• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.1. Turgut Özal’ın Mühendis Olarak Ekonomiye ve Siyasete Bakışı

bunların arasından İTÜ’nün Elektrik Mühendisliği’ni seçer. Burs almaya başlayınca ailesine yük olmaktan kurtulur.

Üniversite yıllarında gençlik hareketlerinde de aktif rol alır. Talebe Cemiyetinde yardım kolu başkanlığı yapar. Kardeşi Korkut’la birlikte, İstanbul’u Tanıtma Kulübü’nü kurar. 1940’lı yılların o insan hak ve hürriyetleri açısından sıkıntılı günlerinde, Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesinin İslâmi usullere göre gömülmesi ve vatandaşın omuzlarında taşınması konusunda aktif rol oynar.

Korkut Özal o dönemde kendisinin ve abisinin sosyal ve siyasal yaşamda aktif olduklarını şu şekilde anlatır; “Okul siyasetindeki talebe siyasetinde çok aktif rol oynadık. Ben mesela İnşaat Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin kurucu başkanıydım.

Ağabeyim önce ilgilenmiyordu, fakat sonra sosyal işlerde aktif oldu ve birliğin sosyal işler başkanlığını yaptı ağabeyim”173.

Özal, 1950 yılında üniversiteden mezun olur. Aynı yıl Ankara Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde mühendis olarak çalışmaya başlar. Burada, “proje”den daha çok “ön etüt” işiyle uğraşır174. Mesleğinde ihtisas yapması amacıyla Amerika’ya gönderilir.

Özal Amerika’yı gördüğünde çok etkilenmiştir, izlenimlerini ve düşüncelerini şu şekilde ifade eder;

“1952 senesinde, mezun olduktan bir yıl sonra Amerika'ya yolladılar. Şimdi, o günkü Türkiye'den bir insanı New York'a götürün. Nasıl şaşırdığını tahmin edemezsiniz. Tabii bize hep şunu öğrettiler: Bir Türk cihana bedeldir. Bir Türk on düşmana bedeldir. Ondan sonra gittik Amerika'ya. Dev binalar, muazzam medeniyet. Onun karşısında sorgulamaya başladık, bunu bize öğretenler doğrumu diye. 1952 senesinde Amerika'da elektrik

173 Mehmet A. Birand, The Özal, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2006, s.19.

174 Hasan Cemal, 2004, s.122.

mühendisiydim. Hava hatlarını gördüm. İnanır mısınız, 1952 senesinde Türkiye'de bir tane enerji nakil hattı yoktu. Bütün şehirler izole. Bir çok şehirde de elektrik yoktu. Bugün 1950 Türkiye'sinin elektriğini ya iki, ya üç günde üretiyoruz. Tabii, onları görünce müthiş bir eziklik hissediyor insan.

Bizden o kadar ileride bir toplum ki, her şeyleri var. Televizyon çıkmış, bizde yok. 1952'de gittiğim Amerika'da ilk defa televizyonu gördüm. Ondan sonra da üzülüyorsunuz, nasıl olacak da biz bu ileri topluma yetişeceğiz diye”175. Aslında 50'li yıllarda Özal'ın Amerika'da gördükleri bütün hayatı boyunca siyasal görüşlerini ve politikalarını etkileyecektir. Amerika O'nun için hayatının sonuna kadar Türkiye için model olacaktır. “İleri ülkelerde ne varsa biz de de o olacaktır” derken aklındaki ülke hep Amerika olmuştur176.

Dönüşünde Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde Genel Direktör Teknik Müşaviri olarak görev alır. 1960 yılındaki askeri darbe sırasında Özal askerdir. Askerlik görevinin hemen ardından Elektrik İşleri Etüd İdaresi’ndeki görevine tekrar dönen Özal, Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluş çalışmalarına da katılır. 1965 seçimlerinden sonra Başbakan olan Süleyman Demirel’in yanında önce danışmanı olarak görev alan Özal, daha sonra da 1967 yılında DPT Müsteşarlığı’na getirilir.

