Mayıs - Ekim 2001
Yıl : 3 Sayı : 9-10
May. - October 2001 Volume: .3 Number: 9-10
AKADEMiK ARAŞTIRMALAR DERGiSi Yıl:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
Tarihi Gelişim Sürecinde İnsan Hakları ve Osmanlı Modeli
Hatice PALAZ ERDEMİR*
Osmanlı Devleti'nin insana ve onun en tabii ihtiyacı olan kişisel
hak ve özgürlüklere bakış açısını anlayabilmek için, !<arşılaştırmalı bir
· incelemenin faydalı olacağı kanaatindeyim 1; Bu amaçla yapmış
olduğum araştırma sonucunda insan hakları konusunda, genel anlamda,
şimdiye kadar oldukça detaylı çalışmaların y~pıldığım tetkik ettim. Bu arada,. Osmanlı · devletinde insan hakları konusu · ile ilgili bazı çalışmaları da gözden geçirince, bu konunun kapsamına giren meselelerin bir derya olduğunu fark etmemek imkansızdı. Bu nedenle, makalemizi belirli sınırlar içerisinde tutmamızın daha faydalı olacağı anlayışı ile konuyu sadece devletin insana bakış açısı, kişinin özgürlüğü
ve kişinin kanun karşısındaki durumu noktasında ele almanın uygun -olacağı düşüncesindeyim. Burada, öncelikle, insan hakları kavramının
devlet. yönetiminde yerleşip kurumlaşması ile ilgili şartları, yani bu durumu belirleyen hukuki ve tarihi modeli sunmak istiyoruz. Bu nedenle, yazımızda bir yandan 'g~nümüzde tarihini ·Roma ve Bizans kültürünün temelleri üzerine oturtan Avrupa'nın, tarihi boyunca insana
verdiği değeri incelerken, diğer yandan Osmanlı'nın insan unsuruna
verdiği önemi gözler önüne sermeyi amaçladık. Burada, metod olarak, kendimiz konuşmaktan. ziya9~ belgeleri konuştu1111ayı uygun bulduk.
Böyle kısa bir çalışma ile insan hakları ile ilgili bütün belgeleri incelememiz mümkün olmayacağından bu konu ile ilgili olan belgeler içerisinden sadece birkaç çarpıcı örnek üzerinde değerlendirme
yapmanın daha doğfu olduğu kanaatindeyim.
43
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKLAR! VE OSMANLI MODELi
Bu tarihi gelişim çizgisine geçmeden önce, insan hakları kavramının hukuk dilinde nasıl bir mana taşıdığına bir göz atalım.
Milletlerarası metinlerde "insan hakları" olarak geçen kavram, hukuk literatüründe kişinin temel hakları, temel özgürlükleri ve kamu özgürlükleri anlamında kullanılmaktadır.2 Ancak, hak ve özgürlük
kavramlarının soyut ve herkes için farklı algılanabilen çok yönlü ve
değişken terimler olmaları insan hakları ifadesinin tam bir tanımının yapılabilmesini güçleştirmektedir. Fakat burada amacımız insan
haklarının teorik açıklamaları olmadığından bu kavramın en azından,
genelde ne ifade ettiğini söyleyebilir ve "devletin otoritesi ile kişinin
hak ve hürriyetleri arasında kurulması gereken 'hassas bir denge' olarak tanımlayabiliriz.3 İşte bu dengenin sağlanması ve "iktidar ile,özgürlük
ihtiyaçlarının karşılanması ancak "hukuka bağlı devletlerde" mümkün olmuştur.4 Dönmezer'e göre; bu düzeni sağlayabilecek "hukuk devleti", idare ve hükümetin bütünüyle hukuk kurallarına bağımlı ve ancak o kurallara göre ve onların izin verdiği tasarruflarda bulunduğu, her yetki sahibinin faaliyet ve tasarruf alanını. objektif kurallara göre düzenlediği ve hiçbir iktidar- mensubunun ve görevlisinin o sınırlar dışında faaliyette, tasarrufta bulunmasına imkan tanımayan devlettir. Hukuka
bağlı bir devlet, bunların temini için yetki sahiplerinin hukuk düzenince kendilerine verilmiş olan yetkilerin sınırları içinde kalmalarını, o
sınırları aşmamalarını ve zorlayamamalarını sağlamakla görevli mekanizmaları oluşturmalıdır".5
Tabiatı ve yaratılışı itibariyle sosyal bir varlık olan insanoğlu yüzyıllar boyu, birarada yaşamanın bif gereği olarak barış ve düzeni sağlayabilmek için, hukuki bir düzen ve teşkilat oluşturmuştur. İşte bu
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9 -10 Mayıs - Ekim 2001
gün ulaş_mış olduğumuz hukuki olgunluk sevi_yesi, bu tarihi gelişim
sürecinin bizlere bir armağanıdır. Çağlar boyunca devletler kurmuş olan devletlerin hukuk sistemleri ve insanı hangi hukuki platformda
değerlendirdiklerine bakarak bugünkü seviyeyi tesbit etmemiz daha kolay olacaktır. Yavuz Atar haklı olarak, "Çin, Hint, Mısır, Sümer, Babil, Asur, İbrani, Eti ve İran medeniyetlerinde ·hukuki bir takım düzenlemelerin yapılmış olduğundan· bahsetmekle birlikte, o çağlarda, siyasi ve hukuki esasların ve insan haklarının bugünkü şekli ve ifadesiyle aranmasının doğru olmadığını"6 belirtmektedir.
Eski Yunanistan' da ise; hukuk kuralları ve insan· haklarının belli bir kesime hitab ettiği ortadadır. Şehir devletleri (polis) mozayiği halinde teşkilatlanrriış olan eski Yunan demokrasisi, aslında bir
oligarşidir ve bu sistemde halk hakimiyeti sözde kalmıştır. Ancak, Atina'da oturan belli sayıda insan, vatandaş statüsünde kabul edilmiş,
bunlar arasında da, ancak kriterleri idare edenler tarafından konulmuş
olan özellikleri taşıyanlar birtakım hak ve özgürlüklere sahip olabilmişlerdir.7
Bu arada vatandaşlık kavramı, zamanla insanların hak ve hürriyetlere sahip olup olmamalarında tayfrı edici -bir kişisel statü haline
gelmiştir. Günümüzde olduğu gibi, eski çağlarda da vatandaşlık kavramının, artık, hukuki, siyasi ve sosyal olmak üzere üç önemli temel üzerine oturduğu düşünülebilir. Bunlardan en önemlisi kişiye konuşma,
düşünce, inanç özgÜrlügü veren, ona mal mülk sahibi ·olma hakkı
tanıyarak, gerektiğinde kanun önünde adaletle yargılanmasını sağlayan
hukuki yönüdür.8 İşte insan hak 've özgürlüklerinin önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır.
45 Akademik
Araştırmalar
Dergisi
TARiHi GEL.iŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKi.ARi VE OSMANLI MODELi
Eski Yunanistan'da olduğu gibi, Roma'da da halk genelde pek.
çok sosyal sınıfa ayrılmış ve adalet sisteminden, ancak kendilerine
vatandaşlık hakkı tanınanların bir kısmı faydalanabilmiştır. Yani fertlerin kanun önündeki durumları açısından halk temelde, vatandaşlar
ve vatandaş olmayanlar olarak birbirinden ayrılıyordu. Vatandaş olmayanların alınıp satılmaktan başka toplumda hiçbir değerleri olmadığı gibi bunların hak ve hukuklarından söz etmek de imkansızdı.
