• Sonuç bulunamadı

ADDT kişilik kuramının uygulanmasında kendine özgü, kuramına paralel bir psikoterapi yaklaşımı da ortaya koymaktadır. Bu kısımda ADDT’ nin psikoterapi yöntemi “terapinin amacı”, “terapi süreci”, “terapistin işlevi ve rolü”, “terapide kullanılan teknikler” üzerinde durulmaktadır.

Terapinin Amacı

Farklı kültürlerde insanların sahip olduğu çok sayıda yaygın, akılcı olmayan, gerçekdışı, gösterişli, kendini çökerten inançlar vardır ve insanlar bu fikirlere inandıklarında sık sık uygun olmayan duygular ve davranışlar gösterirler. ADDT’ nin amacı, danışanlara sadece akılcı olmayan düşüncelerini göstermek değil aynı zamanda bu fikirleri nasıl inşa ettiklerini ve nasıl daha akılcı düşünebileceklerini, bu yolla kendilerini nasıl üzmeyeceklerini ve gelecekte nasıl daha az uygun olmayan inançlar yaratacaklarını da göstermektir. ADDT insanlara, sadece kendilerini değersiz düşündüklerinde değersiz olduklarını gösterir. Bu yüzden onlar, kendilerini

değerli olarak tanımlamayı seçmelidirler çünkü bu, kendilerini değersiz nitelendirdikleri zamanlardan daha iyi duygusal ve davranışsal sonuçlara yöneltecektir (Ellis, 1999).

ADDT’nin öncelikli amaçları, insanların daha akılcı ve üretken yaşayabileceklerinin farkına varmalarına yardım etmeye odaklanmıştır. ADDT, danışanların isteklerinde ısrarcı olmalarını ve durumu kötüleştirerek üzgün olmalarını önlemelerine yardımcı olur. ADDT’ deki danışanlar bazı olumsuz duygularını ifade edebilirler fakat asıl amaç, onların bir olaya gereğinden fazla duygusal tepki vermelerini engellemeye yardım etmektir (Weinrach et al., 2001; Akt. Gladding, 2004). ADDT’ nin diğer bir amacı da insanların kendini yıkıcı düşünce ve davranışlarını değiştirmelerine yardım etmektir.

ADDT, insanlara kendi psikolojik rahatsızlıklarına büyük ölçüde kendilerinin neden olduklarını ve bunun üstesinden gelme kapasitesine de sahip olduklarını göstermesiyle, aynı zamanda hümanistik bir bakışa da sahiptir. Psikolojik sağlığı ve kendini gerçekleştirmeyi vurgulayan bir kişilik ve psikoterapi kuramı olarak şartsız kabul, mutlakçılık, kesinlik karşıtlığı ve insanın hata yapabileceği kavramları ile bilimsel esneklik ve varoluşçu- hümanist yaklaşımı birleştirmeye çalışmaktadır. Ayrıca insanların kendilerini, başkalarını ve yaşadıkları dünyayı olumsuz bir biçimde yargılamalarını, suçlamalarını azaltmaya ve kendilerini ve başkalarını koşulsuz olarak kabul edebilmelerine yardım etmektedir (Ellis, 1996).

Terapi Süreci

Akılcı Duygusal Davranışçı Yaklaşım, insanlara çabuk ve verimli bir biçimde eğilimlerini değiştirmede yardımcı olan metottur. Duygusal ve davranışsal olduğu kadar aktif ve didaktik olarak insanlara insanlıklarının bir tarafını değiştirirken ve onunla mutlu bir biçimde yaşamaya devam ederken aynı anda diğer tarafını nasıl geliştirip özendireceklerini gösterir. Bundan

dolayı idealist ve gelecek odaklı olduğu kadar pratik ve gerçekçidir. Bireylere şimdi ve burada değerlendirmelerine, bundan zevk almalarına yardımcı olur fakat kendi geleceklerini planlamayı içeren geniş kapsamlı hedonizmi de benimsetir (Corsini ve Wedding, 1989).

Terapi sürecinde insanlar, büyük ölçüde duygusal ve davranışsal durumlarını kontrol edebilme ve kendilerine daha çok zarar vermeme davranışı ya da hayatlarında oluşan ve ya oluşmasını sağladıkları istenmeyen şeyler hakkında hassas ve gerçekçi davranışları kazanarak daha az zarar görmelerini sağladıkları gerçeğini kabul ederek ve sonra kendi inanç sistemlerini değiştirme, daha işlevsel hale getirme ve daha az görmüş şekilde hissetmek ve davranmak için kendilerine yardım edebilecek güç ve yeteneğe sahip olurlar (Ellis, 1999).

