yeteneğini sabote etmektedirler”32. Veblen’e göre Amerikan iş dünyası tarihinde işadamları, zaman içinde ekonomik akılcılığa uygun olarak dikkatlerini, üretimden elde edecekleri karlardan uzaklaştırarak, yalnızca mali yollardan elde edebilecekleri kazançlar üzerine yoğunlaştırmışlardır33. Veblen’e göre kapitalist sistemin organik bir öğesi olan sabotaj, sanayi üretiminin artırılmasının mali sermaye tarafından engellenmesi ve bu nedenle ekonomik kaynakların atıl kullanılması anlamına gelmektedir.

31 Thorstein Veblen, 1995a, s.21.

32 John Galbraith, Kuşku Çağı, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 1980, s.62.

33 Thorstein Veblen, The Engineers and the Price System, New York, 1921b, s.34.

(36)

Bu noktada yanıtlanması gereken soru, toplumun maddi refahını oluşturan üretime kayıtsız kalabilen işadamlarının, sanayinin yönetiminde mali güçleri aracılığıyla kurduğu denetime, yaşamlarını bu üretimle sürdüren geniş halk kitlelerinin neden rıza gösterdikleridir. Veblen bu durumun nedenini, toplumda uğraşsızlık ideolojisinin egemen olmasının yanı sıra işadamlarının sabotajına rağmen Amerikan toplumunun, maddi refahını sürekli artırabilmiş olmasıyla açıklamaktadır.

Veblen’e göre herhangi bir ekonomik bunalım durumunda kapitalist işletmeler karlarını korumaları için iki temel politika seçeneğine sahiptirler: ya üretim miktarlarını azaltacaklar ya da üretim maliyetlerini düşürerek üretim miktarlarını artıracaklardır. Bu iki seçenekten ilkinin, üretim süreçleriyle ilgili olmadığı yani sorunun çözümünü mevcut üretimin yapısında herhangi bir değişikliğe gidilmeksizin mali/fiyatlama işlemleriyle aşma bekleyişinde olduğu açıktır.

İkincisinin ise, üretim yönetiminin sorumluluk alanına dahil olduğu ve üretim teknolojisinin iyileştirilmesi doğrultusunda teknik kadrolara çağrıda bulunduğu belirgindir. Ancak kapitalist işletmelerdeki mali yönetim egemenliği, kararların genellikle ilk seçeneğe uygun olarak alınmasına neden olmaktadır. Bu durum, işadamlarının tercihlerine uygun olarak üretim teknolojisi seçimini mali yönetim kararlarına bağlamakta, teknik kadrolar üzerinde bu kararlara uymayı zorlayan bir baskı oluşturmaktadır.

Bunalım koşullarında sanayiden büyük ölçüde ve fiilen kopmuş olan işadamlarının beklentilerini karşılamak amacıyla, düşen fiyatlar karşısında üretimi daraltıp fiyatları kontrol etme tercihi, üretim maliyetlerini düşürecek bir teknolojik yenileme arayışına yeğlenmektedir. Bu nedenle bunalım anı, toplumun maddi refahının baltalanmasının ya da sabote edilmesinin en açık izlenebildiği ve böylece

(37)

uğraşsızlık ideolojisinin meşruluğu hakkında şüphelerin berraklaştığı andır34 .

Veblen’in betimlediği dünyayı ideoloji kavramı etrafında yeniden değerlendirdiğimizde bu dünyanın, birbiriyle uyuşmaz iki temel ideoloji etrafında şekillendiği göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki paradan para kazanacak çalışmadan yaşamayı temsil eden uğraşsızlık ideolojisi, diğeri ise üretim ve maddi refahı amaçlayan mühendislik ideolojisidir. Kapitalist toplumsal ilişkilerin toplumsal yapının hakim öğesi olması nedeniyle ilk ideolojik konumlanış yani uğraşsızlık ideolojisi, toplumda egemen olan ideolojidir.

“Veblen açısından mühendislik ideolojisi, uğraşsızlık ideolojisinden görece bağımsız olup, diğer ideolojiler gibi toplumsal yaşamın bir öğesi olarak insanlara çağrıda bulunmaktadır. Bir insan olarak mühendis, birbiriyle çelişkili iki ideolojik çağrıya maruz kalmaktadır. İlk olarak o, bulunduğu toplumdaki her insan gibi kaçınılmaz olarak yaşamının anlamını egemen ideolojinin çağrısında bulmakta ve uğraşsızlığı kabul edilebilecek bir yaşam tarzı olarak görebilmektedir. Ancak mühendis, mesleki ve varoluşunda uğraşsızlığı yadsıyan, çalışmayı ve üretmeyi yaşamın gerçek anlamı olarak kuran bir ideolojiye de kendiliğinden taşımaktadır”35.

Veblen’in modern toplumda tespit ettiği sistem düzeyindeki çelişki, modern teknolojiye özgü iki eğilim arasındaki gerilimden kaynaklanır. Mevcut kapitalist ilişkilerin kendini yeniden üretebildiği koşullarda, ideoloji evreninde saklı olan bu çelişki toplumsal bir çelişkiye dönüşememektedir. Bu nedenle de uğraşsızlık ideolojisinin eleştirel karşıtını oluşturan mühendislik ideolojisini temel alıp, onu

34 Thorstein Veblen, 1921, s.41.

35 Ahmet H. Köse, Ahmet Öncü, Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik, Ankara, TMMOB Yayınları, 2000, s.62.

