• Sonuç bulunamadı

Meslek etiği ve içmimarlar için davranış ilkeleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Meslek etiği ve içmimarlar için davranış ilkeleri"

Copied!
92
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Anabilim Dalı İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Programı

“MESLEK ETİĞİ ve İÇMİMARLAR İÇİN DAVRANIŞ İLKELERİ

Zeynep Merve ÇİFTÇİ KAYNAROĞLU YÜKSEK LİSANS

09/2019 KONYA

(2)

ii

TEZ BİLDİRİMİ

Bu tezdeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edildiğini ve tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada bana ait olmayan her türlü ifade ve bilginin kaynağına eksiksiz atıf yapıldığını bildiririm.

DECLARATION PAGE

I hereby declare that all information in this document has been obtained and presented in accordance with academic rules and ethical conduct. I also declare that, as required by these rules and conduct, I have fully cited and referenced all material and results that are not original to this work.

İmza

Zeynep Merve ÇİFTÇİ KAYNAROĞLU 29.08.2019

(3)
(4)

iv

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Zeynep Merve ÇİFTÇİ KAYNAROĞLU Numarası 134261002006

Ana Bilim / Bilim Dalı İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Anabilim Dalı / İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bilim Dalı Programı Tezli Yüksek Lisans

Tez Danışmanı Prof. B. Burak KAPTAN

Tezin Adı

Meslek Etiği ve İçmimarlar İçin Davranış İlkeleri

ÖZET

Bilim ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte insanların ‘‘yapabilme gücünün’’ artmakta olduğu gözlemlenmektedir. Bu güç var olan etik sorunların yanı sıra, her geçen gün daha fazla etik sorunların doğmasına neden olmaktadır. Özellikle ilk olarak biyoloji ve tıp alanlarında; bilimin ve teknolojinin gelişmesi ayrıca yapabilirliğin artması ile uygulanan deneyler ve çalışmalar insanların kaygılarını arttırmakta olduğu görülmektedir. Etik sorunlar sadece biyoloji ve tıp alanında değil, insanın etkileşim içinde olduğu diğer bilim, sanat ve meslek alanlarında da karşımıza çıkmaktadır. Bu kaygılara sahip kuruluşlar etik olmayan tutum ve davranışlara karşı önlem almak amacıyla bazı etik ilkeler belirlemiştir. Bu ilkeler, tüm meslek guruplarını içine alacak şekilde ‘‘meslek etiği ilkeleri’’ adı altında toplanmaktadır. Ancak, her bir meslek kendi alanı içinde farklı etik sorunlarla karşılaşmaktadır. Meslek alanlarında oluşan etik sorunlar için her bir meslek grubu kendi alanlarına özgü etik ilkeler benimsemektedir. Bu yüzdendir ki farklı meslek alanlarının etik sorunları ve etik ilkeleri ‘‘biyetik’’, ‘‘tıp etiği’’, çevre etiği’’ gibi başlıklar altına alınmıştır. Bu araştırmanın alanı ise; içmimarlık mesleğinin ‘‘etik ilkeleri’’ olmaktadır. İçmimarlık mesleğinin etik ilkeleri ve içmimarların davranış kuralları İçmimaride Avrupa Şartnamesi (European Charter of Interior Architecht – E.C.I.A.) doğrultusunda ele alınmaktadır.

(5)

v

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

renci

nin

Adı Soyadı Zeynep Merve ÇİFTÇİ KAYNAROĞLU Numarası 134261002006

Ana Bilim / Bilim Dalı İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Anabilim Dalı / İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bilim Dalı Programı Tezli Yüksek Lisans

Tez Danışmanı Prof. B. Burak KAPTAN

Tezin İngilizce Adı Professional Ethics and Code of Conduct for Interior Architects

SUMMARY

It is observed that with the development of sience and techonology, ‘‘increases of people’s ability’’. In addition to the existing ethical problems, this power leads to more and more ethical problems. Especially in the fields of biology and medicine; with the development of sience and technology, as well as increasing the ability to perform experiments and studies, it is seen that people’s concerns increase. Ethical problems arise not only in the field of biology and medicine, but also in other fields of sience, art and profession in which human beings interact. Organizations with these conserns have set some ethical principles in order to take precautions against unethical attitudes and behaviors. These principles are gathered under the name ‘professionel ethics principles’ including all professional groups. However, each profession faces different ethical problems within its field. For professional problems, each professional group adopts ethical principles specific to their respective fields. For this reason, the ethical problems and ethical principles of different occupational fields are categorized as ‘biotic’, ‘medical ethics’, environmental ethics’. The field of this research is, ‘ethical principles of the profession of interior architecture. Te ethical prinsiples of the profession of interior architecture and the rules of conduct of interior architects are handled in accordance with the European Charter of Interor Architect (E.C.I.A.).

(6)

vi

ÖNSÖZ

Bu çalışmanın konusunun belirlenmesinde ve hazırlanma sürecinin her aşamasında değerli bilgilerini ve zamanını benden esirgemeyerek her fırsatta çalışmamla yakından ilgilenen, eleştirileriyle yol gösteren danışman hocam Prof. B. Burak Kaptan’a teşekkürlerimi belirtmek isterim.

Zeynep Merve ÇİFTÇİ KAYNAROĞU

(7)

vii İÇİNDEKİLER TEZ BİLDİRİMİ ... ii DECLARATION PAGE ... ii ÖNSÖZ ... vi İÇİNDEKİLER ... vii SİMGELER VE KISALTMALAR ... ix BİRİNCİ BÖLÜM 1. GİRİŞ ... 1

1.1.Tezin Amacı Ve Önemi ... 2

1.2. Tezin Yöntemi ... 2

İKİNCİ BÖLÜM 2. AHLAK VE ETİĞİ OLUŞTURAN DEĞERLER İLE AHLAK VE ETİĞİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ 2.1. Kültür ... 4 2.1. Erdem ... 9 2.2.1. Bilgelik ... 11 2.2.2. Cesaret ... 11 2.2.3. Ölçülülük ... 12 2.2.4. Adalet ... 12 2.3. Özgür İrade ...13 2.4. Sorumluluk ...14 2.5. Vicdan ...15 2.6. Değer ...16 2.7. Bölüm Değerlendirmesi ...17 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. ETİĞİN VE AHLAKIN ETİMOLOJİK KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ VE MESLEK ETİĞİ 3.1. Ahlakın Tanımı ve Özellikleri ...19

3.2.Etiğin Tanımı ve Özellikleri ...22

3.3. Etik ve Ahlak Arasındaki Farklılıklar ...23

3.4. Etik Türleri ...25

3.4.1. Teorik Etik Türleri... 26

3.4.1.1. Analitik etik (Meta-etik) ... 26

3.4.1.2.Normatif etik ... 26

3.4.1.3. Eleştirel Etik ... 27

3.4.2.Uygulamalı (Pratik) Etik ... 28

3.5.Meslek Etiği ve Meslek Etiği İlkeleri ...29

(8)

viii 3.5.2. Yasallık ... 31 3.5.3. Yeterlik ... 32 3.5.4. Güvenirlik... 32 3.5.5. Mesleğe bağlılık ... 32 3.5.6. Sorumluluk ... 33

3.5.7. İnsan Haklarına Saygı ... 33

3.5.8. Sevgi ve Hoşgörü ... 33

3.6. Bölüm Değerlendirmesi ...34

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. İÇMİMARLIK MESLEĞİ VE ETİK İLKELERİ 4.1. İçmimarlık ve İçmimar ...35

4.2. İçmimarlar Odası ve Meslek Kuruluşu ...39

4.2.1. TMMOB İçmimarlar Odası ... 41

4.2.2. IFI: Uluslararası İç Mimarlar / Tasarımcılar Federasyonu ... 43

4.2.3. ECIA: Avrupa İçmimarlar Konseyi; İçmimarlar İçin Davranış Kuralları ve Meslek Etiği İlkeleri ... 49

4.2.3.1. Genel Sorumluluk ... 49

4.2.3.2. Topluma Karşı Sorumluluk ... 51

4.2.3.3. Müşteriye Karşı Sorumluluk ... 53

4.2.3.4. Mesleğe karşı sorumluluk ... 55

4.2.3.5. Reklam – Tanıtım ... 56

4.2.3.6. Uyum ve Yaptırımlar ... 57

4.2.4. ASID: Amerikan İçmimarlar Derneği ... 57

4.3. İçmimarlar İçin Davranış Kuralları ...59

4.4. Bölüm Değerlendirmesi ...62

SONUÇ ... 64

KAYNAKÇA ... 70

EKLER ... 79

EK-1 C.I.D.A. Ölçütleri ...79

EK-2 E.C.I.A. Ölçütleri ...81

(9)

ix

SİMGELER VE KISALTMALAR

Bu çalışmada kullanılmış bazı simgeler ve kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.

Kısaltmalar ve Açıklamalar

I.F.I. Uluslararası İç Mimarlar / Tasarımcılar Federasyonu (International Federation of

Interior Architects/Designers)

F.I.D.E.R. İçmimarlık Eğitim Araştırma Kuruluşu (Foundation forInterior Design

Education Research)

E.C.I.A. Avrupa İçmimarlar Kurumu (TheInterıorArchitects’Council of Europe) A.S.I.D.Amerikan İçmimarlar Derneği (American Society of Interior Designers), C.I.D.A. İç Tasarım Akreditasyonu Konseyi (CouncilforInterior Design Accreditation)

(10)

1

BİRİNCİ BÖLÜM 1. GİRİŞ

Çağımızda ülkeler arası sınırların ortadan kalkması kurumsal ve toplumsal ilişkilerin belirli standartlara bağlanarak küresel ölçütlere dönüştürülme süreci hızlı bir şekilde yaşanmaktadır. Ülkeler arasında meydana gelen bu bütünsellik durumunda ülkeler de kurumsal yapı ve normlarını evrensel ölçütlerdeki değerlerle eşzamanlı hale getirmeye çalışılmaktadırlar. Bu amaçla mesleki davranış ilkelerinde ya da etik yasalarında evrensel ölçütte bir sistematik olgu yaratılmak istenmektedir. İnsanların davranışları bulundukları yaşam alanlarının sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yapı ve değerleriyle dolaysız bir bağıntılı olarak gelişmektedir. Bu sahada yaşanan değişim ve dönüşümler insan davranışları, toplumların sahip oldukları değer yargıları ve toplumsal, bireysel ideolojiler üzerinde de köklü değişiklikler meydana getirmektedir.