Turgut Özal DPT’de iki önemli birim kurmuştur. Bunlardan birisi Teşvik ve Uygulama Dairesi diğeri ise kalkınma fonudur. Sakıp Sabancı da Turgut Özal'ın DPT'ye dinamiklik getirdiğini ve onun döneminde işlerin çok daha hızlı yürüdüğünü söyler177. Özal özellikle Planlama'da çalışırken, siyasi inanç farkı gözetmeksizin, işi

175 Bozkurt, Veysel, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Özal”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Kitapları, 2003, s.180-181.

176 Ibid, s.180-181.

177 Mehmet A. Birand, 2006, s.35.

ehline vermiştir178. Özellikle başbakanlığının ilk bir iki yılında Özal'ı çok yakından izlemiş olan bir iktisatçı, onun “mühendis” boyutuyla ilgili olarak şunları ifade eder;

“Devlet Planlama müsteşarıyken ekonomiyi bir mozaik gibi görüyordu. Ve tamamen bir mühendis yaklaşımıyla mozaiğin parçalarını yerlerine koymaya çalışıyordu. Kafasında ekonominin bir fotoğrafı var en ince ayrıntısına kadar.

Bir fiyatlar sistemiyle bunun oluşmasını beklemiyor. Anlayışı, şurada bir teşvik getiririm, burada bir prim getiririm, şunu yasaklarım, şunu teşvik ederim; şu parçayı mozaiğin burasına oturturum. Planlama’nın Teşvik ve Uygulama Dairesi onun zamanında böyle çalışırdı. Kafasındaki şablonu monte etmeye çalışır. İktisat kültürü budur. İktisatçı mıdır? Hayır.

Mühendistir. Türkiye Planlaması’nda bulunduğu zaman, tamamen mühendis yaklaşımıyla meselelere bakmıştır. Projecilik yapmıştır. O yüzden de iktisat kültürünü artırmamıştır. İktisat bilmez; bilmemesi de büyük hatalar yapmasına sebep olmuştur”179.

Buradan Özal'ın bir mühendis olarak iktisat kültürüne oranla mühendislik ideolojisi içerisinde yer alan projeciliğe çok önem verdiğini görmekteyiz. Uygun gördüğü projelerin hayata geçmesi için elinden geleni yapmıştır. Hasan Celal Güzel de Turgut Özal'ın bu yönünü şu sözlerle ortaya koyar; “Turgut Bey gece gündüz çalışırdı, aklı tamamen projelerde olan bir DPT müsteşarıydı”180.

Özal DPT döneminin kendisi için önemli olduğunu ve Türkiye'nin sorunlarına bu dönemde hakim olduğunu ifade eder; “1967-1971 yılları arasında

178 Hasan Cemal, 2004, s.115.

179 Ibid, s.122-123.

180 Mehmet A. Birand, 2006, s.39.

müsteşarlık yaptım. 40 yaşındayım ve günde 17-18 saat çalışırdım. Bu dönemde, Türkiye'nin öğrenmediğim konusu kalmadı”181. DPT’de sol planlamacılar ağırlıkta olmasına rağmen, ısrarla planlamada özel girişime ağırlık verilmesi gerektiğini savunmuştur. 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra DPT’daki görevinden ayrılıp Amerika’ya gitmiştir.

Turgut Özal, Amerikan toplumunun dinamikliğine, yaratıcılığına, yeniliğe sürekli açık tarafına hayrandır. Bu açılardan Türk toplumunu da benzer biçimde değerlendirir. Amerika’nın kendisini hep yenileyebilmesine karşılık, Batı Avrupa’yı daha statik, hatta biraz tıkanmış görür. Amerika’nın bir süper güç olarak dış politikada, pragmatik olduğunu buna karşın Avrupa’nın uzun tarihlerden gelen saplantıları, taraflılıkları olduğunu düşünür182. Japonya’yı bile bu bakımdan Amerika’nın gerisinde kalmış olarak değerlendirir. Ona göre, “Teknolojik gelişmelerin esas kaynağı Amerika’dır; Japonya genellikle ondan alıp geliştirir.”

