BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ-TÜSİAD
DIŞ POLİTİKA FORUMU
TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ - SON GELİŞMELER Aralık 2005
Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemdeki gelişmeler değerlendirildiğinde Kuzey Irak’ta yaşananlar ve PKK’nın bölgedeki varlığı, Ermeni tasarısının onaylanması ve Türkiye-AB ilişkilerinde ABD’nin yeri gibi konular ön plana çıkmaktadır.
Kuzey Irak’taki Gelişmeler
Kuzey Irak’taki gelişmeler ve PKK’nın bölgedeki varlığı Türk-ABD ilişkilerinde önemli bir sorun alanı olmaya devam etmektedir. Türkiye, güvenliğini tehdit eden PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığına karşı ABD’den askeri müdahale dahil daha etkin önlemler almasını talep etmektedir.
ABD’nin PKK’yla mücadelede mali kaynakların kurutulması, suçluların yakalanıp yargıya teslim edilmesi gibi askeri olmayan yollara ağırlık verdiği gözlemlenmektedir. Bunun başlıca nedeni, ABD’nin Irak’ta tek yerli destekçisi olarak gördüğü Kürdistan Demokrat Partisi lideri ve Kürt bölgesinin başındaki Mesud Barzani’nin arazide verdiği desteği kaybetmek istememesidir.
Bağımsız Kürt devleti arzusunu hiç saklamayan Barzani, ABD’nin koruması altında kurmakta olduğu Kürt bölgesinde, Türklerin isteğiyle bir başka Kürt silahlı grubuna, PKK’ya harekat düzenlenmesine karşı çıkmaktadır. Türkiye’nin PKK’nın faaliyetlerine ilişkin artan tedirginliği ABD’yle ilişkilerde bu konunun sık sık gündeme gelmesine ve “önlemlerin artırılması” yönünde bir arayışa yol açmıştır. Gelinen noktada, ABD’nin PKK’nın faaliyetlerine karşı topyekun bir mücadeleye girişmeyeceği ancak daha dar operasyonların düzenlenmesinin söz konusu olabileceği konuşulmaya başlanmıştır.
Diğer önemli gelişmeler arasında ise, Türkiye’nin KDP lideri Mesud Barzani’nin İncirlik Üssü ve Türk hava sahasını kullanarak yurtdışına çıkmasına ve Fly Air’ın İstanbul’dan Kuzey Irak’ın iki önemli kenti Erbil ve Süleymaniye’ye sefer düzenlemesine izin vermesi sayılabilir. Bu gelişmelerin, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasında temel bir politika değişikliği olarak nitelendirilmesi zordur. Irak’ın yeni siyasal yapısında Türkiye kuzeydeki Kürt bölgesiyle aynı sınırı paylaşacak, hatta terörle mücadele gibi konularda işbirliği içinde olması gerekebilecektir.
Bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda, Ankara’nın attığı adımlar daha çok anlam kazanmaktadır.
Bu süreçte yaşanan gelişmelere kısaca değinilecek olursa;
• 8 Eylül’de ABD’nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı (EUCOM) Orgeneral James Jones ve Afganistan ile Irak’taki ABD birliklerinin başında bulunan Merkezi Kuvvetler Komutan Yardımcısı (CENTCOM) Korgeneral Lance Smith PKK ve PKK’nın Irak’taki varlığı konusunu askeri düzeyde ele almak için Ankara’ya gelmiştir.
Genelkurmay’daki görüşmelerde, konuk generallere PKK’nın başta Kandil Dağı ve çevresi olmak üzere Kuzey Irak’taki varlığına ilişkin kapsamlı sunumlar yapılmıştır. Her fırsatta terörle mücadelede başarı için bölgesel ve uluslararası işbirliğinin önemine değinen Türkiye, bu sunumlarla da PKK’ya karşı işbirliğine atfettiği önemi bir kez daha vurgulamıştır. Orgeneral James Jones, 11 Eylül’de gerçekleşen toplantının ardından yaptığı açıklamada, Türkiye’ye PKK ile mücadelede adres olarak “egemen Irak devleti”ni göstermiştir.