Topluma yararlı ve toplum refahının yükseltilmesi amacıyla gerekli mevcut işlerin yürütülmesi, bu işleri yapacak olan kişilerin eğitilmesi ve eğitilen bu kişilere iş olanağı sağlanması ile olanaklıdır. Toplumsal zenginliğin en önemli öğesi olarak kendilerini niteliklendiren ve temellerini bilgi ve beceriye dayandıran tüm iş dalları hâlihazırdaki erklerin süren durum düzeni kontrol düzeni olarak çalışmaktadırlar. Bunun yanı sıra her bir iş sahasındaki, erkler ve diğer iktidar biçimleriyle yaptığı anlaşmalar dâhilinde, kendilerine özel yetki ve iktidar alanları oluşturmayı ve ayrıcalıklı konum elde etmeyi, bu nedenle toplumdaki devimselciliği etkilemeyi hedeflemektedir.

İnsanın doğa karşısında vermiş olduğu mücadele tarihsel süreç olarak insanoğlunu en çok etkileyen dönemlerden olan aydınlanma çağının ve sanayi devriminin en temel etkinliklerinden biri olmuştur. Bu süreçte insanın barınma gereksiniminden ulaşıma, tarımdan endüstriyel üretime kadar pek çok alanda bilimsel bilginin teknoloji aracılığıyla gündelik yaşama yansıması ve bu amaçla teknik insan gücünün eğitilmesi söz konusudur. Yaşamsal alanların oluşturulmasını sağlayan ve bunu insanların gereksinimleri doğrultusunda tasarlayan içmimarlık bu çabaların başta geleni ve en önemlisidir.

İnsanın dünyayla ilişkisine aracılık eden ve bu anlamda bilimsel bilgiyi teknolojik bilgiye dönüştüren alan olan içmimarlığın insan yaşamına bu etkin

(11)

2

müdahalesi; değer sorunlarını, bunları somutlayan ahlaki eylemleri ve bu eylemlere dayanan etik ilişkileri kaçınılmaz olarak ortaya çıkarır. Dolayısıyla içmimarlık da nitelikli etik değerlendirmeleri gerektirir.

1.1. Tezin Amacı Ve Önemi

Bu araştırmanın temel amacı, meslek etiği ilkelerinin oluşumunda yönlendirici olan ve aynı zamanda ahlak ve etiği oluşturan; kültür, değer, erdem, özgür irade, sorumluluk ve vicdan kavramlarını irdeleyerek, ulusal ve uluslararası meslek kuruluşlarının benimsemiş olduğu içmimarlık mesleği davranış kodlarının arasındaki bağı ortaya koymaktır. Bu çalışma ile ulaşılmak istenen sonuç, içmimar ve içmimar adayının mesleki sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlamak ve meslek yaşamları sürecinde içmimarlık meslek etiği ilkelerini benimsemiş biçimde mesleklerini icra etmelerinde yol gösterici nitelikte olmaktır.

İçmimar ve içmimar adayları mesleki eylemlerini, içmimarlık meslek etiği ilkeleri doğrultusunda gerçekleştirmesi neticesinde, içmimarlık mesleği en doğru biçimiyle uygulanmış olacaktır. Bu araştırmanın konusu olan içmimarlık meslek etiği ilkeleri, meslek itibarının artması, mesleki gelişimin ve ilerlemenin sağlanması açısından önem taşımaktadır.

1.2. Tezin Yöntemi

İçmimarlıkta mesleki etik, kişisel eğilimlerden daha önemlidir. Bu nedenle, içmimarlık etik kuralları sübjektif değerlendirmelerin çok daha ötesinde objektif değerlendirmeler ışığında tartışılmalıdır. Bu çalışmada içmimarların izleyebileceği genel etik ilkelerin ve kuralların ortaya konması amaçlanmaktadır. Bu saikten hareketle çalışma için fenomonoloji (olgubilim) desenine dayalı nitel araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Nitel araştırmalar; doküman analizi, nitel veri toplama, görüşme ve gözlem gibi temel yöntemlerinin kullanıldığı algı ve olayların doğal ortamları içerisinde bütüncül, gerçekçi ve çok yönlü bir bakış açısı ile ele alınmasına imkân sağlayan araştırma yöntemleridir (Yıldırım ve Şimşek, 2013). Gerçekler araştırmacı tarafından dekonstrüksiyon bir yaklaşımla anlamsal açıdan yeniden yorumlanır. Nitel araştırmalar katılımcıların çalışmaya tarihsel bilgi sağlamasına da imkân sağlar (Creswel, 2014). Fenomonoloji genellenebilir sonuçlara ulaşılmasında oldukça başarılıdır. Bu yöntem ile genel etik ilkeler ve kuralların ortaya konacağı düşünülmektedir. Çalışmada kaynak

(12)

3

taraması yapılırken içmimarlık ve etik konusunda yazılmış tüm makale, dergi, kitap ve internet kaynakları derlenerek tasnif edilmiş ve kategorileştirilmiştir.

(13)

4

İKİNCİ BÖLÜM

2. AHLAK VE ETİĞİ OLUŞTURAN DEĞERLER İLE AHLAK VE ETİĞİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

Etik ve ahlak tanımı anlamak için, ahlak ve etiği oluşturan kavramlarını bilmek gerekmektedir. Çünkü bu kavramlar ahlak değerlerini, ahlak kurallarını, ahlaki davranışları oluşturur ve yine bu kavramlar üzerinden etik bir sorgulamaya gidilmektedir. Bu kavramlar; kültür, erdem, vicdan, özgür istenç, sorumluluk ve değer olarak bu çalışmada ele alınmaktadır. Böylece etik ve ahlakın özü irdelenmiş olacaktır.

2.1. Kültür

Hiçbir sözcük kültür kelimesi kadar geniş ve çeşitli anlama sahip değildir. Bu kadar çeşitli ve geniş anlama sahip olması kelime tanımının yapılmasında, zorluklara ve farklılıklara neden olmaktadır. Ayrıca soyut anlamlar içeren kültür kelimesi, bireyin kendi algı düzeyi doğrultusunda her birey ve toplum tarafından farklı algılanabilmektedir. Bu durum bazen kültür kelimesinin yanlış anlamlarda ve yanlış ifadelerle kullanılmasına neden olmaktadır.

Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğünde kültür kelimesi: a)Tarihsel, toplumsal ilerleme süreci içinde oluşturulan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları oluşturmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin; b)Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin tamamı; c)Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi; d)Bireyin kazandığı bilgi; e)Tarım; f)Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme; şeklinde farklı tanımlar yapılmaktadır (BTS,2019).

“Kültür”, sözlüklerde ve ansiklopedilerde en çok tanıma sahip sözcükler arasında bulunur. Terim olarak “kültür”, Latince colere fiilinden türetilmiştir. Colere; işlemek, yetiştirmek, düzenlemek, onarmak, inşa etmek, bakım ve özen göstermek, ekip biçmek, iyileştirmek, eğitmek vb. anlamları birlikte içeren çok zengin bir anlam içeriğine sahiptir. a) Bu fiilden türetilen ‘cultura’ terimi, ilk kez tarımsal etkinlikleri adlandırmada kullanılmıştır. Romalılar ‘cultura’ terimini doğada kendiliğinden yetişen bitkilerden ayırmak üzere, insan emeği ve eliyle tarlada ekilerek yetiştirilen bitkileri adlandırmakta kullanmışlardır. Aynı Romalılar, “tarım” teriminin karşılığı olarak,

(14)

5

“toprağı işlemek” anlamında ‘agri-cultura’ terimini türetmişlerdir. “Kültür” teriminin bu anlamı bugün de yaşamaktadır. Bugün biraz özelleşmiş bir anlamda da olsa, tarla, sera ve laboratuar ortamlarında yetiştirilen bitkileri “kültür bitkisi” olarak ifade edilir. Türkçede “kültür” karşılığı olarak önerilen “ekin" terimi de colere fiilindeki ekip biçmek, ekmek, anlamları temel alınarak türetilmiştir. b) “Kültür” teriminin tarıma ilişkin bu kök anlamı, onun bundan sonra görülecek tüm diğer anlam ve kullanımlarına sinmiştir. Terimi, insanın yetiştirilmesi, işlenmesi, eğitilmesi anlamında ilk kez kullananlar da, gene iki Romalı düşünür, Cicero ve Horatius olmuşlardır. Cicero’nun bu konuda kullandığı terim culturaanimi'dir. Terim, insan nefsinin (Grekçe: pneuma, Latince: anima, Türkçe: can) terbiye edilmesi anlamında kullanılmıştır. Cicero, terimi, başlangıçta “doğal” bir malzeme, bir içgüdü, bir hammadde, nefsine düşkün bir hayvan olarak gördüğü insanın işlenmesi, yetiştirilmesi ve eğitilmesi anlamında kullanmakla; terimin bugün de anlamaya devam edilmekte olan bir temel yönünü ilk kez ifade edilmiş oluyordu. Öyle ki, tek insanın gerekli bilgileri edinerek, akıl yürütme, belli ilkelere göre eylemde bulunma, nefsine hâkim olma, zevk ve eleştiri yeteneğini geliştirme ve dahasın da “kişilik” sahibi olma hâline “kültür” demeye halen devam edilmektedir(Özlem, 2008).