Roma'da hiçbir zenginlik ve soyluluğa sahip olmayan halk, bağlı
eyaletlerdeki halk ve köleler bu grubu oluşturuyordu. Bu gruptakiler herhangi bir suçlama karşısında yargılanmalarına gerek kalmadan
cezalandırılabilirler, gladyatör gösterilerinde halkı ve imparatorları eğlendirmek için hayvanlara yem olarak kullanılabilirlerdi.
Vatandaşlık statüsü ise, bazı kesim için gerçekten bağlayıcı bir unsur olarak haklarını korurken, diğer bir kısmı için hiç de öyle
olmamıştır. Gerçi Roma, kanun önünde ve kağıt üzerinde vatandaşları ayırdetmemişti fakat, uygulamalarda Roırl.a'da doğup yetişen ve soylu bir aileye mensup bir vatandaş ile eyaletlerde herhangi . bir hizmetin karşılığı olarak kendisine sonradan vatandaşlık hakkı verilen sade halk
arasında büyük ayrım olduğunu örnekler doğrulamaktadır.
Eğer Roma İmparatorluğunda da gerçekten uygulanmış olsaydı, işte kendilerine sonradan vatandaşlık hakkı tanınmış olanlar da bu haklardan faydalanabileceklerdi. Roma'da vatandaşlar herhangi bir suçlama karşısında imparatora sığınma ve onun yargısını isteme
hakkına sahipti (b~na provocatio denilmektedir). Kanuna göre, tutuklama, dövme ve hapis cezaları yabancılara uygulanabilirdi, fakat bunları bir Roma vatandaşına uygulamak son derece tehlikeliydi.9
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9 -10 Mayıs - Ekim 2001
Teoride .Roma hukuk sistemi yabancılara (yani eyaletlerdeki halka) sadece yerel idarecilerin mahkemelerinde yargılanabilme hakkı tanırken, vatandaşlar yerel idarecilerin adaletsiz yargılamalarından kaçınmak için daha üst bir mahkemenin, mesela imparatorun yargısına
müracaat edebilirlerdi. 10 Fakat uygulamada vatandaşlık hakkına sahip olmak, bu gruptaki kimselerin her zaman kanunda vatandaşlara
· tanınmış olan adalet mahkemelerinde yargılanabilme ayrıcalığından
faydalanabilecekleri anlamına gelmiyordu. Vatandaş olarak nitelendirilenler arasında da çeşitli sınıf farklar! oldugundan, yargılama sırasında, soyluluk ve zenginliğe önem veriliyordtİ11 Zaten Roma idarecileri, eyaletlerdeki vatandaşların güvenliğini sağlayıp
sağlayamamak gibi bir endişe de taşımıyorlardı.12
Geç Cumhuriyet döneminde Roma Senatosu aldığı bir karar13 ile eyalet idarecilerini, Roma vatandaşlarını halkın önünde yargılamadan,
öldürmekten, kamçılama ve dövmeden, işkence etmekten, mallarını
müsadere etmekten veya zincire vurmaktan, men ediyordu. İşte Roma
vatandaşlarının kanun önündeki tek avantajı, eyaletlerdeki idarecilerin bu tür kanunsuz tavırları karşısında halkın yargısına müracaat edebilmeleriydi. ı4 Ancak İmparatorlµğun batısında meydana gelen pek çok olay, Roma'nın eyaletlerdeki vatandaşları, Roma'da doğup yetişmiş olan soylu ve zengin vatandaşlar kadar düşünmediğini
göstermektedir. Eyaletlerde en basit suçların infazı dahi vatandaşlar için ağır bir şekilde sonuçlanabiliyordu. Mesela,_ey~let idarecisi Verres'in Sicilya'da, önce Gavius ve daha sonra da diğer bazı vatandaşları
gözünü kırpmadan astırması gerçekte tamamen kanun dışı
uygulamalardı.15
..
47
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKLAR! VE OSMANLI MODELi
Roma İmparatorluğu'nun kuruluş döneminde vatandaşların halkın yargısına müracaat edebilmesi hakkı, MÖ 30'da Avgustus
tarafından değiştirildi. Vatandaşlar bundan sonra herhangi bir adaletsiz
yargılama karşısında imparatora müracaat ederek haklarını
arayabilirlerdi.16 Fakat, Avgustus'un kanunu da vatandaş kavramına
açıklık getirmediğinden, bu konudaki düzensizlikleri ortadan
kaldıramadı. Gerçi imparatorun yargısına sığınmak da her zaman için bir kurtuluş değildi. Kanunlar yeterince açık olmadığından herşey·
imparatorun insafına bır~ılrnıştı.
Aziz Paul'ün ve çevresinde toplanmış olan Hıristiyanların
Filippi'de eyalet idarecisi tarafından eziyetlere maruz bırakılmaları da yine bir başka kanunsuz yargılama örneğiydi. Çok tanrılı dinlere inanan Roma'da eyalet idarecileri ve devlet görevlileri, halk arasında hızla
-
yayılmaya başlayan Hıristiyanları döverek onlara akla hayale gelmedik
işkenceler yaptılar. Gerçi eyalet idarecisi bunların Roma vatandaşı olduklarını duyunca biraz endişelenmiş ve salıverilmelerini emretriıişti.17 Fakat bunun sonucunda kendisinin · herhangi bir sorgulamaya maruz kalıp kalmadığı da müphemdir. Paul, bir avukat olarak haklarını bildiğinden, kendisini zindandan çıkarmaya çalışan
görevlilere: " ... hayır, eğer bizi buraya kapatanlar haklı iseler gelsin bizleri buradan kendileri çıkarsınlar" diyerek kendilerine yapılmış olan muamelenin kanunsuz olduğunu ısrarla vurguluyordu; Fakat, eğer Paul
haklarını bilmemiş olsaydı yine salıverilecek miydi?
Aziz Paul'ün (Caesarea) Kayseri'deki bir başka yargılanması sırasındaki konuşmaları da yine Avgustus'un kanununu destekler mahiyettedir. Aziz Paul Kayseri'de mahkemeye çıkarıldığında" ... eğer
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
beni buraya getirenler suçlu olduğumu ya da öldürülmeğe değecek
kadar büyük bir suç işlediğimi düşünüyorlarsa l:ıilsinler ki kimse beni
onların yargısına teslim edemez. Beni imparatorun adaletine teslim ediniz"ıs demişti. Bütün eyalet idarecileri arasında, görevine sadakati ile tanınan Pliny, Bitinya eyaletine tayin edildiğinde Avgustus'un kanuna uyarak, Hıristiyanhğın halk arasında yayılmağa başladığı bu
·dönemde, dininden dönen Roma vatandaşlarını kendisi yargılamaktan
çekinerek onları imparatora gönderen ilk eyalet idarecisi olmuştu. Fakat vatandaşlık statüsünde olmayıp da dininden dönmeyenleri kendisi yargılayarak ölüme mahkum etti.19
Her ne kadar Roma'da ve eyaletlerinde vatandaşlık, kişilere
kanun Ününde yargılanabilme hakkı tanıyorsa da devlet görevlilerinin bunu pek nadiren gerçekleştirdiği görülmektedir. Adaletsiz bir şekilde
eyalet idarecisinin keyfi yargısına tabi olan vatandaşların da işkencelere
maruz kalarak öldürüldükleri bir gerçektir. Vatandaş olarak
· isimlendirilsin · ya da isimlendirilmesin, bu noktada Roma
imparatorluğu'nun devleti idare eden ya da devlet idaresinde söz sahibi olan Roma şehri vatandaşlarının dışında hiçbir grupla ilgilenmediği ve bir hukuk devleti olma çabasında gibi görünse de bunun sadece sözde
kaldığı anlaşılmaktadır.