Amerika’daki “köşeyi dönme” olayına hayrandır. Bu açılardan Türkiye’nin de Amerika’ya çok benzediği kanısındadır. Özal’a göre, tıpkı Amerika gibi Türkiye de artık “para kazanmak, köşeyi dönüp ilerlemek” isteyenlerle doludur. “Bunu Ankara’dan göremezsin” der; “Zira Ankara bir bürokratlar şehridir”183.

Özal, ABD’nin çok tesiri altında kalmıştır. ABD’de bürokrasi olmadığını, piyasa ekonomisinin çok iyi işlediğini, bürokratik devlet anlayışının hakim bulunmadığını, demokrasinin daha fazla olduğunu ve sivil toplumun güçlü olduğunu düşünmüştür. Kafasındaki Türkiye Amerika’dır. Amerika’daki herkesin eşit bir şekilde fırsat eşitliğine sahip olduğu için Amerika’nın kalkındığını dolayısıyla,

181 Mehmet Barlas, Turgut Özal'ın Anıları, İstanbul, Birey Yayıncılık, 2000, s.85.

182 Ibid, s.134.

183 Hasan Cemal, 2004, s.125.

kalkınmanın bu şekilde serbest bir ortamda gelişeceğine inanmıştır.

Özal, Amerika’dan yurda dönüşünde özel sektörde bankacılık, demir-çelik, otomotiv sanayi, tekstil, gıda, döğme ve döküm alanlarında yönetici olarak çalıştı.

1977 Genel Seçimlerinde MSP’den İzmir Milletvekili adayı oldu ve seçimi az bir farkla kaybetti. Daha sonra MESS’de Sendika Başkanı olarak görev yaptı. Kasım 1979 yılında Süleyman Demirel Başkanlığında kurulan azınlık hükümetiyle tekrar devlet memurluğuna dönen Özal’a, Başbakanlık Müsteşarı ve DPT Müsteşar Vekilliği görevi verildi. Türk ekonomisinin liberalleşmesini hedefleyen 24 Ocak kararlarının hazırlanmasında aktif görev aldı.

Türkiye serbest piyasa ekonomisi modeline geçmeliydi. Ekonomisi dışa açılmalıydı. Yani ithal ikameci ve resmi dille “karma ekonomi” diye bilinen iktisat politikalarının terk edilmesi isteniyordu. Ancak bu öneriler paketi sosyal demokrat CHP iktidarı tarafından bütünüyle kabul edilmemiştir184. Bir başka deyişle serbest piyasa ekonomisine dayalı, ihracata dönük sanayileşme modeli nerdeyse bir zorunluluktu. Bu zorunluluğu hayata geçirecek bir siyasal kararlılık gerekiyordu ve işte tam da bu noktada duran isim Demirel-Özal ikilisiydi. Yani Özal doğru zamanda ve doğru yerde durma “becerisini” ilk kez sergiliyordu.

12 Ocak 1980 askeri darbesinden sonra kurulan Bülend Ulusu Hükümeti’nde ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevine getirildi. 24 Ocak kararlarını askeri yönetim koşullarında yürütmekle görevli Turgut Özal 22 aylık devlet bakanlığı yapmış ancak banker krizi nedeniyle ekonomi yönetiminin el değiştirmesi üzerine istifa etmişti. Türkiye’nin yeniden çok partili sisteme döneceği sinyallerinin verildiği günlerde Kenan Evren ile görüşmüş ve parti kurmak istediğini

184 Rıdvan Akar, “Turgut Özal”, Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2001, s.204-205.

açıklamıştır185.

Özal, politikaya girmek, politika yapmak istemiştir. Bunu da istemesinin tek sebebi düşündüğü şeylerin, hazırladığı projelerin ancak kendi elinde yetki olursa yapılabileceğine, başarılabileceğine inanmasıdır. 20 Mayıs 1983’te Anavatan Partisi’ni kuran Özal 12 Eylül sonrası yapılan ilk serbest genel seçimlerde 6 Kasım 1983’de 211 milletvekili çıkararak toplam 400 kişiden oluşan parlamentoda çoğunluğu sağlayarak iktidar olmuştur.

