• Sonuç bulunamadı

KÜLTÜR VE t u r i z m BAKANLIĞI YAYINLARI: 914 Doç.Dr.Abdulkudûs BİNGÖL

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KÜLTÜR VE t u r i z m BAKANLIĞI YAYINLARI: 914 Doç.Dr.Abdulkudûs BİNGÖL"

Copied!
122
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÜLTÜR VE t u r i z m BAKANLIĞI YAYINLARI: 914

Doç.Dr.Abdulkudûs BİNGÖL

(2)
(3)

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 914

GELENBEVÎ İSMAİL

Doç.Dr.AbduIkudûs BİNGÖL

(4)

Kapak Düzeni: Salm O N A N

ISBN 9 7 5 - 1 7 - 0 1 8 7 - 2

® Kültür ve Tu rizm Bakanlığı, 1988

O nay: 2.5.1988 tarih ve 928.1 - 1 6 7 8 Sayı Birinci Baskı

Baskı Sayısı; 15.000

(5)

İ Ç İ N D E K İ L E R

Ö N SÖ Z ... V Gelenbevî İsmail Efendi

A. H a y a tı... 1

B. İlim Anlayışı ve Çağdaşları İçindeki Y eri ... 16

C. Eserleri ... 24

D. Gelenbevî Ü zerine Yapılan A raştırm alar ... 69

E. G elenbevrnin E serlerinden Ö rn e ^ d er... 73

Bibliyografya ... 99

S ö z lü k ... 103

Şahıs A dlan D iz in i... 109

m

(6)
(7)

O N S O Z

XVIII.yüzyılın seçkin simalarından olan çok yönlü bilim odamı İsm ail Gelenbevî üzerine ilk ara§tımıamıza 1970'li yıllarda haşladık.

1978yılında tamamladığımız bu ilk araştırma O'nun yalnız mantıkçı yönünü ortaya koymayı amaçlıyordu. Elinizdeki bu kitapla da geniş okuyucu kitlelerine, özellikle gençlere Gelenbevî’nin görüş ve düşüncelerini ulaştırmayı arzulamaktayız. Zira çeşitli alanlarda başarıya ulaşabilmemiz için, geçmişle gelecek arasında köpriiler kurularak, gençliğe o gün olanlarla bu günün gerçekleri arasında bağlantılar kum ia ve bunlardan yararlanma fırsau sağlamanın, önem li olduğu inancındayız. Türk genci ecdadını tanıdıkça ve yetiştirdiği seçkin insanlara sahip ç ıkm a , şuuruna eriştikçe, daha büyük başarılar elde etmek için kendisinde daha büyük güç bulacaktır.

Gelenbevî, Osmanlı Devleti'nin bütün müesseseleriyle giderek geriledi^ bir dönem de yaşam ış olmasına rahnen, İlmî gücünü Av- mpalılara kabul ettimüş ve ününü devletin sınırlan dışına taşırabil- miştir. 60 yıllık kısa ömrü zorluklar ve mücadelelerle doludur. Fakat o, bilime olan tutkusuyla yoğun çalışmalan sonucunda bu kısa ömre sayısız eserler sığdırabilmiştir, usta bir mantıkçı, efsanevî bir matematikçi olmuştur. Yaşadı^ yüzyılın O smanh bilimini bütün şubeleriyle sonraki nesillere aktarabilmiş, tâbir yerinde ise, asrının bir ansiklopedisti olabilmiştir

Gelenbevî, geleneğe uyarak eserlerinden büyük bir kısmını Arapça yazmış ve bu dili ustalıkla kullanmıştır. Türkçe (Osmanlıca)

(8)

yazdığı yegâne iki eseri İse m atem atik alamndadır. Bu bakımdan, bu kitabı hazırlarken özellikle terimlerin dilinde güçlükle karşılaştık ve bu günün diliyle karşılığını bulamadığımız terimleri, parantez kul­

lanarak açıklamaya çalıştık.

Onun eserlerinden örnekler seçerken, Arapça olan Kıyas Risalesi'nİ Türkçe’ye çevirerek; Türkçe olan "Azla^-i Müsellesat adlı eserinin mukaddimesini ise olduğa gibi venneyi u y ^ n bulduk. Bw ıu yaparken, o gün Türkçe’nin bir bilim dili olarak nasıl kullanıldı^

konusunda bir fikir vermeyi amaçladık. Alıntı metinlerin anlaşılabil­

m esi için de kitabın sonuna bir sözlük ekledik.

İşte Gelenbevî’yi bütün yönleriyle ölümünden yaklaşık iki asır sonra bu kitapla Türk aydınının dikkatine sunarken, bir görevi de verine getinytiş olmanını hazzını duymaklayız. Geçmişle gelecek arasındaki köprüye, bu eserlerle bir kürek harç koyabiîdiysek ne mutlu bize.

Abdulkuddûs BİNGÖL

(9)

A. HAYATI

Türk ve İslam Kültür Dünyasının tanınmış ilim adam larından biri olan G ELEN B EV İ, 1143 H./1730 M. yıllarında G elenbe’de doğmu§tur {^). O gün Aydın vilâyetinin Saruhan Sancağına bağlı bir kasaba olan Gelenbe, bugün M anisa ilimizin bir ilçesidir, Gelenbevi‘nin asıl adı İSM A İL’dir. Ancak doğduğu yere nisbetle G E LEN B EV Î lakabıyla meşhur olmuştur. Tanınm ış ve kültürlü bir aileye m ensuptur. Babası M ustafa bin M ahm ud E fendi‘dir.

Babasının adı bazı kaynaklarda "Mahmut" olarak geçmekte ise de(") bu yanhşlır. Çünkü kendisi eserlerinde adını İSM AİL bin M U STAFA bin M A H M U D al-G E L E N B E V l diye kaydetmek-

* 3

tedir( ). Hediyyetü’l-Arifin adh eserin yazarı İsmail B ağdadî ise, al- G E LEN B EV Î İSM AİL bin M A H M U D aL R U M Î al-H A N EFİ künyelerini vermektedir{'^). Diğer taraftan Gelenbevî İsmail Efen- di’nin A dab Risâlesi şarîhi H aşan Paşazâde, İSM A İL bin M U S­

TA FA al-G ELEN B EV Î al-ârif bi Ş E Y H Z A D E şeklindeki ifadeleriyle, Gelenbevî’nin Ş E Y H Z A D E lakabıyla da tanmdığmı söylüyo(^)'

Gelenbevî İsmail Efendi’nin babası ve dedesi, doğduğu kasabada yıllarca müftülük ve müderrislik yaparak ilme hizmette

1 S a lih Z « k i K a m u s - u R iy a z iy a t, C : 1, s. 318.

2 B k z. T ü r k A n s i k lo p e d i s i, C : 17, G e le n b e v i M a d d e s i.

3 G e le n b e v î, R is a le tu 'l- K a b le , s. 2

4 İs m a il B a ğ d a d î H e d iy y e t u ’l- A r ifm E s m â a l-M ü e lliffn v e A s a r a l-M u s a ıın i- fîn , C: 1, s. 227.

5 H a ş a n P a ş a z â d e , H a ş iy e â lâ R is a le a l- A d â b L i G e le n b e f , s.2.

(10)

bulunmuş, fazilet sahibi, m ükem m el insanlardı. Ne var kı O, babasm ı küçük yaşta kaybetmiş ve ana elinde yetim kalmıştı. Bu nedenle onüç, ondört yaşlarına kadar ciddî bir eğitim görmemiş, zamanının çoğunu sokaklarda geçirmişti. H enüz onüç yaşlarında olduğu bir sırada, bir gün yine sokakta arkadaşlarıyla ceviz oyunu oynarken, babasının yakın dostlarından biri onu görmüş ve yan­

larına gelmişti. Küçük İsmail oyuna o kadar dalmıştı ki, b u zatın yanlarm a geldiğim nice sonra farkedebilmişti. Bu m uhterem zat İsmail’e doğru sokulup onu yanına çağırarak; "Yazıklar olsun sana!

A bâ ve ecdadın (baban ve deden) fazi ve kem alât ile mevsuf iken (erdem li ve mükemmel insanlarken) sen böyle sokaklarda okuma- yazmayı dahi öğrenm eden, gaflet içinde boşuna zaman harcıyasm diyerek kendisini ayıplamıştı(^). Küçük yaştaki İsmail E fendiyi çok utandıran işte bu olayın onun hayatm da önemli bir yeri vardır.

Çünkü o, sözkonusu olay üzerine hem en oyunu ve arkadaşlarını terk edip ecdadına yakışır bir kişi olmaya karar vererek ilme yönelir.

Gelenbevî ilk öğrenim ine G elenbe’de başlar. Gençlik yıllarına kadar buradaki öğretim kurum larına devam eder. İHm yolunda adım adım ilerler. İlmini her geçen gün biraz daha artırm a gayreti içindedir. Fakat, G elenbe’de artık bu imkânı bulamayınca da İstanbul’a gitmeğe karar verir.

İstanbul’a geldiğinde ilim çevresi olan Fatih semtine gider.

Fatih külUyesine başvurur. Kaydını yaptırıp buraya devam etme imkânmı bulur. Aşevİnde de yemek yemeğe hak kazanır. Gelen­

bevî, 1467-1471 M. yılları arasında Fatih Sultan M ehm ed tarafından yaptırılan külliyeye kabul edilmesini, vakfiyesinde yer alan, "Bu medreseye yetim çocuklarının çocukları, bunların çocuk- larm m bulunmaması halinde fakir ailelerin çocukları kayıt edil­

mesi..." m eâlindeki şarta borçludur.

6 S a lih Z e k i, A y .e s ., C : 1. s- 3 1 8 -3 1 9 : T a n e r i , K e m â l ^ ü r k M a te m a tik ç ile r i, s. 61; C e v d e t P a ş a , ta r ilı- i C e v d e t, C : 4, s. 2 5 4 ; B u r s a h , M e h m e t T a h i r , O s m a n lı M ü e ll if le r i. C ; 3 , s. 2 9 3 v d .