Pliny, daha önceki tecrübelerine dayanarak, İspanya'ya idareci olarak gönderilmekte olan arkadaşı Calestrius Tiro'ya "insanların
asalet, · rütbe, derece ve mevkilerine göre onl~ı:a farklı muamele
yapmasını" öğütlüyordu. Ona göre "bu, eşitliğin ta kendisiydi ve eğer kişiler arasındaki ayrım karıştırılır ya da bozulursa bu toplumun altüst
olmasına neden olabilirdi". Pliny'nin bu ifadelerinde toplumun her
..
49
Akademik
Araştınnalar
Dergisi
TARiHi GELlŞIM SÜRECiNDE iNSAN HAKIARI VE OSMANLI MODEU
·kademesinde bir sosyal sınıflaşmanın olduğu gerçeği açıkca ortadadır.
Sınırları devlet tarafından kesin hatlarla belirlenmemiş ve takdiri bir anlamda eyalet idarecilerine bırakılmış olan bu sistem içerisinde
vatandaş olmayanlarda olduğu gibi, sade vatandaşların da küçük
düşürülerek ağır cezalara çarptırılmaları oldukça mümkündü. Sicilya'da Verres' in bazı vatandaşları idam ettirmesi, Afrika' da bazı çiftçi
vatandaşların acımasızca öldürülmeleri, Paul'ün ve taraftarlarının vatandaş oldukları halde çeşitli yerlerde eyalet idarecileri tarafındaff yargılanmaları, yine Aziz Pionius ve taraftarlarının İzmir'de yakılarak öldürülmeleri sade vatandaşların haklarının korunmadığını
göstermektedir. Bu arada zengin, soylu ailelere mensup vatandaşların
ise her zaman imparatorluğun her yerinde itibar gördilkleri de
unutulmamalıdır.
Roma devleti, bir yandan eyaletlerde doktor, asker, eğitimci,
artist, ticaret adamı gibi kendisine üstün hizmet verdiğine inandığı
kimselere vatandaşlık hakkı tanırken20 diğ6r yandan da bunların hukuki durumları hakkında hiçbir endi.şe taşımıyordu~ Fertlere birer ayrıcalık gibi dağıtılan vatandaşlık hakkının, eyaletlerdeki halkın oyunu alabilmek için yapıldığı, fakat bunlardan daha çok üst düzey Roma
vatandaşlarının faydalandığı açıktır. Bu konuyu destekleyecek bir başka
örnek ise; yine Anadolu'dan Likya (bugünkü Dalaman çayından
Antalya'ya kadar Teke yarımadası), bölgesinden gelmektedir. Miladi 139-151 yılarında Likya bölgesinde, yaşamış olan Opramoas adındaki şahsın, bu bölgenin ileri gelenlerinden olmasına rağmen~ Roma idaresi döneminde, Roma vatandaşlık hakkını almak için hiçbir gayret sarfetmediği anlaşılıyor.21 Kanunlar, eyaletlerdeki vatandaşları
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9 -10 Mayıs - Ekim 2001
korumadığından, şüphesiz bu şahıs, Roma devletinin, eyaletlerdeki halka tanımış olduğu vatandaşlık hakkının sözde kaldığının ve aslında
onlar için çıkarılmamış olduğunun farkındaydı.
Daha sonraları 212'de çıkarılan bir kanunla22 imparatorluğun
toprakları dahilinde yaşayan bütün halk vatandaş olarak kabul edilmişse
de bu durum zamanla yeni bir sosyal sınıflaşmanın başlangıcı olmuştu.
· Bu kanun da insanlar arasındaki farkı ortadan kaldıramamıştı. Herhangi bir özelliğiyle diğer bir grup veya gruplardan zayıf olduğu düşünülen
fertler her zaman için ezilmeye, aşağılanmaya ve kötü muameleye maruz edilmeye layık görülüyordu.
Üçüncü yüzyılın sonlarına kadar çok tanrılı dinlere inanan ve bu dönemde Hıristiyanhğı kabul eden halka, akla hayale sığmayan eziyetleri layık gören Roma imparatorları, Hırıstiyanlığın 388'de devlet dini olmasından sonra kendilerini Hıristiyanlığın -bayraktarları olarak görıneğe başladılar.23 Bizans İmparatorluğu döneminde, Hirıstiyanlık devletin işleyişinde önemli bir prensip haline geldi ve yeni memleketler fethedilir edilmez halk zorla Hıristiyan yapılmağa ça:lışıldı.24 Bizans İmparatorluğu bu kez Hıristiyanhğın temel prensip ve kaidelerine yönelerek, bu dine inananları esas, almış ve bundan başka dinlere inananlar, dinlerini değiştirmeğe zorlanmışlardır. İnançlarından dönmeyenler ise insafsızca cezalandırılmişlardır.
G. Ostrogorsky, Bizans'ın 324-610 yılları arasındaki dönemini memur sınıfının üstün olduğu devre olarak beli.rterek şöyle bir tasvir
yapıyor: "Bütün devlet idaresi imparatorun ve ona bağlı olan ve büyük çapta geliştirilerek Bizans baskı devletinin bel kemiğini teşkil edecek memurlar hiyerarşisinin elinde toplanmaktadır .... İmpııratorluk artık en
51 Akademik
Araştırmalar
Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKlARI VE OSMANLI MODELi
yüksek meclis değil, despotça bir kudrettir ve bu kudret de dünyevi kudret faktörlerinden ziyade Tanrı'nın iradesine dayanmaktadır."25
"İmparator, sadece ordunun başkumandanı, en yüksek hakim ve yegane kanun koyucusu olmakla kalmaz; o aynı zamanda kilisenin ve doğru
inancın koruyucusudur.26 ... Teb'ası onun kölesidir."27 ,.
A. H. M. Jones'un görüşleri Ostrogorsky'nin ifadelerini kuvvetle desteklemektedir. Jones'a göre; bu dönemde ruhban sınıfı büyük bir statü ve prestij kazanarak bulundukları bölgelerdeki hukuki otoritenin sahibi oldular. Yerel idarelerde görülmüş olan davaların son karar mercii piskoposlardı ve bunların vermiş olduğu kararlar diğer yerel otoriteler tarafından uygulanırdı.28 İşte bu durum bir yandan toplumda
piskoposların ve kilisenin yerini sağlamlaştırıyor, diğer yandan da kilise giderleri için halktan ağır taleplerde bulunarak, halkı kilisenin kölesi durumuna getiriyordu. Bu istekleri yerine getirmeyenler
cezalandırılıyordu.