• ABD Dışişleri Irak Koordinatörü Büyükelçi James Jeffrey 12 Eylül’de Türk gazetecileriyle yaptığı toplantıda Irak’taki PKK varlığının “ortadan kaldırılmasının” ancak ABD’li askerlerin isyancı güçlerle mücadeleyi kazanmasından sonra gündeme gelebileceğini ve şu anda Irak’ta topyekun bir askeri harekat düzenlenmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Jeffrey, buna karşın “PKK liderleri derhal yakalanma emriyle aranıyor”
diyerek, örgütün lider kadrolarına karşı bir polisiye operasyon olabileceğini ima etmiştir.
• Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, 13 Eylül’de New York’ta yaptığı açıklamada Irak’ta güvenlik güçlerinin yabancı terör gruplarına karşı yaptığı operasyonların terör örgütü PKK’ya karşı da yapılması gerektiğini söylemiştir. Bakan Gül, “PKK ile mücadele sadece Irak’ın işi değil. Oradaki koalisyon güçlerinin de görevi.
Başka teröristlerin bulunduğu Telafer gibi bölgelerde nasıl operasyon yapıyorlarsa, PKK’nın bulunduğu bölgelerde de PKK’ya karşı operasyon yapmaları gerekir” demiştir.
Türk yetkililer PKK’ya karşı topyekun bir askeri harekat düzenlenmesinden ziyade, Bağdat’ın ve Iraklı Kürt grupların siyasi iradesi ve ABD güçlerinin katılımıyla daha dar operasyonlar yapılabileceği belirtmektedir.
• ABD Başkanı George Bush’un 13 Eylül’de Washington’da görüştüğü Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’ye “PKK’ya karşı bir şey yapın” dediğini daha sonra Erdoğan’a New York’ta bizzat aktarması, Bağdat’ın onayı dahilinde operasyon yapılarak, bazı PKK’lıların Türkiye’ye tesliminin süpriz olmayacağı şeklinde yorumlanmıştır.
• BM Zirvesi için New York’a giden Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile Irak Başbakanı İbrahim Caferi ile 15 Eylül’de ayrı ayrı yaptığı görüşmelere PKK sorunu damgasını vurmuştur. Görüşmelerde, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani
“Türkiye’ye karşı savaşan herhangi bir grup, Kürt halkının ulusal çıkarlarına aykırıdır.
Türkiye’ye karşı tehdit oluşturmadan önce, Kürt halkının ulusal çıkarlarını tehdit eder”
demiştir. Irak Başbakanı İbrahim Caferi ise, Türkiye-Irak ilişkilerini “stratejik” diye nitelemiş ve “asiler” dediği PKK unsurlarının Irak topraklarından atılacağını ifade etmiştir. George Bush yönetiminin son açıklamalarının ardından Irak yetkililerinin Türkiye’ye verdiği güvenceler de, Kuzey Irak’taki PKK varlığına karşı yakın bir zamanda somut önlem alınacağı beklentisini yükseltmiştir.
• Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le görüşen ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice PKK’nın terörist örgüt olduğu konusunda kimsenin şüphesi olmadığını vurgulayarak, PKK’ya müdahalenin bir ilke konusu değil, bir zamanlama meselesi olduğunu belirtmiştir. Rice’in Türk tarafına ‘uygun bir zamanda’ bölücü terör örgütü PKK’ya karşı harekete geçme sinyali verdiği kaydedilmiştir.
• Türk tarafı da bu görüşmelerde istediği yatıştırıcı açıklamaları işitmesine rağmen PKK’ya karşı eyleme geçilmesinin son zamanlarda Türk-ABD ilişkilerin üst düzey temaslarla
kazandığı ivmenin olumlu ve yararlı bir zeminde daha da ileriye gitmesi için çok önemli olduğunu belirtmektedir.