Terapinin amaca ulaşması ve terapinin yürütülmesi A-B-C kuramının danışana açıklanması ile sağlanır. Terapist işe kişiyi C durumunda ele almakla başlar. C kademesi kişinin kaygılı olduğu, kendini değersiz ve huzursuz hissettiği kademedir. C durumunun ortadan kalkması için danışan terapiste başvurmuştur. A, uyarıcı olaydır. C, danışanda meydana gelen durumdur. Danışana göre bir A-C bağlantısı vardır. Akılcı-Duygusal terapiyi uygulayan terapist, danışanı dinledikten sonra ve boşalmasını sağladıktan sonra ona C’deki durumun A’dan değil kendi akılcı olmayan düşüncelerinden meydana geldiğini göstermeyi amaçlar. Terapist, danışanı buradan D (tartışma) kademesine götürür. Bu noktada amaçlanan şey, terapistin yardımıyla danışanın akılcı olmayan düşüncelerini yıkmasıdır. Düşünce sisteminin yıkılması bu sistemin mantıklı sorularla sarsılmasıyla gerçekleşebilir. D noktasında danışan akılcı olmayan düşünceleriyle bir savaşa girebildiği takdirde, buradan E (etki) kademesine gidilir. E de amaç, kişiye yeni bir yaşam görüşü sağlamaktır. Danışan hem rB (akılcı inançlar)sini geliştirerek çevresini ve kendisini değerlendirmede yeni bir görüş kazanacak (CE-Cognitivite Effect: Bilişsel Etki) hem de yeni verilerin yaşama uygulanması sağlanacaktır (BE-Behavioral Effect: Davranışsal Etki).

Bu süreç boyunca ADDT, insanların duygusal bir anatominin nasıl farkına varacaklarını öğrenmelerine yardım eder. Bu öğrenme, duyguların nasıl düşüncelerle bağlantılı olduğunu öğrenmedir. ADDT aynı zamanda, danışanların kendileri ve diğerleri hakkında daha hoşgörülü olmalarına ve kişisel hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olur (Gladding, 2004). Görüldüğü gibi, Akılcı-Duygusal Terapi süreci, bir düşünce eğitimi sürecidir. Kişiye zararlı olan akılcı olmayan düşünceler yerine yararlı olan akılcı düşünceler konulmakta ve sonra da danışana akılcı yaşam görüşü kazandırılmaktadır. Böylece, danışan ileride karşılaşacağı benzer durumlarla, akılcı düşünmeyi daha önce öğrenmiş olduğu için, daha kolay başa çıkabilecek ve bir anlamda kendi kendisinin terapisti olabilecektir (Doğan, 1995).

ADDT’nin iki temel şekli vardır:

a) Genel ADDT: Hemen hemen bilişsel davranışçı terapi ile eşanlamlıdır.

b) Tercih edilen ADDT (preferential): Genel ADDT’yi de kapsar, bilişsel ya da felsefi yeniden yapılanmayı vurgular ve duygusal bozuklukların daha çok hassas bir şekilde çözümlenmesi için çaba gösterir (Corsini ve Wedding, 1989).

Genel ADDT danışanlara akılcı ve uygun davranışlar öğretmeye yöneliktir. Tercih edilen ADDT akılcı olmayan düşünceler ve uygun olmayan davranışlarla nasıl mücadele edeceklerini, mantıklı ve bilimsel yöntemleri nasıl kullanacaklarını öğretir (Corsini ve Wedding, 1989).

Terapistin İşlevi ve Rolü

ADDT yaklaşımında, terapistler doğrudan etkindir. Onlar danışanlarının düşüncelerini düzelten ve öğreten bilgi vericilerdir. Derinden kökleşmiş bir inancı etkisizleştirmek mantıktan daha fazlasını, yani tutarlı

tekrarı gerektirir (Krumboltz, 1992; Akt: Gladding, 2004). Bu yüzden terapistler, danışanlarının mantıksız cümlelerini dikkatlice dinlemeli ve mantıksız inançlarına meydan okumaya davet etmelidir (Ellis, 1980; Akt. Gladding, 2004). ADDT terapistlerinin istenilen bazı özellikleri şunlardır; parlak, bilgili, empatik, saygılı, nitelikli, somut, istikrarlı, bilimsel, başkalarına yardım etmeye istekli ve ADDT’ nin kullanıcısı olmalıdırlar.

