• Sonuç bulunamadı

Mantık, Felsefe ve Adab İlmi (Munazara-Dialektik) İle İlgili Eserleri

B- ÎLİM ANLAYIŞI VE ÇAĞDAŞLARI İÇİNDEKİ YERİ

II- Mantık, Felsefe ve Adab İlmi (Munazara-Dialektik) İle İlgili Eserleri

GELENBEVÎ âlâ ÎSAGUCİ: "İSAGUCİ ŞARHİ" adıyla da anılan bu eser, XIII. asrın büyük m antıkçılarından E siru’d-Din M ufaddal b.Öm er al-E hberî’nin (öt. 663 H./1265 M .) yüzyıllarca m edreselerim izde ders kitabı olarak okutulan ve ÎSA G U Cİ veya RİSA LE-İ ESİR İY Y E adıyla bilinen eserin A rapça güzel bir şarhi (açıklaması)’dir. H em en belirtelim, E b herî’nin kendi küçük, çapı büyük bu eserinin yüzlerce şarhi vardır. H atta Tanzimat dönem inde fikir ve ilim anlayışmda müessir olmuş, bu dönem de eskiye bağlı anlayış taraftarlarınca birkaç Türkçe tercüm e ve şarhi de yapılmıştır.

Gelenbevî kitabmm başında, "Risale-i Esiriyye’yi m üzakereleri esnasında, dostlarından bazılarının kendisinden, onun sözlerinin düğümünü çözecek ve kapalı olan anlam larını açıklayacak bir kitap yazmasını istediklerini, kendisinin de hiçbir m addî kazanç düşünm eden onlarm isteklerine bu kitabı yazarak cevap verdiğini..." ifade ediyor.

"Her ilmin kendine has problem lerinin olduğunu, bu problem ­ lerin ilmin mahiyeti veya amacı açısından ortaya çıktığını, bir ilmi tahsil etm ek isteyenin her iki yönü de ihmâl etm em esi gerektiğini"

de ilâve eden Gelenbevî, mantığın da iki cephesi olduğunu belirterek, onu mahiyeti ve amacı açısından tanım lam aktadır;

Mahiyeti itibariyle mantık, "Bilinmeyene sağlıklı bir şekilde ulaşabilmek için bilinen bir takım tasavvur (kavram) ve tasdik (hüküm ve önerm e)’lerin durum larım araştıran bir ilimdir". Amacı itibariyle mantık, "Akıl yürütm ede zihni hatadan koruyan bir ilim veya bir sanattır".

Öyleyse mantığın konusu "bilinen bir takım tasavvur ve tasdik­

ler" amacı ise "düşünceyi hatadan korumak"tır.

M ademki mantık bilinen tasavvur ve tasdiklerin durum larından bahseden bir ilimdir. O halde bu ilmin iki bölüm ü vardır: 1- TASAVyURAT, 2- TASDİKAT. B unlardan her birinin de başlangıçları ve maksatları vardır. Tasavvurların başlangıcı "Beş Tümel", maksadı "Tanım"dır. Tasdiklerin başlangıcı "Önerm eler”

maksadı ise "Kıyas"tır. Kıyasın da "Formu" ve "Maddesi" vardır.

M addesi (öncüllerinde yer alan önermelerin durum u) itibariyle kıyas beş kısımdır. Buna "Beş Sanat" adı verilir. Beş sanal, B ur­

han, Cedel, H itabet, Şiir ve Safsata’dır. Böylece mantığın bölümleri "9'1a sınırlanmaktadır.

İsagucî Şarhi, Ebherî’nin eserinin de özünü oluşturan işte bu konuları, yâni Beş Tümel, Tanım, Ö nerm eler, Kıyas, Bui4ian Cedel, H itabet, Şiir ve Safsata konularını içerm ektedir.

