• Sonuç bulunamadı

Musahipzade Celal:Türk Tiyatrosunun ölmez yazarı Musahipzade, bizim klasiğimizdir ve yüz yıllar boyunca öyle kalacaktır

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Musahipzade Celal:Türk Tiyatrosunun ölmez yazarı Musahipzade, bizim klasiğimizdir ve yüz yıllar boyunca öyle kalacaktır"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HATIRALAR

Türk Tiyatrosunun ölmez yazarı

Musahipzade, bizim klasiğimizdir

ve yüz yıllar boyunca öyle kalacaktır

m

Şehir Tiyatrosu, büyük komedi yazarımız Musahipzade Celâlin 100. doğum yılı hatırasını Rumelihisarında (Bir Ka­ vuk Devrildi) piyesi ile kutlamaya başlarken, ben de, bir prologla söze başlamak istiyorum.

Hani bir sözümüz vardır, eskiden beri kullanılır, «nev’i şahsına mahsus» derler ya, işte bu sözü hiç mi hiç sevmem. Bunda, bir metheder gibi görünerek, bir nevi küçümseme, bir dudak bükme, bir istihza sezer gibi olurum. Zira nice yarım akıllıların nice budalaların, hattâ delilerin de kendilerine göre bir nevî şahıslarına mahsus halleri vardır. Hepsi başka türlü acaip âlemdir. Bunun için sevmem nev’i şahsına mah- susluğu

Ama bakın, başka bir sözümüze diyeceğim yoktur, eşsiz bilgin, eşsiz sanatkâr gibi, hayranlıkla, yürekten söylenene. Şimdi diyeceksiniz ki, bunun aksini düşünenler' de yok mu­ dur? Yok olur mu? Nurullah Ataç bunlardan biri di. Bir ta­ raftan Abdülhak Hâmidi göklerinden yere indirir bir yandan dili dolaşa dolaşa, kekeliye kekeliye konferans kürsüsüne çı­ karak AJımet Haşimin şiirlerine ver yansın eder, hırsını edebi­ yatımızdan alamayınca Batıya da yönelir, o kadar iyi bildiği Fransız edebiyatında çatacak başka bir şair yokmuş gibi Ed- mond Rostand’m yakasına sarılır, Cyrano’sunu haşmetli bu- mnu ile yerden yere çalardı. Ötede kendine üstad dedirtmek için çoluk çocuğa cezbe halinde kasideler okur, onu da man­ zum beceremediği için uydurma dilin ilk tilcikleri ile ırlardı ve her ırınm sonunda bugün bir hayli boy atmış olan çömez­ lerinin alkışları ile ın da, sınırı da alt üst ederdi. Allah rah­ met etsin, böyle hasta ruhlu bir arkadaştı. Fakat arkasında bir hastanelik mirasçı bıraktı. Pek tabii, bunların arasında dâhi tiyatro yazarları da yetişti artık. Onlar beğenirler mi Musahipzadeyi? Onun açtığı yoldan toplum hayatını hicvet­ mek istiyorlar, ama nerede o kuvvet! Musahipzade, Osmanlı İmparatorluğunun çöküş devrinden fars’m âlâsını çıkarmıştı, şimdiki başarısız ve kof espirili birkaç taklitçisi ile günün po­ litikasından âdi propoganda çıkarıyorlar. İşte aradaki fark!

Yine peki diyeceksiniz, Musahipzadenin piyeslerinde hiç kusur yok mudur? Aksini iddia etmem- Komedilerinin bazı­ larında teknik bakımdan hiç şüphesiz düzeltilmesi gereken kısımlar vardır. Ama iyi bir rejisör, bir sahneye koyucu bu güçlüğü yenmesini bilir ve bu yol göstericinin eski hayatı o devrin çerçevesi içinde iyice tetkik edip hazırlanması, genç­ lere hocalık etmesi de şarttır. Bu anda Şehir Tiyatrosunda bu iş için Vasfi Rıza, Sami Ayanoğlu, Kemal Tözem en başta gelen üç büyük rejisör sanatçıdır. Ergun Köknar’ı da onlar yetiştirmişlerdir. Himmetleri var olsun.