(11)

Kurulduğu günden itibaren bu m edreselerde devrinin en güzide âlimleri m üderrislik (profesörlük) yapmış ve yine birçok ünlü bilgin buralardan yetişmiştir. Geİenbevî İsmail Ö e n d i’nin tahsile başladığı yıllarda da yine devrinin iki ünlü bilgim YASINCI- Z A D E OSM AN E F E N D İ ile AYAKLI K Ü T Ü P H A N E lakabıyla tanınan M Ü F T Ü Z A D E M E H M E T E M İN E F E N D İ, Fatih m edreseleri m üderrisleridirler. GelenbevTnin yetişmesinde en büyük pay da işte bu iki hocasına aittir. O , Yasıncızâde’den Arapçayı ve D inî ilimleri (Naklî İlimleri), M ü f tü z ^ e ’den de M antık, Fizik ve M atem atik İlimleri (A klî ilimleri) ö d en m iştir.

Bu iki m üderristen M üftüzâde M ehm et E nûn Efendi daha ünlü olup, tam yüz sene yaşamış 1212 H./1796 M . de vefat etmiştir. Kazovah büyük âlkn A hm et E fendi’ntn v e f a tıa d ^ sonra İstanbul’d a kendisi ayarında âlim bulunmadıgmdim "AYAKLI K Ü TÜ PH A N E" lakabıyla m eşhur olmuş ve şöhretm i vefatına kadar m uhafaza etmiştir(^). M.1785/H.1200 yıttarmda Ş ey hü l­

islâmlık m akamına getirilen(^) M ehm et Em in Efendi, Antalya müftüsünün oğlu olup, Sultan Abdulham it devrinin en büyük âlim*

lerinin başında gelmektedir. O nun İstanbul’a gelişi 1146 H./1733 M. tarihlerine rastlar. İstanbul’da o günlerde bir cihet imtihanı açılm ıştır(^. Bu im tihana kıdemli m üderrisler baş vurur. H erkesin üstadı sayılan Dersvekili K azâbâdî A hm et E fendi’nin önünde im­

tihan yapılacaktır. Bu imtihana öğrenciler değil, bayağı ders hocaları bile almmıyorken, M ehm et Efendi, K azâbâdfye giderek imtihana girmek istediğini arzedince, o, bunun ünlü üstadlara münhasır (özgü) olduğunu söyler. M ehm et Em in E fendi de;

"Benim maksadım cihet almak değil, belki varhk göstermektir"

der.

7 U z u n ç a r ş iiı, İs m a il H a k k ı ( O r d .P r o f .) , O sm a n U D e v le t in in İlm iy e T e ş k ila tı, s. 239.

8 S a lih Z e k i , A sâ r* ı B a k iy e , C .2 , s. 2 9 4 v d

9 " C ih e t" , U l e m a ( B ilg in le r ) S m ıfın n \ d e v l e t t e n v e y a v a k ıf la r d a n a ld ığ ı m a a ş .

(12)

Kazâbâdî, etrafa ün salmıştır. Kendisinden başka âlim denecek bir kimse istememektedir. Bu mollanın böyle varlık göstermek lakırdısı etmesi kendisine dokunur. O na sırf haddini bildirmek için:

"Pekâlâ oğlum" diyerek imtihana girmesine izin verir. İmtihan başlayınca, Kur’an-ı Kerîm’den Yunus Suresi’nin 2. âyeti soru olarak verilir. Kısa bir süre sonra:

"Hazır olan var mı?" denince, M ehm et Efendi: 'Hazırım " der ve K azâbâdfnin sorduğu en ince m eselelere çok yerinde cevaplar verir. Bunun üzerine Kazâbâdî, kendisine hürm et ve ikram da bulunur. İlmini takdir eder. Diğerleri birşey söylemezler, Böylece Ayaklı K ütüphane’nin şöhreti yayılır, devrinin yegâne âlîmi sayıhr.

M ehm et Em in E fendi’nin şöhreti dilden dile dolaşırken, Şamlı âlim lerden Sefercelânî İstanbul’a gelir, burada ders okutmağa başlar. "Türkiye’de âlim yok” iddiasını güder. Bu iddia bu devrin Baykara’sı gibi İlmî ve edebî sohbetler tertipleyen Ragıp Paşa’nın gücüne gider. Bu Şamlıya haddini bildirmek için ulemayı şöyle bir süzer, fakat kimseyi gözüne kestiremez. Nihayet Ayakh K ütüphane’ye başvurur. Bir gece özellikle her ikisini evine dâvet eder. Bir konu açarak ikisini tutuşturur. M ünakaşa, tartışm a üç saat kadar sürer. Sefercelânî, Ayakh K ütüphane’nin ilmini itirafa m ecbur kalarak: "Türkiye’de âlim var" der.

İşte, ilimde rüştünü ispat eden bu ünlü hocadan ders alanların başm da Tatarcık A bdullah Efendi ile Gelenbcvî İsmail Efendi gelir. Bunlardan Gelenbevî ilim yolunu seçmiş, üstün telifler yapmış ve kıymetli eserler vermiştir(^*).

10 B a y k a ra , H ü s e y in (1 4 3 0 -1 5 0 5 ), Ş a i r v c b ilim a d a m ı o l a r a k ü n y a p a n b i r T ü r k h ü k ü m d a r ı d ı r . T i m u r ’u n s o y u n d a n g e lm e k te d i r . H e r a t 'l a d o ğ m u ş , G ü r c a n , M a z e n d e r e n v e H o r a s a n ’d a h ü k ü m d a r l ı k e l m i ş v e ü lk e .sin d e s e v ile iı-sa y ıla h b i r k işi o l a r a k 36 yıl t a h t t a k a lm ış lır . B a y k a r a , h ü k ü m d a r lığ ı s ı r a s ı n d a b ilg in ­ le r i, ş a ir le r i v e s a n a t k â r l a r ı s ü r e k li o l a r a k k o lla y ıp k o r u d u ğ u için d a r b - ı m e s e l h a lin e g e lm iş tir.

11 C e v d e t P a ş a , A y .e s .. C : 4, s. 25 5 v d .: K e s k io ğ lu , O s m a n , " İs m a il G e l e n b e v î v e S ü b u t- i H ilâ l M e s e le s i" . İ lâ h iy a t F a k ü lte s i D e rg is i, Y ıl 1965, C : X III.

(13)

Tatarcık A bdullah Efendi ise idareciliği ile m eşhur olup, dev­

rinin devlet adamlarıyla yapmış olduğu sohbetlerle tanınm aktadır.

H atta IlI.Selim’e dahi arkadaşhk edip, bazı konularda raporlar sunduğu, Ragıp P aşa’nm m ahrem i olduğu kaynaklarda zikredilmek­

tedir.

Tahsil hayatında başarıh olan Gelenbevî İsmail Efendi, kısa zamanda mevcut ilimleri okumuş ve 1177 H./1763 M. yıllarında açılan nıtıs imtihanını kazanarak bilfiil m üderrislik yapmaya başlamı§tır( Buna rağm en Gelenbevî, yine de M ehm et Emin E fendi’den, daha üst seviyede dersler almağa devam ederek in celem e v e ' araştırm alarını sürdürm üştür. O mantık konularını içeren Burhan adh eserini bu sırada telif etm iştir. Eseri M ehm et Emin Efendi’ye taktim ettiğinde hocası, "Pek’âlâ, ancak M utavvel’ı itmam etmiş (tamamlamış) olsaydık daha iyi olurdu"{^^) diyerek, öğrencileri arasında İsmail E fendi’nin m üstesna yerini ve im­

tiyazını itiraf etmekle beraber, daha önce yazılmış olan eserleri te t­

kik etm eden risale yazma ve te’lif sevdasına düşm esine itiraz ettiği de rivayet edilmektedirC^'^). Halbuki bugün, Gelenbevî’nin asrının en büyük mantıkçısı olduğunda şüphe yoktur(^^).

M ehmet Em in Efendi’nin sözkbnusu ettiği Mutavvel m edreselerde okutulan ders kitaplarından biridir. 626 H./1228 M.

yıllarında vefat eden Sekkâkî’nin Belagat konularını ihtiva eden Mifîahu'l-Ulum adh eserine H atip Dımışkî al-Kazvinî (Öİ.739 H/1338 M) Telhisu'l-Miftah adıyla bir hülasâ yazmıştır. Mutavvel^

işte bu hülâsa üzerine Sa’dü’d-Dîn Teftezânî (öl. 791 H./1389 M .)’nin yazdığı şerhtir. Teftezânî’nin aynı konuda yazdığı diğer bir şerh de Muhtasar olup, bu da m edreselerde okutulan önemli ders kitaplarındandır(^'^)

12 T a n e r i , K e m a l Z ü l f ü , A y .e s ., s. 61 vd.

13 C e v d e t P a ş a . A y .e s ., C : 4, s. 25 5 vd.

14 S a lih Z e k i , K a m u s - u R iy a z iy a t, C : 1, s. 319.

15 K e k lik , N ih a t ( P ı o f . D r .) , İ s lâ m M a n tı k T a r i h i v e F â r â b î M a n tı ğ ı, C : 1, s.68.

j6 U z u n ç a r ş ıh . İ s m a il H a k k ı ( O r d .P r o f .) , A y .e s ., s. 13, 2 1 , 2 6 , 30.

(14)

GelenbevTnin tahsil gördüğü dönem lerde m edreselerin ders program larm da aklî ilimlerin yeterince yer alm amasma rağmen, o, şahsî gayretleri ve bıraktığı eserleriyle bu alandaki kudretini de ispat etmiştir. Özellikle m atem atikte A vrupa’ya kadar giden bir üne sahip olmuştur.