(38)

toplumsal meşruluğa taşıyabilecek etkili bir taraftar kitlesi de yoktur. Diğer taraftan, kapitalist toplumsal ilişkilerin kesintiye uğradığı ekonomik ve politik bunalım dönemlerinde bu çelişki, ona hayat verecek olan kitleleri bulabilir ve artık yalnızca ideoloji düzeyinde değil toplumun her düzeyinde hissedilebilir. Böyle bir anda toplumsal bir aktör olarak mühendis, modern bir bakış açısını mühendislik ideolojisine indirgeyerek, yaşanan bunalımın sorumlularının servet sahipleri olduğunu görebilir ve onların servetlerinin ve ideolojilerinin temelini oluşturan paranın akılcılığının, yani ekonomik akılcılığın, eleştirisine yönelebilir. Bu durum, onun, modern toplumun egemen akılcılık biçimi olan ekonomik akılcılıktan uzaklaşarak eleştirel akla geçişini temsil eder. Daha önce değinildiği gibi eleştirel akıl ise, hiçbir hükümranlık tanımadığı için, mühendisi, servet sahiplerinin toplum üzerindeki ideolojik ve maddi hegemonyasını reddederek kendisini, çıkarları servet sahiplerinin çıkarlarıyla çelişik bir özne olarak yeniden kurar. Açıktır ki, bu mühendis kapitalist varoluşla uyumlu bir bilinç sergileyen Taylor perspektifli mühendisin tam karşıtıdır.

1.3. Girişimcilik İdeolojisi, Sistemik Yenilik ve Schumpeter:

Girişimcilik ve Schumpeteryen Öncülük

Her ne kadar, girişimcilik ekonomi alanında 1980’lere kadar bir yer edinemediyse de, 20’nci yüzyıl başında birkaç ekonomistin geliştirdiği girişimcilik teorisi, günümüzde işletme ve diğer sosyal bilimler alanında yapılan çalışmaları hala etkiliyor. Dünya Girişimcilik Platformu tarafından 29 ülke arasında yapılan araştırma yüksek girişimcilik faaliyetleri olan ülkelerin ortalama ekonomik büyümenin

(39)

üzerinde gelişme gösterdiğini ortaya koymaktadır36. Girişimciliğin son dönemde böylesine popüler olmasının başlıca sebepleri arasında aşağıdaki üç önemli gelişmeyi sayabiliriz37.

1) İstihdam sorununun artması; Özellikle Avrupa Birliği’nde yaşanan işsizlik sorunlarını araştıran yetkililer ABD’nde yaratılan istihdamda girişimciliğin çok büyük bir katkısı olduğunu görmüşlerdir.

2) Yeni ekonominin gittikçe güçlenmesiyle değişen ekonomik yapı; Bu yeni yapı esas olarak yüksek teknolojiye dayalı üretim ile internet üzerinden yapılan ticaret ve iş süreçlerine dayanmaktadır. Bu yapısal değişimin temelini sadece “yeni teknolojiler” değil, aynı zamanda farklı iş modellerinin, üretim yapılarının ve teknolojik değişimlerin oluşmasında öncü rol oynayan

“girişimciler”de oluşturmaktadır.

3) Ekonomi ve işletme alanlarında teorik gelişmeler ve girişimciliğin genel kabulü.

Girişimciliğin gelişmesiyle birlikte girişimcilik üzerine yapılmış teorik çalışmaların da önemi artmıştır. Bu konuda ilk akla gelenlerden birisi Joseph Schumpeter'dir. 20’nci yüzyıl başında Joseph Schumpeter ekonomist girişimciliğin ekonomik teorisinin temellerini atmıştır. Girişimcilik üzerine yaptığı vurguyla, girişimciliğin 20. yüzyılda yaygınlaşmasına büyük katkıyı sağlayan 20. yüzyılın en önemli iktisatçılarından biri olan Joseph Alois Schumpeter (1883-1950), henüz 25 yaşında iken yayınlanan kitabında neo-klasik teoriyi etraflıca değerlendirmiştir;

“Esas itibariyle kapitalist ekonomi statik değildir ve olamaz, ne de düzenli bir

36 TUSİAD, 2002, s.40.

37 Ibid, s.40.

Referanslar

Benzer Belgeler

“Stratejik planlama kamu kurum ve kuruluĢları için uygun bir planlama yaklaĢımıdır” ifadesine yöneticiler tarafından verilen cevapların dağılımı..

Bunlar: Karşılıklı sözleşme, ortaklık benzeri sözleşme 87 ve karma (karşılıklı sözleşme ve ortaklık sözleşmesi karışımı) sözleşmedir 88. 87 “Gerçekten

Bu görüşe taraftar yazarların yanı sıra, zincirleme suçu suç tekliği kapsamında değerlendirmelerine rağmen, af kanununun etkileri bakımından teselsülün

Buna karşın tüketici etnosentrizmi ise tüketicilerin ülke önemli olmaksızın yabancı menşeili ürünlere karşı olumsuz tutum sergilemesi ve yerli ürünleri

6 Benzer şekilde, 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde askeri araştırmacılar tarafından ortaya atılan ve Soğuk Savaş sonrası dönemde özellikle Körfez

Üçüncü ve son bölümde de Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin bir sonucu olarak düzenlenmiş kanunlar ve kamu yönetiminde halkla ilişkilerin uygulayıcıları olan

Bildirge 5. Maddesinde 380 genetik verilerin hangi amaçlarla elde edilebileceğine yönelik bazı sınırlamalar getirmiştir. Özetle genetik verilerin kullanımı tıbbi ve bilimsel

Gerçek vekaletsiz iş görme haricinde gerçek olmayan vekaletsiz iş görme çeşitlerinden sadece iş sahibinin yasaklamasına rağmen iş görülen ve işin iş