• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

2.1. Cumhuriyet Döneminde Mühendisler

İmparatorluktan ulus devlete geçiş süreci içerisinde Osmanlı ideolojisinden vazgeçilmiş ve imparatorluğun dağılmasına karşı bir tepki olarak milliyetçilik ortaya çıkmıştur. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisini milliyetçilik oluşturmaktaydı. Milliyetçilik ideolojisi nüfusu, müşterek bir ülkü peşinde bütünleşen, çıkarları ortak, inançları türdeş bir cemaat olarak görmek istiyordu. Bunu da ancak kapitalist gelişmeyi siyasetin boyunduruğuna alarak yapabileceğine inanmıştı101. Burası meselenin kalbidir: milliyetçilik ile endüstrileşme arasındaki ilişki102.

Bu ilişki İngiltere ve Almanya örnekleri üzerinden kolayca şekillendirilebilir.

Sanayi Devrimi B. Britanya İmparatorluğu lehine muazzam bir üstünlük yaratmış ve bu üstünlükte en önemli etken, bu ülkenin teknolojide kazandığı yetkinlik olmuştur.

Almanya'nın koşulları, özellikle B. Britanya ve Fransa'nın koşullarıyla karşılaştırıldığında geride görülmekteydi. Aykut Göker’in aktardığına göre, Frederick List, Almanya'nın her şeyden önce, yeni teknolojiyi öğrenip özümsemesi ve ekonominin ilgili etkinlik alanlarına yayarak bunu kullanır hale gelmesi; dahası, edindiği teknolojiyi bir üst düzeyde yeniden üretme yeteneğini kazanması gerektiğini vurgulamaktaydı103. Almanya, XIX. Yüzyılın ikinci yarısında benimsediği bu strateji ile B. Britanya'ya yetişmeyi başarmıştır.

101 Çağlar Keyder, Ulusal Kalkınmacılığın İflası, , İstanbul, Metis Yayınları2004, s.40.

102 Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998Ibid, s.33.

103 Aykut Göker, “Pazar Ekonomilerinde Bilim ve Teknoloji Politikaları”, Teknoloji, Ankara, TMMOB Yayınları, 2004, s.131.

List, sanayileşmeyi ne dışlamayı, ne de ona tabi olmayı istememesi, ama onu ulusallaştırarak kabul etmesi anlamında özgündü. Amacı, ulusal sosyalizm değil, ulusal kapitalizmdi. Bu fikir, gerçekten birbirinden ayrılması gereken iki ayrı bileşene sahiptir;

1. Sanayileşmeyi özendirmek ve korumak için politik kurumların kullanımı.

2. Bu politik kurumların etnik bir niteliğe sahip olma zorunluluğu.

Bugünün azgelişmiş çevre ülkelerinin büyük bölümünde devlet kurma sürecinde en etkili ideoloji milliyetçilik oldu. Bu süreç sırasında, daha önce farklı yönelimleri olan dağınık bir nüfusun yeni devlete sadık yeni bir topluluk haline getirilmesi gerekiyordu. Yeni devletlere önderlik eden milliyetçi elitler, imparatorlukların çökmesiyle boş kalan siyasi düzlemdeki hareket alanıyla yetinmeyip ayrıca ekonomi üzerinde de söz sahibi olmaya çalıştılar. Çünkü ancak ekonomiyi kontrol ederlerse kişilerin yeni ulusal birime sadakatı için gerekli maddi koşullar tam olarak sağlanabilecekti. Bu koşulların, bütüncül bir dünya ekonomisinin oluşumuna yol açan 1914 öncesi dönemdeki iktisadi liberalizmin tam tersi olduğu düşünülüyordu. Böylece antiliberalizm, “ulus kurmanın” iktisadi politikası haline geldi.