Yukarıda söylediğim güçlükleri, iyi bir rejisör v., sahne­ ye koyucu yenmesini bilir dedim. Yalnız bizde mi? Bu, her memlekette böyledir. Klâsik komedilerin yalnız Moliereden gelen geleneğe pek dokunmıyarak yeni yeni sahne düzenleri ile bugünün zevkine yaklaştırıldığı apaçık bir gerçektir. Burada, başka memleketlerdeki serbest görüşleri bir tarafa bırakarak. Fransadaki meşhur sahneye koyucu büyük artistlerin isimle­ rini sıralıyarak allâmelik taslamak istemem. Sahne tekniği daima değişmekte ve gelişmektedir. Hele daha gerilere, Antik

Halit Fahri OZANSOY

tiyatrolara gidersek meselâ Yunan komedisinde Aristophanesi ve Lâtin komedisinde Flautus ve Terentius’u nasıl yeniden ele aldıklarım ve eserlerinde bugünün zevkine göre ne özellikler yaptıklarını görmemek bir hatâ olur. Nasıl ki, daha geçen yıl, Lâle Oraloğlu (Kadınlar Savaşı) nı, ismini de (Kadınlar.. I—ıh.- deyince) ye çevirerek bir Aristophanes komedisi oy­ namıştı. Az gürültülere, mahkeme yasaklarına, Lâle hanımın açlık grevine kadar az maceraler geçirmemişti bu oyun. Ni­ hayet kararın temyizdir, şudur, budur derken yasak kalktı ve piyese büyük reklâm oldu. İşte bir piyes, Almanca mı, İn­ gilizce mi adaptesinden dilimize çevrilerek, aslındaki uzunluk­ lar, bilhassa zamane seyircisini son derece sıkacak olan mito­ lojik cümlelerin çoğu atılarak sahneye konulmuştu. Hani fe­ na da olmamıştı. Eğer ahlâka aykırı düşen taraflar, yüz kızar­ tacak kadar jestler, pozlar ve durumlarla dozunu kaçırmasa idi.

Gerçi Corneille, Racine, Shakespeare ve aynı zamanda Yu­ nan trajedi şairlerinden Eshilos, Sophokles ve Eurepides’ in pi­ yeslerine dokunulmuyor, bunlar en ziyade Festivallerde asılları- na göre oynanıyor, ama bir taraftan da adapteleri yapılıyor. Sa­ dece bir (Antigone) trajedisinin kaç adaptesi var, başta Jean Anouilh’in ki olmak üzere... Hem bunların felsefî fikrine de yeni bir istikamet verilerek...

Şimdi bu açıklamalardan sonra tekrar Musahipzademize gelebiliriz. Tekrarda fayda vardır, Musahipzade de bizim klâ- siğimizdir ve yüz yıllar boyunca öyle kalacaktır.

Tiyatro yazarlarımız arasında Ahmet Vefik Paşayı da her zaman hürmetle anarım Moliere’den tercümeleri ne ise ne, fakat adapteleri birer harikadır. Hârikadır ama nihayet bir model üstünde işlenmiş eserlerdır. Direktör Ali Beyin (Ayyar Hamza) sı da öyle. Fakat ne de olsa Vefik Paşanın kudretile ölçülemez. Sadece Paşanın adaptesi olan (Zor Nikâhı) ndaki üstad — evvel ve üstad — sâni konuşmalarını düşünün, in ­ san hayrette kalıyor. Bütün bunlar birer hakikat, büyük bi­ rer değer. Fakat Musahipzadenin eserleri ile hiçbirini muka­ yeseye imkân yoktur, imparatorluk devrini ele alırken, eski Osmanlı kibarlarını da, halkını da, imamını, çelebisini, konak hanımlarını ve cariyeierini, Arap bacısını, mum söndücü ho­ casını, çarşı esnafını, abdalını, musevisini daha ne bileyim bütün tiplerini kendi dilleri ve maceraları ile gözümüzün önüne en çekici, en baraketli vak’aları veya vak’aeıkları iie canlandırıp seriyor. Sonra ne aktörler oynadı bu ese-leri! Ha­ zım, Behzat, Raşit Rıza.

Vasfi Rıza gibi, Ah! ne âlemdi (Aynaroz Kadısı) ndaki Hazım! Küçük Kemal, Hüseyin Kemal bütün bir ekip. Ve Bedia Muvahhit! Sadece yaşmak ve ferace ile geçişi yeter. Sonra Şadiye, Kınar, Nurettin Şefkati. Ya hele Şadi, «üstad-ı sâni» de!

