• Sonuç bulunamadı

Üniversite öğrencilerinin akılcı olmayan inançları ve karar verme stillerinin incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Üniversite öğrencilerinin akılcı olmayan inançları ve karar verme stillerinin incelenmesi"

Copied!
125
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

EĞİTİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

PSİKOLOJİK DANIŞMA VE REHBERLİK BİLİM DALI

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN AKILCI OLMAYAN

İNANÇLARI VE KARAR VERME STİLLLERİNİN

İNCELENMESİ

Özden CAN

Yüksek Lisans Tezi

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Coşkun ARSLAN

(2)

ÖZET

Bu araştırmada üniversite öğrencilerinin karar vermede özsaygı ve karar verme stillerinin akılcı olmayan inançlar ve cinsiyet açısından anlamlı düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığı ve akılcı olmayan inançlar ile karar verme stilleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmanın genel evrenini, Selçuk Üniversitesi’ nin farklı fakültelerinde öğrenim görmekte olan 1.,2.,3. ve 4. sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmanın çalışma evreni Eğitim Fakültesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi ve Teknik Eğitim Fakültesi olarak belirlenmiştir. Araştırma örneklemi bu fakültelerin çeşitli bölümlerinde öğrenim görmekte olan öğrencilerden tesadüfi küme örnekleme yöntemi ile seçilmiştir. Araştırma örneklemi toplam 750 öğrenciden oluşmaktadır.

Araştırmada; Türküm (2003) tarafından geliştirilen Akılcı Olmayan İnanç Ölçeği, Deniz (2004) tarafından Türkçeye uyarlanan Melbourne Karar Verme Ölçeği kullanılmıştır.

Verilerin analizinde t testi ve Pearson momentler çarpımı korelasyonu kullanılmıştır. Tüm veriler 0.05 anlamlılık düzeyinde test edilmiştir.

Araştırmadan elde edilen bulgular kısaca şöyle özetlenebilir: - Araştırma bulguları karar vermede özsaygı, dikkatli, kaçıngan ve

erteleyici karar verme stili düzeylerinin cinsiyete göre farklılaşmadığı ancak öğrencilerin panik karar verme stili düzeyleri arasında cinsiyete göre anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir. Araştırma bulgusuna göre, kız öğrencilerin panik karar verme düzeyleri erkek öğrencilere göre daha yüksek bulunmuştur.

(3)

- Akılcı olmayan inançlar ile özsaygı karar verme stili arasında negatif yönde, dikkatli, kaçıngan, erteleyici ve panik karar verme stili arasında da pozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur.

- Akılcı olmayan inanç ölçeği puanları ortalamanın altında yani akılcı olmayan inanç ölçeği puanları düşük olan öğrencilerin karar verme ölçeği erteleyici, panik ve kaçıngan alt boyutlarında negatif yönde anlamlı bir ilişki; özsaygı alt boyutunda pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuş, dikkatli alt boyutunda anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.

(4)

SUMMARY

In this study,university students’ self-esteem in decision making and decision making styles have been searched in order to see whether there is a significant differentiation among them according to irrational beliefs and sex, and also the relation between irrational beliefs and decision making styles have been searched. The general scope of study is the students of Selcuk University who are in 1st , 2nd, 3rd and 4th grades. The labor scope of study contains the students from Faculty of Education, Faculty of Vocational Education, Faculty of Science and Literature and Faculty of Technical Education. The sample of study was chosen from these mentioned faculties’ students by using random sampling method. The study sample contains 750 students.

In this research, Irrational Belief Scale developed by Türküm (2003), Melbourne Decision Making Scale translated into Turkish by Deniz (2004) was used.

t-Test and Pearson Product-Moment Correlation Coefficients are used to analyze data. The significance levels is determined to be 0.05.

The findings of the study can be summarized as following;

- The study shows that self-esteem, vigilance, buckpassing and procrastinating styles in decision making are not differentiated in accordance with students’ sex; however students’ hypervigilance style level in decision making shows a significant difference in accordance with their sex. According to data, it has been found that female students’ hypervigilance decision making styles are higher than male students’.

(5)

- The negative significant relation has been found between irrational beliefs and self-esteem in decision making; however, positive significant relation has been found between irrational beliefs and vigilance, buckpassing, procrastinating and hypervigilance in decision making style.

- The negative significant relation has been found between the sub-scales of procrastinating, hypervigilance and buckpassing in decision making and irrational belief scale points of students’, having lower point from average; the positive significant relation has been found between the same students’ irrational belief scale points and sub-scale of self-esteem in decision making, at the same time any significant relation in sub-scale of vigilance can not be found.

(6)

İÇİNDEKİLER Özet ... i Summary... iii İçindekiler ... v Tablolar ... vii Önsöz... viii BÖLÜM I GİRİŞ ... 1 ARAŞTIRMANIN AMACI... 5 ALT AMAÇLAR ... 5 SAYILTILAR... 5 SINIRLILIKLAR ... 5 TANIMLAR ... 6 ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ... 7 BÖLÜM II Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve ... 9

AKILCI DUYGUSAL DAVRANIŞÇI TERAPİ ... 9

İnsan Doğası ... 12

Akılcı (Rasyonel) İnançlar ... 14

Akılcı Olmayan (İrrasyonel) İnançlar ... 15

Uygun ve Uygun Olmayan Duygular ... 20

A-B-C Kişilik Teorisi ... 22

ADDT’ nin Psikoterapi Yöntemi ... 26

Akılcı Olmayan İnançlarla İlgili Yurtiçinde Yapılan Çalışmalar ... 34

Akılcı Olmayan İnançlarla İlgili Yurtdışında Yapılan Çalışmalar ... 41

KARAR VERME VE KARAR VERME STİLLERİ... 42

Karar Verme Süreci... 44

Karar Verme Davranışını Etkileyen Faktörler ... 54

(7)

Mantıklı Karar Verme ... 66

Karar Verme İle İlgili Yurtiçinde Yapılan Çalışmalar... 67

Karar Verme İle İlgili Yurtdışında Yapılan Çalışmalar ... 74

BÖLÜM III YÖNTEM... 77

Araştırmanın Modeli ... 77

Evren ve Örneklem ... 77

Veri Toplama Araçları ... 78

Akılcı Olmayan İnanç Ölçeği ... 79

Melbourne Karar Verme Ölçeği I-II... 80

Verilerin Toplanması ve Analizi ... 83

Verilerin Toplanması ... 83 Verilerin Analizi ... 83 BÖLÜM IV BULGULAR... 85 BÖLÜM V TARTIŞMA ve YORUM... 93 BÖLÜM VI SONUÇ ve ÖNERİLER ... 99 KAYNAKÇA... 101 EKLER ... 114

Akılcı Olmayan İnanç Ölçeği Madde Örnekleri... 114

(8)

TABLOLAR

Tablo 1: Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete Göre MKVÖ-I Özsaygı

Puanlarının t Testi Sonuçları ... 85 Tablo 2: Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete Göre MKVÖ-II Panik Alt Ölçeğinden Alınan Puanlarına İlişkin t Testi Sonuçları... 85 Tablo 3: Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete Göre MKVÖ-II Dikkatli Alt Ölçeğinden Alınan Puanlarına İlişkin t Testi Sonuçları... 86 Tablo 4: Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete Göre MKVÖ-II Kaçıngan Alt Ölçeğinden Alınan Puanlarına İlişkin t Testi Sonuçları... 87 Tablo 5: Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete Göre MKVÖ-II Erteleyici Alt Ölçeğinden Alınan Puanlarına İlişkin t Testi Sonuçları ... 87 Tablo 6: Akılcı Olmayan İnançlar ve Karar Verme Stilleri Arasındaki Pearson Korelasyon Düzeyleri ... 88 Tablo 7: Üniversite Öğrencilerinin Akılcı Olmayan İnanç Ölçeği Minimum-Maximum Puanları, Ortalamaları ve Standart Sapmaları ... 88 Tablo 8: Akılcı Olmayan İnanç Puanları Ortalamanın Altında ve Ortalamanın Üstünde Olan Öğrencilerin Karar Verme Stili Düzeylerine İlişkin t Testi Sonuçları... 91

(9)

ÖNSÖZ

Tez konumun belirlenmesinden çalışmamın tamamlanmasına kadar geçen süre içerisinde her konuda bana yardımcı olan, rehberlik eden, benim için çok değerli zamanını harcayan, varlığını her zaman hissettirerek bana psikolojik destek veren, hiçbir konuda benden yardımlarını esirgemeyen çok değerli hocam, danışmanım Sayın Yrd. Doç. Dr. Coşkun ARSLAN’ a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Akademik alanda çalışmalara başlamam konusunda beni teşvik eden, bana yol gösteren değerli hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Şahin Kesici’ ye; çalışmamda öneri ve katkıları ile benden kıymetli zamanını esirgemeyen değerli hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Erdal HAMARTA’ ya ve Türkçe’ ye çevirdiği ölçeği kullanmama izin veren, araştırmamın başlangıcından tamamlanmasına kadar geçen süre içerisinde hem akademik hem de psikolojik açıdan bana destek olan, yardımlarını esirgemeyen çok değerli hocam Sayın Doç. Dr. M. Engin DENİZ’ e içten teşekkürlerimi sunarım.

Tez çalışmamda, geliştirdiği ölçeği kullanmam için izin veren Sayın Doç. Dr. A. Sibel TÜRKÜM’ e ilgisi ve yardımı için teşekkür ederim. Araştırma sırasında uyguladığım ölçeklere içtenlikle cevap vererek bana yardımcı olan tüm öğrenci arkadaşlara teşekkür ederim.

Hayatımın her anında yanımda olan, destek ve sevgilerini daima üzerimde hissettiğim değerli ailem, canım babam ve annem Enver CAN ve Cahide CAN’ a ve biricik kardeşim Harun Özhan CAN’ a; ayrıca varlıklarıyla huzur bulduğum tüm dostlarıma her şey için çok teşekkür ederim.

Özden CAN KONYA - 2009

(10)

BÖLÜM I

Giriş

İnsan davranışını anlama ve açıklama psikolojinin temel ilgi alanıdır. Davranışın eyleme geçmeden önceki adımlarının anlaşılması ve kararın nasıl verildiği son çalışmalarda özel ilgi alanı haline gelmiştir. Her gün farklı konularda kararlar veririz, dolayısıyla karar verme fikri ilk bakışta oldukça karmaşık bir ustalık olarak görülmeyebilir. Bununla birlikte çalışmalar, çoğu insanın karar vermede düşündüklerinden daha güçsüz olduklarını göstermiştir. Karar vermenin ne ile ilişkili olduğunu anlama, daha iyi kararlar üretmede bireylere yardımcı olacaktır (Harris, 1998). Süreçteki bireysel farklılıkların önemli nedenlerinden biri de karar verme stilleridir. Nunnally (1978)’e göre çeşitli karar verme stillerinin kavramsal olarak içerdiği ilk kuramsal açıklamalar; karakteristik özelliklerden daha çok davranışlar üzerinde odaklanırken, birkaç karar verme stili araştırmacısı da bireylerin topladıkları bilgiler ile süreç bilgileri üzerinde odaklanmaktadır.