• Newsweek dergisi tarafından ABD ordusunun, Kuzey Irak’ta Kürtlerin denetimindeki bölgede askeri üsler kurma konusunda ön planlama yaptığı öne sürülmüştür. Newsweek dergisinin 11 Ekim tarihli sayısındaki “Dağlardaki dostlar” başlıklı haberinde şu ifadeler yer aldığı görülmektedir:
“Kuzey Irak’ta tesislerin kurulması yönünde bazı ön planlama çalışmaları sessizce yapılıyor. Bunun için düşünülen yer, Erbil havaalanın içinde bulunduğu askeri bölge. Sivil havaalanın direktörü Zeyd Zveyn’in verdiği bilgiye göre, Amerikan silahlı kuvvetlerinden geniş bir ekip, güvenlik değerlendirmeleri yapmak üzere nisan ayında bölgeye geldi”.
• Mesud Barzani, “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Başkanı” sıfatıyla Washington’da en üst düzeyde temaslarda bulunmuştur. ABD’li ve Türk diplomatik kaynakları Barzani’ye verilen mesajları, “Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, PKK’nın bölgedeki varlığının denetlenmesi ve aktifleşmesine izin verilmemesi, Türkmenlerin kültürel ve siyasal haklarının gözetilmesi ile Kerkük’te fiili bir statü değişikliğine gidilmemesi” olarak sıralamışlardır. Türkiye için önemli olan konular tek tek gündeme gelmesi ve bu mesajların Beyaz Saray’da bizzat başkan tarafından verilmiş olması özellikle önemlidir.
Diğer yandan, Barzani’nin “Başkan” sıfatı ile Washington’da – ve ardından Londra’da – en üst düzeyde görüşmeler yapması Türkiye’de sürpriz ve rahatsızlık yaratmıştır. Ancak Irak’ta yeni onaylanan Anayasa’da, geniş özerkliğe sahip bir Kürt bölgesi (ve yerel yönetimi) öngörülmesi ve bu yönetimin başında da yerel seçimler sonucunda bu göreve gelen Mesud Barzani’nin bulunması bu bağlamda göz ardı edilemeyecek bir gerçeğe dönülmüştür.
• Barzani 26 Ekim’de başlayan ABD yolculuğu öncesinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Emre Taner’i görevlendirdiği ve Taner’in 20 Ekim’de KDP karargahının bulunduğu Selahaddin şehrine giderek Barzani ile bir görüşme yaptığı belirtilmiştir. Bu gelişmenin arkasından 29 Ekim akşamı Çankaya Köşkü’ndeki davette Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün söyledikleri dikkat çekmiştir:
“Barzani bir aşiret lideriydi; biz öyle görüyorduk. Ama durum değişti. Bu değişikliği kabul etmemiz gerekiyor. Talabani’yi de öyle görüyorduk, şimdi Irak Cumhurbaşkanı.
Yarın Irak Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi ziyaret etmek isteyecek. O gün nasıl davranacağız? Irak’ı tanıyorsak, bu değişen koşullara göre hareket edeceğiz.”
• 29 Kasım’da gerçekleşen bir başka önemli gelişme ise Fly Air’ın Genel Müdürü Mehmet Hasançebi’nin 6 Aralık’ta Erbil, 14 Aralık’ta da Süleymaniye’ye seferlere başlanacağını açıklamasıdır. Hatırlanacağı üzere, Saddam yönetiminin devrilmesinin ardından Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtsever Birliği, Kuzey Irak’ta inşa ettikleri havaalanlarından Türkiye’ye seferler düzenlenmesi için girişimde bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığı, bu konuları Bağdat hükümetiyle görüşeceğini, onayın verilmesi için merkezi yönetimle masaya oturmak gerektiğini kaydetmiştir.