Etkili terapistler, danışanlarını sadece dikkatli dinlemekle ve onları sadece problemleri, kabiliyetsizlikleri ve bazen antisosyal davranışları ile beraber koşulsuz kabul etmekle kalmazlar. Aynı zamanda kendilerine zarar vermek için ne yaptıklarını ve hala ne yapıyor olduklarını, onların duygusal ve uygulanabilir zorluklarını iyileştirebilmek için nasıl farklı hareket edebileceklerini, hissedebileceklerini ve düşünebileceklerini öğretirler. Zarar görmüş insanlar, akılcı duygusal davranışçı terapist tarafından akılcı olmayan düşüncelere meydan okuma ve tartışma için eğitilebilirler ve bunu kendi başlarına nasıl yapacaklarını öğrenebilirler. ADDT terapisti, danışanlarına sadece nasıl mantıklı, deneysel ve kendine yardım edici düşüneceklerini öğretmez aynı zamanda varoluşçu ve insancıl bakış açısını cesaretlendirir. Terapist, danışanlarının milyonlarca insanın yıllardır yaptığı gibi düşünce, duygu ve davranışlarını kesin olarak değiştirebileceklerine fakat bunu sadece düşünerek çalışma ve uygulamayla yapabileceklerine ikna olmalarına yardım eder (Ellis, 1999). ADDT terapistleri, kendilerini büyük ölçüde açığa vurabilirler ve danışanlarıyla insani ilişkiler kurarlar, ama aynı zamanda profesyonel sorumluluklarını taşırlar ve kişisel olarak danışanlarıyla kendilerini karıştırmazlar (Ellis, 1996).

ADDT’ de, terapist ve danışan arasında etkili bir terapötik ilişki kurulması önemli bir “araç” olarak görülmekle birlikte, başarılı bir terapi için yeterli bir unsur olarak değerlendirilmez. Danışanın değişmeye istekli olması terapinin başarısı için şarttır. Ancak danışmanın sempatik durumu şart değildir. Hatta danışanın yanlışlıklarını anlayışla karşılamanın onu onaylama anlamında alınabileceği tehlikesi vardır (Altıntaş ve Gültekin, 2003).

Terapist danışanın davranışının gerisindeki mantıksız düşünce ve inançları görmesine ve davranışlarını isteklerini karşılamadaki yeterliliği açısından değerlendirmesine yardımcı olurken danışanla açıkça tartışmaya girişebilir, ona doğru düşünme ve başarılı bir kimlik geliştirmenin yollarını öğretir, tavsiye, telkin, ikna gibi her türlü yöneltici uyarıcıyı kullanabilir.

ADDT yaklaşımında danışmanın davranışlarının geçmişte öğrenilmiş olduğu kabul edilmekle birlikte halihazır düşünce ve davranışların üzerinde durulur. Terapist her şeyden önce danışanın değer sistemlerini ve kendini tanımlama biçimini anlamaya çalışır. Bundan sonra terapi süreci halihazır değerlerin ve davranışların işlerliğini tartışmak ve danışana yanılgılarını göstermek şeklinde devam eder. Böyle bir uygulamanın başarısı danışmanın bilgili, yeterli, güvenilir kısaca karizmatik etkiye sahip bir kişi olmasına bağlıdır. Çünkü danışman danışanın eski değer ve davranışlarını atıp yenilerini kazanmasına çalışmaktadır. Eskiden kişi yanlış yargıları nasıl öğrenmişse şimdi de doğruları aynı yolla öğrenecektir.

Bu yaklaşımda terapi veya danışma tamamen zihinsel işleyişe yoğunlaşılmasıyla oluşur. Boşaltma, transferans, empatik yansıtma gibi duygusal yanı yoğun tekniklere pek yer verilmez. Güdümlü terapi olarak adlandırılan bu yaklaşımda danışman hakim roldedir ve danışanın kendisini yönetme gücüne inanılmakla birlikte danışmaya başvurduğu sırada bu gücünü harekete geçirmede bir otoriteye ihtiyacı olduğu kabul edilir (Altıntaş ve Gültekin, 2003). ADDT’ de terapist oldukça aktif-yöneltici, ikna edici ve felsefi bir yöntem kullanmaktadır. Gerektiğinde danışanın olumsuz davranışlarına ilişkin kendi düşüncelerini paylaşır. Danışanı, psikolojik rahatsızlıklarına kendisinin nasıl yol açtığı konusunda yüzleştirmek için tereddüt etmez. Danışana zarar vermemek şartıyla, kendi düşüncelerini rahatça paylaşır ve kendini açar. Ayrıca, danışana kendisini ve kendi problemlerini çok fazla ciddiye aldığını göstermek için ve danışanın

rahatsızlık üreten düşünceleri ile mücadele ederken mizahı kullanır (Ellis, 2000).