İlk kez düşünür Voltaire tarafından kültür sözcüğünü ‘‘insan zekâsının yaratılışı, ilerlemesi, geliştirilmesi ve yüceltilmesi’’ anlamında kullanmıştır. Kültür kelimesi daha sonra Almanya’ya geçmiş ve 1793 tarihli bir Alman Dili Sözlüğünde ‘‘Cultur’’ olarak yer almış bulunmaktadır. Kültür kelimesi buradan, İspanyolca, İngilizce ve Slav dillerine geçmiş bulunmaktadır. Antropoloji bilimlerinde çoğunlukla kullanılan ilk bilimsel kültür tanımını veren İngiliz antropoloğu Tylor’un (1871) kültür kelimesini Almancadan aldığı özellikle Klemm’den esinlendiği kanısı oldukça yaygındır (Güvenç, 1996: 96).

İngiliz Antropolog Tylor, kültür üzerine ilk kapsamlı çalışmayı gerçekleştirmiş ve kültürü; “bireyin, topluluğun bir ferdi olarak kazandığı bilgi düzeyi, inanç sistemi, sanatı, hukuki kuralları, adetleri, gelenekleri, görenekleri, alışkanlıkları ve yeteneklerinin bir bütünü” olarak tanımlamıştır (Haviland vd. 2008:103).

Kültür kelimesi yukarıda sözü edilen tarihi sürecin devamında yeni anlamlar kazanarak yayılıyordu. Bu yeni anlamlar dört genel anlam altında toplanmaktadır.

(15)

6

 Bilim alanında kültür anlamı: Uygarlıktır.

 Beşeri alandaki kültür anlamı: Eğitim sürecinin ürünüdür.

 Estetik alanındaki kültür anlamı: Güzel sanatlardır.

 Maddi (teknolojik) ve biyolojik alanda kültür anlamı: Üretim, tarım, çoğaltma ve yetiştirmedir. (Güvenç,2005: 97)

Yukarıdaki dört çeşit kültürün genel ve özel türleriyle birlikte sekiz ayrı anlamı ortaya çıkmaktadır. Uygarlık kavramının bütün özel kültürleri; eğitim kavramının bütün özel eğitim tiplerini; güzel sanatların ise bütün sanat türlerini içine aldığı kolaylıkla görülür. Öte yandan eğitim, bütün güzel sanatları; uygarlık ise bütün eğitim türlerini ve üretim süreçlerini ve teknolojileri içine almaktadır. (Güvenç, 2005: 98)

Genel dört madde halindeki anlamların dâhilindeki özel kavramların çokluğu kültür kelimesinin farklı ve çoklu anlamlar kapsamasına neden olmaktadır. Kültür kavramını düşünürler, eğitimciler ve antropologlar inceleyip tanımlamaya çalışmışlardır. Bu kısa tanımlardan sonra, kültürün ne olup olmadığı, onun bazı özellik ve ilkeleri üzerinde daha ayrıntılı ve açıklayıcı olarak durmakta yarar olduğu görülmektedir.

Bu açıklamalar, Bozkurt Güvenç’in antropolog Murdock’tan esinlenerek, sınıflandırdığı şekliyle aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.

Kültür öğrenilir: Kültür, içgüdüsel ve kalıtımsal değil, her bireyin doğduktan sonraki yaşantısı içinde kazandığı alışkanlıklardır. Ve mademki kültür, öğrenilen, eğitimle kazanılan bir şeydir, öğrenmenin kurallarına, yasalarına ve ilkelerine uygun olmak zorundadır (Kağıtçıbaşı, 1977; akt. Güvenç,2005).

Kültür tarihidir ve süreklidir: Bütün hayvanlar öğrenme yeteneğine sahiptirler ve bir şeyler öğrenirler. Fakat kazandığı alışkanlıkları ve öğrendiği yeni bilgileri tümüyle yavrusuna öğretebilen tek varlık insan’dır. İnsanın bu alandaki üstünlüğü ve biricikliği belki de bir dil konuşma yeteneğinden geliyor. Eğer, kültür bir kuşaktan diğerine geçiyorsa, yani sürekliyse, onun her kültürde ortak nedenleri ve sonuçları vardır. Eğitim, çocuğun yalnız bakımını ve korunmasını değil, onun doğuştan gelen eğilim ve dürtülerinin sosyal hayatın koşullarına göre sınırlandırılmasını, kısıtlanmasını öngörür. Her kültürel sistem üyelerini besler, fakat kimileri nerelerde, ne zamanlarda, neleri, nasıl yiyeceklerini yine kültür belirler. Kültür dendiğinde akla önce töreler gelir. Çünkü kültürün sürekliliğini gelenek ve görenek sağlar. İşte bundan ötürü, kültürün yaradılışa uzanan dolaylı bir geçmişi vardır.

Kültür toplumsaldır: Kültürel sistemin öğrettikleri yalnız zaman boyutunda sürekli değil fakat aynı zamanda toplumsaldır. Yani, bu öğretiler örgütlenmiş birliklerde, kümelerde ya da toplumlarda yaşayan insanlarca yaratılır ve ortaklaşa paylaşılır. Bu grubun üyeleri tarafından paylaşılan alışkanlıklar, kabul edilen davranış, tutum ve değerler o grubun

(16)

7

kültürüdür. Sosyal bir grubun ortaklaştığı veya paylaştığı alışkanlıklar ister aile, ister bir köy veya sınıf, ister bir oymak veya ulus düzeyinde olsun, bir kültür ya da ‘‘alt kültür’’dür. Eğer kültür toplumsal ise, onun varlığı topluma bağlı olmak gerekir.

Kültür, ideal ya da idealleştirilmiş kurallar sistemidir: Kültür, çoğunlukla, ideal kurallardan ve davranış örüntülerinden oluşursa da bireysel tutum ve davranışlar, önemli ölçüde, ‘‘ideal’’den ayrılır. Fakat sistemin üyesi olan birey, kültürel kuralı ve kurala uymayan davranışları hemen tanır. İdeal, olması gerekendir. Ancak her olay ideal değildir. Etnografyacılar, olması gerekenle, gerçekte olanı birbirinden ayırmayı öğrenirler. Bir kişinin belli bir olay karşısındaki veya belli bir ilişki içindeki türlü davranış yolları ya da alternatifleri tartışıldığı zaman, işte bu idealin ne olduğu araştırılır. Fakat kişiler aynı kültürün üyeleri oldukları halde, kültürel ideale uygun hareket etmezler. Öyleyse bütün davranışlar, kültürel ya da ideal değildir.

Kültür, gereksinimleri karşılayıcı ve doyum sağlayıcıdır: Kültür, temel biyolojik ihtiyaçları ve bunlardan doğan ikinci derecedeki ihtiyaçları, çoğu zaman ve önemli ölçüde karşılar. Kültürel kurumlar ve ilkeler, başarısı denenmiş çözüm yollarıdır. Psikoloji bilimi, ancak doyum süreci olduğu sürece, alışkanlıkların devam ettiğini göstermiştir. Doyum, alışkanlıkları destekler ve pekiştirir. Doyum yokluğu ise alışkanlıkların kaybolmasına yol açabilir. Öyleyse kültürel öğeler, toplumun üyelerine bir doyum veya hizmet sağlayarak var olabilirler. En azından kültürel öğelerin verdiği doyum veya umut, onun neden olduğu açıdan daha büyük olmalıdır ki devam etsin. Eğer kültür gerçekten insanın biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılıyorsa, bütün kültürlerde benzer öğeler ve kurumlar bulunmalıdır.

Kültür değişir: Kültür değişir. Değişme, uyum yoluyla gerçekleşir. Gerçi doğal koşullar kültürel özellikleri belirleyecek kadar etkili ya da güçlü değildir ama kültürler, zaman boyutu içinde, doğal çevreye uyum gösterirler. Kültürler, yayılma, ödünç alma, öykünme, vb. yollarla komşularına da benzerler; ayrıca, kültürel sistemi oluşturan bireylerin biyolojik ve psikolojik istek ve ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde uyum gösterirler. Koşullar değiştikçe geleneksel çözüm yollarının sağladığı doyum düzeyi de azalar ve değişir.

Kültür bütünleştiricidir: Tarih ve çevresel etmenlerin etkisi nedeniyle, hiçbir kültürel sistemde sürekli ve tam bir bütünleşme görülmez. Tam olurken iç ve dış güçler dinamiğindeki bir değişme, dengeyi ve bütünleşmeyi temelinden sarsar. Bütünleşme bir yön ve idealdir. Fakat gerçekleşmesi uzun zaman alır.

Kültür bir soyutlamadır: Kültürün bir bütün ya da bir sistem olduğu hep söylenir. Ancak, sistemin tanımlanması oldukça zordur. Çünkü kültür, bütünüyle maddi, gözlemlenebilir bir şey ya da olgu değildir. O, soyut bir kavramdır. Eğer kültür sistemi gerçekten söz konusu ise soyutlamayı yapan kişilerin zihinlerinde bir kavram olarak vardır(Güvenç, 2005c: 101).

Kültür, bir millete ait olan maddi ve manevi değerleri meydana getiren bir bütün olmasından dolayı toplum içinde mevcut her türlü bilgiyi, ilişkileri alışkanlıkları, değer

(17)

8

ölçülerini, genel geçim, görüş ve düşünüşleriyle her türlü davranış şekilleridir. Bütün bunların yanı sıra, o topluluğun üyelerinin tersine birlik olan ve onu diğer topluluklardan ayrı tutan özel bir yaşam şekli sunar(Turhan, 1961:40).