Esasen mantık konularının "9"a inhisar ettirilmesi ve mantığın

"Tasavvurat" ve "Tasdikat" bölümlerine ayrılması F arabî ve İbn Sına geleneğine bağh bütün mantıkçıların ortak görüşüdür. Ancak şunu belirtelim ki, Gelenbevî İsagucî Şarhi dışında hiçbir mantık kitabında bu ilmi "Tasavvurat" ve "Tasdikat" diye ayırmamaktadır.

Gelenbevî’nİn bu eseri, birisi 1275 H./1858 M. ve birisi de 1283 H./1866 M. yıllarında olmak üzere iki defa basılmış olup, 72 sahifedir.

al-BURHAN R İLM al-MİZAN: Klâsik M antık alanında XVIII. yüzyılda yazılan nadir eserlerdendir. A rapçadır. Bazı kaynaklarda M İZA N -I G ELEN B EV Î veya kısaca B U R H A N adlarıyla da anılan bu esere Gelenbevî H A Ş İY E T U ’l-BU RH A N adıyla bir de haşiye yazmıştır. Burhan ve haşiyesi bir arada birkaç defa basılmıştır. Bunlardan 1306 H./1890 M. yıhnda yapılan baskısı Şirket-i Sahafiye-i Osmaniye m atbaasınca gerçekleştiril­

miştir. 103 sahife olan bu eserin 55 sahifesini Burhan, 48 sahifesini de haşiyesi oluşturm aktadır. Yalnız bu eseri dahi Gelenbevî’nİn mantık sahasındaki kudretini ortaya koymağa kâfidir.

Gelenbevî İsmail E fendi’nin bu eseri birkaç kez de şarh edil­

miştir. Bu şarlîler arasm da H aşan H üsnü Musulî’nin TEN V İR al- B U R H A N ’mı, Yusuf Şükrü H a rp u tfu in NAM US al-İKAN’mı ve E bu’l-Fudala M ustafa al-Kutb al-R ize\î’nin ŞA R H -İ D İB A C E-İ B U R H A N ’mı sayabiliriz. B unlardan Tenvir al-Burhan 1307 H./1831 M. ve Namus al-ikan 1274 H./1853 M. yıllarmda basılmıştır. Şarh-i Dibace-i B urhan’ın baskı tarihi ise belli değildir.

B urhan’ın İlmî değeri yanında, pedagojik amaçla yazılmış olup, uzun yıllar m edreselerde ders kitabı olarak okutulmuş olmasının da bu şarhlerin yapılmasında etkili olduğu muhakkaktır. Bunlar­

dan başka A bdunnafî Efendi, FEN N -Î M ANTIK adıyla B urhan’ı hem şarh ve hem de Türkçeye (Osmanhcaya) tercüm e etmiştir.

A ncak M ehm et Ali A ynfnin de beUrttiği gibi, A rapçası Türkçesin- den daha kolay anlaşılmaktadır(^^). Bu eser 1297 H./1881 M.

yılında iki cilt halinde İstanbul’da basılmıştır.

Burhan bir "mukaddime" ve beş "bab"ı (bölümü) ihtiva eder.

M ukaddim ede ilmin(^") tanımı yapılmakta, bilginin çeşitli derecelerinden bahsedilm ekte ve "sözün anlam a delaleti" üzerinde durulm aktadır.

Birinci bölüm kavram lara ayrılmıştır. Bu bölüm de Tümel (Küllî), Tikel (Cüz’î), Özsel (Zatî) ve İlintisel (Arazî) kavramlar tahlil edildikten sonra BEŞ T Ü M E L ele alınm aktadır. İkinci bölüm de "Tanım" ve çeşitlerinden, üçüncü bölüm de de önerm eler ve önerm elerin döndürülm esinden bahsedilm ektedir. M odal Ö ner­

m eler de bu bölümde işlenm ektedir. D ördüncü bölüm ise "Aklî Delillerin Yapısına" ve çeşitlerine ayrılmıştır. Bu bölüm de ağırlık

"Kıyas" teorisindedir.