Akılcı Duygusal Davranışsal Terapide Kullanılan Terapi Teknikleri Akılcı duygusal yaklaşımı benimsemiş olan terapistler çok modelli ve bütünleştirmecidirler. ADDT işe genellikle danışanın bozulmuş duygusal durumundan başlar ve bu duyguların, düşünce ve davranışlar ile bağlantılı olarak derinlemesine üzerinde çalışır. Terapistler; bir takım bilişsel, duygusal ve davranışsal teknikleri bireysel olarak danışanlara ayarlayarak kullanırlar (Ellis, 1997; Akt. Corey, 2005). Bu teknikler; kaygı, depresyon, kızgınlık, evlilik sorunları, zayıf kişiler arası beceriler, başarısız ebeveynlik, kişilik bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluklar, beslenme sorunları, psikomatik bozukluklar, bağımlılıklar ve psikotik rahatsızlıklar gibi sık görülen bir takım klinik problemin tedavisinde uygulanır (Warren, Mclellarn, 1987).

ADDT genellikle psiko-eğitseldir. Biblioterapi, işitsel terapi, kurslar, workshoplar, dersler ve başka öğretme yöntemlerinin bir çoğunu kullanır. İşlevsel olmayan sistemde (bunalım yaratan aile gibi), sisteme rağmen bireyin kendisini değiştirmesi için bireylere yardım eder. Fakat tabiki bireylere problem çözme, beceri eğitimi, sosyal değişme yöntemlerini öğretir ve bu şekilde yaşadıkları çevreyi ve sistemi biçimlendirebilirler (Ellis, 1993).

ADDT, çok çeşitli teknikleri kapsar. Başlıca iki tanesi öğretme ve tartışmadır. Öğretme, danışanların ADDT’nin temel fikirlerini öğrenme ve düşüncelerin duygu ve davranışlarla nasıl bağdaştırıldığını anlamasını içerir. Bu süreç öğretici, tavsiye verici ve genellikle akılcı duygusal eğitim olarak bilinir (Weinrach et al., 1992; Akt. Gladding, 2004). İkincisi, düşünce ve inançları tartışma üç şekilde olur: bilişsel, duygusal ve davranışsal. Bu süreç, bu üç form birlikte kullanıldığında daha etkili olur (Gladding, 2004).

İnsanlar kendilerine nasıl gereksizce zarar verdiklerini ve sağlıksız uygun olmayan duygular ve davranışlar yarattıklarını anladıklarında ya da

içgörü oluşturduklarında, bu içgörü onlara değişmelerinde ve kendilerine daha az zarar vermelerine yardımcı olacaktır. Fakat anlayış ve içgörü yeterli değildir. Kendilerini önemli ölçüde değiştirmeleri için hemen hemen her zaman akılcı olmayan inançlarının yerini kesin olarak saptamak ve onları daha uygun davranışlar olarak değiştirmek zorundadırlar. Onlar bunu, çok sayıda bilişsel, duygusal ve davranışsal yolla yapabilirler (Ellis, 1999). ADDT terapistleri neredeyse her zaman, terapinin bilişsel, duygusal ve davranışsal metotlarını kullanırlar. Bunu pratikte olduğu kadar teorikte de oldukça bilinçli yaparlar. Diğer eklektik ve klasik davranışçı terapistler gibi sadece semptomların tedavi edilmesini vurgulamazlar aynı zamanda davranış değişikliği ve kökten felsefik tekrar yapılanmaya bağlı derin kişilik değişimi için mücadele ederler (Ellis ve Whiteley, 1979).

Duygusal olarak ADT terapistleri çeşitli süreçleri kullanırlar; onlar danışanlarını ne kadar uygunsuz fikir, duygu ve davranışlara sahip olurlarsa olsunlar tamamen kabul edeler. İyi bilinen utanca müdahale ve risk alma alıştırmaları gibi çok sayıda etkili teknikler kullanırlar. Maultsby (1975)’in geliştirdiği akılcı duygusal hayal kurmayı kullanırlar. Danışanları ile mücadelelerinde, danışanlarının kendini sabote etme fikirleri ve davranışlarını kökünden sökmede kendi etkililiklerini genişletmek için sözsel güçlerini kullanırlar. Açıkça danışanlarının uygun ve uygun olmayan duygularını ayırt ederler ve danışanlarına geçmişteki uygunsuz duygularıyla nasıl baş edebileceklerini ve daha sonra gelecek olan uygunsuz duygularını nasıl azaltabileceklerini gösterirler (Ellis ve Whiteley, 1979).