Antiliberalizm, “ulusal ekonomiye” uzanan kökleriyle kalkınmacıydı, fakat aynı zamanda toplumda birbiriyle çelişen çıkar gruplarının mevcudiyetini de inkar ediyordu. Antiliberal görüş, piyasanın hiçbir kurala tabi olmayan işleyişinin toplumsal çatışma olasılığını artırdığını iddia ediyordu. Oysa antiliberal devletçilik uyum içinde bir cemaat-toplum yaratma çabasındaydı104. Almanya’da uygulanan yöntem benzer bir şekilde Türkiye için de düşünülmüştür; Toplumun güçlenmesini

104 Çağlar Keyder, 2004, s.29.

beraberinde getirecek kapitalizm ve liberalizm yerine sanayi medeniyetinin değerleri Türk modelinde daha kolay gelişme zemini bulmuştur. Türkiye’deki modernleşme süreci, kendi “aydınlanmacı” yönüyle öğreti-ideoloji planında devletçiliği, halkçılığı, milliyetçiliği, laikliği ve korporatizmi şu ya da bu ölçüde içselleştirmiş, ancak liberalizmi çok uzun bir süre hep dışlamıştır.

Cumhuriyet Yönetimi yukarıda bahsedilen anlayış içerisinde Osmanlı’dan kalan “ilkel bir tarımsal yapı” ve “adaletsiz bir toprak düzeni” mirasıyla yeni bir döneme başlamıştır. Yoksunluklar içerisinde ulusal nitelikte bir kapitalizme yönelişin karşısına çıkan belki de en çetin nesnel engel, Türk burjuvazisinin cılızlığından kaynaklanmaktaydı. Buna rağmen sanayinin gelişme hızı bu dönem içinde yıllık

%10.2 gibi küçümsenmeyecek bir ortalamaya ulaşmaktadır. Ancak, 1920'li yıllarda sanayi, milli gelirin öncü bir sektörü olabilecek boyutlar taşımıyordu; dönem ortalaması olarak GSMH içindeki payı sadece %11'i oluşturmaktaydı. Gerçekleşen yüksek büyüme hızı, dinamik bir sanayileşme temposunu değil, bir yeniden inşa sürecini yansıtmaktadır105.

Genç Cumhuriyet Rejimi, kalkınmacı, uygarlaştırıcı ve düzenleyici rolünü oynayabilmek için kudretli bir devlet yaratmak arzusunu gütmüştür. Bu devlet ekonomik gelişmenin nimetlerini adil olarak bölüştürecek sınıflar-üstü bir nitelikte olarak sunulmak istenmiştir106. 1923-1929 döneminin, iktisat politikaları ve resmi iktisat görüşleri bakımından 1908-1922 dönemiyle bir süreklilik içinde olduğunu gözlüyoruz. Devlet desteğiyle bir yerli ve milli burjuvazi “yetiştirilmesi”ni kalkınma ve modernleşmenin temel mekanizması olarak gören yaklaşımı, 1923 sonrasının

105 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, Ankara, İmge Kitabevi, 2003a, s.51.

106 Doğu Ergil, “Birinci Dünya Savaşından Sonra Toplumsal Farklılaşma ve Siyasal Temsil Sorunu”

Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı, 1976, s.463.

iktisat politikalarına atmosferine tamamen damgasını vurmuştur107.

17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde; kalkınmanın sağlanmasında özel teşebbüsün itici güç olması ve Devlet’in özel girişimciliği desteklemesi ve teşvik etmesi fikri ağırlıklı görüş olarak benimsenmiş olmasına ve Kongrede alınan kararlar 30’lu yılların başına kadar uygulama alanı bulmasına karşılık, özel teşebbüsün yeterli sermaye birikimine sahip olmaması, alt yapı sorunları, yetişmiş insan gücünün yetersizliği ve Dünyayı sarsan 1929 ekonomik buhranının sınırlı da olsa ülkeyi etkilemesi v.b. nedenler, uygulanan ekonomik politikalardan arzulanan olumlu sonuçların alınmasını engellediği bu durumun, yeni bir ekonomik modelin uygulanmasını zorunlu kıldığı görülmektedir.

Bu yeni modelin esası; Devletin planlama ve kuracağı iktisadi teşebbüsler aracılığı ile ekonomide daha aktif rol oynaması şeklinde özetlemek mümkündür.