Gerçi imparator Constantine, daha insaflı bir tutum sergiliyor ve gladyatör gösterilerini 325'te yasaklayarak29 artık insanların gereksiz yere hayvanlara yem _ olmaİarını engelliyordu. Ancak, hakimiyeti
altındaki halkı kölesi olarak görmek Bizans devleti imparatorları için bir gelenek haline geldiğinden halk hala bu konumdaydı. Yaklaşık bin
yıl boyunca Bizans teb'ası, toprağa bağlı, karın tokluğuna çalışan ve bağlı bulundukları kilise ya da dükalıklara (yerel idarecilere) hiçbir hesap sorma hakkı olmayan serf konumunda kaldı.30
İnsanı, maddi varlık ve nesep durumuna göre sınıflandırıp hakim
olduğu toplumu sürekli zor kullanarak bir arada tutmaya çalışan -Roma ve Bizans'a karşılık Osmanlı devleti, henüz bir beylik halindeyken bile
Hatice PALAZ ERDEMiR Yı1:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
çevresinde ."adaleti ve hoşgörüsü" ile ün yapmıştı. Osmanlı'yı henüz
teşkilatlanmaya başladığı bu dönemde çevreye tanıtan insana saygı anlayışı iki kaynaktan geliyordu.
Birincisi, İslamiyet'ten önce Hunlarda, Göktürklerde ve diğer Türk devletlerinde görülen ve insanı merkez alarak ona birtakım hak ve özgürlükler tanıyan kuralların bulunmasıydı. Gerçekten Hunlarda,
· binlerce yıldır uygulandığı söyleiien kanunnameden anlaşıldığına göre;
suç işleyenleri cezalandırmak devletin yetkisindeydi. Hakan adalet
teşkilatının başkanı sıfatıyla devlet içerisinde adalet ve sükunun .,
sağlanmasından . sorumluydu. Mahkemelerde davalar yargıçlar tarafından görüşüldükten sonra, uygulamaya konmadan önce Hakanın
onayına sunulurdu. İdam cezası gibi ağır suçların infazı için, Hakanın
başkanlığında y.ılda iki kez divan kurulurdu.,-Türklerde en önemli bir ceza kaidesi de yeni ele geçirilmiş olan memleketlerin halkına ve özellikle misafirlere hapisten başka bir ceza usulünün uygulanmamış olmasıdır .. Misafir adam dahi öldürse, onu idam etmezler, sadece hapsederlerdi.31 Hunların çağdaşı olan Rom~' da ve hatta daha sönraları Bizans'ta böyle bir uygulamayı hayal etmek bile imkansızdı.
. Şahsın hukuku açısından 'halkın, Göktürklerde, hür olanlar ve köleler olarak temelde iki sınıfa ayrıldığı söylenebilir. Hür ahali içinde hukuki imtiyaz ve ya hukuki sınırlamalar yoktur. Köleler, savaşlarda mağlup olan kavimlere mensup, savaş neticesinde esir edilmiş
kimselerle bunların çocuklarıdır.32 Özellikle UygurTürkleri dönemine ait belgelerde, İslam ve Roma hukukunda olduğu gibi Türklerde de
köleliğin bulunduğu anlaşılıyor. Ancak, kölelerin durumları ve statüleri ile ilgili kesin kuralların yer aldığı ve bu gruptaki hall\,ln belli akidlerle
53
Akademik Araştırmalar Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKLARI VE OSMANLI MOOEU
4aklarının korunduğu da açıktır. Kölelerin evlenme ve mahkemeye.
müracaat etme hakları vardı.33
İslamiyet'in Türkler arasında yayılmaya başfadığı dönemlerde
yazılmış olan Kutadgu Bilig'de de Uygurlarda ''tahtın ana direğinin doğruluk ve adalet olduğu vurgulanarak hükümdarın, insanları adaletin önünde beğ veya kul olarak ayırmaması gerektiği temel bir prensip olarak ifade edilmektedir. İster oğul, ister hısım, ister yolcu, ister hancı olsun herkes kanun karşısında eşittir, hüküm verirken fark , gözetilmeyecektir. Devleti~ temeli doğruluk ve adalettir. Beyler doğru
olursa, dünya huzura kavuşur. Hakimiyetin esası adalettir".34
Diğer eski Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlı döneminde de teb'ayı birbirine bağlayan en önemli faktör İslamiyetti.
Aynı kaynaktan geldiği kabul edilmiş olmasına rağmen İslamiyet, Osmanlı'nın hakim olduğu ülkelerde Hıristiyanlık'tan daha farklı bir etki yapmıştı.35 İslamiyet'in prensiplerinin; Osmanlı'nın fethettiği yerlerin halkına yaklaşımında büyük etkisi\vardı. Zira İslam hukuku, vatan ve millet meflmmları yerine, insanları, mensup oldukları dinlere göre birbirinden ayırt ediyordu. Vatandaş demek olan ra'iyye (teb'a), müslüman ve gayr-i müslim olarak. ikiye ayrtltyordu. Osmanlı
devletinde millet tabiri ümmet manasında kullanılmış' ve millet-i Müslime ve millet-i gayr-i Müslime fıkıh kitaplarındaki esalara göre düzenlenmiştir. Diğer Müslüman Türk devletlerinde olduğu gibi
Osmanlı'nın da halkı dinlerine göre böyle iki farklı gruba ayırması,
kişilerin hak ve hürriy~tleri açışından bir fark meydana getirmemişti.36 Bilakis bu ayrım, farklı dinlere inanan teb'anın dini inanç -ve ibadetlerinin güvence altına alınması açısından gerekliydi. Yoksa,
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9 -10 Mayıs - Ekim 2001
Osmanlı. devleti hakimiyeti altındaki fertlerin hak ve özgürlüklerinin
korunması ve güvence altına alınması .konusunda oldukça hassas
davranmıştı. Gayr-i Müslim vatandaşlar (zimmller), şahsi hak ve hürriyetlerden aynen Müslümanlar gibi faydalanabilirler; mesken ve ikametgah dokunulmazlıkları; din ve vicdan hürriyetleri; düşünce toplantı ve eğitim hürriyetleri vardır. Gayr-i Muslim· vatandaşlar,
devletin bütçesinden finanse edilen kamu hizmetlerinden yaralanma hakkına sahiptirler ve çalışma hakları da ·vardır.37 Bununla birlikte, müste 'men adı verilen yabancılar da Osmanlı memleketinde
bulundukları süre içerisinde, şahsı ve malları korunmakla birlikte, yine oldukça insani hak ve hürriyetlere sahiplerdi.38
Bizans sınırında henüz küçük bir beylik iken Bizans tekfurlukları arasında, Osman Beğ' in idaresindeki halkın ne kadar rahat bir hayat sürmekte olduğu konuşuluyordu. Bu İnalcık'ın tabiriyle Osmanlı "uç kültürünün" bir neticesiydi. Osmanlılar~ sadece bu soya mensup . insanlara değil aynı zamanda fethedilen yerlerin halkına da "tam bir müsamaha ile yaklaşıyorlardı".39 Wittek'e göre; işte Osmanlı'nın bu
yaklaşımı " ... Bizans askerlerinin (akritoiler) kitle halinde onlara
iltihakını
vehisarların
ve küçükşehi;İerin
kendiliklerinden teslim olmalarını daha kolay bir hale getirmiştir."40 Yüzyıllardır huzurlu birhayatın özlemini çeken Bizans halkı da yine aynı sebeple 1453'te kendisini Fatih'e teslim etmişti. Hakikaten, Bizans halkını, Fatih Sultan Mehmet'in üzerine çiçek atarken tasvir eden tablo gerçeğin resme
yansımasından başka bir şey değildir.