.

Davranışsal olarak ADT, neredeyse bütün düzenli davranış terapi metotlarını, özellikle edimsel koşullama, kendini yönetme ilkeleri, sistematik duyarsızlaştırma, geri bildirim, gevşeme teknikleri ve model olma metotlarını kullanırlar. Onlar özellikle duyarsızlaştırmayı tercih ederler. Danışanlarına, çeşitli öncü müdahale eğitimi, yetenek eğitimi ve etkinlik ev ödevleri verirler.

Bilişsel olarak ADT, danışanlarının kendi kendilerine açıkça ve sürekli olarak tekrar ettikleri olumsuz ifadelerin onları üzeceğini gösterir. Bu durumda terapist, bu kendini ifade etmeyle nasıl başa çıkacağını öğretir ve böylece artık ona inanmazlar ve bunun yerine mantıklı, gerçeğe dayalı felsefe edinirler(Ellis ve Whiteley, 1979).

ADDT’de kullanılan teknikler başlıca üç grupta toplanmaktadır. Farklı kaynaklarda duygusal olarak gösterilen bir teknik diğer bir kaynakta bilişsel olarak da gösterilebilmektedir. Bu kuramda duygu, düşünce ve davranışın birbirinden ayrılmasının güç olduğunu ve birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen öğeler olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır. Dolayısıyla bu farklılık üç öğeden birisinin daha çok vurgulanmasından ve müdahaleye bu öğeden başlanmasından kaynaklanabilmektedir (Yurtal, 1999).

ADDT uygulayıcılarının terapötik süreçte kullandığı bilişsel teknikler, ADDT’ nin-ABC teorisinin öğretilmesi, mantıkdışı inançlarla tartışma, bilişsel ev ödevlerini yapma, bireyin kullandığı dili değiştirme ve mizahın kullanımı; duygusal teknikler, akılcı duygusal hayal kurma, rol oynama, utanca müdahale alıştırmaları, güç ve çaba kullanımı; davranışsal teknikler, edimsel koşullama, kendi kendini yönetme ilkeleri, sistematik duyarsızlaştırma, gevşeme teknikleri ve model olmadır (Corey, 2005).

Akılcı Olmayan İnançlarla İlgili Yurt İçinde Yapılan Çalışmalar

Aydın (1990), depresyon ve bilişsel çarpıtmalarla, akademik başarı arasındaki ilişkiyi araştırdığı çalışmasında, 338 üniversite öğrencisinin depresyon duygu durumu ve olumsuz otomatik düşünce düzeylerinin akademik başarı ile ilişkisini karşılaştırmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, depresyon düzeyi ile olumsuz otomatik düşünceler arasında anlamlı ve doğrusal bir ilişki olduğu görülmüştür. Depresyon düzeyi ile akademik başarı arasında ters yönde zayıf ancak anlamlı bir ilişki, olumsuz otomatik

düşünceler ile akademik ortalamalar arasında da ters yönde zayıf ancak anlamlı bir ilişki olduğu gözlenmiştir.

Türküm (1996), yaptığı deneysel araştırmada, bilişsel davranışçı yaklaşıma dayalı yürütülen grupla psikolojik danışmanın üniversite öğrencilerinin bilişsel çarpıtma türleri hakkındaki bilgileri ile bilişsel çarpıtma ve iletişim becerileri üzerindeki etkisini incelemiştir. Deney grubuna 12 oturumdan oluşan grupla psikolojik danışma uygulanmış, kontrol grubuna ise yine aynı süre içinde gelişim ve öğrenme psikolojisine ilişkin bilgiler verilmiştir. Deneysel işlemin tamamlanmasından bir hafta sonra son ölçüm; 40 gün sonra ise izleme ölçümü yapılmıştır. Araştırma sonucunda, uygulanan işlemin üniversite öğrencilerinin bilişsel çarpıtmalarını azaltmada ve bu bilişsel çarpıtmaları tanıma- teşhis etme becerilerini arttırmada etkili olduğu görülmüş ve bu etkinin 40 gün sonra yapılan izleme ölçümlerinde de devam ettiği gözlenmiştir. Uygulanan işlemin öğrencilerin iletişim becerilerini arttırmada herhangi bir etkisi olmamıştır.