Hasılı Musahipzade Celâl bey merhum, yine tekrar edi­ yorum, en büyük ve eşsiz bir tiyatro yazanmızdı". Osmanlı (Devamı 29 sahifede)

(2)

-MUSAHİPZADE CELAL

(Baştarafı 10. Sahifcde) tarihini ele alırken destanını yazmamış, en zayıf köşelerini gö­ rerek en zarif nükteler ve olaylarla hicvini yapmıştır. İmpa­ ratorluğun XVII. ve XVIII. yüzyıl hayatının panoromasını çizen odur. Bu emsalsiz Türk hicvine karşı, tarihimizi yar ve ağyara karşı rezil ediyor diyenlere karşı da verilecek cevap sa­ dece gülüp geçmektir. Çünkü anlıyamazlar sanat eserinin gücü­ nü. Başka milletlerin tarihten ilham alınarak yazılan piyesle­ rinde de aynı serbest görüşleri ve hicivleri görii-üz. Fakat orada bir kişi çıkıp itiraz etmez. Bu garabetler yalnız bize mahsustur.

Şehir Tiyatrosu’nun bu dâhi sahne yazarımızın 100. ölüm yılını kutlamasını candan tebrik ederim. Yalnız geçen yıl bü­ yük başarı ile oynanarak çok ilgi çeken (Bir Kavuk Dev­ rildi) yi rahatsız olduğumdan göremediğime üzülürüm. Bu se­ fer inşallah görmek ııasip olacak bana da. Rumelihisarı’ndaki

temsil, muhakkak, kapalı salonda ve Ankara Devlet Tiyatro­ sunda gördüğüm ve pek beğendiğim (İstanbul Efendisi) ne de benzemez. Ankara’daki Opera sahnesi gibi, Rumelihisarı sahnesi de Muhsin Ertuğrul’un hediyesidir ve ona bu himmet­ lerinden dolayı da teşekkür etmek kadirseverlik nişanesidir. Sahne hayatımız gittikçe genişliyor, yalmz bir düzen lâ­ zım, daha sağlam bir düzen. Özel tiyatroların çoğunda bunu bulamıyoruz. Bir kaos içindedirler. Bundan kurtulmaları lâ­ zım. Şehir Tiyatrosunda da bunu özlüyoruz. Orada bazı hayır­ lı kıpırdamalar olduğu söyleniyor. Bu, bir beşaret haberidir. Repertuvar hazırlanırken de haksızlıktan uzaklaşmak, hele se­ çilmiş olan eserleri bilhassa telif olanlarını o mânâsız «tem­ silleri sıra ve süre ile kayıtlı değildir» despotça hükmünden kurtarmak lâzımdır. Çünkü en hafif mânâsı ile ayıp oluyor ve pek haklı dedikoduların önü alınamıyor. Bütün tiyatrolar, resmî veya özel bu hareketin Türk tiyatrosuna en büyük bir günah ve zara- teşkil ettiğini artık anlamalıdırlar. Sanat müesseselerinde samimiyet yalmz bir taraflı olamaz.

, (Tercüman'dan)

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ancak SETI’nin destekçilerinden olan Cumhuriyetçi Kongre üyesi Lamar Smith, toplant›da yapt›¤› konuflmada flunlar› söyledi:"Uzayda yaflam bulun- mas›,

Şakacık Sanatoryumundu güdüğü efendice kabul, bütün kalem sahipli- ıini minnettar etti.. Aylar »üren bakımlar, fedakârlık­ lar paıa

kez daha - özetle belirt­ tim: “Bir alanda sağla­ dığı şöhretini bir başka alana transfer etme an­ layışındaki yanlışlığı; geniş yığınların kendi­ sine

mam.zda, yo/un bak.mla ilgili sertifika sahibi olan hem irelerin, sertifika sahibi olmayan hem irelere göre toplam ele tirel dü ünme e/ilimi puan.n.n daha yüksek oldu/u

“Dokuz, on ay önce Türkiye’yi savunmak için (Mahkeme-i Âlem Huzurun­ da Türkiye) Başlığı altında İstanbul’da bir kitap yayımladığını, ancak bu eserler beş

Nâzım Usta, “imrenilir şey değil, martıların hayatı,” diyor; ama burada imrenilir bir şey ol­ malı martıların hayatı..

Kitabın kapağında incelemenin doğrultusu şöyle belirleniyor: Nazım Hıkmet'in şiirinde gelenek sorunu — Bed­ rettin hareketinin toplumsal ve ideolojik

(Bugünkü Japonya da aynı teklifi yapıyor!) Fakat hâdiseler her yerde onun dediği gibi cereyan etmemiştir. Bu artış bir kısım memleketler için kuv­ vet. Ye