Payne, Bettman ve Johson (1993)’a göre, sosyal faktörler karar verme davranışını etkileyebilir. Örnek olarak, bireyler aile üyelerine, arkadaşlarına, yakın çevrelerine karşı kendilerini sorumlu hissederler. Böylesi sorumluluk duygusu nasıl karar verileceğini etkiler.

İnsanların sürekli beklenti ve yeni arayışlar içinde bulunması, onları karar vermede izlediği stratejileri kullanma noktasında güç durumda bırakmaktadır. Böylelikle bireyin, karar verme durumlarına yaklaşımı ve karar verme davranışlarında bulunurken kullandığı stratejiler ve stiller önem kazanmaktadır. Bireyin, yaşamından doyum alması ve kendini geliştirebilmesi için uygun ve etkili karar verme becerisi kazanmasına yardımcı olunması gerekmektedir (Ersever, 1996).

(11)

Bireye etkili karar verme becerisinin kazandırılması, psikolojik danışma hizmetlerinin geliştirmeye çalıştığı davranışlardan biri olmuştur. En genel anlamıyla karar verme, bir bireyi erişmeye çalıştığı hedefe götürmesi düşünülen çeşitli yollardan birini seçme işlemidir (Kuzgun, 1992).

Janis ve Mann (1997)’a göre etkili ve sağlıklı karar verenler, eylemlerinde geniş bir seçenekler dizisi içinde uygun seçim yapabilen, seçimleri sonucu elde edeceği verileri değerlendiren, objektif olabilen, her seçeneğin getireceği olumlu ve olumsuz sonuçları dikkatlice ölçebilen, yeni bilgiler araştıran, hoş olmayan durumlarda bile yeni bilgileri kullanabilen ve kararları için planlar yapabilen kişilerdir. Bu basamaklardan her biri ne kadar çok yeterli olursa verilen kararın da o denli etkili olabileceği iddia edilmektedir (Eldeklioğlu, 1996). Etkili ve sağlıklı karar vermek için yukarıda bahsedilen bilişsel süreçlerin işlemesi gerekmektedir.

Karar verme stratejilerinin kullanımı Schvaneveldt ve Adams (1983)’a göre yaşa, duruma ve olaylara bağlı olmaktadır. Karar verme, bireylerin hayatında yemek yeme ve uyuma gibi fizyolojik gereksinimleri etkilediği gibi politik, ekonomik, mesleki ve aile ile ilgili kararları ve daha birçoklarını da içine alan çok boyutlu bir olgudur. Bütün bu kararlar farkında olarak, bazen de farkında olmayarak verildiği gibi, kimi zaman uzun uzadıya ince eleyip sık dokuyarak ve kimi zaman da o anın koşullarına göre düşünülmeden verilmekte ve sonuçta yaşamın her aşamasında karşımıza çıkmaktadır (Tiryaki, 1997).

İnsanlar arasında olaylara karşı duygusal tepkilerde bulunmanın çok tercih edilir olmadığı ve mantıklı davranma isteğinin daha yaygın olduğu gözlenmekle birlikte, bireyler pek çok durumda duygusal eğilimlerine göre davranabilmektedirler. Bu gözlem, bireylerin istedikleri halde mantıklı davranmalarını engelleyen faktörlerin olduğunu düşündürmektedir. Bireylerin mantıklı ya da akılcı davranabilmeleri için öncelikle akılcı düşünebilmeleri gerektiği göz önüne alınırsa, akılcı-mantıklı olmayan düşüncelerin bireylerin

(12)

mantıklı davranmalarını engelleyen ve dolayısıyla psikolojik güçlüklere yol açabilen önemli bir engelleyici faktör olduğu söylenebilir.

Bireyler karşılaştıklara olaylara ilişkin olarak çeşitli düşünceler geliştirirler ve öğrenme ürünü olan bu düşünceler giderek kendiliğinden otomatik olarak ortaya çıkarlar. Bilinen ya da tahmin edilen olaylarla karşılaşıldığında daha hızlı işleyen bu düşünme süreci, yeni bir olayla karşılaşıldığında daha önce geliştirilen inanç ve değer yargılarını göz önüne alarak yapılacak bir değerlendirmeyi de gerektiğinden daha yavaş gelişmektedir. Bu açıdan bakıldığında, anlık otomatik düşünceler bireydeki yerleşik inanç ve anlam kalıplarından kaynaklanmaktadır (Özer, 1990). Bu tür inançlar genellikle çocukluk yıllarında başlayan yaşam boyu gelişen, değişmez, kalıcı özelliklerdir ve bilişsel çarpıtmalarla desteklenirler (Savaşır ve Batur, 1998).

Mantıkdışı inançların bireyin ruh sağlığına olan etkileri konusu, özellikle Albert Ellis’in öncülüğünü yaptığı Akılcı Duygusal Davranış Terapisi’nin (Rational Emotive Behavior Therapy-REBT) çalışma alanını oluşturmaktadır. Bu yaklaşıma göre, hem akılcı hem de mantıkdışı eğilimlere sahip olan bireylerde meydana gelen psikolojik rahatsızlıkların nedeni mantıkdışı inançlardır. Bu inançlar bireyin kendi yaşamında algıladığı olaylara ilişkin olarak zorunlulukları, gereklilikleri içeren mutlak değerlendirmelerdir. Birey daha mantıklı düşünmeyi ve mantıkdışı inançlarını azaltmayı öğrenebilmesi durumunda birçok duygusal ya da ruhsal bozukluktan kendisini kurtarabilecektir (Dobson, 1988).

Özetle, ADDT’ ye göre bireyin günlük yaşamında karşılaştığı psikolojik güçlüklerin temelinde akılcı olmayan inançları yer almaktadır. Akılcı olmayan inançların neden olduğu olumsuz duygular daha mantıklı düşünerek, uygun ve kabul edilebilir olumsuz duygulara dönüştürülebilmektedir. Böylece karşılaşılan psikolojik güçlüklerle daha etkili başa çıkılabilmektedir.

(13)

Bireylerin sağlıklı ve etkili kararlar alabilmesi mantıklı düşünebilmesine bağlıdır. Her türden mantıkdışı inançlar bireylerin objektif ve doğru kararlar almasını engeller. İnsanlar her yaşta ve her durumda çeşitli kararlar alma durumuyla karşı karşıya gelirler ve alınan her karar bireyin değerleri, tutumları ve inançlarından etkilenir. Bu durumda objektif, etkili ve sağlıklı karar alamayan birey, kararlarından memnun olmama ya da pişman olma duyguları yaşayabilir. Bu uygun olmayan olumsuz duyguları yaşamaması için bireyin mantıkdışı inançlarını bilmesi ve analiz edebilmesi bu inançları mantıklı olanlarla değiştirerek daha etkili ve mantıklı kararlar alabilmesi gerekir. Bu durum dikkate alınarak, akılcı olmayan inançların karar verme stilleri ile birlikte incelenmesi bu araştırmanın problemini oluşturmuştur.

(14)

Araştırmanın Amacı

Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencilerinin karar vermede özsaygı ve karar verme stillerinin akılcı olmayan inançlar ve cinsiyet açısından anlamlı düzeyde farklılaşıp farklılaşmadığını incelemek ve aralarındaki ilişkiyi ortaya koymaktır.

Alt Amaçlar

1- Üniversite öğrencilerinin karar verme stilleri puan ortalamaları, cinsiyet değişkenine göre anlamlı düzeyde farklılaşmakta mıdır?

2- Akılcı olmayan inançlar ve karar verme stilleri puanları arasında anlamlı düzeyde ilişki var mıdır?

3- Akılcı olmayan inançlar puanları düşük ve yüksek olan öğrencilerin karar verme stili düzeyleri anlamlı düzeyde farklılaşmakta mıdır?

Sayıltılar

Araştırmaya katılan üniversite öğrencileri, uygulanan veri toplama araçlarına içtenlikle ve objektif olarak cevaplandırmışlardır.

Sınırlılıklar

1- Araştırmanın verileri üniversite öğrencileri ile sınırlıdır.

2- Araştırmanın verileri “Akılcı Olmayan İnanç Ölçeği” ve “Melbourne Karar Verme Ölçeği”nin verileriyle sınırlıdır.

(15)

3- Araştırma bulguları Selçuk Üniversitesi’ne bağlı Eğitim, Mesleki Eğitim, Mesleki Teknik Eğitim ve Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğrenim görmekte olan üniversite öğrencilerinden toplanan veriler ile sınırlıdır.

Tanımlar

Araştırmada kullanılan kavramların tanımları aşağıda verilmiştir.

Akılcı Olmayan İnanç: Kişinin uzun vadeli amaçları ve deneysel gerçeklikle uyuşmayan, mantıksal olarak doğru olmayan bir düşünce olarak tanımlanır (Wallen, DiGuiseppe ve Dryden, 1992; Akt. Weinrach, 2006). Zorunluluk ve istek içeren, kişinin kendisine zarar vermesine ve uygun olmayan duyguların ortaya çıkmasına neden olan ve yaşam amaçlarına ulaşmasını engelleyen düşüncelerdir (Ellis ve Dryden, 1997).

Akılcılık: Bireylerin mutlu olmasını ve hayatta kalmasını kolaylaştıran, temel hedef ve amaçlarını başarmalarını destekleyen ve yardım eden inançlardır (Akman, 2003).

Karar Verme: Sonuçlandırılması zorunlu olan bir ve ya bir dizi sorunun tüm boyutlarıyla değerlendirilerek en uygun sonucun alınacağı seçeneğin belirlenmesidir (Bağırkan, 1983). Karar, bir amaca ulaşabilmek için eldeki olanak ve koşullara göre mümkün olabilecek çeşitli olası eylem biçimlerinden en uygun görüneni seçmektir. Karar verme, çeşitli durumlar arasından seçim ve tercih yapmakla ilgili bedensel ve zihinsel çabaların toplamıdır (Byrnes, 1998).

Karar Verme Stili: Bireyin karar verme durumunda, soruna genel yaklaşımında tercih ettiği bireysel tarzdır (Taşdelen, 2002).

