• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.5. Veblen Perspektifi Üzerinden Mühendislik Formasyonlu

yaygınlaştığı, sonra derinleşmeye başladığı bir dönemdir. Dönem sonunda sanayinin milli hasıladan aldığı pay tarıma yaklaşmış; “makine yapan makineler yapmak”,

“ağır sanayiye yönelme” temaları, siyasi sloganlar düzeyinden planlama sürecine ve gerçeğe intikal etmeye başlamıştır334. Bu dönemde, uygulanan ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisiyle yerli sanayinin sürekli desteklendiğini ve böylece sanayi yatırımlarının hızla arttığı görülüyor. Bunun ötesinde, söz konusu dönemde, ekonomik faaliyetin hızla genişlemesinin altında yatan en temel unsurun; kısmen dış yardımlarla finanse edilen, altyapı yatırımları olduğu da biliniyor335. Bu dönemdeki reel GSMH ve kişi başına reel GSMH’nın yıllık ortalama büyüme hızlarına baktığımızda, 1965-1970 yılları arasında GSMH’nın yüzde 6,8 ve kişi başına GSMH’nın %4,1 oranında arttığını görmekteyiz.

Demirel’in ‘altın yılları’ 1965-71 arasında salt çoğunlukla iktidar olduğu dönemdir. Demirel’in politikada kalıcı bir unsur haline gelmesinde bu dönemdeki performansının önemli bir payı vardır. Demirel’in iktidarda olduğu bu dönemdeki kalkınma ve sanayileşme öncelikli politikalar düşünüldüğünde, Veblen perspektifi açısından uygunlukların fazla olduğu söylenebilir. Öncelikle sanayi yatırımlarına ağırlık verilmiş ve bu dönemde kişi başına düşen gelir artmıştır. Mali ve rant sermayesinin bu dönemde öne çıkmadığını ya da dönemsel kalkınma stratejileri gereği öne çıkamadığını söyleyebiliriz. Ayrıca bu dönemde tüketim ağırlıklı bir toplum düşüncesi yerine üretim ağırlıklı bir politikanın izlendiğini söyleyebiliriz. Bir başka deyişle Demirel’in Veblen perspektifine uygun bir icraat yaptığını söyleyebiliriz. Yalnız burada unutulmaması gereken bir nokta Demirel’in genelde bu

334 Korkut Boratav, , 2003a, s.209.

335 Kazdağlı Hasan, “Özal’ın İktisadi Reformları”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.448.

politikaları daha çok dönemsel koşullar ve kalkınma stratejilerine uygun davranarak gerçekleştirmiş olmasıdır.

Erbakan’ın iktidar olduğu dönemi değerlendirdiğimizde ise, Erbakan da özellikle ağır sanayi fikrinin ve uygulama çalışmalarının öne çıktığını görmekteyiz.

Erbakan daha çok bir teknik adamdı. Tüm dikkatini ülke olarak kalkınmaya; böylece batı karşısında kompleksten kurtulmaya yoğunlaştırmıştı. Nitekim ilk basın toplantısı ağır sanayi hamlesini tanıtmayı hedefliyordu ve gerçekten de bir çok temel atarak çalışmalarına hızlı başlamıştı336. Erbakan sanayileşmeye çok büyük önem veriyordu.

Bu sebeple de CHP'yle koalisyon hükümetleri sırasında, birçok fabrikanın temellerini attı. Onun sanayileşmeye verdiği önem; ilk basın toplantısını ağır sanayi konusunda yapmasında anlaşılabilir. Bakanlıklar arası ekonomik kurul başkanı olarak 26 Temmuz 1976'da yaptığı basın toplantısında Erbakan, “yeni bir devir açtığını” ilan ediyordu.