Gelenbevî, geniş bilgisi, anlayışı ve keskin zekâsına rağmen, hayatta iken iki büyük kutup M ehm et Em in Efendi ile PALABIYIK diye m eşhur olan Muğlalı M ehm et E fendi’nin şöhretleri arasında sıkışıp kalmıştır. Bu hususu Salih Zeki Bey şöyle ifade ediyor: "Ulum-u Hikemiyyedeki (Felsefî ilimlerdeki) şöhretini H ocası M ehm et Em in Efendi, Ulum -u Riyaziyedeki (M atem atik ilimlerdeki) şöhretini de Muğlalı M ehm et Efendi bastırmıştır."(^^). Bununla beraber Gelenbevî Hoca, bıraktığı eser­

leriyle ölümünden sonra h er iki bilgini gölgede bırakmıştır. Çünkü ne M ehm et Em in Efedi ve ne de Muğlalı M ehm et Efendi gerçek İlmî güçlerini ortaya koyacak eserler bırakm ışlardır. Cevdet Paşa’ya göre Gelenbevî H oca gelmeseydi O devrin m alum atına dair ortada hiçbirşey olmayacaktı. O nun konu ile ilgili ifadeleri aynen şöyle: "Halbuki ol asırdan sonra ulemaya inkiraz gelmekle eğer İsmail E fendi’nin te ’lifât ve tahrirâtı olmasaydı ol asrın malumatına m uttalî olamazdık (öğrenem ezdik). İsmail Efendi te ’lifat-ı kesîreye (birçok eser yazmağa) muvaffakiyetle ibka-ı nâm eyledi (ismini ebedîleştirdi)"(^^)- G erçi Gelenbevî H oca, genç denebilecek bir yaşta ve yüz seneyi aşkın bir öm ür süren hocası M ehm et Em in Efendi’den önce vefat etmiş, bu yüzden de hayatta iken şöhretli hocasını geçememişti. Fakat bıraktığı eserlerinin değeri daha sonraki âlimler tarafından takdir edilince, vefatından sonra haklı bir şöhrete kavuşmuştur.

Bununla beraber o, hayatta iken de şu olay nedeniyle, özellikle m atem atikte gerçek değerini ve liyâkatim ortaya koymuştur. Bir

1 7 S a lih Z e k i , A s a r - ı B a k iy e , C : 2. s. 269.

18 C e v d e t P a ş a , A y .e s., C : 4 , s. 25 7

(15)

gün İstanbul’a gelen bir Fransız M ühendis Bâb-ı Ali’ye bir adet logaritma cetveli takdim eder. A ncak bundan anlamadıklarmı görünce, İstanbul’da bunu anlayan kimsenin bulunm adığı inancına kapılarak üsteler; "İstanbul’da bunu anlayacak kimseniz yok mu?"

diye de âdeta alay eder. Bunun üzerine mühendis, Zeyrek’te ikamet etm ekte olan G elenbe\î H oca’ya gönderilir. Evi fazla gösterişli olmadığı için, Fransız m ühendis H o ca’yı küçümseyerek, iltifat etmez. Üstelik daha da şım ararak alaylı bir tavırla kısa bir süre içinde GelenbevTden cevap ister:

"Bu cetvellerin en kısa zam anda açıklanarak anlatılmasını isterim" der ve gider.

İkinci defa gelişinde Gelenbevî, cevap olarak Fransız’a bir risale takdim eder; onun davranışlarının tam tersine, hüsn ü tevazu ile;

"İşte cevabım budur" der. Bunu gören Fransız M ühendis şaşırır. Bu kadar kısa bir sürede böyle bir eserin yazılması karşısında da hayretinden dona kalır. G elen be\^nin ilmine ve zekâsına olan hayranlığını gizleyemez. I^esmini alarak, götürm ek ister. Bunun üzerine G elenbe\î, Reisü’l-küttab R aşit E fendi’nin odasına çağrılarak üzerine sam ur kürk giydirilir ve bir resm i alınır.

Bu arada Fransız m ühendis R aşif Efendi’ye dönerek, "BU ADA M A V R U P A ’DA OLSAYD I A Ğ IR L IĞ IN C A A LTIN D E Ğ E R D İ diye ilâve eder('^). Kendi resmini gördüğünde Gelenbevî H oca’nm:

"El-Ham du lillah, kendimi sam ur kürk içinde gördüm." dediği de rivâyetler arasm dadır(^^.

Genellikle "Logaritma Şerhi" adıyla anılan Gelenbevî’nin bu eserinin tam adı, Şerh-i Cedavil-i E nsab (veya Şarh Cedavil al- Ensab) olup Türkçe yazılmıştır. Eserin muhtevası ile ilgili mütalaayı daha sonraya bırakarak, burada bir hususu belirtm ek

19 C e v d e t P a ş a , A y .e s., C : 4, s. 258; S a lih Z e k i, A y .e s .. C : 2. s. 2 9 9 vd.

2 0 K e s k io ğ iu . O s m a n , A y .e s., s. 22.

(16)

gerekiyor ki, o da şudur; Söz konusu eserine bakılarak Gelen- bevTnin eski matematiğe tatbik suretiyle bizde logaritmayı ilk defa icat ettiğine dâir bazı kanaatler vardır. H atta bu kanaat bazı yazılı kaynaklara kadar da girmiştir( ). Ne var ki, bu iddianm gerçekle alâkası y o k tu r("). Şöyleki, Gelenbcvî, logaritm anın kendisi tarafından icat edildiğini ne logaritm a risalesinde ve ne de konu ile ilgili diğer eserlerinde belirtm ektedir. Üstelik 'E n sa b ” adm ı verdiği logaritm anın son devir bilginlerinin eseri olduğunu defalarca itiraf etmiştir. Z aten Gelenbevî’nin bu eserinin "logaritma Şarhi” adıyla neşredilmiş olması, bu görüşü kendiliğinden ispatlamaktadır.

Aslında, Logaritm a’nm 1614 yıllarında İskoçya baronlarından John Napier tarafından icat olunduğu da bilinmektedir. G elen­

bevî’nin Logaritm a Şerhi’ni yazmasına neden olan vak’a ile logarit­

ma cetvellerinin A vrupa’da yayımlanması arasında yüz seksen yıla yakın bir zaman vardır(" ). Böylece, bu m üddet içerisinde logarit­

ma cetvellerinin A vrupa’dan İstanbul’a sokulup sokulmadığı kalıyor ki, Salih Zeki Bey’in araştırm aları sonucu bu nokta da aydmlanmış bulunm aktadır. O na göre logaritm a cetvelleri, Laleli Camiî Muvakkiti Kalfazâde İsmail Ç inarî tarafından Padişah IIL M ustafa’nın emriyle T ürkçe’ye çevrilmiş ve ilk defa 1186 H./1772 M. tarihinde çevirisi tam am lanan 'Tuhfe-i Behic-i R asinîT ercüm c- i Ziyc-i Kasînî' adlı astronom i kitabının baştarafm a koyulmuştur.

Yine Salih Zeki Bey’in ifadelerine göre Geİenbevî’nin logaritma risalesi bundan en az on yıl sonra telif olunmuştur(^"^), Gelenbevî gibi araştırıcı bir ilim adanımm, Osmanlı ülkesinde padişahın em ­ riyle çevirisi yapılan ve "Ziyc-i Kasîni" (Tables de Cassini) adıyla birçok kütüphaneye nüshaları gönderilmiş olan böyle bir eseri mütalaa etm esinden ve incelemiş olmasından daha doğal ne olabilir? Onun bu eseri görmemiş olması düşünülem ez bile.

21 B k z: C e v d e t P a ş a . A y .e s., C : 4, s. 25 8 v d .

2 2 A d ıv a r , A b d u l h a k A d n a n , O s m a n lı ’l u r k l c r i n d c İlim , s. 184 vd.

2 3 S a lih Z e k i, A y .e s., C : 2. s, 3(K).

2 4 B k z: S a lilı Z e k i. A y .c s., C': 2, s. 30 0

(17)

"ZiyC“i Kasini" adlı eserin İstanbul’a hangi yolla ulaştığı ve nasıl tercüm e edildiği konusuna gelince, bu hususta da Salih Zeki özetle şunları söylüyor: "Padişah IILAhmet tarafından 1132 H./1718 M.

yıllarında Fransa Kralı XV. Louis’ye eİçi olarak gönderilen Yirmi Sekiz Çelebi M ehm et E fendi’nİn basılmış olan "Sefaret- nâme"sinde yazıldığı üzere, M ehm et Efendi F ransa’da bulunduğu sırada bir gün Paris rasathanesine giderek teleskop ile bazı gök cisimlerini ve gezegenleri gözlemek ister. Bu esnada adı geçen rasathanenin m üdürü olan J.Cassini ile aralarında Astronomi konularında ve Osm anh m em leketlerinde kullanılan ’Ziyc'Iere (yıldızların yerlerini ve dolaşmalarını gösterm ek için hazırlanan cetvellere) dair sohbet açılır. İyi bir gözlemci olan Cassinİ, babası D om inique Cassini’nin eserlerinden olup, henüz basılmamış olan

"Ziyc"lerin yazma bir nüshasını hediye olarak M ehm et Efendi’ye verir.

İşte Yirmi Sekiz Çelebi M ehm et tarafından böylcce F ran ­ sa’dan İstanbul’a getirilen yeni Ziyc’leri, daha sonra Padişah III.

M ustafa Fransızca’dan T ürkçe’ye tercüm e ettirm ek istemiş ve bunun için hem Fransızcasını ve hem dç Astronom i ve M atem atik bilgisini taktir ettiği Kalfazâde İsmail Ç inarî E fendi’yi görevlendir- m iştir(^ ).

Kalfazâde padişahın emriyle T ürkçe’ye çevirdiği bu kitabın önsözünde maksadını şöyle ifade etm ektedir; "Mâlum ola ki, Tai- fe-i Efrenc (Batılar) teshil-i a’mâl içİn (işlemleri kolaylaştırmak için) Logaritm a nâmiyle bir adetten onbin adede kadar resîde olunca bir cetvel icad ve ihtira (keşf) eylemişlerdir. Ki, kaçan (her­

hangi bir) adedi (sayıyı) aded-i ahere (başka bir sayıya) darbet- mek (çarpm ak) istediklerinde m adrub ile (çarpılan ile) m adrub fîh’in (çarpanın) muhazflerinde olan (karşılannda-hızalarında

25 B k z: S a lih Z e k i , K a m u s - u R iy a z iy a t, C : 1, s. 3 1 6 ; A d ıv a r , A b d u i h a k A d n a iı, A y . e s., s. 181.