Havaalanlarının teknik yetersizliklerini de gündeme getiren Dışişleri, bu konuyu askıya alırken Irak’ta işlerin normalleşmesi durumunda İstanbul-Bağdat arasında seferlere sıcak bakabileceğini belirtmiştir. Ancak, daha sonra KDP lideri Mesud Barzani’nin İncirlik Üssü ve Türk hava sahasını kullanarak yurtdışına çıkmasına izin veren Ankara, Irak’taki Kürt bölgesine tarifeli seferlere yeşil ışık yakmıştır. Dışişleri Bakanlığı’nın, Bağdat’a uçuş fikrini
değiştirmediğini belirten yetkililer, “Ancak THY ve diğer özel şirketler, güvenlik ve sigortadan kaynaklanan yüksek maliyet nedeniyle ekonomik bulmadıkları için bu uçuş gerçekleşmedi” demektedir.
Ermeni Tasarısının Onaylanması
ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi 15 Eylül’de ‘Ermeni soykırımı’nın tanınmasına ilişkin ifadeler içeren iki tasarıyı kabul etmiştir. Cumhuriyetçi Parti milletvekili George Radanovich tarafından sunulan tasarılardan ilkinde, ABD Başkanı George W. Bush’a, ABD dış politikasını ‘Ermeni soykırımına’ karşı duyarlılığı yansıtacak şekilde yönlendirmesi çağrısında bulunulmaktadır. Demokrat Partili vekil Adams Schiff tarafından kongreye sunulan ikinci tasarı ise 1915-1923 arasındaki ‘Ermeni soykırımı’nı anma çerçevesinde, Türk hükümetini, Osmanlı döneminde Ermenilere yapılanları tanımaya çağırmaktadır. Tasarılardan ilki 11’e karşı 35, ikincisi 7’ye karşı 40 oyla kabul edilmiştir. Tasarıların, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’na sunulması (hele de onaylanması) öngörülmemektedir. Nitekim, ABD Dışişleri Bakanlığı yasama işlerinden sorumlu bakan yardımcısı Matt Reynolds, iki Ermeni tasarısını kabul eden ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Hyde’a, kararların alındığı komite toplantısından önce bir mektup yazmıştır. Bu mektupta ABD yönetiminin, Türk-Amerikan ilişkilerini zedeleyeceği ve Ankara ile Erivan arasındaki ilişkilerdeki ilerlemeye zarar vereceği gerekçesiyle tasarıların kabulüne karşı olduğunu bildirilmiş, ancak herhangi bir sonuç sağlanamamıştır.
Ermeni tasarılarının komitede görüşülüp, geniş ilgi ve destek görmesi dahi, Ermeni lobisinin bir başarısı olarak yorumlanmaktadır. Ermeni lobisinin destek görmesinin esas nedeni, Ermeni diasporasının propaganda ve nüfus avantajına karşılık, Türkiye’nin “tanıtım” alanındaki (yani kendi görüşlerini iletme ve kamuoyunu etkileme konusundaki) yetersizliğine ve Ermeni iddiaları ve sorunu karşısında yeni stratejiler oluşturulamamasına bağlanabilir.
Türkiye-AB İlişkileri ve ABD
• 3 Ekim’de Türkiye ile AB arasında Müzakere Çerçeve Belgesi üzerinde mutabakat sağlandığı saatlerde, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın siyasi işlerden sorumlu kıdemli bakan yardımcısı Nicholas Burns, “Türkiye Avrupa’ya aittir” açıklamasıyla ülkesinin tavrını ortaya koymuştur. ABD Dışişleri Sözcüsü Sean McCormack da, düzenlediği basın toplantısında, “Avrupa’ya sağlam biçimde demirlenmiş Türkiye, transatlantik ailesinin daha da güvenilir bir ortağı ve barış, refah ve demokrasiyi ilerletme yolunda daha pozitif bir güç olacaktır” dediği görülmektedir. ABD’nin görüşünün, AB konularının NATO süreçlerine taşınmaması olduğu belirtilmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Güney Kıbrıs lideri Tasos Papadopulos’u telefonla arayarak, “NATO üyeliği emelinizi, Türkiye’nin AB ilişkilerinde engelleyici faktör olarak kullanmaktan vazgeçin”
demektedir. Bu konuşmayla iki türlü mesajın verilmek istendiği söylenebilir: birincisi,
“NATO’ya kimin girip kimin girmeyeceği NATO’nun üyelerinden sorulur; AB’de alınacak herhangi bir karar NATO’yu bağlamaz” mesajıdır. İkincisi ise, “Biz, AB’nin Türkiye’yle müzakereleri gecikmeden başlatmasından yanayız; buna taş koymanız NATO üyeliği emelinizi de olumsuz etkiler” şeklindeki uyarıdır.