“Ağır sanayi hamlesini mali açıdan desteklemek için faizsiz olarak çalışan Devlet Sanayi ve İşçi Yatırım Bankası kurulmuştur. Bunun yanında büyük yatırımlara öncülük yapmak üzere Türk Motor sanayi, Takım Tezgahları sanayi, Türkiye Elektronik sanayi, Türkiye Elektromekenik sanayi, Türkiye Uçak sanayi, Çelik Konstriksiyon ve Techizat Fabrikaları Sanayi gibi altı adet yeni Genel Müdürlükler ve bunlara bağlı 25 müdürlük kurulmuştur”337. Erbakan sermaye yapısı nedeniyle Anadolu’nun küçük ve orta ölçekteki sanayicileri ve tüccarlarıyla kader birliği eder. Bu kesimlerin büyük iş çevreleriyle olan çatışmalarında taraf tutar. Büyük şehirlerde hızla büyüyen sermayeye karşı siyasi tavır alır. Erbakan'ın iktidar olduğu dönemlerdeki temel ekonomik göstergelere

336 Mehmet Ergin, 2006, s.76.

337 Kenan Akın, 2000, s.152.

baktığımızda ise şunları görmekteyiz; 1970-1980 yıllarında GSMH içerisinde tarımın oranının %29’dan %24’e düştüğünü, sanayi sektörünün oranının %20’den %22’ye çıktığını ve hizmetler sektörünün %51’den %54’e yükseldiğini görmekteyiz338.

Erbakan neyi 1996-1997 döneminde neyi değiştirdi? diye sorduğumuzda “Biz iktidara gelinceye kadar pompalar hep rantiyecinin cebine çalışıyordu şimdi bunları bir bir tersine çeviriyoruz”339 cevabını almışızdır. Almanya’da aldığı eğitimin de etkisiyle Erbakan’ın üretimden yana tavır aldığını, büyük mali sermayeye karşı orta ve küçük ölçekteki sanayiciyi desteklediğini ve üretimden yana olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle üretim için gerekli olan makine yapan makine yapabilmek için ağır sanayiye ağırlık verdiğini görmekteyiz. Dindar bir insan olarak da zaten faize karşı olan Erbakan’ın ister istemez sanayiye ve Veblen’e yakın olan tutum sergilediğini söylemek mümkün gibi gözükmektedir. Genel olarak Erbakan’ın 1996-1997 dönemindeki rant ve faizle olan mücadelesinden de aylak sınıfa karşı tavır aldığını söyleyebiliriz.

Özal dönemine bakıldığında 1987’de parlamentoda mühendis kökenlilerin

%25’lere ulaştığını görüyoruz. Özal iktidarı dönemindeki temel ekonomik göstergelere baktığımızda Veblen perspektifi üzerinden bir değerlendirme yapmamız kolaylaşacaktır. Bu dönemdeki gayri safi yurt içi hasılanın yapısı Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planında şu şekilde verilmektedir; V. Plan döneminde tarım sektörü katma değerinin piyasa fiyatlarıyla yılda ortalama yüzde 3,6, sanayinin 7,5, hizmetlerin yüzde 6,5’lik hızla artacağı tahmin edilmektedir. Bu gelişmeler neticesinde tarım sektörünün 1984 yılında GSYİH içinde yüzde 17.7 olan payı 1989 yılında yüzde

338 Kazdağlı, Hasan, “Özal’ın İktisadi Reformları”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.447.

339 Yeniden Büyük Türkiye, s.9.

15,5’e inecektir. Sanayi sektörünün ise 1984’de yüzde 31,9 olan payı 1989’da yüzde 33,7’ye yükselecektir. Hizmetler sektörünün 1984 yılında GSYİH içinde yüzde 50,4 olan payı 1989 yılında yüzde 50,8 civarında kalacaktır.

Üretimin yapısı için ise şunlar belirtilmektedir; V. Plan döneminde tarım sektörü üretiminin piyasa fiyatlarıyla yıllık ortalama artış hızının yüzde 3,6, sanayinin yüzde 7,5, hizmetlerin ise yüzde 6,4 olması hedef alınmıştır. Bu gelişmelere göre, tarım sektörünün 1984 yılında toplam üretim yüzde 15,8 olan payı 1989’da yüzde 13,7’ye düşecek, sanayi sektörünün payı ise 1984’de yüzde 47,8’den 1989’da yüzde 50’ye yükselecektir. Hizmetlerin payı ise 1984’de yüzde 36,4 iken 1989’da yüzde 36,3 civarında kalacaktır340.