Mısır'ı fethettiği vakit, kendisine "hakimü'I haremeyni'l-
şerifeyn" sıfatını layık. gören halka, aksine buranın .. hakimi değil
55
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
•'
TARiHi GEUŞIM SÜRECiNDE iNSAN HAKi.ARi VE OSMANLI MOOEU
hizmetçisi olduğunu söyleyen hükümdarın,41 bunu tevazusunun kaynağı·
olan milli terbiye ve anlayış doğrultusunda atalarından devraldığı
"halka hizmet, Hakk'a hizmettir" prensibinin etkisiyle :söylediği bir gerçektir. Kısacası Osmanlı hükümdarı Roma ve Bizans'ın aksine halkı
sadece teb'a, yani idare edilen halk olarak görürdü ve sultan, işte bu
topluluğun huzur ve asayişinin sağlanması için vardır.
Osmanlı'da din (İslam) bir yandan halk arasında hakim bir ideolojinin oluşmasını sağlarken diğer yandan da Müslüman olmayan,
başka dinlere mensup h.alk kendi inanç ve ibadetlerinde serbest bırakılmıştır. 'il. Mehmet, 1453'te İstanbul'u fethettiği zaman, Kur'andan ayetler okuyarak, halkı İslam'a davet ediyor ve İs!arriiyet'in dinden döndürmek uğruna zulmetmeyi yasakladığını bildiriyordu.
Müslüman halka, diğer dinlere inanlara ve özellikle kitap ehline hoşgörü ile yaklaşmalarını emrediyordu' .42
Şüphesiz böyle bir dini serbesti sadece İstanbul'daki gayr-i Müslimler için değil Osmanlı Devleti'nin 'hakimiyeti altında bulunan bütün ·memleketler için geçerliydi: Padişah fermanıyla; (ki bugünkü kanun hükmündedir) dini· hak ve özgürlükleri korunarak devlet güvencesi altına alınan bir başka grup ise Kudüs Ermenileri'dir. Gerçi, devletin her yerinde Osmanlı'nın aynı güvenceyi Müslüman ya da gayr- i Müslim bütün vatandaşlarına sağladığı bilinmektedir ancak bariz örnekler olarak yazılı vesikalar ile sabitlenmiş olan bu meseleyi de burada zikretmenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Kudüs Ermeni Patrikhanesi Hazine-i. Evrak'ından; Ermeni patriği Serkiz Karakoç 'tarafından aslı esas alınarak istinsah edilmiş olan 1517 tarihli .bir
belgede, Ermeni patriği Serkiz'in, diğer papazlarla birlikte Yavuz
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
Sultan Selim'e gelerek eskiden beri tasarrufi:arında bulunan kilise ve ma'bedleri yine kendilerinin tasarruf etmesi, Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubl'nin kendilerine verdiği ahidnameyi Yavuz'un da yenilemesini istedikleri anlaşılmaktadır. Bunun üzerine, "eskiden beri tasarruf yetkisine sahip Ermeni rahiplerin, Kamme, · Hz. İsa' n ın doğduğu
Beytullahım mağarası, kuzeydeki kapının anahtarı; · içerde kamame
kapısındaki iki şamdan ve kandilleri, Büyük Kiliseleri, Mar-Y akub, Deyr'üz zeytun, Habs'ül Mesih kiliseleri, bunlara ait vakıflar, bağlar,
bahçeler aynı dine mensup Habeş, Kıbti ve Süryani milletleri, bunların
terekeleri ve benzeri hususlarda yine tasarrufa yetkili olduklarına karar verilmiştir. Bunlara kimse müdahele edemeyecektir."43
Hatta bununla da kalmayarak devlet İslamiyet'ten başka dinlere
inananların şahsi haklarını kanunlarla da korumuştur. Kanun önünde hiçbir gruba iltimas geçilmemiş ve farklı etnik gruplara baskı
uygulanmamıştır.44 Fatih Sultan Mehmet Galata zimmilerine vermiş
olduğu bir ahidname de özetle gayr-i Müslimlerin "ayin ve erkanlarını
dinlerinin gerektirdiği gibi yapabilmeleri, malları, rızıkları, mülkleri ve
ırzlarının devletin güvencesinde olduğu, Müslüman olmaları için hiç bir şekilde zorlanmamaları gerektiği"45 gibi hükümleri içeriyordu.
Yavuz Sultan Selim döneminde gelişen bir başka olay da İslam felsefesinin, hükümdarı ve idare edenleri, bütün teb'ayı aynı şekilde
korumakla ve adaletle davranmakla sorumlu tuttuğunu göstermektedir.
Bir gün Yavuz Sultan Selim Rumeli'de Hıristiyan nüfusun
çokluğundan ürkerek bunları müslüman etme düsüncesini belirtince, . Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi' "Madem ki, onlar raiyyetliği kabul
etmişler, dinimiz gereği onların can, mal ve ırzlarını k~ndi can, mal ve 57
Akademik Araştmnalar Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKLARI VE OSMANLI MODELl
ırzlarımız gibi korumakla mükellefiz. Bu yolda onlara cebretmek,"
dinimize muhaliftir"46 diyerek Osmanlı Devleti'nin şahsi hak ve hürriyetlere ve özellikle din ve vicdan hürriyetine verdiği değeri bir kez daha ortaya koymaktadır. Hatta bu örnek aynı zamanda Osmanlı
Devleti'nin teb'ası arasında din ya da sınıf farkı gözetmeyerek herkese
aynı hak ve hürriyetlerden istifade etme imkanını da sağladığını, bu haklara kastedecek olan bir hükümdar dahi olsa yeri geldiğinde alimler ve devlet adamları tarafından uyarılabildiklerini göstermektedir.
Tabiidir ki bu eşitl~k ve hoşgörü Bizans hakimiyetinde ezilen halkın Türk idaresine kucak açmasına neden olmuştur. 47 Bizans'ın ele
geçirdiği yeni memleketlerde halkı zorla dininden döndürme
politikasına karşı Osmanlı farklı ırk ve dinlere mensup kimselere
hoşgörü ile . yaklaşarak onları kendine çekmeyi başarmıştır.