Eryüksel (1996), normal ve psikiyatrik örneklemden gelen 12-18 yaşları arasındaki 429 ergen, 254 anne ve 204 baba üzerinde yaptığı bir araştırmada, ana-baba ve ergen ilişkilerinin problem çözme, iletişim becerileri, bilişsel çarpıtmalar ve aile yapısı açısından incelemiştir. Araştırmanın bilişsel çarpıtmalarla ilgili bulgularına göre, psikiyatrik gruptaki annelerin “kötü niyet” ile inançlara ve psikiyatrik babaların “mükemmeliyetçilik” ile ilgili inançlara normal anne babalara göre daha fazla sahip oldukları; kızların anne babadan onay görme ile ilgili inançlara erkeklerden daha fazla bağlı oldukları sonucu elde edilmiştir.

Öztütüncü (1996), liseli ergenlerdeki olumsuz otomatik düşünceleri ana-baba tutumları ve aile içi ilişkiler açısından incelemiştir. Araştırmasını lise 2. sınıf (16-17 yaş) öğrencileri üzerinde 178’ i kız, 133’ ü erkek toplam 311 öğrenci üzerinde yapmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; aile içi ortamda birlik-beraberlik düzeyini alt seviyede algılayan ergenlerin olumsuz otomatik

düşünceleri, üst ve orta seviyede algılayan ergenlerin olumsuz otomatik düşüncelerinden daha yüksek bulunmuş; ergenlerin annelerinin çocuk yetiştirme tutumunu aşırı koruyucu değerlendirmeleri ergenlerin olumsuz otomatik düşüncelerini etkilemediği ancak demokratik değerlendiren ergenlerin olumsuz otomatik düşüncelerinde anlamlı bir fark elde edilmiştir. Aile ortamında ana-baba geçimsizliğini üst seviyede değerlendiren ergenlerin, alt ve orta seviyede değerlendiren ergenlere göre olumsuz otomatik düşüncelerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Yapılan araştırmada, kız öğrencilerin olumsuz otomatik düşünceleri erkeklerden daha fazla bulunmuş, anne babanın eğitim durumu ile öğrencilerin olumsuz otomatik düşünceleri arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Ergenlerin olumsuz otomatik düşünceleri ve depresyon düzeyleri arasında da aynı yönde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır.

Koç (1997), betimsel ve deneysel yöntemi bir arada kullandığı çalışmasında, akılcı duygusal terapinin üniversite öğrencilerinin kendini kabul düzeyleri üzerindeki etkisini incelemiştir. Çalışma iki aşamada yürütülmüştür. İlk aşamada, öğrencilerin kendini kabul düzeyleri bazı değişkenlere göre incelenmiş, ikinci aşamada da akılcı duygusal yaklaşıma dayalı yürütülen 10 oturumluk bireysel ve grupla psikolojik danışmanın kendini kabul üzerindeki etkisi ele alınmıştır. Araştırmanın betimsel sonuçlarına göre, üniversite öğrencilerinin kendini kabul düzeyleri ile akademik başarıları arasında olumlu bir ilişki bulunmuş; sınıf düzeyinin arttıkça kendini kabul düzeyinin de arttığı; kendini kabul düzeyinin alt sosyo-ekonomik düzeydeki öğrencilerde daha düşük olduğu ve kardeş sayısına göre bir farklılık oluşturmadığı gözlenmiştir. Araştırmanın deneysel aşamasında ise, akılcı duygusal yaklaşıma dayalı bireysel ve grupla psikolojik danışmanın kendini kabul düzeyini arttırdığı ve bu etkisini 2 ay sonraki izleme ölçümünde de devam ettirdiği görülmüştür.

Gökçakan (1997), Beck’ in bilişsel terapisinin bireysel ve grup uygulamalarının üniversite öğrencilerinin hafif, orta ve ciddi düzeydeki depresyonlarının tedavisindeki etkililiğini ele aldığı bir araştırmayı, betimsel

ve deneysel aşamalarda yürütmüştür. İlk aşamada, öğrencilerin depresyon düzeyleri bazı değişkenlere göre incelenmiş; ikinci aşamada ise bilişsel terapinin bireysel ve grup olarak uygulanmasının depresyon üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Araştırma sonucunda ulaşılan bulgular şunlardır: depresyonun