Yaklaşık yüz yıl süren Balkan Savaşları, Trablus savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sürecinde saraya yakın yabancı ve azınlık mimarlar, Rum, Ermeni kalfa ve ustalar ülkeyi terk etmiş, mübadelelerle ayrılmak zorunda kalmış, yapı sektöründe çalışan, yetişmiş teknik eleman boşluğu doğmuştur. Bu boşluğu doldurmak için yabancı teknik elemanlara da çalışma izni verilmiştir. 1927’de sadece 1035 sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Yasa kabul edilmiş, yabancı teknik elemanların çalışmalarına olanak veren “Teşvik-i Sanayi” Kanunu çıkmıştır.

1930 yılından sonra tüm dünyada, devletçi, müdahaleci ve korumacı politikalara yönelinmeye başlanmıştır. Türkiye de bu doğrultuda hareket ederek, bunalımdan çıkmak ve iktisadi genişlemeyi sağlamak amacıyla çeşitli tedbirler almıştır. Bu döneminde iktisat politikaları bakımından iki belirleyici özellik vardır:

107 Korkut Boratav, 2003a, s.39-40.

Korumacılık ve devletçilik. İktisat politikalarının yöneldiği amaç ve elde edilen sonuçlar bakımından ise bu yılları bir ilk sanayileşme dönemi olarak nitelendirmek uygundur. Bu dönemde sanayinin önemini ve Cumhuriyet hükümetinin sanayileşmeye bakışını M. Kiper’in aktardığına göre, İsmet Paşa 1933’de şöyle dile getiriyordu; “Bir memlekette sanayi tesisi heves edildiği kadar kolay değildir. Bunun için örgüt ister, sermaye ister. Yüksek hayat yaşamak isteyen milletler, bu davadan vazgeçemezler ve geçmeyeceklerdir”108.

1930'lar krizi sırasında, pazara olan güven bütün dünyada sarsıldığı için, antiliberal politikaların uygulanması için gerekli ortam oluşmuştur. Sanayileşme, dünya pazarının kontrolünden ve yaptırımlarından kurtulmuş olan burjuvaziyi beslemeye ve milliyetçi kadroların siyasi iktidarını sağlamlaştırmaya yönelik doğal bir formül olarak ortaya çıkmıştır. Ulusal ekonomiyi kurmak üzere tasarlanmış politikaların yürütülmesi amacıyla, milliyetçi elitler ve yeni gelişmekte olan sanayiciler arasında “devletçi” bir ittifak sağlanmıştır. Bu ittifak ulusal kalkınmacılığın başlangıcı olmuştur109. Bu dönem (1929-1939), ‘devletçi sanayileşme dönemi’ olarak anılır.

‘Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, 19. asırdan beri sosyalizm kuramcılarının ileri sürdüğü fikirlerden alınarak tercüme edilmiş sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizde anlamı şudur; bireylerin özel girişimlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeyin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini

108 Kiper, Mahmut, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sanayi Politikaları ve Sümerbank”, TMMOB, Mühendislik Öyküleri II, Ankara, 2006, s.27.

109 Çağlar Keyder, 2004, s.30.

devletin eline alması. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye vatanında asırlardan beri kendi teşebbüsleriyle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi. Ve görüldüğü gibi, kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol liberalizmden de başka bir sistemdir’ M. Kiper’in aktardığına göre yukarıdaki sözler Mustafa Kemal’indir. O’nun ağzından söyleyen de 1935 yılında Celal Bayar’dır110.

Bu dönemde ekonomik açıdan “devletçiliğin” özellikle özel sermayenin yeterli olmaması ve kalkınmanın hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği için tercih edildiği görülmektedir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenen politikaların eksiklikleri anlaşılarak, 1932-1960 döneminde, ülke sanayiinin temelini oluşturacak yatırımların gerçekleştirilmesi için karma ekonomi sistemi benimsenmiş ve o dönem için dünyada kabul edilen sanayi planları yaklaşımına geçilmiştir. 1929 Dünya Ekonomik Krizi sonrasında ülkemizde de devletin ekonomiye müdahalesinin artmış, devletçiliğin uygulamaya konduğu, kamu müdahaleciliği ve hatta 1930'lu yılların başlarında planlama denemelerine yer verilen uygulamalar önem kazanmıştır.