(18)

olan) logaritmalarını cem eyleyip hâsıl olan adedin cetvel-i mezkur­

d a kavsi hasıl olur.

im di Rasîd-i Mesfur (Cassini) a’malini (işlemlerini) cedavil-i nisebiyye ile icra edüp lâkin indlerinde (kendilerince) m aruf ve m eşhur olmakla Ziyc’ine tahrir eylemediği ecilden bu abd-i fakir (m ütercim İsmail Efendi) cedavil-i mezkureyi ba’de’t-tercüm e (tercüm e ettikten sonra) sadr-ı ziyc’e (Ziyc’in ön tarafına) tahrir ve bu m ahalde tarik-i a’mal (işlem yolları) ve hesabı icm alen irad olundu(2*)."

Salih Z eki Bey’in, Resim li G azete’nin 1 A ralık 1310 (1894) tarihinde yayınlanan 139. sayısında yazdığı "Gelenbevî İsmail Efen- di’nin tercüm e-i hâline dair M ütalaa" başlıklı yazısında, "...Kal- fazâde’nin tercüm e ettiği "Tables de Cassini" adlı eserin baş tarafına ilave ettiği logaritm a cetvellerinin Callet’nin cetvelleri olduğu ve Laland’m Ziyc’leriyle birUkte F ransa’dan İstanbul’a gönderildiği..." şeklinde söylediklerine gelince, bunları şüphe ile karşılam ak gerekir. Ç ünkü Callet’nin cetvelleri ancak 1783 tarihinde basılmıştır. III.M ustafa’nm vefat tarihi ise 1774’tür. O halde Laland’m Ziyc’leri 1774’ten önce Türkiye’ye gelmiştir. Söz konusu cetvellerin basılm adan önce Türkiye’ye girmiş olması ve 1772’de yazılmış olan esere kaynak olması mümkün görülmemek- tedir(2'^).

Bum mla beraber, Callet’nin 1783 tarihinde Paris’te basılmış olan logaritma cetvellerini, İsmail Gelenbe\o’nin kullandığına dair mâlumat daha doğrudur. Fransız M ühendis LAbdulhamit zamanm da 1787 tarihinde Türkiye’ye geldiğine göre, kitap kısa zam anda G elenbevfnin eline geçmiş oluyor. 1961 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi’nin 191. sayısında yayınlanan bir makalesinde A.Aygün bu konuda şöyle diyor; "...Paris’te 1783’te basılmış ve beş sene sonra H oca E fendi’nin eline geçmiş bulunan

2 6 S a lih Zeki, A y b e s., C ; 1, s. 317.

2 7 A d ıv » r, A b d u l h a k A d n a n , A y .e s ., s. 182.

(19)

sözü edilen Logaritm a kitabının sonuna kırmızı m ürekkeple "Ben âciz kul İsmail Gelenbevî (bu kitaba) 1202 H./1787 M. yılının Cem ad’el-Ahir ayında sahip oldum." ibaresini yazmış ve m ührünü de basmıştır. H oca M erhum Callet’nin söz konusu Logaritmasını vakit vakit kullandıkça, kitabın şurasına burasına bazı mühim A rapça kayıtlar yapmış ve bilhassa nüshanın sonuna kendi düşünce ve görüşleri olmak üzere "Ensab"a (Logaritmaya) dair çok kıymetli kaideler yazmıştır." Aygün, ayrıca bu nüshanın umumi kütüphanede 4473 no’da kayıtlı olduğunu da kaydetmek- te d ir(^ ).

Öyle görülüyor ki, Logaritm a cetvellerinden bahseden ilk Türkçe eser, K alfazâde’nin "Tuhfe-i Behic-i Rassini Tercüm e-i Ziyz-i Kassîni" adlı eserdir. G elenbevrnin "Logaritma Şerhi" ise bundan daha sonra olup, bu konudaki ilk müstakil Türkçe eser- dir(2").

İlk Logaritm a cetvelleri o kadar yaygın bir halde olmayıp, sınırlı sayıda kişilerce biliniyordu. İşte Gelenbe\a, "Logaritma Risalesi"ni bizde henüz yaygınlaşmamış olan bir cetvelin nasıl kul­

lanılacağını açıklamak amacıyla yazmıştır.Logaritmayı bilmeyenler, böyle birşeyden haberi olmayanlar bunu İsmail E fendi’nin kendi buluşu sanmışlar, biraz da övgü vesilesi yapm ışlardır. Fransız mühendisin meydan okuması da bu konudaki bilgisizliğin eseridir.

İsmail Gelenbevî, zamanın m atem atik bilgisine sahip olduğundan ona gerekli dersi en güzel şekilde vermiştir.

Gelenbevî, eski usul ile m atem atik problem lerini çözen matem atikçilerin sonuncusudur. Kendisinin aklî ve naklî ilimlerde genişliğine ve derinliğine bilgisi bulunduğu halde, öm rünün ilk zam anları sıkıntı içinde geçmiştir. A ncak LAbdulham it devrinde (1774-1789) Sadrazam İspartah Halil Paşa’nm him meti ve Kap- tan-ı D erya Cezayirli H aşan Paşa’nın önayak olm aları sayesinde

2 8 B k z: A y g ü n , A ., D iy a n e t İ ş le r i B a ş k a n lığ ı D e r g is i, s. 191, 1961 A n k a r a . 2 9 S a lih Z e k i, A y .e s ., C : 1, s. 31 7

(20)

yeniden açılan M ühendishane--i Bahrî-i Humayun’a altmış kuruş aylıkla matematik öğretm eni olarak tâyin edilmiş, bu suretle birazcık olsun rahat geçime kavuşmuştur(^*^). Bu tâyin üzerine, o zaman İstanbul’da m atem atik sahasında herkese meydan okuyan Palabıyık M ehm et Efendi H oca, R eisu’l-K uttab’a giderek:"İsmail Efendi’nin Fazi ü keremi müsellemdir. A ncak bu fenlerde benim ona tefevvukum (üstünlüğün) vardır. Ben varken başkasının m atem atik hocası tâyin olunması nasıl olabilir?" diyerek itiraz eder. Reis Efendi ise: "Evvela ikinizi imtihan edecek bir mümeyyiz bulunuz da sizi imtihan edelim. Saniyen (ikinci olarak) İsmail Efendi K udem adan (eski âlim lerden) ve kesretu’l-İyal (çoluğu çocuğu fazla) olduğundan ancak m edar-ı leayyuş (geçim vasıtası) olmak üzere tâyin edildi" cevabını verince M ehm et Efendi, "Meğer ki, böyle cevap verile" deyip itirazım geri alm ıştır( ).31

llI.Selim devrinde (1789-1807) cereyan eden bir olay, İsmail G elenbesi üzerine tekrar dikkatleri çekmiştir: Bir gün Kâğıthane’de padişahın huzurunda yapılan askerî tatbikatta bazı sanat gösterilerinden sonra atılan kum baralardan hiç biri hedefe isabet ettirilememiştir. Padişah, devletin em ek ve parasını har­

cayarak okuttuğu bu subayların beceriksizliği karşısında üzülür ve canı çok sıkılır. "Bunları tam hesaplayacak biri yok mu?" der.

Gelenbevî salık verilir. Padişah’m emriyle Zeyrek’ten getirilir, huzura çıkar. M atem atik kaideleri gereğince ince hesaplarla kum­

baraların vaziyetini, istikametini düzelttikten sonra üç defa alış yapılır ve her defasında hedefe tam isabet sağlanır. Padişah bun­

dan çok mem nun kahr, haz duyar. Gelenbevî’ye günlük dö rt okka pirinç tahsis ve tâyin eder. Bunu G elenbevrnin çocukları, ölüm ünden sonra da almağa devam etmişlerdir(^^).

30 S a lih Z e k i, A y .e s ., C :; 1, s. 319: A s â r - ı B a k iy e , C : 2, s. 295; K e s k io ğ lu . O s m a n , A y .e s., C : X I I I , s. 24.

31 S a lih Z e k i, A s â r- ı B a k iy e , C : 1. s. 2 9 6 ; T a n e ı i , K e m a l Z ü l f ü , A y .c s ., s.63.

32 K e s k io ğ lu , O s m a n , A y .e s., s. 24.

(21)

ilim adam larına son derece önem ve değer veren IlI.Selim, b u n ­ dan sonradır ki,1204 H./1790 M. da M ora’daki Yenişehir Feneri Mevlevîliği ile Gelenbevî’yi taltif ederek oraya kadı tâyin eder.

Mevleviyet bir unvan olup, bunlar taht kadılıklarıdır. Bu göreve getirilenler mevleviyetin büyüklük ve küçüklüğüne göre üçyüz veya beşyüz akçe yevmiye alırlardı.

G elenbe\ı bu vazifeyi bir yıl kadar şerefle ifa eder. Bu sırada devrin Şeyhu’l-islâmı H am idî Z ade M ustafa E fendi’nin bir m eseleden dolayı kendisine yazdığı tekdir dolu bir yazısı üzerine çok üzülür. İlmin kadrini bilen bu içli âlimi bu üzüntü bir anda yere serer. 1205 H./1791 M.’de dimağ sektesinden vefat eder(^^).

Şeyhu’l-islâm’m söz konusu yazıyı, Gelenbevı’ye beslediği kin­

den dolayı yazdığı söylentileri yaygındır. Aynı konuda Salih Zeki şu ifadeleri yazıyor: "Padişahın (IlI.Selim ’in) Geİenbevî’ye olan teveccühü H am idîzâde M ustafa E fendi’de bir kin tevlid etmiş (doğurmuş) olduğundan sahib-i tercem e (Gelenbevî) Y enişehir’de bulunduğu sırada bir işten dolayı kendisine pek şiddetli bir tek- tirnâm e yazmıştır"

M ehm et Tahir Bey vefatı hakkında şöyle diyor; "Orada (Yenişehir’de) iken bir husustan dolayı Şeyhu’I-islâm-ı Vakt (vak­

tin şeyhül islânu) M ustafa Efendi tarafından pek şiddetli bir kıta tektirnâm e almakla derece-i infi’al ve teessüründen iilet-i nüzula mübtela olarak 1205 sene-i hicriyyesinde orada irtihal-ı dâr-ı beka eylemiştir"(^^).