Beşinci ve son bölüm e gelince, burada delillerin malzemesi olan önerm elerin dile getirdikleri hükümlerin bilgi değerleri açısından bir sınıflaması yapılmakta, öncül olan önerm elerin değeri

6 1 A y n î, M e h m e t A li, T ü r k M a n tı k ç ıla r ı , s. 8 v d . 6 2 B u r a d a "İlîm ", "B ilgi" a n la m ın d a d ı r .

açısından aklî delillerden söz edilmektedir. BEŞ SANAT adı verilen bu deliller, diğer Türk-İslâm m antıkçılarında olduğu gibi, BU R H A N , C ED EL, H İTA BET, ŞİİR ve M U G A L A T A (Sofıstik deliller) diye sıralanm aktadır.

Gelenbevi B urhan’a bir de "Hatime" (Sonuç) eklemiştir. O, b urada mantık, kelâm, nahiv... vb. gibi ilimlerin adı olan terim ­ lerin, bazen söz konusu olan ilmin problemlerini, bazen o ilimle idrâk edilen şeyleri ve bazen de bu idrâklerin tekrarlanmasıyla kazanılan melekeyi adlandırdığını, ilmin- gerçekliğini idrâklerle onların tekrarından dolayı kazanılan m elekenin oluşturduğunu, birincisinin ise ilmin konusunu teşkil ettiğini belirtm ektedir. Gelen- bevî’ye göre h er ilmin özünü teşkil eden meseleler o ilimde araştırılm aktadır. Bazı ilimlerde bu tek bir mesele, bazılarında ise birbirine uygun, biri diğerini takibeden birçok meseledir. Mesela sarf ilminin konusu tek bir meseledir, o d a "Kelime"dir. M antık il­

minin konusu ise bilinen birtakım tasavvur ve tasdiklerdir ki, bun­

lar aynı ilim içerisinde araştırılmayı gerektiren uygun meselelerdir.

Gelenbevî, m antık ilminin konularım bir kez daha sıralıyarak kitabına son veriyor.

B urhan hâşiyesinde ise, kâpah gördüğü kısımların açıklamasını yapm akta veya kendi fikirlerine daha öncekilerden kanıtlar getir­

mektedir.

KIYAS RİSALESİ: G elenbe\î’nin klâsik m antık alanında telif ettiği eserlerinden birisi de Kıyas Risalesi’dir. B u risale A rapça olup, kendisinin kaleme aldığı ilk nüsha esas alınarak Burdurlu M uham met R aşit E fendi’nin tahririyle 1278 H./1862 M. yılında basılmıştır. 16 sahifedir

Risalenin başında Gelenbevî, Allah’a ham d ve peygamberine salat ve selâm dan sonra, eş ve dostlarının, onlara anlattığı büyük m antık âlimlerinin fikirlerini anlamakta güçlük çektiklerini, dolayısıyla kendisinden bunları toplamasını istediklerini, onların isteğine uyarak Allah’ın da yardımıyla bu kitabı yazdığını belirtiyor.

A dından d a anlaşılabileceği gibi risalenin konusu Kıyas Teorisidir. Gelenbevî konuya kıyasın (Tasım ’ın) tamnuyla başlamaktadır. "Kıyas m eşhur ifadesiyle, sözlerden te’lif olunan bir sözdür ki, bu sözlerin doğruluğu kabul edildiği zaman başka bir sözü özü itibariyle gerekli kılar". Bu tanım önceki mantıkçılardan Ebherî, Kazvinî, R a a ve Teftezanî’de de aynen vardır. Şu farkla ki, Onlar, tanım da geçen "sözlerden te ’lif olunan" ifadesi yerine,

"önermelerden telif olunan" ifadesini kullanmaktadırlar. Gelen- b e \î’ye göre bu tanım "basit" ve m ürekkep (bileşik) kıyasları içine aldığı gibi, Bileşik Ö nerm eleri dışarda bırakır. Z ira Bileşik Ö ner­

meler mantıkçıların geleneğinde tek bir önerm edir. Tanımdaki

"başka bir sözü gerekli kılar" ifadesi, "Her insan gülendir, her gülen gülendir, o halde h er insan gülendir" tarzm dakı kıyasları tanımın dışında bırakm ak içindir. B urada sonuç küçük önermenin aynıdır. Küçük Önermenin doğruluğu kabul edilmekle beraber sonuç böyle değildir(^^).