Güvenç (2005) çalışmasında kültür kavramını bir coğrafya haritasına benzetmektedir. Coğrafya haritası, bir köyü, kenti, ormanı, gölü,yolları, ve bunların birbiri ile ilişkilerini gösteriyor ise kültür kavramı da belli bir toplumdaki kültürel öğeleri, kuram ve süreçleri ile birlikte karşılıklı ilişkilerini temsil etmektedir. Fakat nasıl harita bölgenin kendisi değil de onun, küçük ve soyut bir modeli ise; kültür kavramı da toplumsal yapı ve kurumların, kendisi değil, kavramsal ve soyut halini göstermektedir(Güvenç, 2005:104).

Bozkurt Güvenç’in kültür kavramını haritaya benzetmesinden etkilenilerek kültür kavramı ağaca da benzetilebilinir. Kültür en geniş toplumdan en küçük topluma yani aileye kadar küçülebilmektedir.Ağacın gövdesi en geniş toplumu, ağacın dalları ise bölünen diğer küçük toplumları simgelemektedir. Bu benzetme; kültürün toplumlar arasındaki bağını, nesilden nesle aktarımını, her şeyin aslında bir gövdeye bağlı olduğunu, o gövdeden bağı koparmadan ama değişerek çoğaldığını, her zaman ileriye doğru devam ettiğini gösterebilmektedir.

Kültür toplumda onu oluşturan bireyler tarafından benimsenen ve süreç içerinde değişerek kuşaktan kuşağa iletilen davranış kalıplarıdır. Kültür, insanın diğer insanlarla ve insanın doğayla ilişkilerini düzenleyen, insanın hazır olarak kendisine sunulmayan, kendisinden oluşan maddi ve manevi bütün değerleri şeklinde ifade edilir. Bu nedenle kültür ve etiğin ayrılmaz bir bütün kabul edilir ve etik, kültürün bir alt alanı olarak kabul edilebilir (Başpınar ve Çakıroğlu, 2014:41-42).

Toplumların benimsediği inançlar, değerler ve kurallar bireylerin eylemlerinin etik ilkelere uygunluğunu denetlemektedirler. Dini ve toplumsal inançlar, değerler ve kurallar da kültürün etkilemektedir. Bu yüzden etik kurallara uygun bir toplumsal sistemin oluşması toplumun sahip olduğu kültüre bağlı olabilir. İnsana ait olan ve insan tarafından oluşturulan duygu, düşünce, hareket ve davranışların tamamı“kültür” olarak ifade edilebilir. Kültür; insanın meydana getirdiği bütün araç ve gereçler olarak maddi, anlam ve değerler olarak da manevi kültür şeklinde ikiye ayrılmaktadır (Aydın, 2013:12).

(18)

9

Kültür, toplumların benimsediği değerler ve tutumlar ile ilgili belirli standartlar oluşturarak insanların yaşamına yön vermektedir. İnsanların neyi ve nasıl yapacağına ilişkin tutumlarını geliştirerek onları güzele ve doğruya yönlendiren düşünceleri oluşturan kültürün etik ile olan ilişkisi de bu noktadan başlamaktadır. İnsanlar alacakları kararlarında benimsedikleri dinin söylediği kurallara göre hareket etmektedir. Birçok zaman bu durumlarda ahlaki alışkanlıklar yani kültürel alt yapı,fazla düşünmeden kararlar almada ve davranışların belirlenmesine neden olmaktadır (Ay, 2005:32).

Bu açıklamalar ışığında kültür; alt yapısı bilgi olan, içinde bulunduğu toplumu benimsemesiyle doğduğu andan itibaren zorunlu olarak öğrenmeye başladığı, büyüme dönemlerinde ve değişen dünya ile birlikte değiştirdiği, üzerine eklemeler yaparak kendinden sonraki geleceğe aktardığı duygu, düşünce ve eylemleri olarak tanımlanabilir.

2.1. Erdem

Türk Dil Kurumu tarafından yapılan erdem sözcüğünün tanımında erdem kelimesinin ‘‘ahlakın yücelttiği iyi olma, alçak gönüllülük, cömertlik, dürüstlük vb. kişilik özelliklerinin ortak adı’’ olarak belirtilmektedir. Erdemin felsefi anlamı ise insanın ruhsal olgunluğu olarak tanımlanmıştır (BTS, 2019).

Erdem sözcüğü, İngilizce “virtue” sözcüğü ve Latince “virtus” kelimesinden türetilmiştir. Virtus sözcüğü erkek anlamına gelen “vir” sözcüğünden gelmektedir. Erdem sözcüğünün Yunanca’da ki karşılığı ise “arete”dir. Erdem, etik ve ahlak değerlerin oluşumundaki en temel kavramlardan biridir (URL-1).

Erdem, farklı dönemlerde farklı düşünürler tarafından, kimi zaman tek başına ele alınıp değerlendirilse de, kimi zaman “iyi” ,“mutluluk”, “haz”, “akıl”, “bilgi” ile özdeşleştirilmiştir. Erdemin, karaktere ilişkin bir nitelik olarak görülmesi ise, insan eylemleriyle bağ kurulmasına neden olmaktadır. Bu nedenden ötürü, kişide erdem aranırken kişinin, sadece düşünceleri değil, eylemleri de temel alınması gerekmektedir. Erdem, insanın sahip olabileceği en yüksek iyiye ve en doğru bilgiye sahip olabilmesi, bunları da kendi istenci doğrultusunda, sürekliliğini kaybetmeksizin eyleme dönüştürebilmesidir.

Araştırmalar doğrultusuna erdem terimini felsefeye kazandıran, birey ve bireylerin etkinlikleri için kullanan ilk düşünür Platon olmuştur. Platon erdem sözcüğünü, insana kendisine özel ve uygun olanı yapma ve kendi hayallerini başarım

(19)

10

fırsatı veren yetkinlik olarak tanımlamıştır. Platon ruha ait özellikleri üç parçaya ayırmış ve sonra erdemi, her bir parçanın kendi görevini en iyi bir şekilde yerine getirmesi için bunları eşitlemiş bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle üç parçanın farklı olan erdemleri; bilgelik cesaret ve ölçülülük olup, bunlar başarıldıktan sonra, üç parçadan meydana gelen bütünün birbiriyle uyum içinde olması hali de, adalet erdemine karşılık gelmektedir.

Platon’a göre mutlu olmanın tek yolunun erdem olduğu ve erdemin insan ruhunu mutlu yaptığını kötülüğün ise insanı mutsuz kıldığını hatta erdemin ruhun doğru özelliğinden, iç düzeninden, ruhun dayanıklılığından ve bazı değerlerle uyumlu olmasından başka bir şey olmadığını iddia etmektedir.

Durak (2009) çalışmasında, erdem ahlakı ile en çok ilgili olan kişi Aristoteles’in, adaleti, cesaret, ölçülülük, cömertlik ifadeleriyle ahlaki erdemlerin iki aşırı uç arasında itidalli olmaktan meydana geldiğini ifade etmektedir.Diğer taraftan bilgelik gibi benzer düşünsel yani fikri erdemler entelektüel etkinliğe bağlılığı olan ve şeylerin niçin olduklarını bulmakla belirlenen erdemlerdir. Sözü edilen fikri erdemler, teorik bilgelik ya da ‘‘sophia’’ ile belirlenmiş olup nesnelere yönelmişlerdir

Aristoteles’e göre mutluluk denen şey erdeme uygun etkinliklerle elde edilebilecek bir hedeftir. Erdem ise en geniş anlamıyla ele alındığında insanın kendi amacına uygun bir durumda olmasıdır. Ruh akıl, duygu ve arzu yetileri arasındaki ilişkinin doğru ve itidalli olması ile erdemi bulabilmektedir. İnsanın isteyerek ve bilinçli olarak hedeflediği ve özgür istenci ile seçtiği fiiller ahlaki eylemdir (Thilly, 2000: 169-171).

İnsanın, yaptığı davranışın sonucunu kabul ederse ancak o zaman erdem var olmaktadır. Erdem neyi niçin seçme konusunda; ”Hangi eylemi seçersek erdemli oluruz?” sorusuna odaklanmaktadır. Bu aşamadan sonra Aristoteles her insan için az çok geçerli olabilecek bir seçim ilkesi olan, iki uç noktayı orta bir noktaya getirecek olan itidali benimsemektedir.

Bu genel ifadelerden yola çıkan Aristoteles farklı erdemleri araştırmış bulunmaktadır. Örnek bir ifade ile; Aristoteles’e göre savurganlık, vermekte aşırılık, almakta ise eksiklikken, almaktaki aşırılığı, vermekteki eksikliği ise cimrilik olarak tanımlanmaktadır. Bunların aksine cömert olan kişi almak ve vermek arasında aşırılık

(20)

11

göstermeyen kişi olarak belirtilmektedir. Cesaret, korkaklık ile gözü peklik arasında itidalli olma durumudur ve aynı durum tüm erdemler için geçerlidir (Aristoteles, 2014).

Platon, insana mutluluğu kazandıracak şeyin erdem olduğunu vurgular. Tam ahlaklılık ve erdem ona göre aynı şeydir. Platon’un ahlak anlayışında, erdem ile ruh anlayışı arasında bir bağlantı söz konusudur. Ruhun üç çeşit kuvveti vardır. Ruhun düşünen yönü akıldır. Bunun erdemi ise hikmettir. İrade yönünün erdemi ise cesarettir. Arzu duyan yönün erdemi ise ölçülülüktür. Adalet erdemi ise bu üç kısım arasındaki ahenkten doğmaktadır. Platon ilk defa dört temel erdemi ortaya koyar. Bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalet. Devlet kitabında en yüksek erdem olarak adalet belirtilmektedir (Durak, 2009:61).