H am idîzâde M ustafa Efendi, 91. Şeyhu’I-İslâmdır. Nakş-i B endî tarikatine m ensup olup, sofuları seven bir kişidir. Saraya yaranmış, saray hocalığı yapmıştır. Saray halkına, şehzâdelere okuyup m uskalar yazdığı rivâyet edilmektedir. U lem a sınıfı ile ilgili

33 S a lih Z e k i, A s â r - ı B a k iy e , C : 2, s. 2 9 7 ; K a m u s - u R iy a z iy a t, C : 1, s. 319, K e s- k io ğ lu O s m a n , A y .e s ., s. 24.

34 S a lih Z e k i, A s â r - ı B a k iy e , C : 2, s. 297.

35 B u r s a li M e h m e t T a h i r , A y .e s ., C : 3 , s. 294.

(22)

mevzuatta bir takım İslahat yapmak istemiş, fakat bilgisizliği ve be­

ceriksizliği yüzünden ulem adan birçoklarm ı gücendirm iştir. Bu hareketiyle III. Selim’i kendisinden soğutmuştur. Birbuçuk yıl kadar Şeyhu’l-İslâmlık m akam ında kaldıktan sonra azledilmiştir.

M ehm et Tahir Bey’in "bir husustan dolayı" dediği mesele, Sübut-i Hilâl hâdisesidir. "Hicrî-Kam erî aybaşlarının tesbiti, R u’yet-i Hilâl denilen, HilâV'm görülm esi olayına istinad etm ek­

tedir. H ilâ fm görüldüğü an, hicrî-kam erî ayın birinci günüdür."

şeklinde târif olunması sebebiyle, ay başlarının başlangıç günleri bir astronom ik olaya bağlanmış bulunm aktadır. İşte bu olayın hangi gün vukua geleceği, yâni bu astronom ik problem in çözümü asırlardan beri Türk-îslâm astronom larm ı yakından ilgilendir­

miştir. Bu problem in çözüm ünde gözlemin yanında astronom i hesaplarm m da geçerli sayılması, kabul edilmesi dolayısiyle Türk- İslâm bilginleri astronomi ile de meşgul olmuşlardır. M uham m ed bin M usa Harazm î, E bu’l-Abbas Tebrizî eski devirdeki m eşhur sımalardır. Bilhassa Sem erkant R asathanesi bu işe çok eğilmiştir.

Gıyasu’d-Din Cemşit, U luğ Bey, Ali Kuşçu, M olla F enarfn in talebesi olan Kadızâde R um î bu alanda çok değerli hizm etler vermişlerdir. Uluğ Bey’in Ziyc’leri astronom i ilmine ışık tutmuştur. O nun çahşraalarm dan yakın zam ana kadar faydalanılmıştır. İşte, hem dinî ilimlerde ve hem de aklî ilimlerde derin bilgi sahibi olan Gelenbevî H oca, astronom ik hesapların kesin ve doğru olduğunu biliyordu. Fıkıh âlim lerinden bir kısmının Sübut-i Hilâl’de (Hilâl’in gök yüzünde görülm esi ve dolayısiyle Hicrî-K am erî ay başının tesbitinde) bu hesapları geçerli sayıp kabul ettiklerini de biliyordu. Üstelik m atem atik ilmine de vâkıftı.

Yaptığı hesaplara göre ayın görülmesi m üm kün değildi. Fakat iki şahit ayı gördüklerine tanıklık yapıyordu. H esaplar kesin, tanıklık ise zannî idi, şüpheliydi. Kesin bilgi ile zannî bilgi çakışırsa, zannî olan reddedip kesini almak genel bir fıkıh kuralıdır. Gelenbevî de buna uyarak şahitlerin tanıklıklarını reddetti. Fakat devrin Şeyhuİ- İslâmı bunu anlayacak kapasitede değildi. H astalara m uska yazan

(23)

kalemiyle G elenbe\â’ye sert bir tektirnâm e yazdı. Gelenbevî bu durum a çok üzüldü. Çünkü hakikat sahipsiz, ilim ise koruyucusuz kalmıştı. Cehâletin karşısında ilmin düştüğü durum a acıdı, içer­

ledi. Bunu bir türlü hazmedemedi. "Bu dimağdaki ilim saygı ve himaye görm edikçe bu dimağ neye yarar?" diye düşündü. Bütün bu olanları Allah’a havale etti. Kendisi de ilmin şehidi, cehâletin kurbanı oldu. Z ira bu dönem de, bütün pozitif ilimler alanında olduğu gibi, astronom i alanında da çalışmalar hem en hemen durm uş hatta bu ilim kolu evham ve hürafelere kurban olmuştu.

Gelenbevî, yaşadığı m üddetçe ihtişama değil, gösterişsiz bir hayata, insanca yaşamağa, ilme ve fazilete âşıktır. Bıraktığı eser­

leriyle özellikle mantık, m atem atik ve kelâm ilmindeki liyakatim açıkça ortaya koymuştur. Belki de o, telif ettiği eserleriyle XVIII.

asrın Osm anlı kültürünü bize aktaran tek bilginidir. N e yazık ki, İsmail Gelenbevî ve eserleri üzerine bu güne kadar yapılan araştırm alar yok denecek kadar azdır. Bunun için T ürk aydını bu ünlü bilginini yeterince tanım a şansına sahip olamamıştır. Yine de bir saygı nişanesi olarak adı bazı yerlerde okul ismi olarak kul­

lanılmıştır. Bunlardan birisi de İstanbul’un Fatih semtindeki GelenbeNİ O rtaokulu’dur^

i

G elenbevfnin kabir taşında şu ifade yer alm aktadır: "Sabıkan Yenişehir Kadısı, Efdalü’l-M uteahhirin, U m detü’l-Musannifîn M erhum ve M ağfurun leh Gelenbevî İsmail E fendi’nin Ruhiyçun Fatiha".

(24)

B- ÎLİM ANLAYIŞI VE ÇAĞDAŞLARI İÇİNDEKİ YERİ

Batı Dünyası, rönesansı izleyen M odern Çağ’da Galile ile bir­

likte bilimde tecrübî m etodu uygulamağa başlamış, bu sayede bilimde büyük ilerleme kaydedilmiş ve bilimin her şubesi bundan nasibini almıştı. Böylece XVIII. yüzyıla girerken, sahasını ve üretim imkânlarını genişleten, kültür birliğinin şuuruna varmış, is- koİastik zihniyetin katı ve dar çerçevesini kırarak kendisi için yepyeni bir hayat tarzı benimsemiş bir A vrupa doğmuştu. Buna karşılık, birbiri ardından gelen devamlı harpler ve iç isyanlarla sarsılmış, üretimi azalmış, ekonomisi alt-üst olmuş, ilim hayatı âdeta durmuş ve birçok alanda tekâm ülün mucizesini sanki unut­

muş bir Osmanh-Türk İm paratorluğu mevcuttu(^*^).

Halbuki, Türk-İslâm Dünyası daha X. yüzyılda, sahip olduğu bilim geleneği yanında, F ârâbî (870-950) ve hem en ardından İbn Sinâ (980-1030)’nın elinde oldukça inkişaf etmiş bir felsefe geleneğine de sahip olmuştu. Ne yazık ki, bu birinci devredeki âlimlerimizin himmetleri, daha sonraki yüzyıllarda gevşetilmiş ve sonra gelenler tarafından iyi değerlendirilememişti.

İşte bundan dolayıdır ki, henüz XVI. yüzyılın sonlarında Türk- İslâm Dünyasında bilim hayatı oldukça durgunlaşmıştı. Bu dönem ­ lerde gerek öğretimde ve gerekse bilimsel eserlerin yazılışında görülen gevşekliğin XVII. yüzyılda daha belirgin hâle geldiğini

3 6 B in g ö l, A b d ilik u d d ü s ( D o ç .D r .) - " X V III , y ü zy ıl T ü r k M a ıı tık ç ı la n " , A t a t ü r k Ü n iv e r s ite s i F e n - E d e b ı y a t F a k ü lte s i A r a ş t ı r m a D e rg is i, Sayı: 1 4 ,1 9 8 6 , s. 55.

(25)

görmekteyiz. Önceki yüzyıllarda naklî(dinî) ilimlerin yanm da aklî (tabiî, pozitif) ilimlerin öğretim yeri de olan m edreselerden bu alanlarda birçok ünlü bilgin de yetişmişti. Fakat, XVI. yüzyıldan bu yana m edreselerde yavaş yavaş aklî ilimler itibardan düşmüş, öğretim daha ziyade naklî ilimler alanı içine kapanmıştı. H atta bu dönem lerde pek az te’lif eser haricinde, birçok alanda eser adına ortaya konulanlar, şarh ve haşiyelerden ibaretti.

D aha 1657 yıllarında Kâtip Çelebi (1609-1657)’nin m edreseler­

den pek acı bir dille şikâyet ettiğini-M izanu’l-H ak adlı eserinde okumaktayız. Kâtip Çelebi’nin anlattığına göre. Kanunî Sultan Süleyman H an zamanına gelinceye kadar H ikm et (felsefî ilimler, geniş anlam da tabiî İlimler) ile dinî ilimleri kendilerinde birleştiren âlim ler rağbette idi. Fatih Sultan M ehm et tarafından bina edilen M edaris-i Semaniye’de vakfiyesine uygun olarak Ha§iye-i Tecnd ve dersleri okutuluyordu. Fakat daha sonra gelenler "Bunlar felsefıyattandır" diyerek kaldırıp, yerlerine Fıkıhtan Hidaye ve EkmeVi (^^) okutmağı daha uygun gördüler.