Gelenbevî, kıyaslan önce ikiye ayırmaktadır; îktiranlı Kıyas, İstisnah Kıyas. İktiranh Kıyas, sonucu öncüllerde anlam bakım ından bulunupta şeklen bulunm ayan kıyastır. Sonucunun aynı veya karşıt hali hem anlam bakım ından ve hem de şekil bakımından bulunan kıyas ise İstisnah Kıyastır. İktiranh Kıyasları da "Yüklemlİ İktiranh" ve "Şartlı İktiranh" kıyaslar olmak üzere ikiye ayıran Gelenbevî, Kıyas Risalesini üç fasılda tamamlamıştır.

Birinci fasılda yüklemli İktiran Kıyasların dört şekli ele alınarak İncelenmekte ve örnekler verilmektedir. Gelenbevî bu dört şekil kıyasın sonuçlan bakım ından değerlerini şöyle açıklıyor:

D ört şekil kıyastan en mükemmeli birinci şekü olup, en güzel tarzda düzenlendiği ve aklın gerektirdiği şekilde tertip edildiğinden bunun sonucu apaçıktır. Öyleki zİhin, konudan vasıtaya ve vasıtadan yükleme kolaylıkla intikal ederek sonucu kusursuz olarak elde eder. H er iki olumlu ve her iki olumsuz önerm e için

6 3 G e le n b e v î, K ıy a s R is a le s i, s. 3

sonuç verir. Bu şeklin dışında kalanların bütününde sonuç apaçık olmayıp, hepsinde açıklanmaya ve ispata m uhtaçtır. İkinci şekil, orta terim in küçük önerm ede yüklem olması, üçüncü şekil ise orta terimin büyük önerm ede konu olması yönlerinden mükemmel şekil olan birinci şekle benzerler. D ördüncü şeklin ise birinci şekille asla bir ortak yanı yoktur. Bu şeki! gerçekte kıyasın tabiî yapısından uzaktır. O nun sonucu çok kapalıdır. H atta bazı mantıkçılar onu itibar derecesinden düşürm üşlerdir. O nu ölü saym ışlardır"(^).

İkinci fasılda Şartlı İktiranlı Kıyasların beş kısımdan bahsedil­

mektedir. Ü çüncü fasıl ise İstisnah Kıyaslara ayrılmıştır. Gelen- b e \î İstisnah Kıyasları da "Doğru İstisnah Kıyas” (Kıyas ı Mütakîm) ve "Dolaşık İstisnah Kıyas" (H ulfî Kıyas) diye ikiye ayırmaktadır. Sonucunun kendisinin öncüllerde yer aldığı kıyas birinci türden, sonucunun karşıt halinin öncüllerde bulunduğu kıyas ise ikinci türden kıyaslardır. G elenbe\î’nin bu sınıflamasına E bh erfn in İsaguci’sinde, Teftezanî’nin Tehzîb’inde, RazTnin Tasdîkat’ında ve Kazvinî’nin Şemsiyye’sinde rasthyamıyoruz.

G elenbe\î, Kıyas Risalesine bir "hatime" ile son vermektedir.

Bu bölüm de o, İstikra (Tüme V a rım )'v e Temsil (A naloji)’nin tanımlarını yaparak Örnekler vermektedir; "İstikra, parçalarının durumuyla bütün hakkm da hüküm vermektir. M eselâ, her hayvanın alt çenesi hareket eder, çünkü ister insan olsun, ister at olsun, ister eşek olsun, isterse m üşahede ettiğimiz daha başka hayvanlar olsun, bunların bütününün alt çenesi hareket ediyor.