Hükümetlerin yatırım harcamalarının düzene sokulmasına yönelik planlar yapılmıştır. Kalkınmanın yolunun sanayileşme ve bunun yönteminin de planlama olduğu düşünülmüştür. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında (1933-1937) işletmelerin devletçe kurulması strateji olarak benimsenir111. Şakir Kesebir Planı, İsmet İnönü Programı, 1933-1937 ve 1938-1942 Sanayi Planlarına paralel Meslek Eğitimi Planları, Şevket Süreyya Planı gibi planlar bu dönemin ürünleridir.

110 Kiper, Mahmut, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sanayi Politikaları ve Sümerbank”, TMMOB, Mühendislik Öyküleri II, Ankara, 2006, s.29.

111 Ibid, s.16.

1930'ların Sanayi Planları kıt kaynaklarla öncelikli, fakat entegre projelere ağırlık verme iradesinin ilginç örnekleridir. Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı, bir kısmi plan, yatırım planı niteliğindedir, temel amacı tüketim malları üretiminde belli artışlar sağlamaktır. Bu tüketim malları, daha önce, hemen tümüyle ithal edilmekteydi. Bir anlamda, Türk sanayileşme politikasının bir geleneği haline gelmiş olan "ithal ikamesi" de devlet eliyle ve sistemli bir biçimde bu Plan ile başlatılmış oldu.

Birinci ve İkinci Sanayi Planları birer "Proje demeti" niteliğindedir ve her iki Plan da sanayileşme için olanakları zorlamak ve bir uygulama disiplini getirmek istemişlerdir. İkinci endüstrileşme planının, birincisinden en önemli ayrılığı ağır sanayiye verilen öncelik olmuştur. Demirçelik ve makina kollarındaki ilk atılımlar, ikinci planın ürünleridir. Bununla birlikte, şeker, tekstil v.b. tüketim araçları üretimine de devam edilmiştir112.

Alışılmış planlama tanımı, belirli bir amacı gerçekleştirmek için düzenlenen önlemler bütünü olarak tanımlanabilir113. Plan kelimesi, Keynes iktisadının güçlendiği sırada görülmemiş bir çekicilik kazanmıştı. 1929'dan 1936'ya kadarki zaman aralığı kapitalist ülkeler için bir yıkım zamanı iken, Sovyetler Birliği için büyük bir sıçrama dönemi olmuştur. İlk sosyalist ülkedeki ilk beş yıllık plan 1927-1929 yılında başlamıştır114.

“Burjuva dünyasının plan kavramına karşı ilk tepkisi büyük ölçüde kuşkulu ve kötümser idi. Burjuva dünyasındaki “Sovyet” uzmanları daha 1928'den

112 Yalçın Küçük, 1978, s.249.

113 Ibid, s.16.

114 Ibid, s.59.

itibaren sistemin çökeceği müjdesini yaymaya başladılar. Her yıl gelecek yılın felaket yılı olacağını öne sürdüler. Fakat her yıl başarılı sonuçlar alındıkça, kehanetlerini bir sonraki yıla aktardılar. Ama zamanla söylediklerine kendileri de inanmaz oldular. Ve “planlama”, “beş yıllık”

kelimeleri tıpkı “Sovyet” kelimesi gibi, ilk sosyalist devrimin uluslararası düşünceye sokup yerleştirdiği itibarlı kelimeler oldu”115.

Çağdaş bir dünya hakkındaki Sovyet görüşünün asıl güçlü yanı, burada adlandırıldığı gibi, “çağdaşlaşma”yı insanın temel görevi olarak kabul etmesi ve teknolojinin bütün insanlar için bir maddi bolluk dönemi yaratabileceğini öngörebilmesidir116. Bu ekonomikliği sağlama veya buna yaklaşma işi planlama işidir. Buradaki planlama işi bir mühendislik-iktisat karışımı iştir. Bunun içindir ki, örneğin Sovyet planlaması en azından ilk aşamasında bir mühendislik-iktisat işi olarak gelişmiştir117. Örneğin Goelro planının yapıcısı ve uzun süre Gosplan'ın başı ve Lenin'in çok yakın arkadaşı Krijijanovskiy bir elektrik mühendisidir. Lenin elektrifikasyona çok önem vermiştir. “Elektrifikasyon+Sovyet iktidarı = Komünizm”

ilkesi bu önemi vurgulamıştır118. Goelro, elektriklendirme planıdır ve devlet elektriklendirme komisyonunca hazırlanmıştır.