İbn Sina, Aristoteles ve Farabi’nin erdem görüşünü benimseyerek; erdemi ifrat ve tefritin orta noktası olarak tanımlar. Erdemi; iffet, cesaret, hikmet ve adalet olmak üzere dört kısma ayırır. Ona göre, arzu gücünün itidalinden iffet, öfke gücünün itidalinden cesaret, bu iki gücün yerinde kullanılmasından da ameli hikmet gerçekleşir. Bu üç erdemin birlikteliğinden adaletin ortaya çıktığını ifade eder (Durak, 2009:69).

Tüm bu tanımlar doğrultusunda erdemi; iki zıt uç noktanın ortasıdır diye tanımlanabilir. Bu orta tanımı genel geçer bir orta değil kişiye göre değişen ve kişiye bağlı olan bir orta olarak kabul edilmektedir. İnsanların erdem sahibi olduğunu söyleyebilmek için, düşünce ve eylemlerini iki uç nokta ortasında benimseyip alışkanlık haline getirmesi gerekmektedir. Yukarıda sözü edilen erdemin kısımları aşağıda dört başlık altında ele alınmıştır.

2.2.1. Bilgelik

Ruhun erdemi olan bilgelik Platon’a göre insanın kendisinin ne olduğunu bilmesidir(Durak, 2009:54).Platon’un diyaloglarında dört temel erdemden ilki olan bilgelik için iyi olmak, iyiyi bilmek, iyi olan, güzel şeklinde tanımlanabilir. Erdem ve yetkinlik bilgiye bağlıdır. Bilgi insanları doğru olana götürür. Doğru bilgi sahibi olan insan erdem sahibi; erdem sahibi olan insan ise mükemmelleşmiş ve yetkinleşmiş insan denilebilir.

2.2.2. Cesaret

Cesaret erdemine sahip olan insan gereksiz bir korkuya kapılmayan insan olarak kabul edilebilir. Korkulması gerektiği bir durum söz konusu olduğunda iyi bir neden

(21)

12

için de aklının gerektirdiği şekilde katlanabilmelidir. Aristoteles’in ifadesiyle “gerekli nedenlerden dolayı korkulacak olgudan doğru şekilde korkan, aksi durumda korkmayan kişi cesaret eden kişi olarak ifade edilebilir.” Buna göre korkulacak şeylerden korkmamanın ifratı gözü peklik, her şeyden korkmanın tefriti korkaklıktır (Durak, 2009:148).

Cesaret erdemi de diğer erdemler gibi iki aşırı ucun ortasını oluşturmaktadır. Korkulacak durumlardan korkmamak ya da korkulmayacak durumlardan korkmak insanın, uç duygulara sahip bir karakterinin olduğunu da göstermektedir. Bu uç duygulara sahip kişinin erdem eksikliğinin olması düşünülebilinir.

2.2.3. Ölçülülük

Ölçülülük hazlarla ilgili bir ortak noktada olmayı ifade etmektedir. Buna göre ölçülülük bedeni hazlarla, dokunma ve tatma gibi hayvanlarla insanlar arasındaki ortak olan duygularla alakalı bir erdemi ifade etmektedir. Bedeni hazlarla ilgili olan bu erdem, görme, koklama, işitme gibi hazları bir yana bırakmaktadır. Çünkü Aristoteles’e göre ne resimlere bakmaktan ne müzik dinlemekten ne de güzel kokulardan haz duyan insanlara haz düşkünü denilebilir. Bundan dolayı bu erdem, yeme, içme ve cinsel hazlarla alakalıdır. Ölçülülük erdeminin ifratı haz düşkünlüğü, tefriti ise duyarsızlıktır (Durak, 2009:150).

Ölçülülük erdemi bütün erdemlerin ortak noktasıdır denilebilir. Çünkü erdemin kısımlarından bahsederken iki uç noktanın ortasını bulmak yani ölçülü olmaktan bahsedilmektedir. Bir insanın ölçülülük erdemine sahiptir demek için arzu duyduğu kötü bir durum için kendisini durdurabilmesi gerekmektedir.

2.2.4. Adalet

Aristoteles’e göre adalet, insanlar arasındaki ilişkilerin yasalarla düzenlendiği bir toplum yaşamında ortaya çıkar (Durak, 2009:140).Yani adalet erdemi toplumsal bir erdemdir. Adalet, erdem açısından üstün olan ortak yararlar için oluşturulan yasaya uyma durumu şeklinde tanımlanabilir. Adalet erdemi; bilgelik, cesaret, ölçülülük erdemlerinin itidallinden doğmaktadır. Erdemin kısımları için sac ayağına benzetilebilinir. Bilgelik, cesaret ve ölçülülük erdemlerinden birinin eksikliği, adalet erdeminin eksikliğine neden olabilir.

(22)

13

A. Cevizci, Etik Ahlak Felsefesi adlı çalışmasında, Sokrates için adalet kavramının bir bilgi olduğunu ifade etmektedir. Adalet, insanın görevini yerine getirmesi, kendisi için en iyi, en doğru olanı yapması ve diğer insanlar için de en doğru olanı yapması olarak tanımlanabilir. İnsan neyin iyi neyin doğru olduğunu bilmiyor ve kendisine yönelik bir bilgiye sahip değil ise, kendisi için bile iyi ve doğru olanı yapamayacaktır. Aynı şekilde insanlara dahi bilgiye sahip olmaz ise diğer insanlar için doğru olanı bilmez ve adaletli davranamaz olduğu kabul edilebilir (2014:144).

2.3. Özgür İrade

Özgür olmak ve bunu kabul etmek ahlaktan söz edebilmek için gereklidir. İnsan özgür olup olmadığı her ne kadar tartışma konusu olsa da insanlar, onların kararlarını, düşüncelerini, davranışlarını etkileyen nedenlere vakıf olmadıkları için kendilerini özgür hissetmektedir.

Özgürlük, insanlar için “olgulara dayanan bir gerekliliktir”; yani tesadüf olan bu belirlenmemişliğine insan katlanmak durumundadır. İhtimallere yönelmek ve düşündüğü fikirleri gerçekleştirmek amacıyla eyleme dönüştürmek gerekmektedir, iki anlamda:

a) Özgür olmak için insanın varlığının bulunması sonra da seçimleri sonucu insan olması, şeklinde tanımlanabilir. İnsan seçim yapabilmesi için aklıyla, ruhuyla, bedeniyle var olması gerekmektedir. Akıl, ruh ve beden; bunların birinin eksikliği kişinin seçiminin özgür istenci ile yapmadığının kanıtı olabilmektedir.

b) İnsan, devamlı bir “kendini oluşturma”, çabası içinde olduğu düşünülebilir: Kişi, belirli bir zamanda olduğunun ilerisinde var olmaya mecbur; yani içinde bulunduğu durumdan değil, gerçekleştirmek üzere seçtiği hedefler tarafından eyleme dönüştürerek var olmaya mecbur, özgür olmaya mecbur olduğu kabul edilebilir. Sürekli olduğu şeyin ilerisinde var olmaya, projeler kurarak, kendine koyduğu amaçlara ulaşmak üzere, hep eylemde bulunmaya mecbur olabilir. Özgürlük insanın kendi kendisini oluşturmaya zorlamaktadır. İnsanın nasıl bir karakterde olacağını kendisi seçer; bu seçim ise devamlıdır. Kişi olmakla özgür olmak aynı durum kabul edilebilir(Kuçardi, 1988: 5).

İnsanın akıl ve istenç sahibi bir varlık olması, düşünce bakımından özgür olmaya mecbur kılıyor denilebilir. Özgür düşünceye sahip insanın seçim yapma hakkı verebilir.

(23)

14

Aksi durumda, yani; akıl ve istenç sahibi olman kişi düşünce bakımından özgür olmayabilir ve seçim ve kararlar için başka insanların özgür düşünce ve istençlerine bağlı kalabilir.

Varoluşçu felsefenin en önemli düşünürlerinden biri olan J. P. Sartre, insanın kendi varoluşunu ancak özgür eylemlerde bulunarak gerçekleştirebileceğini savunmaktadır. Fakat bu özgürlük sınırsız olmayıp, sorumluluk ile belirlenmiştir(Durak, 2009:81).

İnsanların düşünsel açıdan tamamen özgür olduğu kabul edilebilinir ancak düşünceler eyleme dönüştürüldüğünde tamamen özgür olduğu düşünülmeyebilinir. Her insan özgürce eylemlerde bulunsa karmaşa oluşması olasıdır. Bunun yüzden insanların rahat bir yaşam sürmeleri için, insanların sorumluluk sahibi olması ve belirli sınırlar içerisinde özgürlüklerini yaşaması gerekmektedir.

2.4. Sorumluluk

Türk Dil Kurumu’nun yapmış olduğu tanımda sorumluluk, Büyük Türkçe Sözlüğü’nde ifade ettiği şekli ile: “Kendi yetki alanına giren ve kişinin kendi davranışlarını veya herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi’ dir. Diğer taraftan sorumluluk, kişinin etkinliklerinin veya kendi yetki alanına giren eylemlerinin farkında olarak bunların sonuçlarını kabullenmesi olarak tanımlanabilir (BTS, 2019).

Sorumluluk bireylere temelde çocuk yaşta önce anne-baba ile başlayan daha sonra okul yaşamında devam eden eğitim ile verilen ve önemi oldukça yüksek olan bir değerdir. Kişinin kendi eylemlerinin ve müdahil olduğu eylemlerin, durumların sorumluluğunu hem ahlaki hem de yasal boyutta üstlenmesi durumunu ifade etmektedir. İnsanın sosyal yaşama dönük yönü olan sorumluluk duygusu bireyin; diğer bireylerin psikolojik ve duygusal gereksinimlerini dikkate alması, kendi isteklerini toplumun istekleri ile karşılaştırması ve davranışlarında toplumsal çıkarları kayırması temelini içermektedir (Altun, 1999; Lee ve Kotler, 2006; Seyyar, 2003).