Öyleyse her hayvanın alt çenesi hareket eder, gibi". B urada söz konusu olan Eksik İstikra’dır. Z ira Gelenbevî’ye göre "Tam İstik­

ra" kıyasın eki değil, kıyasın kendisi olur(^^). "Temsil, bir tikehn hali ile başka bir tikel hakkında hüküm vermektir. M eselâ, nebîz (mayalanmış üzüm, hurma... vb. suyu) de şarap gibi haram dır.

6 4 G elenbevT ', A y .e s., s. 7-8.

6 5 G e le n b e v î, A y .e s ., s. 16.

Çünkü o sarhoş eder, sarhoş eden her şey haram dır, gibi." Gelen- bevî istikra ve temsili kıyasın dışında, fakat aklî delil olmaları açısından onun eki kabul e tm e k te d ir(^ .

RlSALETÜ’L-tMKÂN: Bu eserin adı bazı kaynaklarda "Risale fi Tahkik’l-îm kân ve’z-Zaruret", bazı kaynaklarda da "Miftah al- Müveccehat" diye geçmektedir. Gelenbevî ise "Miftahu Babi’l- Müveccehat'’ (M odal Ö nerm eler Kapısının Anahtarı" adını vermiştir(^^). Yine A rapça yazılmış olan eserin muhtevasını, mantığın konularından olan "Hükümlerin Modalitesi" (Müvec- cehat) oluşturmaktadır. Bu eser 1309 H/1803 M. yılında Şirket-i Sahafiye-i Osmaniye’nin 87 num aralı m atbaasında basılmıştır.

Gelenbevî’ye göre "Hükümlerin Modalitesi" konusu, mantığın konulan arasında gerçekten en kapalısı ve anlaşılması en güç olanıdır. Üstelik bir hükmün m odları olan zorunluluk, vücub, devam, fiil, kuvve, imkân ve imtina^^ (İmkânsızlık)’ın anlam ları da farklılık gösterm ektedir. Gelenbe^i, söz konusu nedenlerle bu konuya bir anahtar olmak üzere İm kân Risalesi’ni te ’lif ettiğini ve bu risaleyi yalnız yukarıdaki kavramların açıklanmasına ayırdığını belirtiyor.

Risaletu’l-İmkân (İmkân Risalesi) üç bölüm (bab)’dür. Birinci bölüm "Zaruret" ve "Vücup" hakkındadır. Bu bölüm yedi alt başlığı (faslı) ihtiva eder. Bu alt başlıklarda, M utlak A nlam da Zaruret, Neliği Açısından Zaruret, Konunun Özü Açısından Zaruret, Konunun Vasfı Açısından Z aruret, Belirlenm iş Bir Vakitte Konunun Özü îçin Olan Z aruret, Belirlenmemiş Bir Vakitte Konunun Özü îçin Olan Z aruret, "Vücup" ve "İm tina'dan b ah­

sedilmekte ve örneklerle açıklanmaktadır.

Gelenbevî’ye göre mutlak anlam da zaruret, olumlu veya olum­

suz olan bütün yüklemelerde (nisbetlerde) yiüklemin konudan ayrılmasının mümkün olmamasından ibarettir. Bu da konunun

6 6 G e le n b e v î, A y .e s.. s. 16.

6 7 G e le n b e v î. R is a le tu 'l - İ m k â iî, s. 2

bulunduğu bütün zam anlarda nisbetin de bulunması ve ondan ayrılmaması anlamma gelir. O na göre "konuya nisbetin zarureti..."

ifadesinin anlamı, nisbetin konudan ayrılmasının imkânsızlığıdır.

Yoksa bu diğeri olmaksızı onlardan birinin bizzat gerçekleşmesinin İmkânsızlığı anlamında değildir.