Özal’a seçim kazandıran vizyonu ve iktisatçı kimliği olmuştu. 1983’deki muarızlarının entelektüel ve siyasal zayıflıklarıyla ortaya çıkan mukayeseli üstünlüğü

“iş bitirici” özelliğiydi186. ANAP iktidarını bir gözümüzden geçirirsek, hatta Özal kimliğinin, “İcraatın içinden” diye bir program yapmasıyla hatta elinden düşürmediği kalemiyle, mühendislik imajına gönderme olduğunu söyleyebiliriz. Fakat en önemlisi, ANAP iktidarının bir “problem çözücü” olarak ortaya çıkmasında mühendislik ideolojisinin en tipik özelliği “icraat yapmak” yatmaktadır187. Politikada “yumuşak”, ekonomide “iş bitirici” imaj seçmen katında tutmuştur.

Sorunlara pragmatik çözümler bulabilen “yenilikçi” bir yönetim anlayışı, seçmen üstünde etkili olabilmiştir.

1979’a kadar DPT Müsteşarlığı, Dünya Bankası bürokratlığı, Sabancı Holding yöneticiliği ve MESS (Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası) yöneticiliği ile

“liyakatını” kanıtlamış olan Özal, o yıl –1979’da- Milliyetçiler Derneği’nde verdiği

“Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları” başlıklı model de aslında 1980’lerde

185 Rıdvan Akar, “Turgut Özal”, Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2001, s.221.

186 Ibid, s.215.

187 Nilüfer Göle, 1993c, s.28-30.

gerçekleşecek değişimin bütün parametrelerini belirtmiştir188.

“Yeni Görüş”ü kısaca şu şekilde özetleyebiliriz;

-Devlet ve devlet müesseseleri aşırı bir istihdam yeri olmaktan çıkarılmalıdır.

-İktisadi Devlet Teşekkülleri millete mal edilmelidir, -Aşırı ücretler önlenmelidir.

-Ferdi teşebbüsün önüne konulan engeller kaldırılmalıdır.

-Devletin fertlere rakip ve onlara hükmedici rolü değiştirilerek, yerine milletin işini kolaylaştırıcı, teşvik edici, yardım edici, koruyucu rolü yerleştirilmelidir189.

Türkiye ekonomik model konusunda bir karar vermeliydi. Türkiye ya karma ekonomi adı altında aşırı sola kayan bir ekonomik doktrinle yönetilecekti veya liberal tarafa kayan daha serbestiyetçi ve pazar ekonomisiyle yönetilecekti. Karar liberal, daha serbestiyetçi olan bir pazar ekonomisiyle yönetilmesi olmuştur190.

Özal, daha başından itibaren devlet geleneğimizin ana unsurlarından olan

“efendi devlet”, “hizmet edilen devlet” anlayışını söylem düzeyinde reddetmiştir.

Devletin halka hizmet etmek için varolduğunu tekrar tekrar dile getirmiştir.

İnsanların-milletin devlet için varolmadığını, devletin insanlar-millet için varolduğunu vurgulamıştır191. Özal devlete tanzim edici, hak dağıtıcı rolü biçmiştir.

Emniyet, asayiş, milli müdafaa devletin ana hizmetidir. Ekonomik faaliyete bütün millete hitap edecek cinste hizmetler esastır. Bunlar karayolları, barajlar, sulama tesisleri, meydanlar, demiryolları, limanlar kısmen elektrik gibi faaliyetlerdir192. ANAP iktidarının en büyük başarısı da gerçekten elektrik, telefon, yollar, limanlar,

188 Rıdvan Akar, “Turgut Özal”, Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2001, s.206.

189 Mehmet Barlas, 2000, s.221.

190 Ibid, s.62.

191 Yayla, Atilla, “Liberal Siyaset”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Kitapları, 2003, s.435.

192 Mehmet Barlas, 2000, s.213.

havalimanları gibi altyapının tamamlanmasını sağlamak olmuştur193.