Bireyler hakkında sorumluluktan ve sorumlu biri olmaktan söz etmek için kimi nitelik ve koşulların varlığına gereksinim duyulduğu söylenebilir. Bu duruma göre sorumlu bir bireyde bulunması gereken özellikler:

(24)

15 b) Sağlıklı bir muhakeme yeteneği olmak,

c) Gösterdiği davranışın hukuki ve ahlaki açıdan kabulünün farkında olmak, d) Sorumlu olduğu davranışları yerine getirip getirmeme durumunda ortaya çıkabilecek olumlu-olumsuz sonuçları hem yasal hem de ahlaki yönden üstlenebilmek,

e) Güvenilir bir kişiliğe sahip olmak şeklinde belirtilebilir (Şahan, 2011: 12). Sorumluluk insanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerden biri olarak kabul edilebilinir. Çünkü insan diğer varlıklardan farklı olarak düşünme yeteneğine ve idrak gücüne sahiptir. Ancak insanı bir durumdan ve onun sonucundan sorumlu tutabilmek için kişinin özgür istence sahip olması ve başka bir şey zorlamasının olmaması gerekmektedir. Bu ifadelerin doğrultusunda sorumluluk, akıl sağlığı yerinde olan insanın özgür istenciyle ve başka bir kişinin ya da durumun etkisi, baskısı ve zorlaması olmaksızın; karar vermesi, eyleme dönüştürmesi ve sonucunu kabul etmesi olarak tanımlanabilir.

2.5. Vicdan

“Vicdan” (conscientia) Antik dönemde, terim olarak olmasa da, kavram olarak Platon ve Aristoteles ile başlayarak tartışma konusu yapılmıştır. Bu dönemde, “vicdan” insan yaşamında akıldan bağımsız düşünülmemiş, yaşamı değerlendirmede önemli bir öge olarak ele alınmıştır. “Vicdan” (conscientia), 13. yüzyılda ahlaksal ve bilgisel olmak üzere iki boyutu içinde barındıracak şekilde ele alınmıştır. Aydınlanma dönemi Avrupa’sında “vicdan” teriminden bilinç terimi doğmuş (consciousness), 18.yüzyıl düşünürlerinde “vicdan” ve “bilinç” kavramlarının birbirleri ile ilişkili fakat farklı anlamlar taşıyarak paralel kullanılmış oldukları görülmektedir (Güzeldere, 2013: 9).

Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “vicdan” şöyle açıklanmaktadır: “Kişinin kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmasını sağlayan, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine doğrudan muhakeme yapmasını sağlayan güç ifadesiyle tanımlanmaktadır (sozluk.gov.tr). Bu açıklamada “vicdan”ın, kişinin kendi ahlak değerlerinden yola çıkarak kendi eylemlerini muhakeme yapması olduğu sonucu çıkmaktadır. O halde, belirli ahlak değerlerine sahip kişiden, kendi ahlak değeri üzerine doğrudan bir yargılamada bulunması beklenmektedir.

Ali Püsküllüoğlu’nun ‘‘Öz Türkçe Sözlük’’ adlı kitabında, “vicdan” yerine “duyunç” kullanılmıştır. Duyunç için birinci anlamı‘‘kişinin kendi eylemlerini ve maksatlarını töre, ahlak yönünden iyi ya da kötü bulmasını ve bununla birlikte, doğruyu

(25)

16

ve iyiyi yapmasını sağlayan ve bu işleri takip eden duygu, iç evren, “vicdan”. 2.(felsefi) İnsanın, ahlak değerleri üzerinde doğrudan ve kendiliğinden muhakeme yapma gücü, vicdan” (2012: 840) denilmektedir.

Erdem ve erdemsizliği kişinin kalıcı özellikleri olarak gösteren merhamet, kötülük ve bencilliğin kişide hep var olduğunu söyleyen Schopenhauer, kişiliklerin davranışları belirlediğini, “vicdan”ın ise kişinin ne olduğunu gösterdiğini öne sürmektedir. Kişinin kendisini doğru değerlendirebildiği ölçüde başkasını da doğru değerlendirebileceğini, bunun da kişinin kendisini tanıyabilmesiyle yani bilgiyle olabileceğini, kişinin kendisini olumsuz olarak değerlendirdiğinde ise “vicdan” azabıyla karşı karşıya kalacağını belirtmiştir. Akıl ile vicdan arasındaki ilişkide, aklı hatırlayan, “vicdan”ı ise bu hatırlama sonucunda ortaya çıkan yargılayıcı taraf olarak göstermiştir. Kişinin bir eyleminden dolayı üzülmesinin, yaptığı şeyi bilmesine ya da yaptığı şeyi öğrenmesine bağlı olarak oluştuğunu, burada üzüntüsüne bağlı duyduğu pişmanlıkla “vicdan azabı” duyacağını, böylece kişinin “vicdan” sayesinde kendisiyle yüzleşmiş olacağını söyler. Schopenhauer’e göre insan “neyse odur”, değişmez, ancak insanın içinde bir tohum vardır, o tohum da “vicdan”dır; insan bildikçe, öğrendikçe bu tohum dallanır budaklanır (Schopenhauer, 2014: 142-144).

Tüm bu tanımlamalar ve açıklamalar doğrultusunda düşünce açısından özgür olan kişinin vicdanının özgür olduğu düşünülebilir. Ancak vicdanı ve istenci özgür olan kişi doğru-yanlış, iyi-kötü ayrımları yapabilir ve bu doğrultuda karar alabilir. Buradan yola çıkarak vicdan insanın yargıcıdır denebilir. Fakat zaman geçtikçe insan değiştikçe insanın kendisini yargılamaya neden olan vicdan da aynı tutarlılıkla kalmayabilir. Herhangi bir zamanda karşılaşılan ahlaki sorun hakkındaki o andaki düşünceler ile başka bir zamanda karşılaşılan benzer ahlaki sorun hakkındaki düşünceler farklılık gösterebilir. Bu demektir ki vicdani sorumluluk olgusu zaman, kişi ve konuya göre değişiklik göstermektedir.

2.6. Değer

Değerler, neyin önemli olduğu hakkındaki göreceli, sağlam ve samimi inançlar olarak tanımlanabilir (Rossouw ve Van Vuuren, 2010: 21). Değerler; çeşitli eylemlerin ve olayların önemi hakkında insanların sahip oldukları en temel dürtüleri, yerleşmiş fikirleri ve inançları olarak anlatılabilinir (Merritt 2006: 11). Örneğin çoğu insana göre dürüstlük, adalet ve başkalarına saygı önemli değerlerdir (Treviño ve Nelson, 2011: 29).

(26)

17

Kuçuardi(2003) İnsan ve Değerleri adlı çalışmasında değer kavramını araştırırken bazı tanımlamalarda bulunmaktadır: (s. 9, 11, 15, 30)

Bir kişinin çevresi ile ilgili gözlemleri, değerleri aracılığıyla süzgeçten geçirilir ve bir eylemi yapıp yapmamasıyla ilgili seçimi üzerinde düşünüp taşınırken değerlerini bir tartı olarak kullanır. Tüm değerler aynı ağırlığa ve önceliğe sahip değildir. Değerlerin göreceliğini savunan bu görüşlere göre, mademki farklı toplumlar ve çağlar aynı değerden başka şeyler anlıyor veya aynı şeye bazen iyi deyip herkesçe yapılmasını bekliyor, bazen de kötü deyip yasaklıyor, değişmez bir değer yoktur. Çağdaş değer rölativistleri ayrıca sosyal bilimlerin verilerine dayandıklarını da söylerler.

Değerlerin öznelliğini savunan aynı veya başka görüşlerin bu konudaki mantığı ise mademki aynı tek gerçek nesneye farklı kişiler aynı anda veya aynı kişiler farklı zamanlarda farklı değer yükleyebiliyorlar, bir nesnenin kendine özgü değeri olsa bile, insan bunu bilme olanağından yoksundur. Öyleyse bir nesnenin değeri, değerlendirenin ona yüklediği bir şeydir; değerlendiren değiştikçe veya değerlendirme zamanı değiştikçe, o nesnenin değeri de değişik olabilir.

Değerlerin değerini ortaya koymak felsefenin işidir. Ancak bu, tek tek değerlendirmeler için bir ölçü vermek iddiası değildir. Bu sadece bazı farklı insan ve kişi olgularının farkına varılmasını sağlama çabasıdır, öyle ki gerçekte değer konularında ortaya çıkan aykırılıkları yasal göstermek için insanlar felsefeye sığınmasınlar.

Bu yüzden insan gerçeğinin ve tek tek şeylerin değerlendirilmesi bazen doğru bir değerlendirme, bazen bir değer atfetme, bazen de bir değer biçme olarak çıkar karşımıza. Böylece insanı değerlendirmek ayrı, ona değer biçmek ayrı, ama onu değerlemekte ayrıdır; insan olaylarını ve durumları değerlendirmek ayrı, onlara değer biçmek ayrıdır.

Bu tanımlamalar doğrultusunda değer yargısının insanın bilgisi, algısı, görgüsü ile orantılı olduğu düşünülebilir. Bilgi, algı ve görgü kişiden kişiye değişirken değer yargısı da değişiklik gösterebilir. İnsanın değer yargısı kendi inancı ve kültürü ile birinci dereceden ilgilidir. Kültür ve inanç zaman geçtikçe değişebilir ve bununla birlikte insanın değer yargısı da değişime uğrayabilir. Ortak kültür ve inanışa sahip toplumlarda ortak değer yargıları oluşabilir ancak yine de kesin hatlarla belirlenen değer yargılarının olduğu söylenemez. Yine zaman değişimi ile ortak değer yargıları da değişime uğrayabilir.