(16)

Araştırmanın Önemi

Araştırmada adı geçen Akılcı Duygusal Davranışçı Yaklaşım, sorunlara kısa sürede etkili çözümler getirme özelliği olması ve psikoterapi, koruyucu ruh sağlığı alanlarında işlevinin artması aynı zamanda eğitim alanında da kullanılmasından dolayı dünyada ve ülkemizde giderek artan bir ilgi alanı haline gelmektedir. Araştırma üzerinde çalışılan üniversite öğrencileri, genç yetişkinlik döneminde yer almakta ve kimlik oluşumu, yakın ilişkiler kurma, karşı cins arkadaşlığı, beğenilme, kabul edilme, ilerideki mesleğini sorgulama, akademik başarı ve karar verme davranışları ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda öğrencilerin kendilerini tanımaları, doğru ve etkili karar vermelerine yardımcı olacaktır.

İnsanlar günlük hayatlarında basit bir davranışı yerine getirmek için bile karar verme durumuyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Birey, karar vermesi gereken ya da beklenen bir durumla karşı karşıya geldiğinde, kendi içinde bulunan ve çevresiyle geliştirilmiş olan tutum, inanç ve değerlerinden etkilenir. Dolayısıyla bu inanç, değer ve düşünceler bireyin karar verme seçeneklerini değerlendirmesi, doğru ve etkili karar vermesini engelleyebilir. Bireyin hangi stili kullandığını ve nelerin kararlarını etkilediğini bilmesi gelecekte sıkıntı yaşamasını engelleyebilmek için danışana ve psikolojik danışmanlara yol gösterebilir. Bireylerin aldıkları kararlardan memnun olmaları da ruh sağlıklarını olumlu yönde etkilemektedir. Karar verme, öğretilebilen bir beceridir. Kişi, akılcı olmayan inançlarını belirleyerek bu düşüncelerin etkili karar verme davranışını engellemesini ortadan kaldırabilir. Mantıklı ve etkili kararlar alması için bireyin akılcı davranması ve düşünmesi muhtemeldir. Ülkemizde Akılcı Olmayan İnançlar ve Karar Verme Stillerinin incelendiği bir araştırmaya rastlanılmamış olması nedeniyle, araştırmanın bu alandaki boşluğu doldurması açısından önemli olacağı düşünülmektedir. Araştırmanın, akılcı olmayan inançların oluşmasında ve sürdürülmesinde etkili olan eğitimcilere, ailelere ve psikolojik yardım veren uzmanlara önemli katkılar sağlayacağı umulmaktadır. Karar verme stratejilerini geliştirmeyi

(17)

hedefleyen programların oluşturulmasında da araştırmanın faydalı olacağı düşünülmektedir.

(18)

BÖLÜM II

Bu bölümde, araştırmanın içeriğini oluşturan Akılcı Olmayan İnançlar ve Karar Verme Stilleri ile ilgili kuramsal ve kavramsal açıklamalara ve ilgili konularda yurtiçinde ve yurtdışında yapılan çalışmalara yer verilmiştir.

KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT), Ellis tarafından 1955’de hem bir danışma teorisi ham de bir felsefe olarak geliştirildi. İnsancıl varaoluşçuluğa yönelik bir yöntem olan ADDT, danışanlarda derin felsefik değişiklik yapmak için tasarlanmıştır (Weinrach, 2006). Ellis bir anlamda ADDT’nin babası ve Bilişsel Davranışçı Terapinin büyük babası olarak bilinir (Vernon, 2003). Ellis de diğer birçok kuramcı gibi psikanaliz eğitimi almıştır (Corey, 2001). Ellis, yıllarca insancı-varoluşçu yaklaşım içine dahil edilmiş ancak eylemin önemini vurgulamasından dolayı daha sonraları bilişsel-davranışçı yaklaşımın öncüsü kabul edilmiştir (Ivey, Ivey ve Simek-Downing, 1987; Akt. Bilge ve Arslan, 2000). Ellis, 1962’de insanlar üzerinde ADDT’yi uygulamaya başlamış ve ADDT’nin ilk popüler bilişsel davranışçı terapilerden bir tanesi olduğunu iddia etmiştir (Spencer, 2005).

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT), genel adı Bilişsel Davranışçı Yaklaşımlar olarak nitelendirilen kişilik kuramları içerisinde yer almaktadır. İnsan davranışını herhangi bir yolla ölçülebilen ve gözlenebilen, bir organizmada yer alan ve ya bir organizma tarafından yapılan her türlü olgu olarak ele alan Bilişsel Davranışçı Yaklaşım, psikolojinin konusunu genişleterek duygu, algı, heyecan, düşünme ve problem çözme süreçlerinin önemini vurgulamıştır. Bu yaklaşıma göre öncelikle bilişsel yapı ve süreçlerin çeşitli değerlendirme yöntemleri ile saptanması sonra da davranışı değiştirecek olan düşünce, algı, inanç ve beklentileri etkilemek gerekmektedir

(19)

(Uzunöz, 1985; Akt. Bilge ve Arslan, 2000). Bilişsel Davranışçı Yaklaşımların ilk izlerini, çağdaş kuramlar üzerinde etkisini devam ettiren ve fenomenolojik yaklaşımın da öncüsü olarak kabul edilen Alfred Adler’de görmek mümkündür. Adler, insan davranışlarının bireyin kendi içsel yaşantılarının çözümlenmesiyle açıklanabileceğine inanmıştı. Ona göre, davranışların ortaya çıkış nedenleri bireyin çevresindeki olaylarda aranmamalıdır. Davranışlar o anda kişinin “derisinin altında” yaşanan olayların ürünü olarak ortaya çıkar. İnsanın bedeni içinde gelişen bu öznel tepkilerin başlıca belirleyicileri, bireyin değer yargıları, geliştirmiş olduğu tutumlar, ilgi alanları ve düşünceleridir. Dolayısıyla bireyin gerçeği yorumlama biçimini yansıtan düşünceler, davranışların başlıca belirleyicileridir. Bir başka deyişle, davranışların oluşumunda çevredeki gerçek olaylardan çok, bireyin onları nasıl gördüğü ve yorumladığı önemlidir (Geçtan, 1995). Ellis; Epictetus, Marcus Aurelius, Spinoza ve Bertrand Russell gibi eski Yunan ve Roma Stoacı düşünürlerin psikolojik rahatsızlıkların felsefi nedenlerine ilişkin görüşlerinden etkilenmiş, özellikle 2100 yıl önce yaşayan Epictetus’un “insanların rahatsızlıklarının nedeni olaylar değil, insanların olaylara bakışıdır” görüşü, ADDT’nin temellerini oluşturmuştur. Ellis’in psikolojik rahatsızlıkların oluşumunda mutlak, dogmatik düşüncenin etkisi olduğu yönündeki görüşleri de, ilk olarak Karen Horney’in “zorunlulukların zorbalığı” kavramından etkilenmiştir (Dobson, 1988). ADDT’nin kurucusu Ellis’in teorisinin, Aeron Beck’in Bilişsel Terapisi ve David Burns’ün Yeni Durum Terapisi ile benzerlikleri vardır. Aynı zamanda, ADDT’nin farklı bir türü olan Maxie Maultbsy tarafından geliştirilmiş Akılcı Davranış Terapisi ile de çok benzerlikleri vardır ancak bu terapi daha davranışsaldır (Gladding, 2004).

Akılcı Duygusal Davranışsal Terapi, bir klinik psikolog olan Albert Ellis tarafından 1955’in başlarında geliştirilmiştir. Ellis, ilişki terapisi öncüsü, evlilik ve aile danışmanıydı. Psikanalist olarak eğitildi ve uzun yıllar psikanaliz ve psikanalitik kaynaklı terapide uygulama yaptı. Bu yıllar süresince, rahatsızlıkların felsefik kaynağının göz ardı edilmesinden, geçmişe saplantılarından ve değişimin davranışsal metotlarının göz ardı edilmesinden

(20)

dolayı psikanalizi büyük ölçüde etkisiz olarak görmüştür. Psikanalizin bu görüşü Ellis’i, yeni terapi sistemi -RET- yaratmak için modern insancıl düşünceyle beraber birleştirdiği bulgulara sahip bilim ve felsefeye itmiştir (Ellis ve Whiteley, 1979). Ellis psikanalizin, danışanların çocukluk yıllarında başlarından geçen olayları daha iyi anlamalarının, daha açık deyişle içgörü kazanmalarının belirtileri ortadan kaldırma konusunda fazla etkili olmadığını ve ortadan kalksa bile bir süre sonra yeni bir belirtinin ortaya çıktığını görmüştür. Sonunda bunun yalnızca çocukluk dönemi süresince aşılanan batıl inançlarla ve tabularla değil küçükken kazanılan akılcı olmayan düşünce sistemleriyle ve değersizlik duygularının yarattığı yanlış inançlarla ilgili olduğunu düşünmüştür (Corsini ve Wedding, 1989).

Ellis, metodunu ilk zamanlar “Rasyonel Terapi” olarak isimlendirmiştir. Bu isim genel olarak rasyonel terapinin sadece düşünceler ve inançlar üzerinde durduğu varsayımı nedeniyle problemlere yol açmıştır. Ancak en başından itibaren Ellis, duygu, düşünce ve davranışın birbiriyle ilişkili psikolojik süreçler olduğu görüşünü savunmuştur. Ellis, rasyonel terapinin duygu tarafını ihmal ettiği yönündeki eleştirilerle başa çıkmak için bu terapiyi Akılcı Duygusal Terapi (Rational Emotive Therapy) olarak adlandırmıştır. İlerleyen yıllarda ise Ellis bu ismi Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (Rational Emotive Behavior Therapy) olarak adlandırmaya başlamıştır. Ellis, bunun nedenini de şöyle açıklamıştır; ADDT terapistleri danışanlarının duygu ve düşüncelerine odaklanmalarını yönlendirmeye ilave olarak, danışanların terapide öğrendiklerini davranışlarına aktarmalarını sağladığından terapiye davranış kelimesini de eklemiştir (Dryden ve Gordon, 1990; Akt. Bacakoğlu, 2002).