Özal için öncelikli olan ekonomidir, ekonomideki sorunlar çözülmeden diğer alanlardaki sorunların çözülemeyeceğini düşünmektedir. İnsan hakları, demokrasi, seçim sistemlerini değiştirmesi hep sekonderdir. Bir başka deyişe önce ekonomi gelmiştir194. O mühendisliğinden gelen bir ekonomik deterministtir. Yani ekonomik yapıdaki dönüşümün zamanla siyasal ve kültürel yapıyı da dönüştüreceğine inanmıştır. Bu sebeple de O'nun ilk önemli uygulamaları daha ziyade ekonomik konularda yoğunlaşmıştır195. Dış işlerinde Özal önce ekonomik işbirliğini düşünmüştür. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların da, benzer şekilde, daha fazla iktisadi işbirliği sayesinde çözülebileceği kanaatindeydi. Türkiye'nin ABD'yle olan ilişkilerinde de, “yardım değil ticaret” düsturu, Özal tarafından formüle edilmiştir196.

Özal'ın düşüncelerinin şekillendiği ve politikalarını uygulamaya koyduğu yıllar aynı zamanda, dünyada modern/endüstriyel toplum paradigmasının sorgulandığı bir dönem olmuştur. Bu sebeple Özal'ın Türkiye'nin 21. yüzyıldaki yerine yönelik görüşlerini daha iyi anlayabilmek için çok kısada olsa, O'nun döneminde bu paradigma dönüşümünü ortaya koyan yaklaşımlara bakmak gerekmektedir.

1970'li ve 80'li yıllar, gelişmiş ülkelerin modern/endüstriyel toplumlardan, postmodern/postendüstriyel toplumlara geçiş sürecini sorguladığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde Özal'ın düşünceleri üzerinde dolaylı da olsa etkisi olduğunu

193 Mehmet Barlas, 2000, s.70.

194 Mehmet A. Birand, 2006, s.328.

195 Bozkurt, Veysel, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Özal”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Kitapları, 2003, s.187.

196 Aral, Berdal, “Özal Döneminde İç ve Dış Siyaset”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Kitapları, 2003, s.228.

düşünülebilecek paradigma dönüşümüne yönelik çalışmalara baktığımız zaman, ortak iddia, artık modern endüstriyel toplumun simgesi olan kavram ve kurumların yeni dönemin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmeleridir197. Özal yeni dönemin sanayi devriminin yapıldığı dönemdeki makineye ağırlık veren yapıdan enformasyon sektörüne ağırlık veren daha dinamik bir yapıya dönüşüm gerektiğini ve dönüşüm için gelişmiş ülkelerin izlediği yolların tümünden geçmeye gerek kalmadan doğrudan şu andaki duruma adapte olunması gerektiğini düşünmektedir.

“Biz Türkiye olarak sanayi devrimini kaçırdık. Yani ilk sanayi devrimini. O yüzden, diğer ülkelerden geri kaldık. Şimdi onlar o devri aştılar. Onları yakalamamız mümkün değil. Ayrıca devirden bizim de geçmemiz şart değil.

Onları, bugün içinde bulundukları devirde yakalayabiliriz.

Bunun için kuracağımız tesisler, en yeni, en modern olmalı. Mutlaka, son teknolojiyi ve high teknolojiyi getirmeliyiz. İleriyi ancak böyle yakalayabiliriz. Sanayi devrimi yapıldığında ana güç enerjiydi. Enerji ile, insanın kitle gücünü geride bırakan makinalar yapılmış. Büyük istihsaller böyle olmuş.

Şimdi, son 25 yıldır ve içine girdiğimiz yeni yüzyılda, kitle gücünü değil, beyin gücünü aşmaya çalışıyor insanlık. Belki bu durum dünyanın sonunu da getirir, ama iş bu safhada. Türkiye de bu prosese girdi bile”198.

Nasıl modern/endüstriyel toplumun yükselişine paralel bir biçimde, “makine teknolojisi” yeni uygarlığın simgesi haline getirilerek yüceltilmişse, postendüstriyel/enformasyon toplumlarının yükselişine paralel bir biçimde

197 Bozkurt, Veysel, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Özal”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Kitapları, 2003, s.173-174.