Türkiye'de bu anlamda planlı bir ekonomi ile kalkınma girişimlerinde bulunmuştur. Birinci Sanayi Planı ekonominin genel dengeleri üstünde durmamakla ve kamu yatırımlarının tümünü kapsamamakla birlikte Türkiye'ye 20 kadar fabrika ve "plan kavramı" hediye etmiştir. Sümerbank ve Etibank gibi iki büyük kuruluş bu

115 Yalçın Küçük, 1978, s.60.

116 Cyril Black, 1986,s.123.

117 Yalçın Küçük, 1978, s.125.

118 Ibid, s.172.

Planla ekonomiye kazandırılmıştır. Sümerbank’ın temel görevi sanayi planının uygulanması yani sanayi tesislerinin kurulması ve kurulan diğer devlet kuruluşlarına da örnek olmasıdır. 1934’de sanayi planı iyice olgunlaşmıştır. 1935 yılında yer altı kaynaklarını araştırmak için Maden Tetkik Arama (MTA), bu kaynakları işlemek için ETİBANK ve elektrik enerji kaynakları için de Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) kurulur.

1935 yılından itibaren, gerek o zamanki hükümet ve gerekse MTA’nın ileri görüşlü yöneticilerinin kararları neticesinde MTA, Etibank, Sümerbank ve EİEİ ihtiyacı için her yıl 2000-3000 müracaat arasından 20-30 öğrenci dış ülkelere gönderilmiştir119. Yurtdışına öğrenime gönderilenlerden birçoğu mühendislik alanında eğitim almışlardır. Gerçekten de değişik zamanlarda yurtdışında öğrenim gören bu insanların pek çoğu ülkelerine dönmüşler, büyük sorumluluklar almışlar ve Türkiye’nin kalkınmasında çok önemli roller üstlenmişlerdir120. Türk modernleşme modelinin anti-liberal ancak rasyonalist geleneği mühendisleri kolaylıkla gündeme getirmiştir. Gerek sol hareketler içinde yer alan mühendisler için, gerek İslamcı hareketler içinde yer alan mühendisler için sanayileşme mitosu ve kapitalizmin eleştirisi çok belirgin bir şekilde ortak noktalardır.

1930-1939 yılları, Türkiye'nin sanayileşme doğrultusunda ilk ciddi adımlarını attığı yıllar olarak nitelendirilmelidir121. Mühendisler, ilk devletçilik uygulamalarında, 1930’lu yıllarda bir teknik güç olarak, milli teknik gücü yaratmak için yola çıkmışlardır. 20. yüzyıldaki gelişmeler, mühendislik ve mimarlığın üretim

119 Alpan, Sadrettin, “MTA’lı Yıllarım”, TMMOB, Mühendislik Öyküleri I, Ankara, 2006, s.218.

120 Kiper, Mahmut, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sanayi Politikaları ve Sümerbank”, TMMOB, Mühendislik Öyküleri II, Ankara, 2006, s.32.

121 Korkut Boratav, 2003a, s.70.

ve toplumdaki yerini önemli ölçüde etkilemiştir. Özellikle yüzyılın ilk üç çeyreğinde mühendislik, “yükselen değerleri” (sanayileşme, kalkınma, elektrifikasyon vb.) temsil eden bir alan olarak; kalkınmacılık, planlamacılık, hizmetlerin yaygınlaştırılıp toplumsallaştırılması mühendisiliğin temeli olmuştur.

20. Yüzyılın başı; kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçmesinin de eşiği olmuştur. Ama dönem aynı zamanda üretim bilgisini birikimi yanı sıra otomobilin kitlesel üretimi, elektrifikasyonun yaygınlaşması ile ulaşım ve iletişimin görülmemiş bir hızla öneminin artması; hizmetlerin kamu eliyle planlanmasını dolayısıyla da; bu hizmetlerin teknik bilgisinin taşıyıcıları ve uygulayıcılarının bu hizmetlerdeki rollerini artırmıştır. Bunun pratikteki anlamı ise; gerek üretimde ve planlamada, gerekse kamu hizmetlerinin çeşitli kademelerinde çalışan mühendis sayısının hızla artması olmuştur. Mühendisler planlama alanında görev almakla birlikte daha çok sanayi sektöründe, üretim alanında yer almışlardır. Fabrikaların, işletmelerin planlanmasından, kuruluşuna ve işletmesine birçok alanda faaliyet yürütmüşlerdir.