Sonuç olarak 1955’de Akılcı Terapi (Rational Therapy) olarak adlandırdığı kendi yaklaşımını oluşturmuş, 1961’de adını Akılcı-Duygusal Terapi (Rational-Emotive Therapy) olarak değiştirmiştir. Ellis’in kuramında davranışa da yer verilmektedir. Ancak Ellis kuramında davranış kelimesinin yer almamasından dolayı rahatsızlık duymuş ve 1993’te yaklaşımının adını

(21)

Akılcı-Duygusal-Davranışçı Terapi (Rational-Emotive-Behavioral Therapy) olarak değiştirmiştir. Ellis, kuramına bugün bir isim vermesi gerekse tercihinin “Bilişsel Duygusal Terapi” olabileceğini belirtmekte; ancak, günümüzde Beck’ in Bilişsel Terapisi ve Meichenbaum’ un Bilişsel-Davranışçı Terapisinin bu isimlerle tanınmış olması ve Akılcı Duygusal Terapinin bu yaklaşımlardan biraz farklı olarak bilinmesi nedeniyle bu isim değişikliği için geç kalındığını da vurgulamaktadır. Bu noktada Ellis’ in görüşlerindeki “bilişsel” yönelime rağmen kuramının adında “bilişsel” ifadesinin yer almamasından duyduğu rahatsızlık göze çarpmaktadır (Ellis, 1995).

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapinin (ADDT); düşünmeyi, yargılamayı, karar vermeyi, analiz etmeyi ve uygulamayı vurgulaması açısından biliş ve davranışa odaklanan terapilerle de ortak yönleri vardır. ADDT’ nin temel varsayımı, insanların olayları ve yaşadıklarını yorumlama biçimlerinin yaşadıkları psikolojik güçlüklerin oluşumunu belirlediğidir. Duygularımızın köklerinin olaylar karşısındaki inançlarımız, değerlendirmelerimiz, yorumlarımız ve tepkilerimizden kaynaklandığıdır. ADDT; düşüncelerin, duyguların ve davranışların önemli ölçüde birbirlerini etkilediğini ve karşılıklı bir neden sonuç ilişkisine sahip olduğu varsayımına dayanır. ADDT bu üç alanı ve aralarındaki ilişkiyi sürekli vurgulamış, dolayısıyla bütünleştirici bir yaklaşım oluşturmuştur (Ellis, 1999; Akt. Corey, 2005).

İnsan Doğası

Ellis’in insan görüşü, insanı kötümser bir görüş ve deterministik bir yaklaşımla ele alan psikanalitik görüşle en olumlu biçimde gören Maslow ve Rogers’ın görüşleri arasında bir yerdedir. Akılcı Duygusal Terapinin insana bakışı, ne Psikanalitik Yaklaşım kadar kötümser ne de Danışandan Hız Alan Yaklaşım kadar iyimserdir. Ancak insanı değerlendirmede Akılcı Duygusal Terapinin İnsancı ve Varoluşçu yaklaşımlarla pek çok ortak yönlerinin olduğu da bir gerçektir. Ellis, insana yaklaşımını insancıl olarak nitelendirmektedir

(22)

(Doğan, 1995). ADDT, insanların mutluluk derecesine ulaşmak için hayatta kalmaya çabalayarak doğada var oldukları fikrini yürütür (Egbochuku, Obodo ve Obadan, 2008).

Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi, insanların hem akılcı hem de akılcı olmayan, hem kendine yardımcı hem de kendini yıkıcı güçlü eğilimlerle dünyaya geldiğini söyler (Ellis, 1999). Ellis (2000)’e göre bu ikilik, yeni bir düşünce yolu öğrenilmezse biyolojik olarak kendiliğinden oluşur ve sürdürülür (Gladding, 2004). Sherin ve Caiger (2004) ve DiGiuseppe ve Bernard (1990), çoğu insanın mantıkdışı düşüncelerini ailelerinden ve kültürlerinden öğrendiklerini, mantıksız düşünmeyi kendi kendilerine de geliştirebilme yeteneklerinin olduğunu söyler (Spencer, 2005). ADDT, insanların hem mantıklı hem de mantıksız olmak için doğuştan olduğu kadar sonradan da kazanılmış güçlü eğilimleri olduğu görüşündedir. Ellis “doğuştan demekle”, organizmanın belli biçimlerde davranmak için doğal bir eğilim içinde olduğunu ve bu gibi davranışlarını elemede veya hafifletmede zorlandığını ifade etmektedir. Ellis, insanların hepsinde temel mantıksızlıkların bulunabildiğini ve bunun kültür ve eğitim düzeyine bağlı olmadığına inanmaktadır (Jones, 1982).

Ellis (1973), insanların gelişim dönemleriyle ilgilenmemesine rağmen çocukların dış etkilerden ve akılcı olmayan düşüncelerden yetişkinlere nazaran daha çok etkilendiklerini düşünür (Gladding, 2004). Hemen hemen bütün insanlar özellikle çocukluklarında çok kolay aldanabilir ve öğrenebilir olarak doğarlar. Bunun sonucunda onlar, ebeveynleri ve diğer ilgilenenlerin onlara anlattıkları, inandıkları, hissettikleri ve davrandıkları, sık sık ödüllendirdikleri pek çok fikir, duygu ve davranışları kabul ederler. Ayrıca onlar, ebeveyn ve diğer ilgilenenlerin kendilerine zarar vermelerine ve çökertmelerine neden olan uygunsuz fikirlerini kabul ederler. Hatta bu uygun olmayan inançları kabul ettiklerinde tekrar inşa etme ve aktif olarak devam ettirme eğilimi gösterirler. (Ellis, 1999).

(23)

Ellis’e (1993) göre insanlar amaçlarını çoğunlukla öğrenirler. İçinde bulundukları kültürün ve ailelerin isteklerine uygun olarak başarıyı tercih ederler ve başarısız olduklarında ya da onaylanmadıklarında hayal kırıklığı hissederler. Ancak çoğunlukla mutlakiyetçi “meli-malı” bir yapıdadırlar ve istekleri konusunda ısrarcıdırlar. Nevrotik olmalarının nedeni kötü çevre koşulları değil, kendi kendilerini duygusal ve davranışsal olarak işlevsiz hale getirmeleridir. İnsanların kendi kendileri, başkaları ve yaşadıkları koşullarla ilgili olarak, rahatsızlıklarının nedeni olan akılcı olmayan istekleri olduğunda, mutlakiyetçiliğin türevi olan gerçekçi olmayan yanlış algılamalar, çıkarsamalar ve yorumlar yaparak rahatsızlıklarını arttırırlar. Ellis’e göre insanlar kendi kendine konuşur, kendi kendini değerlendirir ve kendi kendini destekler. Sık sık sevgi, onaylanma, başarı ve zevk gibi temel istekleri vardır. Ancak bu temel istekleri ihtiyaç olarak tanımlayarak yanılırlar ve sonuçta kaçınılmaz olarak duygusal güçlüklerle karşılaşırlar (Corsini ve Wedding, 1989).

TEMEL KAVRAMLAR

ADDT’ de kullanılan temel kavramlar; akılcı ve akılcı olmayan inançlar, uygun ve uygun olmayan duygular ve kuramın içindeki en önemli parçalardan biri olan ABC Teorisi’dir.

Akılcı (Rasyonel) İnançlar (Mantıklılık)

Ellis tüm insanların temelde iki amacının olduğunu ileri sürmektedir: birincisi canlı kalmak, ikincisi acıdan uzak kalarak görece, kendini mutlu hissetmektir. ADDT bu temel amaçları bir gereksinim veya gereklilik olmaktan daha çok, seçenekler veya tercihler olarak görmektedir. Mantıklılık; mutluluk ve yaşamı sürdürmek için seçilen amaçlara ulaşmayı sağlayan düşünce yollarını içerirken, mantıksızlık ise bunlara ulaşmayı engelleyen ve işi karıştıran düşünceleri içermektedir. Hedonizmin (yaşamın tek amacının zevk olduğu düşüncesinin) uzun dönemli ve kısa hedefleri arasında, ya da şimdi

(24)

ve buradaki mutluluklar ile şu andaki disiplinden kazanılan daha uzun hedefli mutluluklar arasında hassas bir dengeyi sağlayabilmeyi içermektedir. Mantıklılık, böylece kısa ve uzun dönemli olarak seçilen hedonizme ulaşmada muhakemenin kullanılması olarak tanımlanmaktadır (Ellis, 1973; Ellis 1977; Akt. Jones, 1982).

Ellis’ e göre rasyonelliğin anlamı, objektif ve mantıklı olmadır. Akılcı Duygusal Davranış Terapisinde (REBT) rasyonellik, kendi kendine yardım etme olarak ele alınır. İnsanlar sosyal bir grup içinde yaşadıkları için bu durum onları rahatlatıcı bir etki yapar; insanlar, kendi kendilerini sabote etme yerine diğer insanlarla iyi geçinmeyi bağlı oldukları grup üyeleriyle işbirliği ve yardımlaşmayı tercih ettikleri zaman rasyonel davranırlar (Ellis, 1995).

Akılcılık, bireyin mutlu ve hayatta kalmasını kolaylaştıran, temel hedef ve amaçlarını başarmalarını destekleyen ve yardım eden inançlardır. Akılcı olmama ise mutluluğu ve hayatta kalmayı, temel hedef ve amaçlarını başarmalarını engelleyen inançlar olarak tanımlanmıştır (Dobson, 1988; s:217). Rahatsız edici inançlar geliştirmek, rahatsız edici inançlardan dolayı rahatsız olmak ve bu rahatsızlığını sürdürmek yalnızca insana özgüdür (Doğan, 1995).

Akılcı Olmayan (İrrasyonel) İnançlar (Mantıksızlık)

Mantıkdışı inançların (İrrational beliefs) bireyin ruh sağlığına olan etkileri konusu, özellikle Albert Ellis’in öncülüğünü yaptığı Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi’ nin (Rational Emotive Behavior Therapy-REBT) çalışma alanını oluşturmaktadır.

ADDT, akılcı ve akılcı olmayan inançlar üzerine kurulmuştur. Akılcı inançlar, yararlı yani insanların temel amaçlarını başarmalarına yardım eden (pragmatic), kesinlik içermeyen/mantıksal (logical), gerçeğe dayalı (reality-based)ve esnek (flexible) iken akılcı olmayan inançlar, zararlı yani insanların

(25)

temel amaçlarına ulaşmalarını engelleyen (non-pragmatic), kesinlik içeren/mantıksız (illogical), gerçeğe dayanmayan (non-reality) katı/kalıplaşmış (rigid) düşünceleri içerir (Freeman ve Szentagotai, 2007; Szentagotai ve Kalay, 2006).