Kuruluşundan· yükselişine kadar Osmanlı Devleti'nin genel prensibi idare ettiği halkın kalbini kazanmak için hoşgörü ile yaklaşmak ve iyi niyetini halka hissettirmek olmuştur. Yüzyıllardır, ele geçirmiş olduğu
yerlerdeki halkı zulümle dininden döndürerek, zorbalıkla halkını idare etme geleneğine alışkın olan bfr zihniyetin ürünü olan Bizanslı din
adamları (ki idarede büyük etkileri vardı) Osmanlı'nın kendilerini zorla İslamiyet'e döndüreceklerini düşünmüş olmalılar ki Fatih'in davranışı karşısında şaşırmışlardı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethedince Rum.:ortodoks patriği Gennadios'u huzuruna çağırarak, Ortodoks kilisesini inancında serbest bıraktı. Sultan, bununla bir yandan merkezi İstanbul'da olan Ortodoks Patrikhanesi'ni, Katolik kilisesinin
·. .
taarruzlarından korurken diğer yandan da dünyanın başka bölge .ve iklimlerindeki Ortodoksların sempatisini kazanıyordu. Sultan'ın bu
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
davranışının, o dönemde bir devlet politikası gereği olduğu
düşünülebilir ancak, ö:lüne inildiği zaman böyle bir uygulamanın, yöneten Osmanlı'dan daha fazla yönetilen halkı memnun ettiği
anlaşılacaktır. 48
Gerçekten bu durum, o zamanın mahkeme kayıtları olan şer'iyye
sicillerinde de açıkca görülebilir. Mahkeme kararları· incelendiği zaman, bir gayr-i Müslimin bir Müslümandan farklı tutulmayarak, dini ya da
ırki mensubiyete· göre değil, haklılık ve haksızhklarına göre hüküm verildiği anlaşılır. Osmanlı mahkeme kayıtlarında, ''Yorgi'ye karşı Ahmed'i ve Dimitriyos'a karşı Mehmed'i mahkum eden kararları
okuyanlar kanun önünde eşitliğin ne demek olduğunu daha iyi bilirler". 49
Bu arada Osmanh Devleti'nde de, diğer memleketlerde olduğu gibi, Sultan'ın geniş yetkiye sahip olduğunu ve buna dayanarak ölüm ile cezalandırmanın varolduğunu savunanlar Yavuz Sultan Selim ile
,.,.., .
Şeyhülislam Zenbilli Ali Cemali arasında geçmiş olan diyalogdan herhalde habersizdirler. "Padişah ipek alım satımını. 31asaklamasına rağmen, bazı kimseler, emre muhalefet ederek ipek ticaretine devam
etmişti. Bunun üzerine Yavuz Sultan Sel.im, .bu kimseleri yakalatıp bağlatmış ve belki de bunların öldürülmelerini emretmişti. Bunu duyan
Şeyhülislam Zenbilli Ali Cemali efendi ağır bir dille Sultanı eleştirerek
suça göre ceza vermesi için onu uyarmış ve bu kimselerin katlinin caiz olmadığını belirtrnişti".50 Demek ki, Osma~Iı bevleti'nde Sultan her ne kadar bir takım yetkilere sahipse de gerçek bir adaletin sağlanması için onun kararlarının kontrol edilmesi ve gerekirse yargılanması dahi mümkündü. Osmanlı devleti, . açıkça görüldüğü üzere, fertlerin hak ve
.
59
Akademik
Araştırmalar
Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKLAR! VE OSMANLI MODELi
hürriyetlerini koruyan ve adaleti şiar edinen gerçek bir hukuk devletiydi. Bu nedenledir ki Voltaire, Türklerin pek çok hasletlerini
anlattıktan sonra Osmanlı Devleti'nden bahsederek "Türk devleti bir demokrasidir" demeyi ihmal etmez.51
İşte Osmanlı idaresinin bu geniş hoşgörüsü sadece Anadolu'da
değil Afrika ve Asya'da da birlik ve beraberliğin oluşmasını
sağlamıştı. 52
Roma-Bizans ve Osmanlı'nın insan faktörüne ilgisini onların,
hayat felsefelerinde de b~lmak mümkündür. Romalı Virgil'in Aeneid
adlı eseri, Yunan filozof Aristotales'in felsefesi hep Roma ırkının diğer ırklara göre soylu ve bu nedenle üstün olduğunu savunarak dünyayı
ancak böyle asil bir ırkın yönetebileceğine inanır.53 Bu düşünce tarzı Bizans'a da aynı şekilde sirayet etmiştir. Dante, XII. yüzyılda yazmış olduğu, devle{ idaresi ile ilgili kitabının pekçok ,yerinde Roma ırkının üstünlüğünden ve diğer ırkların ona tabi olması gerektiğinden
bahsetmektedir.54 Dante daha da ileriye giderek şöyle demektedir: " ...
not just certain individuals, but certain peoples are bom ·fıtted to rule, and certain others to be ruled and to serve, as Aristotle affırms in the Politics, and as he says, it is not only expedient but actually just that such people should be ruled, even if force has to be used to bring this about."55 Bu şu demektir:" ... sadece belirli kişiler değil belli insanlar ya da milletler ancak, idare edebilme yeteneğine sahip -olarak doğarlar.
Diğerleri ise, Aristotales'in Siyaset adlı eserinde de belirttiği" gibi sadece yönetilmek ve. hizmet etmek için vardır. İşte· bu insanların yönetilmesi için, eğer güç kullanılması gerekiyorsa, asil olanların
(Roma ırkı) güç kullanması oldukça meşrudur."56
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
Roma ve Bizans'ın insanı bir hiç mesabesinde görmesinin aksine
Osmanlı, "insan unsuru" üzerine kurulmuştur. Zira Koçi Beğ XVII.
yüzyılda Osmanlı Devleti'nin bozulmaya başladığı dönemlerde, IV.
Murat'a sunmuş olduğu bir risalede, vergi tahsildarlarının yolsuzluklarından bahsederek reaya fukarasının korunması için gerekli tedbirin alınmasını tavsiye ediyordu. Osmanlı padişahlarının şimdiye
kadar halkı hep koruyup gözettiğini ve padişahın memleketinde asayiş
ve güvenin sağlanmasından birinci derecede sorumlu -olduğunu
belirterek padişahın reaya'nın haklarını korumak için var olduğunu
vurguluyordu57 Daha ileriki yıllarda fil. Ahmet'e verilen bir layihada da
(ıslahat takriri) benzer bir ifadeyle, Osmanlı devletinin insanı esas alan bir devlet olduğu vurgulanarak devlet idarecilerinin görevinin mazlumun haklarını korumak olduğu ifade ediliyordu.58 Yine 18. yüzyıl
başlarında defterdarlık yapmış olan Sarı Mehmet Paşa Osmanlı devlet
adamlarını bu konuda uyarıyordu. Mehmet Paşa, o dönemin devlet
adamlarına "zulümden sakınmayı ve zalime de yardımcı olmakdan
kaçınıp, mümkün oldukça zulmedenlere karşı koyup mazlum ve gariplerin gönlünü almalarını" tavsiye etmektedir. Ona göre; "Mazlum kafir bile olsa onun duasından kaÇınm,ak gerekir. Yani mazlumun duası
yerde kalmaz".59 XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyıl başlarında,
Osmanlı Devleti'nin "hasta adam" olarak nitelendiği dönemde, Prens Sait Halim Paşa da aynı konuya parmak basıyor ve İslam ahlakının
"hak, hikmet ve adalet adına insanlar arasında ö_zgürlük-, eşitlik ve
dayanışma ilkelerini kurduğunu" belirterek toplumda tam bir eşitliğin
sağlanmasının devleti çıkmazdan kurtaracağını ısrarla vurguluyordu.60
61
Akademik
Araştınnalar
Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKi.ARi VE OSMANLI MODEL!