1984-1989 yıllarına ait ortalama büyüme değerlerine baktığımızda, tarımın yüzde 0,6, sanayinin yüzde 8, hizmetler sektörünün 6,5 dolaylarında büyüdüğünü görmekteyiz. Beklenilen değerlerin gerçekleşip gerçekleşmediğini Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan takip ettiğimizde ise şu değerlere ulaşmaktayız; GSYİH içinde tarım sektörünün payı yüzde 15,8, sanayi sektörünün payı yüzde 36,7 ve hizmet sektörünün payı ise 47,5 olarak gerçekleşmiştir.

Üretimin yapısına baktığımızda ise; tarım sektörünün toplam üretim içindeki payının yüzde 13,2, sanayi sektörünün payının yüzde 46,7 ve hizmetler sektörünün payının ise yüzde 40,1 olarak gerçekleştiğini görmekteyiz341. Dönemlere ait GSYİH değerleri karşılaştırdığımızda GSYİH içinde yüzde 17.7 olan payı 1989 yılında yüzde 15,8’, sanayi sektörünün ise 1984’de yüzde 31,9 olan payı 1989’da yüzde 36,7’ye yükselecektir. Hizmetler sektörünün 1984 yılında GSYİH içinde yüzde 50,4 olan payı 1989 yılında yüzde 47,5 civarında kalacaktır.

340 http//ekutup.dpt.gov.tr/plan, Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT, s.3-4.

341 http//ekutup.dpt.gov.tr/plan, Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT, s.3-4.

Dönemlere ait ana sektörler itibariyle üretim gelişmesi değerlerine baktığımızda ise, tarım sektörünün 1984 yılında toplam üretim yüzde 15,8 olan payı 1989’da yüzde 13,2’ye düşmüş, sanayi sektörünün payı ise 1984’de yüzde 47,8’den 1989’da yüzde 46,7’ye gerilemiştir. Hizmetlerin payı ise 1984’de yüzde 36,4 iken 1989’da yüzde 40,1 civarında kalmıştır.

Hasan Cemal de döneme ilişkin bu konuda bazı değerleri vermiş ve dönemi değerlendirmiştir. Milli gelirin dağılımı daha da kötüleşmiştir. İşçi, memur ve tarımda çalışanlar, milli gelirden çok az pay almışlar. Buna karşılık milli gelirin büyük bölümü, faiz, rant ve kar olarak az sayıda kişiye gitmiştir 342.

1980 1988 Kamu Maliyesi

1) Vergi gelirleri/GSMH %18 %17

2) Dolaylı vergi/Toplam vergi %35 %54

3) Bütçe açığı/GSMH %1,2 %3,4

4) Transfer harç/Bütçe %36 %50

Bütçe Harcamaları

1) Yatırım %21 %16

2) Personel %33 %21

3) Cari %10 %13

4) Transfer %36 %50

342 Hasan Cemal, 2004, s.369-370.

Borçların GSMH içindeki payı

1) İç borç %18 %26

2) Dış borç %28 %54

Milli gelirin dağılımı

1) Maaş/Ücret %27 %16

2) Tarım %24 %17

3) Kar/Faiz/Rant %49 %67

Veblen, “Modern toplumda sanayi ve iş dünyası, yani yetenekleriyle mal üretimine katılanlarla asıl düşüncesi para yapmak olanlar arasında bir çelişkinin mevcut olduğunu” ileri sürmekteydi. Turgut Özal üretim toplumundan çok tüketim toplumunu benimsemiştir. “Ben 1950'lerde Amerika'da ilk gittiğim zaman bunun farkına vardım. Orası bir tüketim toplumuydu. Büyük mağazalarda içeriye girip her türlü malı, binlerce, on binlerce malı gördüğünüz zaman işte o bir tüketim toplumu hadisesidir”343 diyerek bunu belirtmiştir.