ADDT, inançların bir kişinin duygusal reaksiyonlarına neden olduğunu ve ya katkıda bulunduğunu ileri sürer. Bazı inançların akılcı ve işlevsel olmadığı düşünülür. Akılcı olmayan inançlar, kişinin uzun vadeli amaçları ve deneysel gerçeklikle uyuşmayan, mantıksal olarak doğru olmayan bir düşünce olarak tanımlanır (Wallen, DiGuiseppe ve Dryden, 1992; Akt. Weinrach, 2006). ADDT, birine zarar vermektense yararı dokunan uygun ve ya sağlık duygusal reaksiyonları dikkate alır. Düşünce, duygu ve davranışlar birbirlerini etkilemesine rağmen ADDT, kişinin duygularını belirleyen esas durumun onun düşünceleri olduğunu savunur. Akılcı ve akılcı olmayan inançların sonuçları arasındaki fark, onun varlığı ve ya yokluğundan daha çok olumsuz etkilerinin süresi, şiddeti ve sıklığı ile belli olur (Wallen, DiGuiseppe ve Dryden, 1992; Akt. Weinrach, 2006). Şiddetli kaygı, suçluluk, depresyon, kendine acıma ve düşmanlık hemen hemen her zaman uygunsuzdur.

İnsanlar mantıksızlığa eğilimli olarak dünyaya gelmelerinin yanı sıra, bu düşünceler, çocukluk döneminden itibaren çevresinde bulunan önemli kişilerden öğrenme yoluyla da kazanılır. Çünkü bu dönemde çocuklar çevredeki insanlara daha çok bağımlıdır ve başka da çareleri bulunmamaktadır. Akılcı olmayan düşünceler, akılcı olanların tam tersine, kişinin kısa ve uzun dönemli hedeflerine ulaşmasına engel olurlar. Genellikle talep ve istekleri ifade etmektedirler. İnsanlar, kendilerine ve olaylara ilişkin arzu ve tercihlerini zorunlu isteklere/taleplere dönüştürüldüğünde akılcı olmayan inançlar ortaya çıkmaktadır (Jones, 1982; Corey, 2001). İnsanların akılcı olmayan düşünce eğilimleri, kendini yıkma alışkanlıkları, ayrıntıcılıkları ve hoşgörüsüzlüğü genellikle aile ve içinde bulunduğu kültür tarafından aktarılır. En çok erken çocukluk yıllarında etki altında kaldıklarından, şartlandıklarından daha çok aileden ve sosyal çevreden etkilenirler.

(26)

Mantıksızlığın gelişim süreci, telkin ve öğretilerle tamamlanmamaktadır. Ellis, insanların kendilerinin mantıklı seçim yapma kapasitelerini geliştirmediklerini, mantıklarını kullanmayarak kişisel-duygusal rahatsızlıklarını büyük ölçüde kendilerinin yarattığına inanmaktadır. Bunun yerine çocukluk yıllarında, kazanmış oldukları orijinal önyargıları ve batıl inançları kendi kendilerine telkin etmektedirler. Ayrıca, doğuştan mantıksızlık eğilimlerinden dolayı, bu düşüncelerini fark etmeye karşı da direnç gösterme eğilimindedirler (Ellis, 1973; Akt. Jones, 1982).

ADDT insanların genellikle biyolojik olarak kuvvetli, tutkulu ve katı olmayan, rahatsızlık yaratan zorunluluklarını ve başka akılcı olmayan inançlarını sürdürmeye eğilimli olduklarını kabul eder. Bu nedenle ADDT danışanlara temel istemliliklerine karşı kuvvetli ve ısrarcı bir şekilde düşünme, duygulanma ve davranmayı öğretmeye ve tercihlerini sıralamaları için ikna etmeye çalışır. ADDT biliş, duygu ve davranışların birbirinden bağımsız olmadıklarını ve her birinin diğerlerini de içerdiğini savunur. Her ne kadar felsefi olsa da, ADDT duygu ve davranışların inançlar üzerinde önemli etkisi olduğunu, inançların duygu ve davranışları etkilediğini; duyguların da inançları ve davranışları etkilediğini kabul eder (Ellis, 1993).

Danışma teorisi olarak ADDT, müdahaleler ve kurallar dizisi sunar. ADDT’ nin altı ilkesi vardır (Wallen, DiGuiseppe ve Dryden, 1992; Akt. Weinrach, 2006):

1-) Biliş, insanların duygusunda en önemli belirleyicidir. Bu, insanların düşündükleri şeyi hissettikleri anlamındadır.

2-) Akılcı olmayan düşünceler, duygusal karmaşanın temel belirleyicisidir. Psikopatolojinin çoğu, akılcı olmayan düşünce süreçlerinin bir sonucudur.

3-) Eğer duygusal karmaşa, büyük ölçüde sürdürülen akılcı olmayan inançlardan ileri geliyorsa karmaşayı yenmenin en iyi yolu bu düşünceyi

(27)

değiştirmektir. ADDT, bunu bilişsel, duygusal ve davranışsal müdahalelerle yapar.

4-) Genetik ve çevresel etkilerin her ikisini de içeren çoklu faktörler, akılcı olmayan inançlar ve psikopatoloji için önceden gelen nedenlerdendir.

5-) ADDT, davranışlar üzerinde geçmişten çok şimdiki zamanın etkilerini vurgular. Çünkü insanlar, tekrarlanan kendi kalıpları ile birlikte karmaşalarını devam ettirirler.

6-) Bazı değişiklikler kolaylıkla oluşamayacak olmasına rağmen inançlar değiştirilebilir. Danışanlar genellikle derinlere yerleşmiş olan akılcı olmayan inançlarına direnmeden teslim olmazlar.

Ellis 1962’ de insanlar arasında yaygın olan 11 akılcı olmayan inanç olduğunu söylemiştir. Bu inançların temel akılcı olmayan inançlar olduğunu söyler. Bunlar (Spencer, 2005):

1-Kişi, toplumda hemen hemen her önemli insan tarafından onaylanmalı ve sevilmelidir.

2-Kişinin kendisini değerli biri olarak görmesi için tamamıyla yetenekli, yeterli ve başarılı olması gerekir.

3-Bazı insanlar kötü, hain ve alçaktır. Onlar ciddi anlamda kendilerini suçlu hissetmelidirler ve cezalandırılmalıdırlar.

4-Bir şeyler kişinin istediği gibi olmadığında, bu durum korkunç bir felakettir.

5-Mutsuzluk dış etkenlerden kaynaklanır ve kişi onları kontrol edebilmekte yetersizdir.

6-Kişi, tehlikeli ve korku verici şeylerle aşırı düzeyde alakadar olmalı ve onun olma ihtimalini düşünmeyi sürdürmelidir.

7-Belirli hayat zorlukları ve kişisel sorumluluklardan kaçmak, onlarla yüzleşmekten daha kolaydır.

8-Kişi başkalarına bağımlı olmalı ve güveneceği kendisinden daha güçlü birisi olmalıdır.

(28)

9-Kişinin geçmiş yaşantısı şu an ki davranışlarında tamamen önemli karar vericidir ve bu yüzden bir şey önemli derecede kişinin hayatını etkilediğinde sonsuza kadar benzer etkiler sürmelidir.

10-Kişi, başkalarının problemlerine ve rahatsızlıklarına üzülmelidir. 11-İnsan problemlerinde her zaman doğru, kesin ve mükemmel bir çözüm vardır ve bu çözüm bulunmazsa felaket olur.

Ellis öncelikle 11 akılcı olmayan inançları tanımladı. Zamanla Ellis’in teorisi geliştirildi. ve şuan bu teori akılcı olmayan bilişsel sürecin 4 ana başlığını oluşturuyor (Szentagotai ve Kalay, 2006; Freeman ve Szentagotai, 2007; DiLorenzo, David ve Montgomery, 2007):

1) Talepkarlık (Demandingness) 2) Felaketleştirme (Awfulizing)

3) Düşük Engellenme Tahammülü (Low Frustration Tolerance)

4) Aşırı Genelleme/Kendini Dereceleme (Global Evoluation/Self-Downing)

Talepkarlık; akılcı olmayan inançların temeli olarak düşünülür ve kesin

gerekliliklere dayanır. Bunlar; – meli – malı kalıplarını bulunduran ve zorunluluk uyandıran ifadeler anlamına gelir (örnek; sınavı kazanmalıyım).

Felaketleştirme; bireyin olayı olduğundan daha kötü görmesi anlamına gelir.

Olumsuz bir olayın kesin değerlendirmesi olması gerekenden daha kötü yapılır. (sınavı kazanamamam berbat bir durum) Düşük Engellenme

Tahammülü; bireyin, ortaya çıkmamasını istediği ama aslında var olan bir

durumla başa çıkamayacağı inancı anlamına gelir. Huzursuz eden bir durum olduğunda kesin olarak bu duruma katlanılamayan inançları ifade eder (örnek; sınavı geçemememe katlanamam ). Aşırı Genelleme; bireylerin kendileri, diğerleri ve dünya hakkındaki olumsuz değerlendirmelerini içerir. Klinik ortamda, aşırı genelleme genellikle kendi kendini aşağılama (dereceleme) olarak nitelendirilir. Kendini Dereceleme; bireyler kendilerine, diğerlerine ve dünyaya karşı aşırı eleştirel olmaya eğilimlidirler ve genel

(29)

anlamda olumsuz bir değerlendirme yaparlar. (örnek; sınavı kazanamadığım için ben aptal ve değersizim).

Akılcı olmayan inançların karşısında akılcı olan davranışlar vardır. Şöyle ki;

1- İstekler yerine beklentiler: Bireyler, inançlarını – meli, -malı gibi cümleler kurmaktan ziyade, isteme, dilekte bulunma gibi duygularla ifade etmeyi öğrenirler. (örnek; sınavı kazanmayı gerçekten istiyorum. Ama yine de bunun kesinlikle olması gerektiği hiç bir yerde yazılı değil.)

2- Kötü bir durumu daha da kötüleştirmektense değerlendirmeyi daha makul bir hale getirme: ADDT’ de bireyler olumsuz bir olayı berbat yerine sadece kötü olarak nitelendirmeyi öğrenirler. (örnek; sınavı geçememem gerçekten kötü ama bu dünyanın sonu değil).

3- Düşük Engellenme Tahammülü yerine hoşgörü cümleleri: Bireyler rahatsız edici durumları hoşgörüyle karşılamaları öğretilir. Kişi, katlanılması zor duruma rağmen diğer seçenekler üzerinde durur (örnek; sınavda başarısız olmak güzel bir duygu değil ama buna dayanabilirim).