Bu anlamda mühendisler için özellikle 1930'lu yıllarda kalkınmanın öncüleri sıfatını hak ettiklerini söyleyebiliriz.

Kalkınmacılık 1945 sonrası dünyanın özgül boyutlarından biriydi. Bir yandan Amerikan hegemonyasının getirdiği iyimserlik, bir yandan soğuk savaşın rekabetçiliği, iktisadi kalkınmayı ve beraberinde getireceği varsayılan modernleşmeyi toplumların en başta gelen hedef ve beklentisi konumuna sokmuştu122. Ulusal kalkınmacı modelde pazarın büyümesini düzenleme sorumluluğu da devlete yüklenmişti. Mühendislerin mesleki bir tabaka olarak doğuşlarının kökeninde devletin müdahalesinin olduğu söylenebilir. Devlet,

122 Çağlar Keyder, 2004, s.9.

işletmeleri yoluyla müdahale ettiği ölçüde, toplumsal aktörler, mesleki gruplar devletin ekonomik varlığına bağımlı bir ara tabaka, devlet yardımı gören bir burjuvazi, çoğunluğu memurlaştırılmış bir işçi sınıfı oluşturmaya yönelmiştir.

Mühendisler bu modernleşme hareketi üzerinden çok geçmeden devlet politikalarında yüksek düzeyde sorumluluklar almışlardır. Varlıklarını borçlu oldukları devlet onlar için toplumsal dönüşümlerin motoru, “yukarıdan devrim”in aracı, sınıf çelişkileri olmayan bir toplumun kurucusu haline gelmiştir. Teknik bilgiyi elinde tutan bu mühendisler devletin sanayi aygıtlarında üretimi yönetme misyonunu üstlenmişlerdir. Devlet, ekonomik gelişmenin ve tüm halkın “ilerlemesinin ve mutluluğunun” teminatı olarak ortaya çıkar. Yeni rasyonel ve bilimsel değerleri yaygınlaştırmanın aracıları olan mühendisler “milli ekonomi”nin temel direkleridir.

1944 yılına kadar İÜ çatısı altında sürdürülen mühendislik eğitimi İTÜ’nün kurulması ile kurumsallaştırılmıştır. 1950 yılına kadar sıralanan mühendislik okullardan ve yurt dışından mezun olanlarla sürdürülen mühendislik mimarlık hizmetleri daha çok kamu istihdamına dayalı olarak sürdürülmüştür. Devlet eliyle sanayileşmenin temel yaklaşım olduğu bu denemde mühendisler mimarlar üretimde ve yönetimde söz sahibi olabilmişler, mücadeleleri ve örgütlenmeleri de sadece

“dışardan getirilen mühendis ve mimarlara” karşı olmak temelinde şekillenmiştir.

Siyasi bakımdan 1946 yılı, tek parti rejiminden çok partili parlamenter rejime geçişin başlangıç tarihidir123. O aşamaya kadar faaliyetleri daha çok ekonomiye yönelik olan ekonomik/girişimci sınıflar gerek devlet kapitalizminin yarattığı canlılık ve gerekse savaş yıllarının spekülasyon ve kolay sermaye birikimi olanakları

123 Korkut Boratav, 2003a, s.93.

sağlayan ortamında daha da gelişmiş ve siyasal ihtirasları artmıştı124.

“Burjuvazi adına yönetime el koymuş olan bürokrasi, artık, kendi palazlandırdığı burjuvazinin bir başka takımına iktidarı devretmektedir. Bu anlamıyla, 1950 hareketi burjuvazinin, siyasal iktidarı, bürokratlar yerine kapitalistleşmekte olan toprak ağaları ile birlikte daha doğrudan denetim alma eyleminin doruk noktasını belirler” 125.