Kâtip Çelebi, bu tutumu eleştirerek konu ile ilgili sözlerim şöyle tam am lam aktadır: Yalnız ana iktisar (öğretim i dinî ilimlere özgü kılmak) nâ M a’kul (akılsızca-manfıksız) olmakla ne felsefiyat, ne Hidâye ve ne de Ekm el kaldı'C^^) Kâtip Çelebi ayrıca, kendi zamanındaki âlimlerin ders verdikleri sırada, H ikm et ve Riyaziyata (M atem atik ilimlere) tem as eden cihetler (taraflar) olduğunda, bu sahalardaki cehâletlerinden dolayı "Bunlar felsefedir, diyerek atladıklarına da işaret ediyor(^‘^).

5 7 N a s ır u d - D i n T u s f n m " T e s c id u ’l-K e lâ m " a d ıy la b ilin e n ö n e m li e s e r i n i Seyyid Ş e r if C u r c a n î X I V . y ü z y ıld a ş a r h e t m i ş t i r k i, b u e s e r " H â şiy e -i T e c rfd "

a d ıy la b ilin m e k te d ir . " M e v a k ı r is e a l - i c r n i n (1 2 1 8 - 1 3 5 5 ) e s e n d i r . B u d a y in e S eyyid Ş e r i f C u r c a n î ta r a f ı n d a n ş a r h e d ilm iş tir. H e r ik i e s e r d e T ü r k - İ s lâ m d ü ş ü n c e s i a ç ı ş m d a n b ü y ü k d e ğ e r ta ş ı m a k ta d tr .

3 8 " H îd a y e " , a l - M a r g i n a n î (Ö İ.1197 M .) n i n H a n e f î M e z h e b i f ık h 'n a a i t b i r e s e r i o lu p , b u n u E k m e l ü 'd - D i n M u h a m m e t ş a r h e tm i ş t i r . H e r ik i k i t a p d a m e d r e s e l e r d e d e r s k ita b ı o l a r a k o k u t u l m u ş t u r .

3 9 B kz: A y n î, M e h m e t A li, D a r u 'l - F u n u n T a r i h i, s. 3-4.

4 0 B k z: AJ^^î, M e h m e t A li, T ü r k M a n tı k ç ıla rı , s. 8.

(26)

Kâtip Çelebi’nin kendi dönem i için yaptığı bu tesbıtler, klâsik m edrese tahsili içerisinde artık tabiî ilimleri, özeUikle de felsefe w matematiği yeterince öğrenm enin m ümkün olmadığını göstermek­

tedir. H albuki aynı dönem lerde m edrese tahsilim tam am ladıktan sonra, söz konusu ilimleri kendi gâyretleriyle özel olarak öğrenen ve bunları öğreten âlimler de mevcuttu. Ne var kı, ronesansla gelişen yeni m etod anlayışıyla birlikte Batı kültürünün tabu ıhmler alanında kaydettiği ilerlem elerden henüz haberdar olmadığımız da bir gerçekti. A radaki m edeniyet farkm a rağm en sızabılen bazı bilgi ve keşifler de İlmî faâliyetlere yeni bir şey ilâve etmemıstı( ).

Tanzim at’a gelinceye kadar ilim ve fikir hayatımıza A risto M antığı hakim olmuşturC^").

Öyle anlaşılıyor ki, B atı’nın fizik, kimya, matematik... vb. ilim­

lerdeki büyük ilerlemeleri ve bizim de ilim ve tekniğin her alanında iyice geri kaldığımız, ancak XVIII. yüzyılm ikinci yansında farkedilebilmiş, bunun üzerine I.M ahm ut, III. M ustafa ve Sadrazam D am at İbrahim P aşa gibi ileriyi gören devlet adam ­ larınca ıslahat hareketlerine girişilmişti. Bir yandan B atıh anlam da yeni öğretim müesseseler! kurulurken, öte yandan m edrese, bir önceki yüzyıla göre kendine biraz daha çeki düzen vererek to p ar­

lanmağa çalışıyordu. Böylece m em lekette hareketh bir donem başlamıştı. Batılılaşma yolunda ilk adım ların atıldığı bu donem de, ilim anlayışımızda ve fikir hayatımızda Tanzim atla birlikte iyice belirginleşen ikiliğin de ilk tohum ları atılmış oluyordu

İşte G elenbe« İsmail E fendi’nin yetiştiği ve yaşadığı devrin özellikleri kısaca bunlardı. O nun ilim anlayışını bu çerçeve içinde değerlendirm ek gerekir.

Gelenbe^a'’nin ilim anlayışı, büyük ölçüde klâsik m edrese öğrenimi ile şekillenir. H a tta denilebilir ki o, bu dönem de

4 1 T a m p ı n a r , A h m e t H a m d i. 1 9. A s ı r T ü r k E d e b iy a tı T a r i h i , s. 39

4 2 B k z.: Ö n e r , N e c a ti ( P r o f . D r .) , T a n z i m a t t a n S o n r a T u r k ty e d e I h m v e M a n t ı k A n la y ışı, s. 11.

(27)

m edresenin yetiştirdiği ve ilmi değerini Osmanlı İm paratorluğunun sm ırlan dışma taşıran son âlimlerden biridir. Yine de o, yalnız m edresenin verdikleri ile kalmamış, yeterli görmediği yönlerini şahsî gayretleri ve değerli hocalarının yardımlarıyla tamamlamasını bilmiştir. A klî ve naklî ilimlerle uğraşmış, te’lif ettiği eserleriyle on- sekizinci yüzyılın Osmanlı kültürünü bize aktarm ıştır. O, İlmî çalışmalarıyla ilgiU olarak "Celâl" haşiyesinin m ukaddem esinde,

"Gençliğinin başlangıcında gücünü fünun-u akliyye ve fünun-u nak­

liye uğruna sarfettiğini, özellikle M antık ve A dap fenlerine taalluk eden hususlarda tahriratta bulunduğunu, daha sonra yaşı iler­

ledikçe m ücerret olarak hazırlanmış âletlerden ise müşahhasa yöneldiğini ve bu arada kelâm ilmine ait olan bazı şeyleri gücünün yardım ettiği ölçüde yazmak istediğini..." belirtiyor (^^).

G elen b e\i İsmail Efendi, m edresede yetişen bir âlim olmasma rağmen, yeni kurulan ve klâsik anlayışın dışında kalan eğitim- öğretim kurum larında da hocalık yapmıştır. O ilk defa eski m atem atik ile A vrupa matematiği arasında geçit vazifesi gören eserler yazmıştır. LAbdulhamit zamanında 18 Kasım 1776 tarihinde kurulan M ühendis H ane-i Bahrî-i H um ayun’d a bu eser­

leri, kısmen okutulmuştur('^'^). Kendisi ,de 1791 yıhna kadar bu okulun başhocalığmı yapmıştır(^^).

A ncak Gelenbevî, Batı matematiğine tam nüfuz etmiş sayılamaz. Hilmi Ziya Ü lken’e göre Türkiye’de m odern matematik öğrenimi, aslen Kırım’ın Tam an şehrinden olan ve 1816 yılında vefat eden Hüseyin Rıfkı Efendi ile başlar('^^). Bununla beraber Gelenbevî, m atem atik alanındaki kudretiyle âdeta efsaneleşmiş, bıraktığı eserleriyle de bu konudaki dirayetini açıkça ortaya koymuştur.

4 3 B k z: G e le n b e v î, H I ş i y e â l â a l- C e lâ l C : 1, s. 4

4 4 B k z: Ü l k e n , H ilm i Z iy a ( O r d .P r o f .) , T ü r k i y e 'd e Ç a ğ d a ş D ü ş ü n c c T a r i h i, s. 86.

4 5 Ö z t u n a , Y ılm a z , B ü y ü k T ü r k iy e T a r i h i , C : 10. s. 415.

4 6 B k z : Ü l k e n , H ilm i S y a , T ü r k iy e ’d e Ç a ğ d a ş D ü ş ü n c e T a r i h i , s.2 4 -2 5 .

(28)

Gelenbe^î’nin çeşitli konulardaki eserleri arasında m antığa ait olanların özel bir yeri vardır. Bunun içindir ki, o, Türk matematikçileri arasında işgal ettiği şerefli yerini, Türk mantıkçıları arasında d a haklı olarak almıştır. Türk-İslâm kültür dünyasında mantığın tam kem âle erdikten sonra gerilemeğe yüz tuttuğu bir devirde yetişen İsmail Gelenbevî, ortaya koyduğu eser­

leriyle, Aristoteles m antığına dayalı, F ârâbî ve İbn Sinâ geleneğine bağlı, Türk-İslâm mantıkçıları silsilesinin en son halkalarından biri ve asrının en büyük T ürk mantıkçısı olarak karşımıza çıkmaktadır.

O nun mantığa ait eserleri, özellikle daha önce yazılan birtakım kitaplar gibi pedagojik am açla te ’lif ettiği B U R H A N ’ı ile İM KÂN RİSALESİ, benzerlerinin birer kopyaları olm aktan uzak, orijinal eserlerdir. Bununla beraber GelenbevTnin m antık konularında yazdığı eserlerine E sirü’d-D in Ebherî, Ö m er Kâtip Kazvinî, Taf- tazanî, Razî, A bü’l-Feth Mîrî, h atta F ârâbî ve İbn Sînâ’nm kaynak teşkil ettiğini söyleyebiliriz. B unlardan E b h erî ve Taftazânfnin eserlerine şarh yapmış olması, diğerlerine de eserlerinde yer yer atıflarda bulunması(^^) bu iddiamızı ispatlar mahiyettedir. H em en ilâve edelim ki, GelenbevTnin eserleri tertip ve üslup yönünden de öncekilerden farklıdır. H a tta aynı görüşü paylaştığı yerlerde bile, anlatım farkları açıkça görülm ektedir.