198 Mehmet Barlas, 2000, s.146.

“enformasyon teknolojileri” benzer simgesel özelliğe sahip olmuştur. Geçmişin “ağır sanayi”tutkusunun yerini, yükselen yeni sektör olarak “enformasyon sektörü” almaya başlamıştır199. Dolayısıyla Özal sanayinin eski önemini kaybettiğini düşünmektedir.

“Dünyada da böyle sanayi, eski önemini daha doğrusu eski manasını kaybediyor. Sanayi sektörü, büyük çapta üretim yapan, fakat çok az sayıda insanla üretim yapan, birbiriyle irtibatlı ve bu irtibatları da servis sektörlerinin sağladığı bir ağ olacaktır. İstihdam, sanayide çok aşağıya düşecektir.

Şimdiden belli oluyor bu. Bunun yerini servis sektörleri alacaktır. Servis sektörleri daha iyi eğitilmiş insan ister. Bilgisayardan programcılara, bankacılara, diğer şeylere”200.

Endüstriyel toplumun bir başka alamet-i farikası olan,

“merkeziyetçi/bürokratik” örgütler, geçmişten farklı olarak rasyonelleşmenin değil, tam aksine hantallığın simgesi haline gelmiştir201. Bu anlayışın doğal bir sonucu olarak, bürokratik hantallığın simgesi olan kamu girişimciliği mutlaka küçültülmeli ve piyasa mekanizmasının terbiye edici özelliğinden de yararlanarak, kaynakların daha optimal kullanımı sağlanmalıydı.

“Kural”, “hukuk” kavramları gibi bürokrasi de itici gelir Turgut Özal’a.

“İlerleme”nin baş engeli sayar bürokrasiyi ve ondan kaynaklanan formaliteleri.

Aslında Özal'ın kişiliği ile özel sektörün çalışma şekli büyük ölçüde örtüşmektedir.

Çünkü o, bürokrasiden ve bir takım kurallardan hoşlanmadığını sık sık göstermiştir.

Kamu bürokrasisini, gelişmenin önündeki en büyük engellerden birisi olarak görmüştür. Nitekim Anılar'ında, dönüşümcü liderlerde olduğu gibi, kendisini

199 Bozkurt, Veysel, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Özal”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Kitapları, 2003, s.174.

200 Mehmet Barlas, 2000, s.146.

201 Bozkurt, Veysel, 2003, s.174.

“Protokol adamı değilim, hizmet adamıyım” diye tanımlamaktadır202. Hizmet adamı olarak ise genelde mühendisleri yani teknik formasyonlu insanları görmektedir.

Dolayısıyla, Özal için icraat yapacak, problem çözecek insanlar daha çok mühendisler olacaktır.

Mühendislerin ağırlıklarını siyasal elit içerisinde fazla hissettirmesiyle birlikte eski elit, yeni elit çatışması başlamıştı. Kendilerinin matematik, mantık gibi evrensel bir dille düşünüp konuştuğunu söyleyen mühendislerle ilkesel düşünüp, problemleri yalnızca tanımlayabilir dedikleri mülkiyeliler arasında bir çatışma vardır.

Mühendisler, diğerleri ve mülkiyeliler için, “onlar sadece kanunların ayrıntıları ile uğraşır, laf üretirler, oysa biz iş yaparız diyorlardı ve bu perspektif içinde Özal’da yer almıştır”203. Hasan Celal Güzel, Özal'ın mülkiyelilere ilişkin düşüncelerini yaşadığı bir olay üzerinden çok net ortaya koyar;

“Bir gün otururken, ben vardım, Mesut Yılmaz vardı, Mehmet Keçeciler vardı, derken Veysel Atasoy geldi. Sözü bıraktı, gözleri daldı. Sonra döndü,