2.7. Bölüm Değerlendirmesi

Ahlak, insanların doğumu ile var olan bir kavram olarak düşünülebilir. İnsan doğası gereği ve gereksinimleri doğrultusunda bir arada yaşayan bir varlıktır. Bir arada düzen ve huzur içinde, karmaşa olmadan yaşanabilmesi için belli ilke ve kurallara gereksinim vardır. Ahlak, yasadan bağımsız biçimde bu kural ve ilkeleri

(27)

18

oluşturmaktadır. Bu ilke ve kurallar ahlakı oluşturan değerler çerçevesinde; kültür, erdem, özgür istenç, sorumluluk, vicdan, değer kavramları içerisinde değerlendirilmektedir. Bu kavramlar genel hatlarıyla aynı olsa da her bir toplumda farklı değer yargıları içinde değerlendirilmektedir. Bu da ahlak kurallarının her bir toplumda farklı olduğunu göstermektedir. Etik ise tüm bu kavramları ve ahlak kurallarını farklılıklarını dikkate almaksızın evrensel nitelikte sorgulamasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu kavramların her biri birbiriyle iç içe olmaktadır ve bir oluşum sırası mevcuttur. Bu sorgulama ise bu sıralama doğrultusunda yapılmaktadır.

Kültür, ahlakın ve toplumun en temel oluşumudur. Tüm ahlaki kurallar öncelikle bir toplumun kültürüne göre düzenlenmektedir. Toplumun var olmasıyla birlikte ve dinlerin etkisiyle de kültür oluşumu kaçınılmaz olmaktadır. İnsanlar bir toplumun yani bir kültürün içine doğar o kültür ile yoğrulur ve o kültürü kendinden sonraki kuşağa iletir.

Erdem ise belli bir kültüre sahip olan toplumun doğru ve yanlışlarını kendisine ölçüt alarak oluşmaktadır. Erdemin kısımları olan bilgelik, cesaret, ölçülülük ve bu üç erdemin ortak paydası olan adalet de bu ölçütler çerçevesinde sınırlandırılmaktadır. Erdem kavramını sorgulamadan önce kültürü sorgulamak gerekmektedir.

Bir insanı herhangi bir eyleminden ya da kararından sorumlu tutabilmek için bireyin özgür istence sahip olması gerekmektedir. Bir başka istencin gücü ile yaptırım sağlanması ya da bireyin akıl sağlığı sorunlarının olması dolayısıyla bilinçsizce bir eylemin yapılması kişinin özgür istence sahip olmadığının göstergesi olmakla birlikte kişi hiçbir eylemden dolayı sorumlu tutulmamaktadır. Kişinin kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunabilmesi için yine kişinin özgür istence sahip olması ve kendisin düşünce ve eylemlerinden sorumlu olduğunun kabulünde olması gerekmektedir.

(28)

19

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. ETİĞİN VE AHLAKIN ETİMOLOJİK KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ VE MESLEK ETİĞİ

Bir bilim olarak temelleri Sokrates tarafından atılan ahlaka, yaşamımızın her anında olmakla birlikte her tarihsel dönemde ve her insan topluluğunda mutlaka rastlanmaktadır (Topçu, 2014: 15)

Tüm ulusların yaşamlarında ahlaki açıdan, neyin ödül ve övgüye değer olduğu veya tersine neyin kötü ve itilmesi gereken bir şey olarak belirtildiğini bildiren anlatımlar bulunmaktadır. Bütün dinler, dünya görüşleri, hukuki düzenler, töreler ve alışkanlıklar, insanların neyi yapmaları gerektiği ve insanların neyi yapmamaları gerektiği üzerine birtakım inanışlarla doludur (Heimsoeth, 1978: 12).

İnsanların varoluşlarından beridir kendi hareketlerinin değerlendirilmesi temeline dayanan ahlak ile ilgilendikleri görülmektedir. İnsan doğası gereği bir arada yaşama güdüsüne sahip olduğu gözlemlenmiştir. Ancak bir arada yaşamanın gerekleri ve zorunlulukları bulunmaktadır. Bu gerekler ve zorunluluklar belirli düzenler, töreler ve yükümlülükleri oluşturmaktadır. Fakat bu töreler, düzenler ve yükümlülükler her ulusta farklılık göstermektedir. Bu bir ahlak düzeydir. Ahlaki düzeyden çıkıp töreleri, yükümlülükleri sorgulamaya geçildiğinde ise etik düzeye ulaşılmış olunmaktadır.

Etik sorgulamanın mesleki açıdan yapılması meslek alanlarının sorunlarına çözüm yaklaşımında önemli etkendir. Çalışmanın bu bölümünde ahlakın etimolojisi ve tanımına; etiğin etimolojisi, tanımı ve türlerine; ahlak-etik arasındaki farklarına ve son olarak meslek, meslek etiği tanımlarına yer verilmektedir.

3.1. Ahlakın Tanımı ve Özellikleri

Ahlak kelimesi köken olarak karakter, gelenek, örf, alışkanlık ve huy anlamına gelen Latince ‘Mores’ kelimesine dayanmaktadır (Rhode 2006’dan akt:Chandler 2009, s. 70). Ahlak, Batı dillerinde “Ethique” ve “morale” kelimeleriyle ifade edilmektedir. Ethique, Yunanca ‘‘Ethos’’ kelimesinden gelmekte ve karakter anlamını taşımaktadır. “Morale” kelimesi ise, “adet” manasına gelen “mores” kelimesinden türemiştir. Ahlak kelimesi Türkçeye ise Arapçadan girmiş bir kavramdır. Kelime olarak ahlak, Arapçada “seciye’’, ‘‘tabiat’’, ‘‘huy” gibi manalara gelen ‘‘hulk’’ veya ‘‘huluk’’ kelimesinin çoğuludur (Çağrıcı, 1989: 1).

(29)

20

İlkçağlardan günümüze birçok düşünür ahlaka bir anlam yüklemeye çalışmıştır. Sokrates ahlak kültürünün kendini bilmekten başka bir şey olmadığını ifade etmektedir. Platon ahlaki yaşama o kadar önem vermiştir ki ahlak neredeyse yaşamın amacı gibidir. Onun ahlak anlayışının temelinde “iyi” vardır ve yine insanı mutluluğa götürecek tek gücü ahlak oluşturmaktadır. Aristoteles “mutlu olmak için faziletli ol” diyerek ahlak ile mutluluğu eşdeğer görmüştür Gazali’ye göre ahlak “fiillerin hiçbir zorlama olmaksızın kolaylıkla ve rahatlıkla kendisinden çıktığı insan nefsinde yerleşmiş bulunan bir meleke”dir. Kınalızade Ali Efendi’ye göre ahlak ilmi “insanın yapması gereken ve istenilen davranışlar ile uzak durması gereken kötü ve dışlanan davranışları inceleyen ilim’’ olarak tanımlanmaktadır. Farabi ise insanın kötülükten kaçınıp iyiliğe sığınmasını, eşyanın neden ve sonucunu bilmesini ve buna göre davranmasını ahlak olarak görmüştür (Doğan, 2009: 9; Çubukçu, 1986: 90).

Ahlak daha çok; deneyimlerine ve bilgeliklerine dayanarak deneyimli ve bilge insanlar tarafından açık bir şekilde ifade edilmiş olan sosyal kurallardır (Naagarazan, 2006: 2). Bu bağlamda ahlaki düşünce; kabul edilmiş davranış kuralları olan insan topluluğunun sosyal geleneklerine ve örflerine dayanmaktadır (Wasserman vd., 2000: 25).Ahlak kısaca “bir toplumun belli bir zamanda bireysel veya toplumsal davranış kurallarını belirleyen ve inceleyen bilim” olarak tanımlanabilir (Hançerlioğlu, 1976: 32).

Geniş ve kapsamlı bir kavram olması nedeniyle ahlak ile alakalı çok fazla tanımın yapıldığı görülmektedir. En iyi yaşama ve davranış biçimini ortaya koymaya çalışan, iyiliğin ve doğru yaşamın temeli olan ahlak, öncelikle, iyi-kötü ve doğru-yanlış değerlerinin ortaya koyduğu tutum ve davranış kurallarını ifade etmektedir. Bu tanımlar doğrultusunda ahlakın, belirli bir zamanda ve o zamanın toplumda geçerliliğini koruduğu, zaman ve toplum değiştiğinde ahlak kavramının da değiştiği görülmektedir.

Ahlakın ilgi alanına gelenekler girdiğinden ve her insan grubu da farklı geleneklere sahip olduğundan ahlak her toplum, grup, kurum için görecelidir (Garcia de Alba, 2010: 19). Bu nedenle de ahlak kuralları zamana, bölgeye, hâkim güçlere, teknolojideki ve bilimdeki gelişmelere bağlı olarak değişime uğramaktadır (Naagarazan, 2006: 2).

Her bir düşünürün yaşamış olduğu dönem ve o döneme ait kültür, inanç ve değer yargıları farklı olması nedeniyle ahlak tanımları farklılık göstermektedir. Aynı

(30)

21

dönemlerde bulunan düşünürler birbirinden etkilenmiş olup, aynı düşünceyi devam ettirmekle birlikte görüş ayrılıkları yaşamış olabilmektedir. Bu durum değişen zaman ve toplum ile birlikte ahlak tanımının da değiştiğini göstermektedir.