Tüketim toplumu tercihini bir ziyaret sırasında şöyle ifade eder; “Tataristan Cumhurbaşkanı bana şunu söyledi; kendi ülkelerinde çok büyük sanayi tesisleri, ağır sanayi tesisleri var. Bir zamanlar bizim de modamız ağır sanayi idi. Ama ne söyledi, biliyor musunuz, bunları söyledikten sonra “Sizin şu tüketim malları sanayiniz bizde hiç yok” dedi344. Özal'ın pragmatist bir yaklaşımla öngördüğü dönüşüm, üretim kültüründen daha çok tüketim kültürünü amaçladı. Yetersiz üretim karşısında, kışkırtılmış tüketim tutkusu bir taraftan yolsuzluk ve mafya için uygun zemin hazırlarken diğer taraftan da bu tüketim sürecinin dışında kalanları daha köktenci

343 Mehmet Barlas, 2000, s.313.

344 Ibid, s.319.

oluşumlara doğru itmiştir345.

Veblen’in üretime yönelik bir toplum düşüncesine karşın Özal’ın tüketim ağırlıklı bir toplum düşüncesine yakın olduğunu söyleyebiliriz. Diğer taraftan üretime katılmadan para yapma düşüncesinde olanların bu dönemde öne çıktığını bu dönemdeki faiz/rant oranlarının artışından görebiliyoruz. Bu dönemi, “öncelikle rantiyenin, ikinci olarak da mali sermayenin imparatorluğu” olarak nitelendirebiliriz”346.

Kısacası bu dönem Veblen’in tarifiyle aylak sınıfların en parlak dönemlerinden birisi olmuştur. Veblen'in mühendislerin iktidara gelerek üretim ağırlıklı, rasyonel politikalar izleyerek tüm toplumun refahının artması düşüncesinin Özal için yeterince geçerli olmayıp daha çok tüketim toplumu ağırlıklı, ranta yönelik politikalar uygulandığını söyleyebiliriz.

3.6. Schumpeteryen Girişimcilik Açısından Mühendislik Formasyonlu Başbakanlar

Girişimciliği etkileyen belli başlı özellikler arasında sayılan rekabetçi olma, risk alma, çalışmaya, yeniliğe ve teknolojiye açık olma gibi konularda toplumda oluşmuş olan değerler birçok ülke için belirleyici farklılıklar yaratabilmektedir.

Türkiye’de “devletçilik” oldukça yerleşmiş bir değerdir ve girişimciliğe oldukça ters bir düşünce biçimini, yani bireysel girişim yerine devletin mülkiyetini ve devletin üretimi yürütmesini ifade eder. Toplumsal kültürdeki devletçiliğin izlerine ve

345 Bozkurt, Veysel, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Özal”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.195.

346 Korkut Boratav, 2005b, s.57.

toplumun olumsuz değerlendirmesine rağmen kişilerin girişimci olmak istedikleri gözlenmektedir.

Schumpeter’in izinden gidererek Schumpeter'in ileri sürdüğü ekonomik alandaki yenilik iktisadına ve girişimciliğe ilişkin savların diğer alanlara özellikle siyasal alana uygulanışına bakmaya çalışacağız. Schumpeter bize ekonomi alanında ileri sürdüğü tezin diğer alanlara da uygulanabileceğini şu şekilde ifade eder;

“Şu ana kadar var olan, vurgulanan gelişme portresi ile sosyal hayatın diğer alanlarıyla fevkalade benzerlikler vardır. Bu benzerlikler başka alanlardaki anlayışımızı aydınlatmada daha ileriye götürebilecek bakış açılarına sahiptir.

Nedir? bu diğer alanlar. Örnek, politika, sanat, bilim, toplum veya ahlaki değerler vb.”347.

Schumpeter’in öncülüğünü yaptığı görüşe göre ekonomi başta olmak üzere, sanatta, politikada ve sosyal bilimlerde iki tür faaliyet vardır: 1) yaratıcılık ve yenilik faaliyetleri ve 2) tekrarlayan ve mekanik faaliyetler348.

Buradan iktisadi alandaki yenilikleri sağlayan, uygulayan girişimci-lider değerlendirmesinden politik alandaki girişimci liderleri yaratıcılık ve yenilik faaliyetleri açısından değerlendirmeye geçmemiz kolay gibi görünmektedir.