Washington’ın Papadopulos’a tepkisi 2004 referandumlarına uzanmaktadır. Bunun nedeni ise kısaca Annan Planı’nı desteklemeyen Kıbrıs Rum liderinin, referandumlarda ‘evet’ oyu için bastıran Bush yönetimiyle ters düşmesidir. Bu tutumu, bir bakıma, ABD’nin Clinton döneminden itibaren izlediği Kıbrıs politikasını da başarısızlığa mahkum ettiği de söylenebilir.
• Almanya’da 18 Eylül’de yapılan genel seçimler sonrasında Hıristiyan Demokrat koalisyonu Angela Merkel’in liderliğinde oluşmuştur. Merkel’in Türkiye ‘nin AB üyeliğine sıcak bakmadığı, ne kastedildiği belirsiz olan “imtiyazlı ortaklık” kavramını Türkiye ve AB gündemine girmesine neden olduğu bilinmektedir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir nokta geleneksel olarak Hıristiyan Demokratların SDP’ye oranla özellikle Willy Brandt ve Helmut Schmidt ekolüne kıyasla ABD’ye daha sıcak bakmalarıdır. Dolayısıyla, Almanya’da Amerika’ya daha yakın, ama Türkiye’ye daha uzak bir şansölyenin işbaşında olacağı düşünülebilir. Bu faktör, Türkiye-ABD ilişkilerinde Türkiye’nin AB yöneliminin daha çok konuşulacağının işaretlerini vermektedir.
• Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Danimarka’dan Roj TV muhabiri salonda olduğu gerekçesi ile basın toplantısını iptal ederek dönmesi ile Türkiye’nin gündemine oturan Roj TV konusunda ABD Türkiye’nin lehine devreye girmiştir. Kasım başında ABD’nin Ankara maslahatgüzarı Nancy Mceldowney ABD’nin Avrupa ülkelerinde PKK’nın para kaynaklarının kesilmesi ve propaganda araçlarının kapatılması yönünde girişimleri olduğunu, bu konuda Türk hükümeti ile ortak çalışmalar yaptıklarını açıklamıştır. ABD, Roj TV’nin teröre verdiği desteğe dikkat çekerek, teröre karşı uluslararası işbirliği çerçevesinde Danimarka’nın adım atmasını istemiştir. Bilindiği üzere, PKK bağlantılı olduğu gerekçesiyle kapatılan Med TV ve Medya TV’nin devamı olarak nitelenen Roj TV, şubat 2004’te Danimarka’da yayına başladı. Türkiye, Roj TV’nin kapatılması yönündeki girişimlerini kanal açılır açılmaz başlattı. Son olarak Danimarka makamlarına Roj TV’nin PKK bağlantılı olduğunu gösteren kanıtlar (örneğin, PKK eylemlerini gösteren çekimler ve bu eylem çekimlerinin çok kısa süre içinde Roj TV’de yayınlanması gibi) gönderildi. Danimarka hükümeti ise, PKK bağlantısının henüz kanıtlanmadığını belirterek, yayının durdurulması yönünde bir adım atmamaktadır.