Gelenbevî, mantığı beş ana bölüm de m ütalaa ederken,

"Sözlerin araştırılması" ile "Delâlet" bahislerini mantığa bir giriş olarak görmüştür. Kavramların araştırılıp incelenmesi ise, başh başına bir bölüm olarak bunlardan ayrılmıştır. O, "bab" adını verdiği bu bölümleri "fasıllar"a, fasılları da daha küçük bölümler olan "sınıflara" ayırmaktadır. Birinci bölüm, "Kavramlara", ikinci bölüm "Tanıma" ayrılmıştır. Ü çüncü bölüm "Önermelere", dördüncü bölüm ise "Aklî Delillerin Yapısına" tahsis edilmiştir.

Beşinci bölüme gelince, bu da kendi arasında yine beş bölüm olan

4 7 B k z. G e le n b e v î, B u r h a n , s. 1 5 ,1 6 ,1 8 ,4 0 ,5 5 ; H a ş iy e -i B u r h a n , s.

7 2 ,7 9 ,8 2 .8 9 ...v lr

(29)

"Beş Sanaf'a ^Takılm ıştır. Böylece klâsik mantığın dokuz bölümü ta m a m la n m a k tır. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, Gelenbevrnin B urhan’m da, özellikle ondördüncü asırdan itibaren meydana getirilen ve genellikle Itasavvurat" ve "tasdikat" başlıklarını taşıyan kopya eserlerle bir benzerlik yine yoktur. Bununla beraber o, tem elde A ristoteles’ci olan F ârâbfnin ilk defa ortaya koyduğu tasavvurat ve tasdikat ayırımına sadece İsağııcî Şerhi adlı eserinde yer vermiştir("^^).

Buna karşılık G elenbe\î, Aristoteles mantığının temel konularından biri olan ve Türk-İslâm dünyasında mantığı tem ellen­

diren F ârâb fd e de bazı farklarla da oİsa önemini koruyan("^^)

"Kategorilere" hiçbir m antık kitabında yer vermemiştir. Aynı zam anda bir keiâmcı olan Gelenbevî’nin kategorilere yer ver­

memesi, mantığın bu bölüm üne yapılan şiddetli çıkışlara ballanabilir. Şu var ki bu durum ilk defa GelenbevTde karşılaştığımız bir husus değildir. F ârâ b rd en sonra gelen Türk- İslâm mantıkçıları, daha önce de mantık kitaplarından kategoriler konusunu çıkarmışlardır. Nitekim îb n H aldun’un beyanı da bu yol- dadır(^°).

Diğer taraftan İslâm mantık tarihinde T aftazanfd en sonra oı- taya çıkan, M ütekaddim in ve M üteahhirin (öncekiler ve son­

rakiler) ekollerinden herhangi birine Gelenbevî’yi mal etm ek de doğru olmaz, kanaatindeyiz. Çünkü o, bir konuda mütekaddimini tercih ederken, başka bir konuda m üteahhirinin görüşünü üstün görebilm ekle ve bazen de her iki ekolün görüşünü bir arada zik- redebilm ektedir. B una rağm en onu bu ekollerden birine sokmak gerekirse, m üteahhirin mantıkçılara dah a yakın olduğunu söyleyebiliriz. Şöyleki:

4 8 B k z: G e le n b e v î, Ş a r h - i İ s a ğ u c i, s. 9.

4 9 B k z ; K e k lik , N i h a t ( P r o f . D r .) İs lâ m M a n tı k T a r i h i v e F â r â b î M a n tığ ı. C ; 2. s.

19 v d .

5 0 B k z; İ b n H a l d u n , M u k a d d im e ( U g a n Ç e v .), C: 2, s. 77.

(30)

M eselâ Gelenbevi, önerm enin unsurlarının dö rt olduğunu söylerken m üteahhirin m antıkçılarının görüşünü tercih etm ekte ve önermenin tanım ve tasnifine yeni bir şey getirm em ektedir. Bun karşılık o, "tabiîyye" oİan önermeye tasnifte yer vermekle mütekad- dimîn mantıkçılara karşı çıkmıştır. G elenbe\î, önerm eler arasındaki nisbeti izah ederken de öncekilerden daha açık ve taf­

silatlıdır.

"Modal Önermeler" Gelenbevî m antığında önemli bir yer tut­

maktadır. O, mantığın en zor konusu kabul ettiği bu bahsin anlaşılması için başlı başına bir kıymet olan İM KÂN R İSA LESİ’ni yazmıştır. Gelenbevî bu eserinde Z A R U R E T , D EV A M , F İİL ve ÎM K Â N ’ı olumsuzları ile birlikte hiçbir kapalı yön bırakm amak üzere izah edip, altı çeşit zaruret ve on çeşit imkândan bahsederken, bu anlam lar arasındaki ilişkileri de açıklamaktadır. H er ne kadar o, F ârâbî ve İbn Sina’dan farkh olarak m odlan dört kabul etmekle, m üteahhirin mantıkçıların görüşünü tercih etm ekte ise de, konuya getirdiği izah yönünden diğerlerinden farklıdır.

Gelenbevî, ondört basit ve sekiz bileşik m odal önermeyi sözkonusu ederken, m antıkçıların m uteber saymadığı daha birçok m odal önermenin de mümkün olduğunu savunm aktadır( ). Bu örnekleri daha çoğaltabiliriz. A ncak şunu söylemek gerekir ki, Gelenbevî İsmail E fendi’nin m antıkla ilgili eserleri incelendiğinde görülecektir ki, her ne kadar o, mantık konularında önemli yenilik­

ler getirmiyorsa da, m eselelere bakış açısı ve bunlara getirdiği ter­

tip ve izah yönünden öncekilerin bir taklitçisi ve nakilcisi olmaktan uzaktır. Aynı zam anda o, Türk-İslâm m antıkçılarının son halkalarından biri olarak, kendisinden yarım asır kadar sonra başlayan Tanzimat dönem inde eskiye bağlılığı savunan anlayışta müessir olmuştur. Bununla birlikte eserlerinin defalarca basılmış olması, onlardan bir çoğuna şarh ve hâşiyelerin yapılmış olmasıyla,

51 G e le n b e v î, B u r h a n , s. 23.

(31)

Gelenbevî Türk-İslâm mantık tarihinde haklı olarak işgal ettiği yeri koruyacaktır.

Şunu hem en belirtelim ki, Geİenbe\a İsmail E fendi’yi sadece m atem atikçi ve mantıkçı olarak tanıtmak, takdim etm ek yanlış olur. Aksine, o, aklî ve naklî ilimlerin birçok şubesinde derinliğine ve genişliğine bilgi sahibidir. M antık ve m atem atikle ilgili eserleri yanında A dâb-ı M ünazara (Bilimsel Tartışm a Yöntem leri), Dinî İlimler Metodolojisi, Kelâm ve Astronom i konularında da değerli eserleri vardır. N e var ki, m etod bilimi onda öncelik taşır. G elen­

bevî, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Haşiye âla al-Celâ\ adh eserinde, "gençliğinin ilk yıllarmda özellikle M antık ile A dap Fen- lerine taalluk eden konularda tahriratta bulunduğunu... " belir­

tirken bu hususu bizzat ifade ediyor. İlk eseri olan B urhan’m mantık konularına ayrılmış olması da bunu açıkça gösterm ektedir.

Gelenbevî ele aldığı meselelere hep klâsik anlayış içerisinde çözümler getirm ektedir. Eskiye önemli bir yenilik getirmemekle beraber, bazı alanlarda, bilinenleri derleyip düzene koyarak âdeta mecelleleştirerek yayınlanmasını sağlıyor. O kadar ki, Cevdet Paşa, "Gelenbevî H oca gelmeseydi ol asrın m alum atm dan mahrum olurduk" diyerek, gerçek değerine işaret ediyor. Z aten Gelen- bevî’nin üstünlüğü de bu noktada aranmalıdır.

Gelenbevî klâsik eğitimin içinden gelmekle beraber, girişilen ıslahat hareketleri sırasında yeni yeni kurulmaya başlanan m odern eğitim kurum larm da hocalık, hatta baş hocalık yapmıştır. E ser­

lerinden bazıları bu kurum larda ders kitabı olarak okutulmuştur.

Bu bakım dan onu bir geçiş dönemi âlimi saymak herhalde doğru olur.

(32)

C. ESERLERİ

Nakİî (Dinî) ve aklî ilimlerde (Tabiî İlîmler ve Felsefede) üstad olan Gelenbevî İsmail Efendi, özellikle mantık, m atematik, astronomi, fizik ve kelâm Aminde m aharet sahibiydi. Çeşitli konulara dair çok sayıda eser bırakmış olan Gelenbevî, eserlerinin birçoğunu A rapça, bazılarm ı da T ürkçe yazmıştır. O nun eser­

lerinin sayısını kesin bir rakam la İfade edemediğimizi burada üzülerek belirtmeliyiz. Ü stelik bu konuda kaynaklarda yer alan bil­

giler’ de farklıdır. Bursah M ehm et Tahir, Osmanîı Müellifleri' onun onaltı eserinin adını zikrederken (^"), Bağdatlı İsmail Paşa, Esm au ’l-Muellifîn ve Asâru ’l-Musannifin 'inde K İTA BU ’L- M ER A SID adlı bir eserini daha gösteriyor(^^). B u eser kısaca

"Risaletu’l-Ceyyib ve’l-M ukantarat" adıyla da bilinen eserle aynıdır(^^). Bazı kaynaklarda ise risaleleri ile birlikte otuzu aşkın eserinin olduğu belirtiliyor. M esela, yine Bursah M ehm et Tahir Bey, Aydın Vilâyetine Mensup Meşayıh, Ulema ve Şuara, Muvar- rihîn ve Etİbbamn Tercüme-i Ahvali adlı eserinde Gelenbe^^ nin Türkçe ve A rapça olarak yazılmış çeşitli ilimlere dâir otuzbeş risale ve kitabının olduğunu bildiriyor(^^). E serlerinden bazılarının değişik kaynaklarda az-çok farklı isimlerle yer almasınm da bu anlaşmazlıkta etkili olduğunu sanıyoruz. Biz burada ihtilafları bir

5 2 B kz: B u r s a h M e h m e t T a h i r . A y .e s .. C : 3 , s. 29 4 vd.