Roma ve Bizans'ın insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan
politikasına karşılık, Osmanlı'nın bu politikası idare ettiği halkı devlete
yaklaştırarak, inancı ve etnik yapıları ne olursa olsun farklı toplulukları
tek bir vücut haline getirmiş ve temeli ırk, din ve mezhep birliği zorunluluğuna dayanmayan bir millet şuurunun oluşmasına neden olmuştu.61
İşte Atatürk'ün millet ve milliyetçilik anlayışı da, kaynağını Osmanlı'daki bu insani değerlerden alır. Dikkat edilirse Atatürk
milliyetçiliği de fertler arasında dil, din, ırk, soy farkı gözetmez ve kendisini Türk hisseden herkesi bu milletin bir ferdi sayar.62 Bütün bu
açıklamalar bize, "Kişi bilmediğinin düşmanıdır" sözünü ,hatırlatarak, geçmişimize ve ecdadımıza olan düşmanlığımızın Osmanlı devleti ve değerleri hakkında gerçek ve doğru bilgilere sahip olmadığımızı gözler önüne seriyor.63 O halde bizler, son zamanlarında hataları olmuş olsa da, nadide değerleri ve geçmişte bırakmış olduğu derin izleriyle
Osmanlı tarihine saygı duymalı ve ona sahip çıkarak bu alandaki araştırİnalarımızı arttırmalıyız. Türk gençliğinin geçmişe olan sevgisi, ancak bu alanda yapılacak olan ciddi tarihi araştırmalar sayesinde
artacaktır.
Osmanlı Devleti'nin, geçmişten getirmiş olduğu hasletlerle de
yoğurarak insan unsuruna vermiş olduğu değeri Avrupa henüz ortaçağ
ve yeniçağda dahi sağlayamamıştı. İngiltere'de 1215'te yayınlanan Magna Carta Libertatum dahi kişilere özgürlük tanımaktan ziyade sadece belli bir gruba karşı kralın yetkilerini sınırlamıştı. XVIII.
Yüzyılın sonuna kadar vatandaşın siyasi iktidara katılması sözkonusu değildi.64 Gençlerimizin bugün hayranlıkla takip ettiği Amerika'da ise;
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
XVill. yµzyılda yayınlanan Virginia Haklar Bildirisi ve benzerlerinin yayınlanmasına kadar bütün Amerikan halkı İngilizler'in kölesi
durumdaydı. 1970'lere kadar zencilerin insan olarak görülmediği ve hak ve hürriyetler bakımından fertlere çifte standart uygulandığı
açıktır.65 Fransa'da da kişi hak ve hürriyetleri 1789'da Fransız ihtilalinden sonra yayınlanan insan hakları bildirisi. Ue ve ancak kağıt
. üzerinde gerçekleştirebilmiştir. Ancak Avrupa'da toplumun, hak ve hürriyetlerin eşit dağılımı açışından belli-bir seviyeye ulaşması oldukça zaman almıştır. Avrupa kültürünün gelişim çi,?:gisinin·aksine, eski Türk geleneklerinde, İslam hukukunda ve Osmanlı uygulamalarında yüzyıllardır, fertlerin doğuştan hür ve eşit olduğu inancının varolması,
Türklerde kişi haklarının devlet tarafından bahşedilmiş bir hediye ya da sonradan kazanılmış haklar olmadığını açıkca göstermektedir. Bakınız
ünlü Fransız filozof Voltaire Osmanlılarda insan eşitliğini ve sınıf farkının gözetilmediğini "Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler" adlı -kitabında nasıl ifade ediyor: "Sadrazam Çorlulu Ali Paşa bir köylü
çocuğu idi. Baltacı Mehmet paşa ise odunculuktan .. gelmişti. Aşağı
tabakadan yetişmiş olmak Türklerce utanılacak bir durum sayılmazdı.
Onlarda kişizadeıik yoktur. Gelişm~ler ancak görevlere bağlıdır".66
Geçmişinde yönetilen insan unsurunu ikinci plana atmış olan ve insan eşitliğini dah~ dün kabul etmiş olan Avrupa, son bir ya da birkaç
yüzyıl gibi kısa bir zaman içerisinde nasıLbu değerleri benimsemiş
olabilir?
Buraya kadar anlattığımız tarihi seyir içerisinde, bu gün kültür ve medeniyetinin temelini Roma ve Bizans unsurları üzerine kurduğunu
bütün dünyaya haykırarak, insan haida"rı konusunu "Avrupa
.
İnsan 63Akademik
Araştınnalar
Dergisi
TARiHi GELiŞiM SÜRECiNDE iNSAN HAKLARI VE OSMANLI MODELi
Hakları" beyannamesi adıyla yeni bir prensipler bütünü halinde
derlemiş olan Avrupa, acaba bu beyannamenin temel kaidelerini,
insanları birer eğlence malzemesi yapmaktan çekinmeyen Romalı atalarından mı yoksa halkını imparatorun ve kilisenin kölesi olarak gören Bizanslılardan mı ya da diğer ırklara mensup insanları, özellikle zencileri insan olarak görmeyen İngilizlerden mi veya XVIII. yüzyılda dahi "Kadın insandan sayılır mı sayılmaz mı" sorusuna cevap aramakta olan Fransızlardan67 . mı devraldılar? Bu değerlendirmeyi, tarihi belgelerin ışığında siz sayın okurların takdirine bırakıyorum.
BIBLIYOGRAFYA
Akgündüz, 1989
=
Ahmet Akgündüz, Belgeler Ger~ekleri Konuşuyor (1) (İzmir).Akgündüz ve Öztürk, 1999
=
Ahmet Akgündüz ve Said Öztürk:700. Yılında Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı (İstanbul).
Atar, 1992
=
Yavuz Atar, "Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki Devletlerde İnsani Değerler ve ijukuk", Türklerde İnsani değerler ve İnsan Hakları (Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar), Türk Kültürü'ne Hizmet Vakfı, birinci kitap, (İstanbul), s. 15-71.Berktay, 1989
=
Halil Berktay, "İktisat Tarihi: Osmanlı Devleti'nin YükseliŞine Kadar Türkler'in İktisadi ve Toplumsal Tarihi", Türkiye Tarihi (Osmanlı Devletine Kadar Türkler), yayınyönetmeni Sina Akşin (İstanbul), s. 23-136.
Cassius Dio
=
The Roman History (The Reign of Augustus ), translated by lan Scott-Kilvert, Penguin Books, 1987 (Middlesex).Cin ve Akgündüz, 1995
=
Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi (Giriş ve Kamu Hukuku), cilt 1, Osmanlı Arştırmaları Vakfı Yayınları no: 10 (İstanbul).-Cin ve Akgündüz, 1996
=
Halil Cin ve Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi (Özel Hukuk), cilt il, Osmanlı Arştırmaları Vakfı Y ayınlarıno: 1 O (İstanbul). ·Cook, 1976
=
M. A. Cook, "Introduction",4
History of the Ottoman Empire to 1730 (Cambridge University Press), s. 1-9.Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9 -10 Mayıs - Ekim 2001
Crook, 1970 = J. A. Crook, Law And Life Of Rome (London).
Creasy, 1878 = _Sir Edward S. Creasy, History of the Ottoman Turks: From the Beginning of their Empire to the Present Time (London).
Çandarlıoğlu, 1992 = G. Çandarlıoğlu, "Uygurlarda İnsani Değerler ve Hukuk", Türklerde İnsanf Değerler ve İnsan Hakları (Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar), Türk Kültürüne Hizmet
Vakfı, birinci kitap, (İstanbul), 117-131.
Dante = Monarchy, ed. by Prue Shaw, 1996 (Cambridge).