4- İnsan değerini ve kendini kötü hissetmeyi tümüyle değerlendirmektense yanılabilirliği kabul etme: Danışanlar, iyi, kötü ve nötr elementlerden oluşan karmaşık hayat şartlarında insanoğlunun tek bir şeyle değerlendirilemeyeceğini öğrenirler. Bireyin kendisinin, diğerleri ve dünyanın kötü ve iyi unsurlarına karşın koşulsuz kabulünü içerir (örnek; Yeterince çalışmadığım için sınavı kazanamadım, bu benim hatamdı. Ama bu demek değil ki ben aptalım ve değersizim).

Uygun ve Uygun Olmayan Duygular

Ellis’ in geliştirdiği Akılcı Duygusal Terapinin en önemli noktası, düşünce ve duygunun iki farklı süreç olmadığıdır. Ellis tüm gerçekçi amaçlar için düşüncenin ve duygunun birbirini kapsadığına ve bunların iç içe olduğuna inanmaktadır. Duygular, doğuştan gelen tutumsal ve kavramsal süreçlerdir. Ayrıca duygular, kendi doğruluklarında var olmazlar. Ellis’ e göre

(30)

insanın taşıdığı duygular bir dereceye kadar insanın kabullendiği değerlerin sonucudur (Altıntaş ve Gültekin, 2003).

Ellis, üzüntü, hoşnutsuzluk, engellenmişlik vb. duygularla, insanı zayıflatan, çökerten, altüst oluşları ayırmaktadır. Ellis’ in azaltmaya ya da yok etmeye yöneldiği, hoş ve nahoş, ama hayatın kendisi ve yaşamın kaçınılmaz sonucu olan, bu anlamda hayatın rengi ve çeşitliliği olan bu duyguların kendileri değil ama onları aşırı ölçüde gelişmiş ve artık hayatın kendisi için bir tehdit haline gelmiş olan halleridir (Öztütüncü, 1996).

Bir şeyler insanların hedeflerine, değerlerine veya isteklerine karşı geldiği zaman insanlar, genellikle başarısızlık, reddetme gibi üzülme, hayal kırıklığına uğrama, engellenme gibi daha sağlıklı uygun duyguları seçebilir veya panikleme, depresyona girme, kendine acıma, kendine güvenmeme gibi kendini tahrip eden uygun olmayan duyguları seçebilir. Nevrotik olarak adlandırılan durumların çoğu üç temel istekten kaynaklanır. Bunlardan birincisi, insanı depresyona, dehşete, şüpheye ve yetersiz duygulara götüren “iyi olmalıyım ve insanlar tarafından sevilmeliyim aksi takdirde iyi bir insan değilim” düşüncesidir. İkincisi, “bana kesinlikle nazik, soylu ve düşünceli bir şekilde davranmalısın, aksi takdirde sen değersiz birisin, iyi değilsin” gibi düşüncelerdir. Bu düşünceler kızgınlık, öfke ve çatışma yaratır. Üçüncüsü ise, “yaşadığım çevredeki şartlar kesinlikle olduklarından daha iyi olmalıdır ve kesinlikle bana istediğim şeyi doğru olarak vermeli ve beni gerçekten mahrum etmemelidir.” Şartlar olması gerektiği gibi olmadığı zaman korkunç ve dehşet verici olur. (McGinn, 1997).

Ellis ve DiGiuseppe (1993) uygun olmayan olumsuz duyguların uygun duygulardan niteliksel olarak nasıl ayrıldığını şöyle açıklamaktadır:

1. Hem uygun hem de uygun olmayan duygular düşük, orta ve yüksek yoğunluklarda ortaya çıkabilir. Örneğin insanlar aptalca davrandıklarında az ya da çok oranda pişmanlık duyabilecekleri gibi, aynı eylemleri için hafif veya

(31)

yoğun biçimde depresyona girebilirler. Ancak uygun olmayan duygular daha yoğun, daha derin, daha yaygın ve fiziksel uyarılmayı daha yoğun biçimde yaratan bir biçimde olma eğilimindedirler.

2. İnsanlar, yaşamlarında bir şeyler yolunda gitmediği zaman sadece uygun veya uygun olmayan duygulardan bir türünü hissetmeyebilirler; kimi zaman her iki duyguyu da yaşarlar.

3. İnsanların olumsuz duygularının fonksiyonel olup olmaması sonuçlara göre değişebilir. İnsanlar aptalca davrandıkları zaman depresyona girmek yerine üzüntü hissettikleri zaman daha iyi sonuçlara ulaşacaktır.

Olumsuz olayları dikkate alan akılcı olmayan inançları izleyen duygular uygun olmayan olumsuz duygular şeklinde adlandırılırken olumlu olaylar hakkında akılcı olmayan inançları izleyen duygular da uygun olmayan olumlu duygular şeklinde adlandırılır (Örneğin, çalışması tanındıktan sonra tüm öğrenciler tarafından beğenilen kişinin, “herkes benim hakkımda sadece olumlu şeyler söylemeli” inancını geliştirmesi). Olumsuz olaylar hakkında akılcı inançları izleyen duygular uygun olumsuz duygular şeklinde adlandırılırken olumlu olaylar hakkındaki akılcı inançları izleyen duygular ise uygun olumlu duygular olarak adlandırılır. Uygun olmayan duygular, uygun olan duygulardan daha farklı niteliklere sahiptir. Onlar her zaman olumsuz duygulara eşlik ederler (Szentagotai ve Kalay, 2006).

A-B-C Kişilik Teorisi

Ellis (1977)’e göre, akıl dışılık, -meli, -malı gibi zorunluluklar içeren farklı taleplerden gelmektedir. Ancak bazı terapistler, çocukluk dönemine ilişkin olaylar üzerinde fazla durmakta ve bu problemlerden hareket ederek yapılacak değişikliklerin sorunu çözeceğine inanmaktadırlar. Ellis, bu taktiğin yararlı olmadığını düşünmektedir; çünkü duygular ortaya çıkarılmadığı için sonuçları ortadan kalkmamaktadır. Bunun yerine terapist ve danışan birlikte, olumsuz duygusal sonuçlara yol açan akılcı olmayan inançları sorgulamak (dispute) durumundadırlar. Akılcı olmayan, olgunlaşmamış, talepkar

(32)

düşünme biçimini; gerçekçi, olgun, mantıklı biçime dönüştürmek için çalışılmalıdır (Corey, 2001). Akılcı Duygusal Davranış Terapisi, bireyin yaşadığı duygusal-psikolojik rahatsızlıkların temelinde sahip olduğu mantıkdışı inançların yer aldığını ileri sürmektedir. Bu yaklaşımını da ABC modeli ile açıklamaktadır (Çivitci, 2003).

ABC Modeli, Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT) kuramının temelidir. Bu kuram olaydan çok bireyin olayı algılama biçimine dayanır. ADDT’nin amacı olan, kişiye huzursuzluğunun kaynağının akılcı olmayan düşüncelerden geldiğini göstermek; akılcı olmayan düşüncelerini atarak yerine akılcı düşünceler koymak ve sonuç olarak ona akılcı bir dünya görüşü kazandırmak, temelde bu ABC kuramının danışana açıklanması ile sağlanır (Jones, 1982; Doğan, 1995). Bütün insanların ebeveynlerinden veya kültüründen öğrendiği ve doğuştan getirdiği değerleri, istekleri ve hedefleri vardır. D ve E harfini eklediği ABC kişilik teorisinde Ellis’e göre, G veya hedeflerle başlanır (Akt. McGinn, 1997). Buna göre;

G Temel ve ilk hedefler

A Harekete geçiren olay (Activating Event) B Akılcı ve akılcı olmayan inançlar (Belief)

C Duygusal ve davranışsal sonuçlar (Consequence)

D Akılcı olmayan inançların tartışılması (Disputing intervention) E Etkili ve yeni bir yaşam felsefesi (Effect)

(33)

A B C

(Harekete geçiren olay) (Akılcı ve akılcı olmayan inanç) (Duy. ve Dav. sonuç)

D E F (Düşüncenin tartışılması) (Etki) (Yeni duygu)

İnsanların duygu, düşünce ve davranışlar arasındaki ilişkiyi açıklamak için kullanılan ABC modelinde; yukarıdaki şekilde gösterildiği gibi (A) harekete geçirici olaylar, (B) (A)’ya ilişkin inançlar ve (C) de duygusal, davranışsal ve bilişsel sonuçlardır (Corey, 1996; Akt. Dryden, 2002).

ABC modelinde; A, harekete geçiren olay, durum, insan ve B, harekete geçiren olay ile karşılaşmaktan dolayı oluşan inançlardır. Akılcı ya da akılcı olmayan bu inanç, sonuç yani C’ ye neden olur (Sherin ve Caiger, 2004; Akt. Spencer, 2005). Akılcı inançlar işlevsel sonuçlar doğururken akılcı olmayan inançlar işlevsel olmayan sonuçlar doğurur. ADDT’ deki danışanlar, akılcı olmayan inançlarını aktif olarak tartışmaya (D) cesaretlendirilirler. Onların akılcı olmayan inançlarını aktif olarak tartışmaları, duygusal, davranışsal ve bilişsel tepkileri ile beraber onları pozitif sonuç olan akılcı inançlara götürür. Bu tartışma sonunda elde ettikleri akılcı inançları daha etkili ve uygulanabilir olarak sürdürmeleri ise E’ dir (Szentagotai ve Kalay, 2006). İnsanlar çoğu zaman, hatalı bir biçimde, (A)’da olanların (C)’ye neden olduğuna inanırlar. Oysa ADDT’ de duygusal, davranışsal ve bilişsel sonuçların (C) bireyin dışındaki bir kişinin davranışı, tutumu veya bir olayın (A) sonucu olmadığını; sonuçların, kişinin (A) ile ilgili inançlarından yani fikirlerinden, çıkarımlarından ve değerlendirmelerinden (B) kaynaklandığı vurgulanır (Doğan, 1995).

(34)

D, danışanların mantık dışı inançlarına meydan okumalarını sağlayacak olan yöntemlerin uygulanmasıdır. Bu müdahale sürecinin üç bileşeni vardır: fark etme-tespit etme (detecting), tartışma (debating) ve ayırt

etme (discriminating). Danışanlar ilk önce mantık dışı inançlarını, özellikle de

mutlakiyetçi “yapmak zorundasın” ve “yapmalısın”larını , “olaylara ilişkin facialaştırmalarını” ve “kendi kendini tahrip eden” inanç ve düşüncelerini

tespit etmeyi öğrenirler. Daha sonra işlevsel olmayan inançlarını mantıklı bir

biçimde nasıl sorgulayacaklarını, kendilerini bundan nasıl kurtaracaklarını ve ona inanmamak için nasıl davranacaklarını öğrenerek bu işlevsel olmayan inançları ile yüzleşir ve bunları tartışırlar. Danışanlar en sonunda mantık dışı (kendi kendini tahrip edici) inançları akılcı (mantıklı) inançlardan ayırt etmeyi öğrenirler (Ellis, 1994, 1996; Akt. Corey, 2005).