Gelenbevî İsmail E fendi’ye göre mutlak anlam da ''Vücup", m ut­

lak anlam da zaruret gibidir ve zaruretin bütün kısımlarına şâmil­

dir. O, "Vücûp" ve vücûbun çelişiği olan "İmtina'ı, "BİZZAT" ve

"BI’L-GAYR" diye ikiye ayırmaktadır. Zira, eğer olumlu veya olumsuzdan nisbetin iki tarafından birisi konunun özünü gerekli kılarsa, işte bu tara f "Vücûp Bizzat" diğer taraf da "Mümteni’ Biz- zat"dır. E ğer zorunluluk konunun özünden gelmiyorsa bu da

"Vücûp Bi’l-gayr" olur. Bunun karşısında da "Mümteni’ Bi’l-gayr"

vardır.

İkinci Bölüm "Devam", "Fiil" ve "Kuvve" modlarının araştırılmasına ayrılmış olup, bu da üç alt başlığı içerm ektedir.

Bunlardan, birincisinde "Devam", İkincisinde "Fiil", üçüncüsünde de "Kuvve ve İsti’dad" incelenip anlam lan tahlil edilmektedir.

Gelenbevî, mutlak anlam da "Devam"ı, "Nispetin konudan çözülmemesidir. (*^adem-i İnfikâktan ibarettir)" diye tanım ladıktan sonra, onun da zaruret gibi kısımlara ayrıldığını ilâve etm ektedir.

Konunun özünden kaynaklanan devam, var olan veya varlığı ol­

mayan konu, var olduğu m üddetçe nispetin çözülmemesidir.

K onunun vasfından kaynaklanan devam ise, konunun vasfı var olduğu m üddetçe nispetin çözülmemesidir. GelenbevTye göre,

"Belirlenmiş bir vakitte nispetin çözülm emesi' anlamındaki devama itibar olunmamıştır. "Belirlenmemiş bir vakitte devamın ise hiçbir anlamı yoktur."

Fiil, olumlu veya olumsuz nisbetin bizzat tahakkukundan ibaret­

tir. "Allah Taâla, bilfiil âlimdir, bilfiil cisim değildir" gibi. Fiilin gerçekliği nispetin yokluktan fiilen tahakkuk etmesidir,

gerçekleşmesidir. O zaman içindedir. Fiil yalnız ortaya çıktığı anda vardır. Ondan önce ve ondan sonra var değildir. Eğer böyle ol­

masaydı, çocuk bilkuvve değil, bilfiil kâtip oiurdu(^^).

"Kuvve" fiil gibi değildir. Kuvve ve İsti’d ad’ın anlamı, bir şeyin diğer bir şeye, birinci şey için ikinci hâsıl olmaksızın kabiliyetli olmasından (diğer bir şeye isti’dadının olm asm dan) ibarettir.

"N utfe’nin insan şekline kabiliyetli olması, gibi. Z ira o, rahime yerleştiğinde nutfe olma özelliğinden çıkarak insan suretini giyer.

Fakat o, nutfe olarak devam ettiği m üddetçe, ona insan vasfı verilemez, zorunlu olarak o, insan olmaz. Öyleyse nutfe mevcut olduğu m üddetçe bilkuvve insandır, fakat bilfiil insan değildir{^^).

Üçüncü bölüm ise "İMKÂN" m oduna ayrılmıştır. Bu bölümde, dokuz alt başlık altında imkânın çeşitli anlam lan tahlil edilmek­

tedir. Gelenbe\^ye göre imkân, birşeyin kendi kendine (kendi özünde) varhğı ile yokluğunu iktiza etmesi (gerektirm esi)’dir.

Başka bir ifade ile bir şeyin kendi özünde varlığının ve yokluğunun müsavi olmasıdır.. Gelenbevî, Risaletıı’î-İmkân'vaûsi, imkânın on çeşidinden bahsetm ekte ve bunlardan M antıkî İm kân (M antıkta söz konusu olan im kân)’m m odalite bahsinde geçerli olduğunu belirtmektedir(^'^).