Girişimci, sezgi, irade ve/veya liderlik özellikleriyle iktisadi yenilenmenin hem nedeni hem de kaptanı konumundadır349. Özal, Schumpeter’in belirttiği gibi iktisadi değişim için büyük çaba sarf etmiştir. Karma ekonomiden liberal ekonomiye geçerken kaptan konumunda bulunmuştur. Turgut Özal’ı tartışırken iki önemli kriter olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi tarihsel konjonktürün rastlantı/zorunluluk

347 Joseph Schumpeter, “New Translations from Theorie der wirtschaftlichen Entwicklung”, 2002b, s.422.

348 TUSİAD, 2002, s.46.

349 Joseph Schumpeter, 1961d, s.87-94.

ikileminde her ikisini de içeriyor olması. Yani 1980’lerin başından itibaren Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kaosun, dünyada parasalcı/dışa dönük/serbest piyasa ekonomisi ile çözümlenmesi “zorunluluğu” ve Özal’ın bu süreci teşhis eden refleksi. İkincisi ise doğru zamanda/yerde, güç odaklarıyla kesişen ilişkileri350. Özal sezgileri ve iradesiyle dönemsel bu değişimleri gerçekleştirebileceğini düşünerek politikaya başlamıştır.

Özal döneminde, devletleştirme politikalarına karşı özelleştirmenin egemen paradigma olduğu bir dönem yaşanmıştır. Ayrıca bununla, toplumda girişimcilik tutum ve kültürünün de yaratılması hedeflenmiştir351. Özal'ın devleti küçültüp toplumda girişimciliği ve ekonomide serbest piyasayı özendirici tavrıyla Prens Sabahattin geleneğinin uzantısı olduğu söylenebilir. Aynı şekilde Özal, bireysel girişimi öne alan, devleti küçültüp bireyi öne çıkaran yaklaşımı ile bu geleneğin bir devamıdır. Bu anlamda Özal hem girişimciliği teşvik etmekte hem de toplumda,

“başarı güdüsünü” etkin hale getirmeye, yani tüm toplumu değiştirmeye çalışmaktadır diyebiliriz.

Kuşkusuz Özal bir düşünür değildir; yeni bir sistem icat etmemiştir. Özal ekonomisi dediğimiz şey, aslında Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlarla, bir çok gelişmiş ülkenin uygulamaya çalıştığı politikalardır. Zaten kendisi de “Amerika'da ne gördüysem onu ülkemde uygulamaya çalıştım” demiştir. O, “dünyayı doğru okumaya çalışan” pragmatist bir mühendisti. Özal’ın burada uluslar arası yeni bir düşünce oluşturmamasına rağmen, bir girişimci olarak davranışının enerjisiyle değişimlere öncülük ettiğini görmekteyiz. Düşünce eski veya yeni olmasından

350 Rıdvan Akar, “Turgut Özal”, Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2001, s.202.

351 Yılmaz, Aytekin, “Türk Bürokrasi Geleneği ve Özal”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.97.

bağımsız olarak eylem olmadığında hiçbir değişikliğe yol açmayacaktır. Burada önemli olan liderin eylemi yoluyla bir dönüşüme, yeniliğe yol açmasıdır.

Liderliğin girişimci türü, doğal olarak kendine has özelliklerle bezenmiştir.

Başarısı için, aklı ve gayreti aniden karşısına çıkan bir fırsattan daha önemli değildir.

O, üretim araçlarını yeni kanallara sürükler. Elimizde imkanlar ve doneler olduğu halde aktif politika izlemezsek ve bu yüzden Türkiye problemlerle karşılaşırlarsa, bunun hesabını kim verecek? diyen Özal, liderlik tipi olarak, geçmişe dönük, işleri doğru yapmaya çalışan yönetsel bir liderden çok, geleceğe dönük, risk alan, geniş bir vizyonu olan, izleyenlerine umut aşılayan, hata yapmaktan korkmayan, fırsatları değerlendirmeye çalışan dönüşümcü bir liderdir. Bu yönüyle Özal, Schumpeter’in fırsatları değerlendirmeye çalışan girişimci lider tiplemesine uymaktadır.