Demokrat Parti, ekonomik zorlamalar sonunda, bir yandan kontrollü bir dış ticaret rejimine, öte yandan da, tüketim malı ithalatındaki daralmaları telafi etmeye amaçlayan ve önemli ölçüde devlet yatırımlarıyla gerçekleştirilen bir ithal ikamesi politikasına bu dönemde angaje olmuştur126. 1950'den sonraki dönemde yeni bir ekonomi politikası uygulamaya konmuştur. Bu politikaya "Liberal Ekonomi" adı verilmesine ve başlangıçta devletin rolünün daraltılması hedef alınmasına rağmen belirtmek gerekir ki kamu harcamalarının GSMH içindeki payında önemli bir azalma olmamış, ancak kamu harcamaları içinde altyapı yatırımlarının payı büyük ölçüde artmıştır. 1950-1960 dönemi altyapı yatırımcılığı dönemi olarak da adlandırılabilir.

Önemli karayolları, su, liman, enerji projeleri bu dönemin ürünleridir. Bu dönem iç pazarın entegrasyonu artmış, bu durum da, sonuçta piyasa ekonomisinin gelişmesine ve güçlenmesine imkan vermiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında iç tüketimi artırmaya ve ihtiyacı özel sektör eliyle karşılamayı hedefleyen yapılanma değişikliği ile birlikte, gerek mühendis mimar yetiştiren bölümlerin sayısı artırılmıştır gerekse kamu hizmetlerinin

124 Doğu Ergil, “Birinci Dünya Savaşından Sonra Toplumsal Farklılaşma ve Siyasal Temsil Sorunu” , Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı, 1976, s.467.

125 Emre Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2004, s.354.

126 Korkut Boratav, 2003a, s.108.

“müteahhitler” aracılığıyla yapılmasının önü açılarak sermaye birikim süreci hızlandırılmıştır. Bu dönemi hem kamu hizmetlerinin yürütülmesinde hem de müteahhitlik hizmetlerinde etkin bir konumda bulunan mühendislerin ve mimarların etkinliğinin en üst noktada bulunduğu dönemlerden biri olarak tanımlamak mümkündür.

Mühendisler 1950’lerden itibaren politikada çok önemli roller oynamaya başlarlar. Mühendis İzzettin Silier bu döneme ilişkin özellikle Teknik Üniversite çıkışlıların politikada aktif olduklarına ama Dünyada böyle olmayıp Türkiye’ye özgü bir olay olduğunu söylemektedir. Mühendislerin aktif olmalarının nedenini ise mühendislerin sahip olduğu teknik bilgi yanında sosyo-kültürel alanlardaki yeterliliklerine bağlamaktadır. “O günlerde mühendis mektebi mezunlarının, sosyal bilgileri, sosyal seviyeleri bile, diğer mektep mezunlarının üstündeydi. Yani roman okuyan da teknik Üniversiteliydi, yabancı dil bilen de Teknik Üniversiteliydi”127.

1950’li yıllarda önemli diyebileceğimiz birlikler kurulmuştur. Bunlardan biri de kamu kurumu niteliğindeki Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) dir. 1951’de TOBB, 1953’te TTB, 1954’te TMMOB, izleyen yıllarda da diğer birlikler kurulmuştur. 1954 yılında seçkinci ve toplumu bütün sosyal sınıfların bir arada, kardeşce, uyumlu, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış, uyumlu bir birliği şeklinde gören “korporatif” bir anlayışla TMMOB kurulmuştur.

Mesleki temsili temel anlayış olarak belirleyen TMMOB 1960 yıllarına kadar, büyük patronların, müteahhitlerin, üst düzey bürokratların mesleği ve meslektaşı temsil, devletin dışardan getirdiği teknolojiyi onaylayan bir yapı olarak