“Yahu biz çok yanlış yapmışız” dedi. “Nedir efendim?” dedim. “Biz hep mülkiyelilerden kaçarken niye mülkiyelilerin eline düştük. Devleti sana bıraktık” dedi bana döndü. Ben Başbakanlık müsteşarıyım o zaman. Galiba bu 1984’lerde falan oldu. “İşte hükümet sözcüm, kabinedeki sağ kolun Mesut Yılmaz, partiyi de Mehmet Keçeciler’e bıraktık. İşte önemli bir bakan, Veysel Atasoy, o da mülkiyeli” dedi. “Yani bir partiyi de, ANAP iktidarını da götürdük mülkiyelilere verdik” dedi. Ama ben şaka yaptığını zannettim, bayağı kızarak söyledi bunu. Sonra ben dedim ki: “Efendim bizim mülkiyeliliğimiz mi kaldı? Biz biraz mühendisleşmiş mülkiyelileriz. Yani

202 Mehmet Barlas, 2000, s.92.

203 Nilüfer Göle, 1993c, s.28-30.

proje fikrini pratik zihniyeti bir parça benimsemiş, alışmış mülkiyelileriz”204. Özal’ın, bürokrasiye ve mülkiyelilere bakışının bir yansımasını da Türk dış politikasını değerlendirmesinde bulabiliriz. Özal, Türk dış politikası tarihini Atatürk ve İnönü'nün dış politikası olarak ikiye ayırıyordu. Ona göre Atatürk'ün dış politikası pragmatik, aktif ve cesurdu; İnönü'nün dış politikası ise devletçi, statükocu, değişmeleri hiç nazarı itibara alamayan, pasif, bürokratik bir çizgiydi. Özal, Türk Dışişleri teşkilatı'nın bu dış politika zihniyetini devam ettirdiğine inanıyordu ve statükoyu muhafaza eden dış politika çizgisini eleştiriyordu.

Bir açıdan bakıldığında, Özal, Türk siyasetinin teamüllerinden önemli bir kopmayı temsil etmektedir. Onun Türk siyaseti ve dış politikası alanında oynadığı rol, kendinden öncekilerle kıyas edildiğinde, dinamizmi, gözüpekliği ve değişime uyum sağlama kabiliyetiyle dikkat çekmiştir. Özal, dış faktörlerden sonuna kadar istifade ederek Türkiye'nin uluslararası ağırlığını arttırmayı önemli bir ilke haline getirmiş, inisiyatif kullanmaktan ve risk almaktan çekinmeyen bir siyaset adamı profili çizdiği gözlenmiştir205 ve bunu da şu şekilde ifade etmiştir; “Korkmadan yapılan icraat. Bugün Türkiye bir noktaya gelmişse o riski alabilmektendir. Bu riski almak çok zor. Bizim gibi biraz gözü kara adam lazım, korkmadan alacak ve bu böyle olacak diye inanacak, inanması lazım” 206.

Özal'a göre bürokrasi içte de dışta da riske girmek istemez. Riske girecek olanlar seçilmişlerdir, politikacılardır. Özal'a göre bürokrasi İnönü çizgisindedir, Atatürk çizgisinde değildir. İnönü bir nevi son Osmanlı Paşasıdır, Atatürk ise statükoyu değiştirmeye çalışan bir reformcudur. Ona göre askeri, sivili, hariciyesi,

204 Mehmet A. Birand, 2006, s.219-220.

205 Aral, Berdal, “Özal Döneminde İç ve Dış Siyaset”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Kitapları, 2003, s.242-243.

206 Mehmet Barlas, 2000, s.107.

dahiliyesi ile Türk bürokrasisi Atatürk'ün değil İnönü'nün çizgisindedir.

“Türk dış politikasında, iki çizgi var. Biri Atatürk'ün, biri İsmet Paşa'nın çizgisi. Atatürk, şartlar elverince, Hatay'ı alıyor, Boğazlar rejimini Montrö'de değiştiriyor. İtalya'ya ve Almanya'ya karşı, İngiltere'nin, Fransa'nın yanına geçiyor.

Fakat İnönü'nün çizgisi fevkalade tutucu, sadece statükoyu devam ettiriyor.

Alınabilecek şeyleri de almaya çekiniyor. Şimdi herkes Atatürkçülükten bahseder. Atatürk'ü göklere çıkartır. Ama bürokrasi, bütün çizgisi ile İnönü çizgisindedir. Atatürk çizgisinde asla değildir.