TA'^LİKAT âlâ M İR al-ADAB: M ünazara İlmi veya M ünazara Sanatı (Dialektik) ile ilgili bir eserdir. Eser, A rapça oİup, Gelen- bevî’nin en hacimli eserlerinden biridir. Î189 H./1775 M. yılında te’lif olunan eser, 1234 H./1819 M. yılında basılmıştır. 609 sahifedir.

Bilindiği gibi, Ailame A bdurrahm an b. Ahm et el-İcî (öl. 756 H./1355 M.), A D A B U ’1-‘'A L LA M E 'A D U D Ü ’d-D İN diye bilinen eserinde. M ünazara ilminin (dialektiğin) bütün kurallarını on başlıkta açıklamıştır. Bu esere M İR A B U ’L -F E T H bir haşiye

B kz; G e le n b e v î, A y .e s., s. 41.

69 B kz; G e le n b e v î, A y .e s., s. 42.

B ü t ü o İ m k â n Ç e ş itle r i iç in B kz: G e le n b e \a , A y .e s .. s. 4 8 -7 0 . 70

yazmıştır. İşte Gelenbevî Hoca, söz konusu hâşiye üzerine, T A ’LİKAT âlâ M İR al-A DAB adını verdiği bu eserini yazmıştır.

Bilimsel tartışm ada bulunan iki kişi veya iki tara f arasında geçen sözlerin niteliklerinden, tarafların iddialarını ispat için karşılıklı olarak ortaya koydukları aklî delillerin özelliklerinden bahsedilen eserde, açık ve seçik hüküm lerden (ilkelerden) hareketle m ünazara yolunda melekenin kazanılmasını sağlamak ve araştırm ada yanlışlığa meydan vermeden doğruya götüren kapılan açmak amaçlanmaktadır.

Bir tek konu hakkında birbirine zıt iki hükm ün aynı anda doğru olması m ümkün olamayacağına göre, tartışm alarda iki taraftan yalnızca birisi kabul edilecektir. Halbuki karşılıkh olarak ortaya konulan deliller, her iki tara f için de geçerli olmak üzere, m adde ve form (öncüllerde yer alan önerm elerin bilgi değerleri ve akıl yürütm enin şekli) açısından kendisini geçersiz kılacak bir illet (bozukluk) taşıyabilir. Öyleyse araştırm anın safhalarını belir­

leyecek ve kabul edilir olanı reddedilir olandan ayırt etmeyi sağlayacak kurallara ihtiyaç vardır. İşte bu kurallar A dâb İlmi’nin konusunu teşkil ederler.

G elenbe\î’nin bu eserinin kaynakları, Teftezanî (öl. 792 H./1389 M.), F en arî (öl. 834 H./1430 M .), Fazıl "^İsamu’d-Dîn M uham m ed al-İsferainî (Öİ.943 H./1536 M.), Ö m er al-Kâtibî al- Kazvinî (öl. 675 H./1276 M.), Seyyid Şerif C urcanî (öl. 816 H./1413 M.), M uham m ed al-D arendî, C elâlu’d-D în Devvani (öl.

908 H./1502 M.), İbn Kemâl (öl. 940 H./1533 M.), N asırü’d-Dîn Tusî (Ö1.672 H./1273 M.), E bu’l-Feth, al-M es’u d î ... vs. dir (^^).

RÎSALETU İL M Î’L-ADAB: Kısaca "Adâb Risalesi" veya

"G elenbe\ı âlâ Adâb" diye geçen bu eser, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Tinnovali 1419, Fatih-4734 ve Giresun-lOö’da

71 B k z; G e le n b e v î. T â l i k â l â l â M î r a l- A d â b , s. 5 . 7, 8, İÜ. 2 1 1 , 2 1 3 . -219. 600.

6 0 1 , 6 0 3 , 60 7 ... vs.

kayıtlı yazma eserler içerisinde yer alm aktadır. A rapça olan eser, 1281 H./1864*M. yılında İstanbul’da basılmıştır.