127 Engin, Aydın, “Devrim Otomobili Hikayeleri”, TMMOB, Mühendislik Öyküleri I, Ankara, 2006, s.111.

devam etmiştir. 1960’li yıllarda sınıf mücadelesinin artan ivmesi mühendisleri ve mimarları etkilerken TMMOB’yi de mesleki çıkarları temel alan bir politika yerine, toplumun taleplerini temel alan bir zemine yöneltmiş işçi sınıfı yanında yer alan bir örgüt kimliğine büründürmüştür. Bu dönemde toplumda yankı bulan tüm talepler TMMOB tarafından sahiplenilmiş ve bu doğrultuda çözümler üretilmiştir. Özellikle öğrenci hareketlerinin yükseldiği, Türkiye’de sosyalist sol hareketin yükseldiği dönem, bu korporatist ilişkilerin de tamamen kırıldığı ve tersine döndüğü bir dönemdir. 1955 sonrası kurulan mühendislik mimarlık eğitimi veren bölümlerin (Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ege Üniversitesi, ODTÜ) verdiği mezunlar ile mühendis ve mimarların sayıları bu dönemde hızla artmıştır. İTÜ ve ODTÜ’den mezun olan pek çok mühendis adayı, daha sonra bu birimlerde yer alarak, hem TMMOB’nin yönelimini, hem de faaliyetlerini büyük ölçüde değiştirmiştir diyebiliriz.

1960 ihtilali, değişen teknoloji ve dış dünyanın kaçınılmaz etkileri sonunda yeni bir denge noktasına yöneldi. İleri teknoloji ve bunun gerektirdiği sınıfsal ilişkileri düzenleyecek olan ideoloji, demokratik sosyal hukuk devletinin mekanizmaları kurularak (Anayasa Mahkemesi, Devlet Planlama Teşkilatı, grev ve lokavt hakkı vb.) yerleştirilmeye çalışıldı128. Bu ekonomik koşullarda, siyasi bunalımla birlikte 1960 yılında yeni bir Anayasa hazırlanarak, uzun vadeli bir ekonomik planın yapılması çalışmalarına yeniden başlanmıştır. Bunun için ilk önce 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. İstikrar önlemleri daha sıkı bir biçimde uygulanmaya devam etmiştir.

Türkiye'de 1960'dan itibaren ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın

128 Emre Kongar, 2004, s.355.

hızlandırılması, uygulanan politikalar arasında uyum sağlanması, toplumsal ve kültürel dönüşümün uyumlu yönlendirilmesi ve ekonomiye rasyonel kamu müdahalesinin temini amacıyla Kalkınma Planlarının hazırlanması ve uygulanması fikri benimsenmiştir. 1961 Anayasası ile iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek için Kalkınma Planlarının hazırlanması hükme bağlanmıştır. Bu amaçlar doğrultusunda 30 Eylül 1960 tarihinde Başbakanlığa bağlı Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Devlet Planlama Teşkilatının görevi ekonomik, sosyal ve kültürel politikaların ve hedeflerin tayininde ve ekonomik politikayı ilgilendiren faaliyetlerin koordinasyonunda Hükümete yardımcı olmak ve danışmanlık yapmaktır. Amaçlar arasında üzerinde en az tartışılan ulusal gelirin artırılması. Artış hızının, kalkınmanın en önemli belirleyicisi olduğu kabul edilmektedir129. Bunları yapacak kadro, izlenecek metot bakımından bütünüyle serbest bırakıldı. Kadro, iktisat-hukuk tahsil etmiş yeni üniversite mezunları ile, değişen süreli deneye sahip mühendislerden meydana geliyordu130.

Planlama, daha önce söylendiği gibi bir hesapsız gidişe tepki olarak doğmuştu ve gelişmişti. Üçüncü Beş Yıllık Plan, 12 Mart döneminde hazırlandığı için bu dönemin bütün izlerini taşır. Dolayısıyla da 12 Mart ne yenilik getirdi ise bütün bunları Üçüncü Beş Yıllık Plan'da bulmak mümkün. Eski strateji, yatırımları artırırken gelir bölüşümünü düzeltebilmek üzerine kurulmuşken Üçüncü Plan, eski stratejinin kalkınma hızını gelir bölüşümünün iyileştirilmesi ilkesiyle sınırlayan hükümlerini dar bularak yıkıyordu. Bütün bunları yapabilmek için de yeni çalışma alanları yaratılması, sosyal güvenliğin sağlanması, gelir bölüşümünün düzeltilmesi

129 Yalçın Küçük, 1978, s.275.

130 Ibid, s.284.