E noktasında, birey mantıkdışı inançları ile tartışarak bilişsel ve davranışsal bir etki (Effect) oluşturmaktadır. Böylece, birey kendisine, başkalarına ve yaşadığı dünyaya ilişkin felsefi tutumlarında kökten bir değişim yaşayacak; mantıkdışı inançlarının daha az etkisinde kalarak akılcı inançlarını oluşturabilecek ve kaygı, öfke, nefret, kendine acıma gibi zarar verici duyguları daha az yoğunlukta yaşayacaktır (Ellis, 1973: 59-60; Akt. Çivitci, 2003). Sağlıksız düşüncelerin sağlıklı olanlarla yer değiştirmesiyle yeni ve etkili bir akılcı felsefe oluştuğu zaman kaygı, depresyon gibi duyguların yerine F noktasında daha sağlıklı yeni duygular (Feelings) meydana gelecektir (Corey, 2001: 301). Davranış değişimi de, bireyin yeni duygularına paralel olarak gerçekleşecektir (Ivey ve Ark., 1997: 322; Akt. Çivitci, 2003).

A-B-C modeli danışanların fonksiyonel olmayan davranışlarını ve üzücü duygularının kökenini ortaya çıkarmak ve tanımlanmasında onlara yardım etmek için ve danışanın duygusal problemlerinin kavramlaştırılmasında hızlı ve etkili bir tekniktir (Dryden ve Gordon, 1990, s:30; Akt. Yurtal, 1999).

(35)

ABCDE kuramında üç temel içgörü vardır. Bunlar (Egbochuku, Obodo ve Obadan, 2008);

1- Kişinin dışındaki olaylar şüphesiz onu etkiler ancak psikolojik çöküntü geniş alanda kişinin kendi seçimidir. Bir bakıma, A’ da olumsuz olay ortaya çıktığında kişi, B’ de bilinçli ya da bilinçsiz olarak hem akılcı hem de akılcı olmayan inancı seçebilir.

2- Geçmiş ve şu anki yaşantı kişiyi etkiler, fakat kişinin içinde ya da dışında ona zarar vermez, kişiye zarar veren onun yaşantıya olan tepkisidir ve çöküntüye neden olan B düşüncesini başarmak ya da başaramamak kişinin tercihidir.

3- B düşüncesini değiştirmek, süreklilik ve sıkı çalışma ister, fakat bu başarılabilir bir şeydir.

ADDT’ NİN PSİKOTERAPİ YÖNTEMİ

ADDT kişilik kuramının uygulanmasında kendine özgü, kuramına paralel bir psikoterapi yaklaşımı da ortaya koymaktadır. Bu kısımda ADDT’ nin psikoterapi yöntemi “terapinin amacı”, “terapi süreci”, “terapistin işlevi ve rolü”, “terapide kullanılan teknikler” üzerinde durulmaktadır.

Terapinin Amacı

Farklı kültürlerde insanların sahip olduğu çok sayıda yaygın, akılcı olmayan, gerçekdışı, gösterişli, kendini çökerten inançlar vardır ve insanlar bu fikirlere inandıklarında sık sık uygun olmayan duygular ve davranışlar gösterirler. ADDT’ nin amacı, danışanlara sadece akılcı olmayan düşüncelerini göstermek değil aynı zamanda bu fikirleri nasıl inşa ettiklerini ve nasıl daha akılcı düşünebileceklerini, bu yolla kendilerini nasıl üzmeyeceklerini ve gelecekte nasıl daha az uygun olmayan inançlar yaratacaklarını da göstermektir. ADDT insanlara, sadece kendilerini değersiz düşündüklerinde değersiz olduklarını gösterir. Bu yüzden onlar, kendilerini

(36)

değerli olarak tanımlamayı seçmelidirler çünkü bu, kendilerini değersiz nitelendirdikleri zamanlardan daha iyi duygusal ve davranışsal sonuçlara yöneltecektir (Ellis, 1999).

ADDT’nin öncelikli amaçları, insanların daha akılcı ve üretken yaşayabileceklerinin farkına varmalarına yardım etmeye odaklanmıştır. ADDT, danışanların isteklerinde ısrarcı olmalarını ve durumu kötüleştirerek üzgün olmalarını önlemelerine yardımcı olur. ADDT’ deki danışanlar bazı olumsuz duygularını ifade edebilirler fakat asıl amaç, onların bir olaya gereğinden fazla duygusal tepki vermelerini engellemeye yardım etmektir (Weinrach et al., 2001; Akt. Gladding, 2004). ADDT’ nin diğer bir amacı da insanların kendini yıkıcı düşünce ve davranışlarını değiştirmelerine yardım etmektir.

ADDT, insanlara kendi psikolojik rahatsızlıklarına büyük ölçüde kendilerinin neden olduklarını ve bunun üstesinden gelme kapasitesine de sahip olduklarını göstermesiyle, aynı zamanda hümanistik bir bakışa da sahiptir. Psikolojik sağlığı ve kendini gerçekleştirmeyi vurgulayan bir kişilik ve psikoterapi kuramı olarak şartsız kabul, mutlakçılık, kesinlik karşıtlığı ve insanın hata yapabileceği kavramları ile bilimsel esneklik ve varoluşçu-hümanist yaklaşımı birleştirmeye çalışmaktadır. Ayrıca insanların kendilerini, başkalarını ve yaşadıkları dünyayı olumsuz bir biçimde yargılamalarını, suçlamalarını azaltmaya ve kendilerini ve başkalarını koşulsuz olarak kabul edebilmelerine yardım etmektedir (Ellis, 1996).

Terapi Süreci

Akılcı Duygusal Davranışçı Yaklaşım, insanlara çabuk ve verimli bir biçimde eğilimlerini değiştirmede yardımcı olan metottur. Duygusal ve davranışsal olduğu kadar aktif ve didaktik olarak insanlara insanlıklarının bir tarafını değiştirirken ve onunla mutlu bir biçimde yaşamaya devam ederken aynı anda diğer tarafını nasıl geliştirip özendireceklerini gösterir. Bundan

(37)

dolayı idealist ve gelecek odaklı olduğu kadar pratik ve gerçekçidir. Bireylere şimdi ve burada değerlendirmelerine, bundan zevk almalarına yardımcı olur fakat kendi geleceklerini planlamayı içeren geniş kapsamlı hedonizmi de benimsetir (Corsini ve Wedding, 1989).

Terapi sürecinde insanlar, büyük ölçüde duygusal ve davranışsal durumlarını kontrol edebilme ve kendilerine daha çok zarar vermeme davranışı ya da hayatlarında oluşan ve ya oluşmasını sağladıkları istenmeyen şeyler hakkında hassas ve gerçekçi davranışları kazanarak daha az zarar görmelerini sağladıkları gerçeğini kabul ederek ve sonra kendi inanç sistemlerini değiştirme, daha işlevsel hale getirme ve daha az görmüş şekilde hissetmek ve davranmak için kendilerine yardım edebilecek güç ve yeteneğe sahip olurlar (Ellis, 1999).

Terapinin amaca ulaşması ve terapinin yürütülmesi A-B-C kuramının danışana açıklanması ile sağlanır. Terapist işe kişiyi C durumunda ele almakla başlar. C kademesi kişinin kaygılı olduğu, kendini değersiz ve huzursuz hissettiği kademedir. C durumunun ortadan kalkması için danışan terapiste başvurmuştur. A, uyarıcı olaydır. C, danışanda meydana gelen durumdur. Danışana göre bir A-C bağlantısı vardır. Akılcı-Duygusal terapiyi uygulayan terapist, danışanı dinledikten sonra ve boşalmasını sağladıktan sonra ona C’deki durumun A’dan değil kendi akılcı olmayan düşüncelerinden meydana geldiğini göstermeyi amaçlar. Terapist, danışanı buradan D (tartışma) kademesine götürür. Bu noktada amaçlanan şey, terapistin yardımıyla danışanın akılcı olmayan düşüncelerini yıkmasıdır. Düşünce sisteminin yıkılması bu sistemin mantıklı sorularla sarsılmasıyla gerçekleşebilir. D noktasında danışan akılcı olmayan düşünceleriyle bir savaşa girebildiği takdirde, buradan E (etki) kademesine gidilir. E de amaç, kişiye yeni bir yaşam görüşü sağlamaktır. Danışan hem rB (akılcı inançlar)sini geliştirerek çevresini ve kendisini değerlendirmede yeni bir görüş kazanacak (CE-Cognitivite Effect: Bilişsel Etki) hem de yeni verilerin yaşama uygulanması sağlanacaktır (BE-Behavioral Effect: Davranışsal Etki).

(38)

Bu süreç boyunca ADDT, insanların duygusal bir anatominin nasıl farkına varacaklarını öğrenmelerine yardım eder. Bu öğrenme, duyguların nasıl düşüncelerle bağlantılı olduğunu öğrenmedir. ADDT aynı zamanda, danışanların kendileri ve diğerleri hakkında daha hoşgörülü olmalarına ve kişisel hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olur (Gladding, 2004). Görüldüğü gibi, Akılcı-Duygusal Terapi süreci, bir düşünce eğitimi sürecidir. Kişiye zararlı olan akılcı olmayan düşünceler yerine yararlı olan akılcı düşünceler konulmakta ve sonra da danışana akılcı yaşam görüşü kazandırılmaktadır. Böylece, danışan ileride karşılaşacağı benzer durumlarla, akılcı düşünmeyi daha önce öğrenmiş olduğu için, daha kolay başa çıkabilecek ve bir anlamda kendi kendisinin terapisti olabilecektir (Doğan, 1995).

ADDT’nin iki temel şekli vardır:

a) Genel ADDT: Hemen hemen bilişsel davranışçı terapi ile eşanlamlıdır.

b) Tercih edilen ADDT (preferential): Genel ADDT’yi de kapsar, bilişsel ya da felsefi yeniden yapılanmayı vurgular ve duygusal bozuklukların daha çok hassas bir şekilde çözümlenmesi için çaba gösterir (Corsini ve Wedding, 1989).

Genel ADDT danışanlara akılcı ve uygun davranışlar öğretmeye yöneliktir. Tercih edilen ADDT akılcı olmayan düşünceler ve uygun olmayan davranışlarla nasıl mücadele edeceklerini, mantıklı ve bilimsel yöntemleri nasıl kullanacaklarını öğretir (Corsini ve Wedding, 1989).