5 3 B k z: İs m a il B a ğ d a d î. E s m a ıı'l - M ı ıc l lifın v e A s â r u 1 -M u sa n n îfin , C: 1, s. 222.

5 4 B k z; G e le n b e v î. M e r â s ıd . L â le li 2 7 1 8 'd e k a y ıtlı; R i s â l e t ’l-C e y y ib v e 'l- M u k a ıı- ta r a . F ^ 'a d E f e n d i , 2 0 1 2 'd e k a y ıtlı.

55 B kz: B u r s a h M e h m e t T a h i r . A y d ın V ilâ y e tin e M e n s u p M e ş a y ıh , U l e m a vc Ş u a r a . M u v a r rih îh v e B ( ib b a n ın l e r c ü m c - i A h v a li, s. 99-

(33)

tarafa bırakıp, Gelenbevî’ye ait olduğu kesin olarak bilinen eser­

lerin özelliklerinden ve muhtevalarından kısaca bahsedeceğiz.

Gelenbevî’nin çeşitli konulardaki eserlerini şu başlıklar altında toplam anın uygun olacağı kanaatindeyiz

I- M atem atik ve Astronom i ile İlgiH Eserleri.

II- M antık, Felsefe ve A dâb İlmi (M unazara-Dialektik) ile İlgili Eserler.

III- Kelâm ve Tasavvufla İlgili Eserleri.

IV- Diğer Eserleri.

!• Matematik ve Astronomi ile İlgili Eserleri

CEBİR KİTABI: Kaynaklarda "Hesabu’l-Küsur" veya "Küsu­

rat-! Hesab" adlarıyla da yer alan G elenbevfnin bu eseri, aritmetik ve cebir işlem lerinden bahseden mufassal, faydalı ve güzel bir eser­

dir. Ö m rünün sonlarına doğru yazdığı onun bu kitabı, m atem atik­

teki gücünün ve m ahâretinin âdeta bir nişanesidir. Bursah M eh­

met Tahir Efendi basılmamış olan bu eserin yazma bir nüshasının U m um î K ütüphane’de mevcut olduğunu bildirmektedir.

Cebir kitabı Türkçe yazılmıştır ve beş bölüm olarak tertip edil­

miştir. Birinci bölüm giriş niteliğinde olup, kesir hesaplarıyla il­

gilidir. İkinci, üçüncü ve dördüncü bölüm ler, çeşitU aritmetik kurallarını ihtiva eder. Bu kitabın önemli kısmını, cebir yoluyla bilinmeyenlerin nasıl elde edileceğinden bahseden beşinci bölümü teşkil eder. Yazar bu bölüm ü bir "mukaddime" ve bir "maksat"

olmak üzere iki kısımda m ütalaa etmiş, bunlardan her birini de daha küçük bölüm ler olan fasıllara ayırmıştır.

G ele n b e^ "Maksat" kısmında "Akı Mesele" (Mesail-i Sitte) adıyla bilinen üçü basit ve üçü de bileşik sayılan aşağıdaki altı eşitliğin, eskilere göre çözümünden bahseder(^‘^).

5 6 S a lih Z e k i, A s â r - ı B a k iy e , C : 2, s. 297: K a m u s - u R iy a z iy a t. C : 1, s. 31 9 v d .

(34)

1- BS = H 2- BS = HS^

3- HS^ = A 4- BS + HS^ = A 5- A + HS^ = BS 6- A + BS = HS^

Gelenbevî, diğer bileşik eşitliklerin çözümüne geçmemiş, bu altı eşitliğin dışmda kalanlar için "Miftahu’l-Hesab" adlı eserin yazarı Gıyasu’d-Din Cemşid’in va’dettiği risaleyi ele geçiremediğini özür dileyerek beyan etmiştir. Ayrıca o, söz konusu altı meselenin çözümünde gösterdiği çeşitli cebir yöntemlerini, M uham m ed b.

M usa al-H arezm rnin kitaplarm da görüldüğü üzere ispat dahi e t­

memiştir. Gelenbevî bu bölüm de uygulama olsun diye, otuzbeş problem in değişik yoHardan çözüm şekillerini de göstermiştir. O bu kitabına, kitabı yazmaya başladığı ve onu bitirdii tarihlere işaret eden bir problem le son vermiştir ki, bu problem çözüldüğünde 1200 H./1786 M. tarihinde yazmaya başladığı, 1203 H./1789 M. de de bitirdiği anlaşılmaktadır.

RİSALE-İ AZLA"-Î MÜSELLESAT: T ürkçe yazılmış olup, bir üçgenin elemanları, özellikle açıları ve kenarları arasında mevcut bağıntıların hesap açısından incelenmesine; bu bağıntıların, üçgeni belirlemeye yeterli sayıda elem andan hareket ederek, bir üçgenin elemanlarının hesabına uygulanmasına dair küçük bir kitaptır.

1220 H./1805 M. yılında D a ru ’t-Tıbaâ’da basılmıştır, 79 sahifedir.

Kitap bir m ukaddim e ve üç bölüm (fasıl)’den oluşmaktadır.

M ukaddim ede açı, açı yayı, dik açı, dar açı, geniş açı, üçgen, üçgen kenarı hipotenüs... vb. gibi bazı geom etrik kavramların tanımı verilmektedir. Ayrıca üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olması, bir üçgende iki dik açının veya iki geniş açının, yahut bir dik açı ile bir geniş açının bulunm asının imkânsız olması, aksine bir dik açı ile iki d ar açının bulunabileceği, yahut bütün açılarının dar açı olabileceği... gibi üçgenlere ait bazı özellik­

(35)

lerden söz edilm ekte, üçgenler dar, dik ve geniş açılı diye üçe ayrılmaktadır.

H er açı yayının kendine has sînüs’ü (Ceyb’i) ve tanjantı (Zilli) vardır. Bunlar sinüsü ve tanjant cetvellerinden tam olarak, Rubu*^

Tahtası’ndan ise yaklaşık olarak elde edilebilir. H er dik açının sinüsü 60°’dir.H er dar açınm sinüsü 60° den az, her geniş açının sinüsü onu 180*^ ye tamamlayandır. M eselâ geniş açısı 130 derece olan bir üçgenin diğer iki açısından biri "20°" diğeri de "30°" olsun, bu üçgenin geniş açısının sînüsü ’'50°"dir. B unun devam m da Gelen- bevî, çeşitli açılara ait tanjant hesaplarım da vermektedir.

GelenbeNi’ye göre Uzay ve Düzlem G eom etri hesaplarında önemli bir yer tutan üçgenlerin, kenar ve açılarını tam olarak elde edebilmek için m atem atik bilginlerinin üç tarzları (yolları) vardır.

İşte bu üç tarzı anlatm ak için Gelenbevî kitabını üç bölüme ayırıyor.

Birinci bölüm de dik üçgenlere ait bazı özellikler dile getirilmek­

tedir: "Dik açıyı çevreleyen iki kenarın karelerinin toplamı, hipotenüsün karesine eşittir." kuralını hatırlatan Gelenbevî, bu kural dolayısıyla, diküçgenlerde iki kenar bilinince diğer kenarın bulunabileceğim söylüyor. Bu vesile ile o, burada, bir sayının karesi ve karekökünün ne olduğunu da tanımlıyor. Gelenbevî bu konuda bazı örneklerde veriyor. Dikkatimizi çeken husus, müellifin örnek­

leri verirken şekil kullanmamış olmasıdır. H albuki bu tür işlem­

lerde şekil, problem leri oldukça anlaşıhr kılmaktadır.

İkinci bölüm "Tanjant" kuralıyla ilgilidir. Yine dik üçgenlere ait bazı hesapları içerm ektedir. Gelenbevî farklı durum ları açıklamak için bu bölümü 7 fasla (alt bölüm e) ayırmakta ve her birine çeşitli örnekler vermektedir. Özetle o, bu bölüm de, d ar açılardan biri ile dik kenarlardan birinin uzunluğu bilinince, dik üçgenin kalan iki kenarının, i f - 90°’ler arasındaki açıların sînüs, kosinüs ve tan ­ jantlarını veren cetveller sayesinde hesaplanabilir olduğunu göster­

mektedir#

Referanslar

Benzer Belgeler

Akkuş Gayrimenkul , kalitesiyle adından söz ettiren Alya Residence, Alya Trio, Alya Penta ve Alya Grandis projelerini hayata geçirmiştir. 1993 yılında kurulan Lübnan’lı

KPSS puanı ile başvuracak adaylar için Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından 10-11 Temmuz 2010 veya 09-10 Temmuz 2011 tarihinde yapılan Kamu

Araç; 6 adet thruster (Sualtı Tahrik Ünitesi), su sızdırmaz tüp, iskelet destek çubukları, Penetratörler (Kablo tutucular), üst korumalık kapak, alt-üst

Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Microsoft Teams Uygulamasında İlk Defa OturumAçacak Öğrencileri İçin..

Destek m ktarının %25’ , varsa uygun mal yet olmayan harcamaların kes nt ler yapıldıktan sonra, f nal raporun onaylanmasını tak p eden 15 ş günü çer s nde

Dede Korkut’un Günbed Yazmasında Geçen 50 Moğolca Kelime (s. 55-82) başlıklı yazıda, yazmada geçen kırk sekiz kelime ele alınmaktadır. Bu kelimeler arasında.. kurban,

FESTİVALLER 40th İSTANBUL FİLM FESTIVALİ ULUSAL YARIŞMA (Temmuz, 2021) 25th TALINN BLACK NIGHTS FILM FESTİVALİ ANA YARIŞMA (Kasım, 2021- resmi duyuru henüz yapılmadı)...

Büâhi- re Ökçularbaşı Kırâathânesi ve bir zaman,sonra da Sarafim Kırâat- hânesi (32) adım alacak olan Uzun Kahve, Ârif Hikmet, Kemâl, Sâ- dullah, Hâlet, Refik, Yusuf