Bir açıdan bakıldığında, Özal, Türk siyasetinin teamüllerinden önemli bir kopmayı temsil etmektedir. Onun Türk siyaseti ve dış politikası alanında oynadığı rol, kendinden öncekilerle kıyas edildiğinde, dinanizmi, gözüpekliği ve değişime uyum sağlama kabiliyetiyle temayüz etmektedir. Özal, dış faktörlerden sonuna kadar istifade ederek Türkiye'nin uluslararası ağırlığını arttırmayı önemli bir ilke haline getirmiş zeki ve tutkulu bir liderdi. Siyasi kariyeri boyunca, Özal'ın, insiyatif kullanmaktan ve risk almaktan çekinmeyen bir siyaset adamı profili çizdiği gözlenmiştir.

Özal hakkında yazılan kitapların bir çoğunda, Özal'ın kişilik yapısı üzerinde, annesinin etkisi öne plana çıkartılır. Ailede otorite annedir ve sosyalleşme sürecinde babanın rolü daha geri plandır. Aslında bu durumla, Özal'ın daha sonraki yıllarda, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak, “toplumsal otorite” kavramı ile barışık olmaması, sürekli onu dönüştürmeye çalışması ve risk alması arasında ilişki

kurulabilir. Örneğin aynı siyasi gelenek içinden gelen ve Özal'ın “ağabey” diye hitap ettiği Demirel'in yetiştiği ortama ve ailesi ile ilişkilerine baktığımız zaman, güçlü bir baba otoritesinin mevcudiyetine ve Demirel'in de bu otorite ile uyumlu bir ilişki içinde olduğuna tanık oluyoruz. Nitekim bütün siyasal yaşamı boyunca da Demirel'in, asla “toplumsal otorite”yi karşısına almaması, mevcut yapıyı dönüştürmekten ziyade, onunla uyumlu çalışmanın yollarını araması da, daha derinden baktığımızda, benzer şekilde ilişkilendirilebilir.

“Diğer taraftan, liderlik özellikleri ve kişisel nitelikleri itibariyle Özal, statükocu olmak yerine değişimci ve dönüştürücü bir stile sahipti. Nitekim önceleri siyasi rakibi olan Süleyman Demirel ile karşılaştırıldığında bu özelliği daha da öne çıkmaktadır. Demirel'in “oy ver hizmet al” şeklinde özetlenebilecek mübadeleci veya değiş-tokuşcu üslubuna karşın, Özal yönetsel, ekonomik ve siyasi yapıyı dönüştürmeye önem veriyordu. Bu anlamda değişimci bir liderdi. Buna karşılık Demirel, sistem içi dengelerle oynayarak yerini bu denge içinde sağlamlaştırmaya ve sorunları erteleyerek siyaset yapmaya çalışırken; Özal, sistem sorun ürettiğinde sorunları çözmek ve daha iyi bir yapı oluşturmak şeklinde özetlenebilecek aktif ve geleceğe dönük bir tavır sergilemekteydi. Dolayısıyla Özal'ın bu kişilik ve liderlik özelliğinin de yönetim anlayışına yansıması doğaldır”352.

Schumpeter açısından esas önemli olgu, girişimcinin iktisadi değişimi gerçekleştirirken üstlendiği işlevleri ve davranışlarıdır. Demirel’in siyaset yapma tarzına baktığımızda ise içinde yaşanılan an ve statükonun çok önemli olduğunu, hatta Demirel’in siyasetini belirleyenin statüko olduğunu söyleyebiliriz. Demirel’in

352 Yılmaz, Aytekin, “Türk Bürokrasi Geleneği ve Özal”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.98.

en kısa tanımı şöyle yapılabilir; Statükonun adamı. Bu anlamda Demirel için değişimler için eylemde bulunan Schumpeter girişimcisinden ziyade Walras’ın ancak statik dönemin girişimcisi, sıradan yöneticisi olabilecektir.