Terapistin İşlevi ve Rolü

ADDT yaklaşımında, terapistler doğrudan etkindir. Onlar danışanlarının düşüncelerini düzelten ve öğreten bilgi vericilerdir. Derinden kökleşmiş bir inancı etkisizleştirmek mantıktan daha fazlasını, yani tutarlı

(39)

tekrarı gerektirir (Krumboltz, 1992; Akt: Gladding, 2004). Bu yüzden terapistler, danışanlarının mantıksız cümlelerini dikkatlice dinlemeli ve mantıksız inançlarına meydan okumaya davet etmelidir (Ellis, 1980; Akt. Gladding, 2004). ADDT terapistlerinin istenilen bazı özellikleri şunlardır; parlak, bilgili, empatik, saygılı, nitelikli, somut, istikrarlı, bilimsel, başkalarına yardım etmeye istekli ve ADDT’ nin kullanıcısı olmalıdırlar.

Etkili terapistler, danışanlarını sadece dikkatli dinlemekle ve onları sadece problemleri, kabiliyetsizlikleri ve bazen antisosyal davranışları ile beraber koşulsuz kabul etmekle kalmazlar. Aynı zamanda kendilerine zarar vermek için ne yaptıklarını ve hala ne yapıyor olduklarını, onların duygusal ve uygulanabilir zorluklarını iyileştirebilmek için nasıl farklı hareket edebileceklerini, hissedebileceklerini ve düşünebileceklerini öğretirler. Zarar görmüş insanlar, akılcı duygusal davranışçı terapist tarafından akılcı olmayan düşüncelere meydan okuma ve tartışma için eğitilebilirler ve bunu kendi başlarına nasıl yapacaklarını öğrenebilirler. ADDT terapisti, danışanlarına sadece nasıl mantıklı, deneysel ve kendine yardım edici düşüneceklerini öğretmez aynı zamanda varoluşçu ve insancıl bakış açısını cesaretlendirir. Terapist, danışanlarının milyonlarca insanın yıllardır yaptığı gibi düşünce, duygu ve davranışlarını kesin olarak değiştirebileceklerine fakat bunu sadece düşünerek çalışma ve uygulamayla yapabileceklerine ikna olmalarına yardım eder (Ellis, 1999). ADDT terapistleri, kendilerini büyük ölçüde açığa vurabilirler ve danışanlarıyla insani ilişkiler kurarlar, ama aynı zamanda profesyonel sorumluluklarını taşırlar ve kişisel olarak danışanlarıyla kendilerini karıştırmazlar (Ellis, 1996).

ADDT’ de, terapist ve danışan arasında etkili bir terapötik ilişki kurulması önemli bir “araç” olarak görülmekle birlikte, başarılı bir terapi için yeterli bir unsur olarak değerlendirilmez. Danışanın değişmeye istekli olması terapinin başarısı için şarttır. Ancak danışmanın sempatik durumu şart değildir. Hatta danışanın yanlışlıklarını anlayışla karşılamanın onu onaylama anlamında alınabileceği tehlikesi vardır (Altıntaş ve Gültekin, 2003).

(40)

Terapist danışanın davranışının gerisindeki mantıksız düşünce ve inançları görmesine ve davranışlarını isteklerini karşılamadaki yeterliliği açısından değerlendirmesine yardımcı olurken danışanla açıkça tartışmaya girişebilir, ona doğru düşünme ve başarılı bir kimlik geliştirmenin yollarını öğretir, tavsiye, telkin, ikna gibi her türlü yöneltici uyarıcıyı kullanabilir.

ADDT yaklaşımında danışmanın davranışlarının geçmişte öğrenilmiş olduğu kabul edilmekle birlikte halihazır düşünce ve davranışların üzerinde durulur. Terapist her şeyden önce danışanın değer sistemlerini ve kendini tanımlama biçimini anlamaya çalışır. Bundan sonra terapi süreci halihazır değerlerin ve davranışların işlerliğini tartışmak ve danışana yanılgılarını göstermek şeklinde devam eder. Böyle bir uygulamanın başarısı danışmanın bilgili, yeterli, güvenilir kısaca karizmatik etkiye sahip bir kişi olmasına bağlıdır. Çünkü danışman danışanın eski değer ve davranışlarını atıp yenilerini kazanmasına çalışmaktadır. Eskiden kişi yanlış yargıları nasıl öğrenmişse şimdi de doğruları aynı yolla öğrenecektir.

Bu yaklaşımda terapi veya danışma tamamen zihinsel işleyişe yoğunlaşılmasıyla oluşur. Boşaltma, transferans, empatik yansıtma gibi duygusal yanı yoğun tekniklere pek yer verilmez. Güdümlü terapi olarak adlandırılan bu yaklaşımda danışman hakim roldedir ve danışanın kendisini yönetme gücüne inanılmakla birlikte danışmaya başvurduğu sırada bu gücünü harekete geçirmede bir otoriteye ihtiyacı olduğu kabul edilir (Altıntaş ve Gültekin, 2003). ADDT’ de terapist oldukça aktif-yöneltici, ikna edici ve felsefi bir yöntem kullanmaktadır. Gerektiğinde danışanın olumsuz davranışlarına ilişkin kendi düşüncelerini paylaşır. Danışanı, psikolojik rahatsızlıklarına kendisinin nasıl yol açtığı konusunda yüzleştirmek için tereddüt etmez. Danışana zarar vermemek şartıyla, kendi düşüncelerini rahatça paylaşır ve kendini açar. Ayrıca, danışana kendisini ve kendi problemlerini çok fazla ciddiye aldığını göstermek için ve danışanın

(41)

rahatsızlık üreten düşünceleri ile mücadele ederken mizahı kullanır (Ellis, 2000).

Akılcı Duygusal Davranışsal Terapide Kullanılan Terapi Teknikleri Akılcı duygusal yaklaşımı benimsemiş olan terapistler çok modelli ve bütünleştirmecidirler. ADDT işe genellikle danışanın bozulmuş duygusal durumundan başlar ve bu duyguların, düşünce ve davranışlar ile bağlantılı olarak derinlemesine üzerinde çalışır. Terapistler; bir takım bilişsel, duygusal ve davranışsal teknikleri bireysel olarak danışanlara ayarlayarak kullanırlar (Ellis, 1997; Akt. Corey, 2005). Bu teknikler; kaygı, depresyon, kızgınlık, evlilik sorunları, zayıf kişiler arası beceriler, başarısız ebeveynlik, kişilik bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluklar, beslenme sorunları, psikomatik bozukluklar, bağımlılıklar ve psikotik rahatsızlıklar gibi sık görülen bir takım klinik problemin tedavisinde uygulanır (Warren, Mclellarn, 1987).

ADDT genellikle psiko-eğitseldir. Biblioterapi, işitsel terapi, kurslar, workshoplar, dersler ve başka öğretme yöntemlerinin bir çoğunu kullanır. İşlevsel olmayan sistemde (bunalım yaratan aile gibi), sisteme rağmen bireyin kendisini değiştirmesi için bireylere yardım eder. Fakat tabiki bireylere problem çözme, beceri eğitimi, sosyal değişme yöntemlerini öğretir ve bu şekilde yaşadıkları çevreyi ve sistemi biçimlendirebilirler (Ellis, 1993).

ADDT, çok çeşitli teknikleri kapsar. Başlıca iki tanesi öğretme ve tartışmadır. Öğretme, danışanların ADDT’nin temel fikirlerini öğrenme ve düşüncelerin duygu ve davranışlarla nasıl bağdaştırıldığını anlamasını içerir. Bu süreç öğretici, tavsiye verici ve genellikle akılcı duygusal eğitim olarak bilinir (Weinrach et al., 1992; Akt. Gladding, 2004). İkincisi, düşünce ve inançları tartışma üç şekilde olur: bilişsel, duygusal ve davranışsal. Bu süreç, bu üç form birlikte kullanıldığında daha etkili olur (Gladding, 2004).

İnsanlar kendilerine nasıl gereksizce zarar verdiklerini ve sağlıksız uygun olmayan duygular ve davranışlar yarattıklarını anladıklarında ya da

Şekil

Tablo 1: Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete Göre MKVÖ-I Özsaygı  Puanlarının t Testi Sonuçları
Tablo 2 incelendiğinde kız öğrencilerin Melbourne Karar Verme  II.Bölüm (MKVÖ-II) “Panik” alt ölçeği puanları ortalaması 4,73 , erkek  öğrencilerin MKVÖ-II “Panik” alt ölçeği puanları ortalaması ise 4,06’dır
Tablo 4: Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyete Göre MKVÖ-II Kaçıngan Alt  Ölçeğinden Alınan Puanlarına İlişkin t Testi Sonuçları
Tablo 6: Akılcı Olmayan İnançlar ve Karar Verme Stilleri Arasındaki  Pearson Korelasyon Düzeyleri
+2

Referanslar

Benzer Belgeler

Karar verme stilleri alt boyutlarından dikkatli karar verme boyutu puan ortalamaları aktif spor yapma durumu değişkenine göre anlamlı bir fark bulunmuştur

A) can’t have left B) ought not to leave C) hasn’t left D) needn’t have left E) had better not leave.. It was quite a quiet day. I was just about to buy a new pair when the police

Bi-Sr-Co içerikli nanoliflerlerin çaplarına göre dağılımı, (a) bor katkısız, (b) bor katkılı ġekil 7.3‟de, bor katkısız ve bor katkılı Bi-Sr-Co içerikli

Yürüyüşleri Kanunu’nda yer alan mutlak yasakların, İHAS’a açıkça aykırı ol- duğu hali hazırda tespit edilmiştir. Dolayısıyla söz konusu yasakların,

BAŞKAN Başkan yardımcısı ARAŞTIRMA/ GELİŞTİRME Başkan yardımcısı ÜRETİM Başkan yardımcısı PAZARLAMA ÜRÜN A ÜRÜN B ÜRÜN C FONKSİYONEL YAPI Fonksiyonel

Bu çalışmada bazı olaylarım geçmişte hangi olasılıklarla meydana geldiği ve hangi şartlar altında ortaya çıktığı bulunmaya çalışıldı.Karar akış diyagramı

Karar vermede öz saygı düzeylerine bakıldığında ise, spor yapma yılı değişkenine göre 1 yıl ve daha az spor yapan kişilerin karar vermede öz saygı

Genel olarak araştırmamızın sonucunda, işlevsel üst bilişe ve yüksek öğrenilmiş güçlülüğe sahip olan üniversite öğrencilerinin kaçıngan karar, panik karar ve