Doğruya ulaşabilmek için gösterilen çabanm , araştırm anın ve m ünazara sanatının (dialektiğin) kurallarm ın işlendiği "Adâb Risalesi”, çapı küçük olmasına rağm en muhtevası açısından oldukça faydalı bir eserdir.

Gelenbevî bu eserine, "Bahs" (Tahkik ve araştırm a, örtüsü olanı ortaya çıkarma) ve ”M ünazara"nın doğruyu ortaya çıkarmak için sözü m üdafaa etm ek olduğuna işaret ederek başlam aktadır.

A raştırm ada doğruya ulaşabilmek, sağlam olan delilin eksik ve kusurlu olandan ayırt edilmesine bağlıdır" düşüncesini savunan Gelenbevî, bunu sağlamak için A dâb İlminin kurallarını bilmenin gereğine de inanır.

Gelenbevî’ye göre A dâb İlmi, "İlmin konusu olan tümellerin kapah olan taraflarının araştırılm asında ileri sürülen delillerin kabul veya reddediHr olmaları açısından durum larını araştıran bir ilimdir". Öyleyse bu ilmin konusu tüm ellerin (Küllî kavramların) araştırılması, amacı ise tikellerin (C üz’î kavramların) araştırılm asında düşünceyi hatadan korumaktır..

Y ukarıda anılan Giresun-lOö’da kayıth yazma içerisinde, Gelen- be\^nin Burhanh ile, daha sonra kendilerinden bahsedeceğim iz altı küçük risalesi de yer almaktadır.

B urada G elenbevrnin A dâb Risalesi’ne H aşan Paşazâde’nin

"Feth al-Vehhab fi Şarh-i R isâletü’l-Adâb" adıyla bir şarh yazdığını da kaydedelim.

HAŞÎYE âlâ HAŞİYE al-LARİ âlâ ŞARHİ’L-HİDAYET; Bu eser bazı kaynaklarda "Hâşiye âlâ Haşiye Şarh al-Hidâyet al-Hik- m et li’l-L ârr’ adıyla da geçmektedir.

Bilindiği gibi Esırüâd-D in M ufaddal b. Ö m er al-Ebherî {öl. 663 H./1264 M., konusu Klâsik İslâm Felsefesi’nin konulan olan

"H İD A Y ETU ’L-H İKM ET" adii bir eser yazmıştır. M edrese eğitiminin Aklî İlimler alanında asırlarca âdeta değişmez ders kitabı olan bu esere birçok şarh ve hâşiyeler yapılmıştır. Esasen, m edreselerde ders kitabı olarak okutulan diğer eserler için de durum bundan farksızdır. B u şarhlar arasında Kadı M îr Hüseyin b. Musİihu’d-D îh M uham m ed b. Salah al-Lârî (öl. 977 H./1569 M .)’nin eserinin özel bir yeri vardır. İşte Gelenbevî H oca’mn bu eseri, al-L ârfnin şarhi üzerine yazdığı haşiyedir.

Muhtevasmı, F ârâbî ve İbn Sînâ geleneğine bağlı Felsefe anlayışında şekilinen ve kısaca Mantık, Tabiat İlimleri (Tabiyyat) ve metafizik (İlâhiyyat) diye ifade edebileceğimiz konuların oluşturduğu bu eser, Sultan A bdul Mecit zam anında 1270 H./1854 M. yılmda Matbaa-yı A m ire’de basılmıştır. E serin basımına M uham m ed Nâil E fendi nezaret etmiştir.

Ayrıca bu eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde H üsnü Faşa - 1275 ve Kasîdecizâde- 462’de kayıtlı iki yazma nüshası tarafım ızdan görülmüştür.

Benzer Belgeler