İsmet İnönü, bir nevi son Osmanlı Paşası'dır. Atatürk ise, statükoyu değiştirmeye çalışan bir reformcudur hep. Askeri, sivil, hariciyesi, dahiliyesi ile, Türk bürokrasisi, Atatürk'ün değil, İsmet İnönü'nün çizgisindedir”207. Özal'a göre aktif dış politika ayrıca çok hızlı karar verme yeteneğini de içermeliydi. Oysa bürokrasi bu yeteneğe sahip değildi. Hızlı karar vermek politikacının işi idi ve karar vereceklerin de çok iyi bilgi sahibi olması lazımdı, çünkü yanlışlık yapma ihtimali de vardı208. Özal dış politikada büyük bir pragmatik yaklaşım içerisinde ama belli bir strateji içerisinde hareket etmiştir. Çünkü kafasında bir dış politika, Türkiye’nin dünyadaki yeri mevcuttu209.

Özal 21. asrın Türkiye'nin Türklerin asrı olacağını düşünmektedir210. Balkanlar'dan Orta Asya'ya kadar uzanan müslüman ve büyük bir kısmı Türk olan yeni devletlerde nüfuz alanları yaratma olanağı ortaya çıkmış ve Türkiye’nin bu

207 Mehmet Barlas, 2000, s.121.

208 Gürbey, Gülistan, “Özal’ın Dış Politika Anlayışı”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.294.

209 Mehmet A. Birand, 2006, s.528.

210 Mehmet Barlas, 2000, s.136.

avantajı kullanması gerektiğine inanmıştır211. Özal'ın Amerikan-yanlısı refleksleri, pragmatik yönelimleri ve uluslararası gelişmelerden Türkiye'nin lehine pay çıkarma eğilimi, 1990-91 Körfez Savaşı sırasında açıkça gözlenmiştir212. Türkiye'yi Körfez krizinde kendi kararını kendi veren, bağımsız bir ülke olarak sunmayı amaçlıyordu.

Özal, bu “tarihi fırsatın” önemini şöyle dile getiriyor;

“Siz eğer misyonunuzu bilirseniz, günlük küçük iç politika hesaplarının üzerine çıkmayı başarabilirsiniz. Adamlar, Türkiye'yi Avrupa'dan kopartmaya, Ortak Pazar'ın kapısında bekletmeye uğraşıyor. Elinize tarihi bir fırsat geçmiş. Önemli bir krizde, hem haklı yerde, hem de Batı'nın lider ülkeleri safında yer almak imkanını bulmuşsunuz. Amerika'yı, İngiltere'yi müttefik almışsınız. Bunu değerlendiremezseniz, ne politikacılığın, ne başbakanlığın, ne cumhurbaşkanlığının anlamı kalır”213

Özal, imkanlar ve doneler olduğu durumda aktif politika izlenmesi gerektiğini belirtir214. Özal, sistem sorun ürettiğinde sorunları çözmek ve daha iyi bir yapı oluşturmak şeklinde özetlenebilecek aktif ve geleceğe dönük bir tavır sergilemiştir.

Dolayısıyla Özal'ın bu kişilik ve liderlik özelliğinin de yönetim anlayışına yansıması doğaldır.

ANAP gerçekten bir “kişi”, bir “lider” partisidir. Parti kulislerindeki slogan yıllar yılı şuydu: “Özal’a güven, gerisini merak etme sen!” olmuştur o yüzden de

“partisel kimlik”ten çok Özal’ın siyasal kimliği önem taşımıştır215. Turgut Özal'ın

211 Gürbey, Gülistan, “Özal’ın Dış Politika Anlayışı”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.291.

212 Aral, Berdal, “Özal Döneminde İç ve Dış Siyaset”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.232.

213 Gürbey, Gülistan, “Özal’ın Dış Politika Anlayışı”, Kim Bu Özal, İstanbul, Boyut Yayınları, 2003, s.300.

214 Mehmet Barlas, 2000, s.131.

215 Hasan Cemal, 2004, s.376.