Defterdar Sarı Mehmet Paşa, 1969 =Devlet Adamlarına Öğütler (Osmanlılarda Devlet Düzeni), derleyen ve çeviren: Hüseyin Ragıp Uğural (İçişleri Bakanlığı Tetkik Kurulu Müşaviri), Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, TTK basıriıevi (Ankara).
Dönmezer, 1992 = Sulhi Dömriezer, "İnsan Hakları ve Bu
Kavramın Devlet Yönetim Felsefesinde Yerleşmesi ve Kurumlaşması",
Türklerde İnsanf Değerler ve İnsan Hakları (Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, birinci kitap, (İstanbul), 1-14.
Garnsey, 1970 = P. Garnsey, Social Status and Legal Privilege in the Roman Empire (Oxford).
Garnsey, 1974 = P. Garnsey, "Aspects ofthe decline ofthe urban aristocracy in the Empire'', ANRW, II.1, 229-252.
Gibbon, 1993 = Edward Gibbon, The Decline and Fail of the Roman Empire (London).
İnalcık, 1969 =Halil İnalcık, "Ottoman policy and . .administration in Cyprus after the conquest'', The Ottoman Empire: Conquest, Organisation and Economy (London), 1-23.
İnalcık, 1973 = Halil inalcık, IJıe Ottoman Empire the Classical Age 1300-1600, translated by Norman 'Itzkowitz and Colin Imber, New
York. ·
İnalcık, 1976 = Halil İnalcık, "The '~ise of the Ottoman Em pire", A History of the Ottoman Empire to 1730, ed. by M. A. Cook (Cambridge University Press), 10-53.
İnalcık, 1987 = Halil İnalcık, Fatih Devri Üzer.inde Tetkikle.r ve Vesikalar 1, TTK basımevi, ikinci baskı (Ankara). ·
İnalcık,1994= Halil İnalCık, "The~Ottoman State: Economy and Society (1300-1600)", An Econom'ic and Social History ofthe Ottoman Empire (1300-1914), ed. by Halil İnalcık Donald Quataert, Cambridge University Press, 1-40~ ..
65
Akademik
Araştınnalar
Dergisi
66
TARiHi GELlŞIM SÜRECiNDE iNSAN HAKi.ARi VE OSMANLI MODELi
Jones, 1949 = A. H. M. Jones, Constantine and Conversion of Europe (London).
Jones, 1960
=
A. H. M. Jones, Studies in Roman Government and Law (Oxford).Jones, 1964= A. H. M. Jones, The Later Roman Empire (284- 602), cilt 1 (Baltimore).
Jones, 1972
=
A. H. M. Jones, The Criminal Courts ofthe Roman Republic and Principate (Oxford).Kılınçkaya, 1999 = Derviş Kılınçkaya, "Atatürk'ü Anlamak", Türk Yurdu, XIX/139-141, Mart-Mayıs 1999, s. 90-94.
Koçi Beğ = Koçi Beğ Risalesi, sadeleştiren Zuhuri Danışman,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel Eser dizisi, 1985
(Ankara). ,
Kodaman, 1999 = Bayram Kodaman, "Milliyetçiliğin Tarihi Seyri", Türk Yurdu, XIX/139-141, Mart-Mayıs 1999, (Ankara), 67-72.
Kunt, 1995 =Metin Kunt, Suleiman the Magrıificent 'and his Age (The Ottoman Empire in the Early Modem World), ed. by Metin, Kunt
and Christine Woodhead (New York). . .
Kuzu, 1999 = Burhan Kuzu, "Kişi Özgürlüğü Ve Güvenliği' Bağlamında · Keyfi Tutuklamaya Karşı Koruma", Akademik
Araştırmalar Dergisi, sayı l, (İstanbul), s. 1-32.
Liebeschuetz, 1979 reprinted 1996
=
J. H. W. G. Liebeschuetz, Continuity and Change Jn Roman ReligiOn (Qxford).~intott, 1993
=
Andrew Lintott, Imperium Romanum (Politics and Administration) (London). ·Marshall, 1250
=
T. H. Marshall, Citizens and Social Class and Other Essays (Cambridge).McCharthy, 1997
=
Justin Mc Charthy, The Ottoman Turks (AnIntroductoıy Histoıy to 1923) (New York).
Ostrogorsky, 1986 = Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, 2. baskı, çeviren Prof. Dr. Fikret Işıltan, TTK (Ankara).
Pliny The Younger
=
The Letters Of The Younger Pliny, translated by Betty Radice, Penguin Classics, 1988 (London).Sait Halim Paşa, 1992
=
Prens Sait Halim Paşa, Toplumsal Çözülme (Buhranlarımız), hazırlayan N. Ahmet Özalp (İstanbul).Sertkaya, 1992 i::: Osman F. Sertkay~ "Eski Uygur Türkleri'nden Hukuk Belgeleri Örnekleri", Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları (Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, birinci kitap, (İstanbul), 131-148.
Hatice PALAZ ERDEMiR Yıl:3 Sayı: 9-10 Mayıs - Ekim 2001
Shaw, 1976 = Stanford Shaw, The History of the Ottoman Empire and Modern Tu-,.key (Empire ofthe Gazis: The Rise and deci ine of the Ottoman Empire, 1280-1808), voL 1 (Cambridge University
Press). · ·
Shaw, 1984 = Brent D. Shaw, "Bandits in the Roman Empire", Past and Present, no 105, 3-52.
Taneri, 1992 = Aydın Taneri, "Tarih Boyunca Milletlerarası
Münasebetlerde Adalet ve Türkler", Türklerde İnsanı Değerler ve İnsan Hakları (Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar)~ -Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, birinci kitap, (İstanbul), 425-442.
Tansel, 1985
=
Selahattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmet 'in Siyası ve Askerı Faaliyeti; TTTK (Ankara).Taşağıl, 1992
=
Ahmet Taşağıl, "Göktürklerde-İnsani Değerler ve İnsan Hakları", Türklerde İnsanf Değerler :ve İnsan Hakları (Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, birinci kitap, (İstanbul), 93-116.Tellegen-Couperus, 1993 = Olga Tellegen-Couperus, A Short History of Roman Law (London).
Toynbee, 1974 = Amold J. Toynbee, "The Ottoman Empire's place in world history", in The Ottoman State and lts Place World History, ed. by Kemal Karpat ( Leiden) 15-28.
Türkeli, 1992 = Cevat Türkeli, "Hunlarda İnsani Değerler ve Hukuk", Türklerde İnsanı Değerler ve İnsan Hakları (Başlangıcından Osmanlı Dönemine Kadar), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, birinci kitap, (İstanbul), 71-92.
Unat, 1941
=
Faik Reşit Unat, "Ahmet III. Devrine Ait Bir Islahat Tahriri (Muhayyel Bir Mülakatın Zabıtları)", Tarih Vesikaları, c. 1/11, 42, 107-121. 'Uzunçarşılı, 1983 =İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II.
Cilt, TTK basımevi (Ankara).
Wittek, 193 8 :::;:: Paul Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, (London).
• Dr., Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakült~si Eskiçağ Tarihi
Anabilim Dalı · - · ·
ı Bu araştırma, 1995-1999 yılları arasında Ingiltere'nin Wales Swansea Üniversitesi'nde doktora tezimi hazırladığım dönemde yapmış olduğum çalışmalara dayanmaktadır. Konu, esas itibariyle tezin çok küçük bir
..
67
Akademik Araştırmalar Dergisi