Statükonun adamı olarak Demirel, değişim için risk almaktan hep uzak durmuştur. Ancak statüko değiştiği ölçüde bu değişime ayak uydurmaya çalışmış, kendisi değişimi zorlayan bir unsur olmayı hiç benimsememiştir. Bunda ise biri kişisel, diğeri ise uluslar arası konjonktürle ilgili iki etkenin rol oynamış olması mümkündür353. Demirel sistemi bilir, sistemin adamıdır ve beşeri yakınlıktan ziyade sistemin yakınlıkları içinde çalışmayı tercih etmiştir.

Erbakan’ Schumpeter açısından değerlendirdiğimizde ise yenilikçi veya girişimci bir lider kimliğinden uzak olduğunu söyleyebiliriz. İktisadi anlamda ağırlığı ağır sanayi hamlesine veren Erbakan çok fazla bir değişime neden olamamıştır. Bu durumu bir nebze de olsa iktidarda olduğu dönemlerin kısa olmasına bağlayabiliriz.

Ama girişimci kimliği açısından baktığımızda 1990’lı yıllarda partide ve Erbakan'da birtakım değişimler olmuştur. Geçmişte “Ağır sanayi hamlesi” sloganıyla dönemin gözde ideolojisi olan ulusal kalkınmacılığa eklemlenen Milli Görüşçüler, bugün adlarının (refah) da vurguladığı gibi bireylerin daha fazla tüketme arzusunu kaşımışlardır354. Refah Partisi değişime yönelmiştir ve seçimleri kazanmıştır.

Kimileri dünyada ve Türkiye’de her şeyin “değiştiği” genel tespitinden hareketle RP’nin de “değiştiğini” tahmin ediyorlardı. Bazıları ise Rp’nin

“değişmesini”, sisteme eklemlenmesini, bir “tehdit” olmaktan çıkmasını diliyorlardı.

RP içindeki “değişim”in öncüsü olarak ise “yenilikçi” olarak adlandırılan kanat

353 Seyfi Öngider, “Süleyman Demirel”, Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2001, s.128.

354 Ruşen Çakır, 1994, s.75.

gösteriliyordu. Yenilikçilerin karşısına ise “gelenekçi” kanat çıkartılıyordu.

Aradaki ayrım, dünya görüşünden değil çalışma tarzından kaynaklanıyordu.

İslamcı terminolojiyle söylenecek olursa “davet fıkhı”nda yenilikçiler daha çağdaş usullere meylederken, gelenekçiler bildiklerinden şaşmamaya devam ediyorlar.

Yenilikçilerle gelenekçiler arasındaki en temel ayrım, gelenekçilerin RP’yi ideolojik bir kadro partisi olarak tutmak istemeleri, yenilikçilerin ise onu “ideolojik omurgalı bir kitle partisi”ne dönüştürmeyi hedeflemeleridir.

Erbakan bu süreçte Gelenekçi kanadın liderliğini yapmış ve değişimin sınırlı kalmasından yana tavır takınmıştır. İktidarda olduğu dönemde de iktisadi ve diğer alanlarda büyük bir değişim yapamamış veya yaptırılmamıştır. Ama sonuç olarak 28 Şubat olayı yaşanmış ve Erbakan İktidarı bırakmak zorunda kalmıştır. Erbakan ne sistemle uyum içinde kalarak çalışmış ve bunu Demirel kadar becermiş ne de Özal gibi sistemde iktisadi dönüşümler gerçekleştirebilmiştir. Erbakan dönemin koşullarını yeterince sezememiş ve 28 Şubat dönemiyle birlikte yerini Tayyip Erdoğan’a bırakmıştır. Tayyip Erdoğan dönemi iyi okuyarak girişimci ve yenilikçi kimliğini ortaya koymuştur.

SONUÇ:

KALKINMACI MÜHENDİSLERDEN GİRİŞİMCİ MÜHENDİSLERE

DÖNÜŞÜM

Çağdaş Türk toplumunun temalar kaynağı, 19. yüzyılın başında girişilen

“modernleşme” sürecinde oluşmuştur. Osmanlı İmparatorluğu III. Selim’in ve II Mahmut’un başlattığı bir dizi reforma tanık olur. Bu reformlar “Tanzimat”

döneminde de devam eder. Bu reformların varlık nedeni, imparatorluğun bütünlüğünü tehlikeye sokan iç ve dış tehditlere karşı koyabilme arayışıdır.

Dolayısıyla “savunmaya yönelik” olarak nitelenebilecek bu “çağdaşlaşma”, çağdaş bir ordu kurulması, yönetimin rasyonelleştirilmesi, bürokrasinin yeniden düzenlenmesi ve dolaylı olarak, bir dizi laik okul açılması ve yeni hukuki ilkelerin yürürlüğe sokulması yoluyla her şeyden önce merkezi iktidarın sağlamlaştırılmasını hedefleyen bir dizi kurumsal yenilikten oluşmuştur.

Geç modernleşmenin, geleneksel siyasal öğretiler ve ideolojiler alanında belirli tercihlere ve dışlamalara yöneldiğini görmek gerekir. Türkiye’deki modernleşme süreci, kendi “aydınlanmacı” yönüyle öğreti-ideoloji planında devletçiliği, halkçılığı, milliyetçiliği, laikliği ve korporatizmi şu ya da bu ölçüde içselleştirmiş, ancak liberalizmi çok uzun bir süre hep dışlamıştır. Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde ise kısmen liberal politikalar uygulanmak istese de yeterli girişimci ve sermaye olmadığı için sanayileşme ve kalkınma faaliyetlerini esas olarak devlet üstlenmiştir. 1930 yılından sonra tüm dünyada, devletçi, müdahaleci ve korumacı politikalara yönelinmeye başlanmıştır. Türk modernleşme modelinin anti-liberal ancak rasyonalist geleneği mühendisleri kolaylıkla gündeme getirmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen günlerde sosyalist ülkelerle birlikte gelişmekte olan ülkelerin en temel toplumsal amaçlarından biri olarak sanayileşme ortaya çıkmıştır. Türkiye, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk günlerden başlayarak sanayileşmeyi önemli bir hedef olarak belirlemiş ve 1950’li yılların başlarına gelindiğinde hemen hemen tamamı devlet öncülüğünde olmak üzere kayda değer bir sanayileşme atılımı gerçekleştirmiştir.

Devletçiliğin ve kalkınmacılığın ağır bastığı bu dönemde özellikle sanayi alanında gerçekleştirilecek kalkınma hamlesini yürütecek yetişmiş personele ihtiyaç duyulmuştur. 1950’li yıllara kadar mühendislerin sayısının yeterli olmadığını ve mühendis yetiştiren okul sayısınında birkaç tane olduğu düşünüldüğünde mühendislerin sanayi alanındaki önemi ortaya çıkmaktadır. Mühendisler bu dönemlerde aldıkları eğitimin de etkisiyle kendilerini daha çok ekonomik alanda görmüşler ve üretim amacıyla çalışmışlardır. Daha çok fabrikalarda teknik eleman ve yönetici olarak katkı yapmışlardır. Ülkenin kalkınması için kültürel sermayelerini kullanmışlardır. Özellikle baraj, yol, köprü, fabrika yapımında çalışmış ve ağır sanayi kurulması için çaba sarf etmişlerdir.

Sanayileşme yönündeki çalışmalar 1960’lı yılların başında merkezi planlamanın başlamasıyla yeni bir ivme kazanmıştır. Bu dönemde daha önce daha çok üretim alanında görev yapan mühendisler planlama alanında da önemli görevler alarak ülkenin sanayileşmesi için gayret göstermişlerdir. Özellikle DPT kurumsal olarak bu süreçte önemli görevler üstlenmiştir. Bu kurum mühendislerin yetişmesi için bir okul görevi görmüş ve siyasete geçiş için iyi bir adım oluşturmuştur.

Demirel, Özal gibi mühendisler bu kurumda çalıştıkları süreler içinde Türkiye’yi tanıma fırsatı bulmuş ve siyasilerle ilişki kurma şanslarına sahip olmuşlardır.