İnsanların kötü davranışlar sergilemelerini önleyen öğelerden birisi “kanunlar” diğer ise “sosyal yaptırımlar” olduğu bilinmektedir. Kanunlar toplumsal düzenin sağlanmasında en önemli öğedir ve ahlaki değerler dikkate alınarak hazırlanmaktadır. Sosyal yaptırımların en önemlisi ahlaki yaptırımlardır. Toplumsal yaşamdaki bazı kurallara karşı bir tutum sergilemek yasalar açısından yasak olmadığı halde ahlaki bir eksiklik sayılabilmekte ve halk arasında ayıplama, yadırgama ve kınama gibi tepkilere neden olabilmektedir (Güneş, 2010: 77; Bulut, 1996: 98). Ahlakın bireysel alanı olduğu gibi hem insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemesi ve hem de toplumsal yapıdan etkilenmesi nedeniyle sosyal alanının olduğu bilinmektedir (Çalışkan, 2018: 285).

Yasanın oluşumunda temel etken ahlak kuralları olduğu düşünülmektedir. İnsanların bir arada yaşamaları için belirli kurallara gereksinimleri vardır. Bu kurallar ahlaki değerlerden ve ahlak yasalarından oluşturulup, geliştirilmektedir. Ahlak bir yandan bireylerin toplumsallaşarak bir arada yaşamalarını sağladığı gözlemlenirken; bir yandan da toplumsallaşan bireylerin bir arada belirli bir düzen içinde yaşamasıyla birlikte onların toplumsal açılan bir gelişim sağladıkları görülmektedir. Bu düzen ve gelişim, yazılı olmayan hatta cezai bir yaptırımı olmayan ahlakyasaları ile gerçekleşmektedir. Vicdan, özgür istenç ve sorumluluk sahibi her insanın, var oluşundan itibaren içgüdüsel olarak bu kurallara uyma isteği bulunduğu varsayılır. Çünkü insanoğlu utanma ve ayıplama duygularını bilmektedir. Bu duyguları yaşamak istememeleri ve düzen, huzur içinde yaşamak istemeleri ahlak yasalarının benimsenip uygulanmasını sağlamaktadır.

R. Billington, Felsefeyi Yaşamak adlı çalışmasında, ahlak kurallarında ise seçim yapmak, hem gerekli hem de kaçınılmaz olduğunu belirtirken; seçimin olmadığı yerde ahlaki yargı yapılamayacağını ve seçim varsa, bundan kaçınılamayacağını belirtir. Bu nedenle, nasıl davranacağına ilişkin hiçbir tercih hakkı tanınmamış kişi için ahlaki temelde eleştirinin yapılamayacağını savunur (2011: 52-53).

Bu ifade doğrultusunda seçim yapabilen insan özgür istence sahiptir denebilir. Özgür istence sahip insan ise ahlak yasalarından ve ahlaki değerlerden sorumlu tutulabilmektedir. İnsan yaşamına bilinçli ya da bilinçsiz fark etmeksizin ahlaksal

(31)

22

açıdan yön verebilmektedir. İnsan dışında hiçbir canlının bu yönlendirmeyi ahlaki açıdan şekillendiremediği ve eylemlerinden sorumlu tutulmadığı görülmektedir.

3.2.Etiğin Tanımı ve Özellikleri

Etik sözcüğü Grekçe ‘‘ethos’’, ‘‘moral’’ sözcüğü Latince ‘‘mores/mos’’tan gelir ve ‘‘ethos’’da, ‘‘mores/mos’’ da töre, gelenek, görenek, alışkanlık, yerleşikleşmiş duygululuk hali, karakter, huy, mizaç vb. anlamlarına sahiptir. ‘‘Moral’’ karşılığı Türkçe’de kullanılan ‘‘ahlak’’ sözcüğü de Arapça ‘‘hulk’’ kökünden gelmektedir ki, bu kök yine töre, gelenek, görenek, alışkanlık, huy, karakter vb. anlamlarını içerir (Özlem, 2016:130).Etik kelimesi köken olarak adete, töreye uygun davranış, tutum ve tavır anlamına gelen Yunanca ‘Ethikos’ kelimesi ile Latince ahlak felsefesi veya doğrunun-yanlışın bilimi anlamına gelen ‘Ethice’ kelimesinden türemiştir (Townsend, 2011: 142).

Etik denilince ahlaki fikirlerin ve eylemlerin incelenmesine dayanan temel bir yapı anlaşılmaktadır (Garcia de Alba, 2010: 19). Etik, insanlara eylemleriyle ilgili seçimler yapmasını sağlayan ve bu seçimlerin arkasından bulunan değerleri açıklayan sağlam ilkeler sunmaktadır(MerrittInsurance Training, 2006: 11).

Etik, düşünürler tarafından felsefenin en çok irdelenen sorunsalı kabul edilebilir. Ahlak kurallarının sorgulanması ile ortaya çıkmış olduğu görülmektedir. Toplumların zaman içerisinde kültürlerinin, inançlarının ve değerlerinin değişmesi ile birlikte ahlak kuralları da değişiklik göstermiştir. Değişen ahlak kuralları ile birlikte etik sorular, sorunlar ve yanıtları değişmiştir.

Durak (2009) çalışmasında, etiği ahlak üzerine düşünme etkinliği ifadesi ile genel bir tanımlamada bulunmaktadır. Konusu insan eylemi olan etik, insanın ahlaki eylemlerini ve bu eylemlerin getirmiş olduğu sorunları bireysel ve toplumsal yaşamda araştırarak genel bir yasaya dayandıran felsefe dalı olarak ifade etmektedir (s. 23).

Etiğin temel konusu eylemdir, eylemle ilgili tüm öğelerdir denebilir. Kişiyi eyleme götüren nedenler kadar eylemin içinde yapıldığı şartlar, eylemin yöneldiği şey, eylemin sonuçları, eylemin doğruluğu-yanlışlığı ve gerektiğinde eylemin doğruluğunun temellendirilmesi etiğin alanını oluşturur (Tepe, 2011:16).

Bu tanımlar doğrultusunda etik; nesnesi insan olan ve ahlaki açıdan değer taşıyan eylemleri sorgulayan, bir felsefe disiplini kabul edilebilir. Etik insanlara ne

(32)

23

yapmaları gerektiğini söylemez, eylemleri ve değerleri hakkında gereksinim duyulan bilgiyi ortaya koyar.

Etik, yapıp-etmeleri değil onların arkasındaki gerekçe ve nedenleri araştırır, ele alır. Değer olguları ve etik, birbiriyle ilişkisi olan kavramlardır. Etik bir yönüyle değerler dünyasının bir parçasıdır. Etik bir yönüyle değerler dünyasının parçasıdır. İnsan fizik ve metafizik bir bütündür. Bundan dolayı onun tutumları ve eylemleri de bu bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir (Durak, 2009: 15). Temelde iyi ve doğru gibi iki önemli kavram tarafından belirlenen ve iyi ve doğru olana, neyin iyi neyin doğru olduğuna ilişkin araştırmalarla şekillenen pratik felsefe olarak değerlendirilmektedir (Durak, 2009:27).

Etik, insanların yaşam amaçlarını bulmalarında ve daha iyi bir yaşamalarında rehber olmak adına neyin doğru neyin yanlış olduğunu sorgulayan, araştıran bir disiplindir. Bu sorgulama değişen ve gelişen dünyada insanların gelişimine katkı sağlamaktadır. Katkı sağladığı sadece insanların gelişimi değildir. İnsanın etkileşim içinde olduğu her şeye; çevreye, doğaya, hayvanlara ve mesleklere katkı sağlamaktadır. Çünkü ahlaki açıdan olumsuz olarak nitelendirilen insan eylemi bir şekilde etkileşim içinde olduğu şeye olumsuz bir müdahalesi olacağı bilinmektedir.

3.3. Etik ve Ahlak Arasındaki Farklılıklar

Ahlak ve etik kavramları birbiri ile ilişkili olup bazen eşanlamlı oldukları düşünülerek günlük yaşamlar birbirlerinin yerine kullanılabilmektedir. Ancak felsefede ahlak ile etik arasında anlamsal açıdan farkların olduğu görülmektedir. Bu farklılık kelimelerin etimolojisinden kaynaklanan bir farklılık olmadığı da görülmektedir.

Cevizci (2007) çalışmasında, Alman düşünürü olan George Wilhem Friedrich Hegel’in kurmuş olduğu ahlak ve etik arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Bu ifadeye göre; ahlak ve etik arasında bir ayırım yapılmaktadır. Ahlak olmadığında etiğin yetersiz ve etkisiz kaldığı öte yandan, etiksiz bir ahlakın da imkânsız olduğu yani, ahlakın içeriğini etikten aldığı ifade edilmektedir (s. 119)

Etik; genellikle neyin doğru veya yanlış tutum olduğu ile ilgili sistematik bir genel bilim olarak görülürken, ahlak; davranış kalıpları veya eyleme ilişkin kurallar olarak görülmektedir (Fennell, 2006: 55).

Referanslar

Benzer Belgeler

Öğr. Nimet Özgül ÜNSAL KÖSE.. MESLEK ETİĞİ KAVRAMI, TÜRLERİ.. Meslek Etiği Kavramı.. • Belirli

Öğr. Nimet Özgül ÜNSAL KÖSE 5.. Dünya Kamu Görevlileri Etiği İle İlgili Düzenlemeler. • Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararı ile

sayılır ... Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na Yapılan Başvuruların İncelenmesi. • Başvuru tarihinde 3 ay içinde sonuçlandırılmak

• Kamu görevlileri kamu bina ve taşıtları ile diğer kamu malları ve kaynaklarını kamusal araçlar ve hizmet gerekleri dışında. kullanamaz

Bu kuramlar için kullanılan teknik kelime ise deontolojidir. Yunanca ‘görev, sorumluluk’ anlamlarına gelen deon kelimesinden türemiştir. Deontoloji genelde mesleklerle

“Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar” başlığı altında; madde 135 ile “kişisel verilerin kaydedilmesi” suçu, madde 136 ile “kişisel verileri hukuka

• İnternet etiği olarak bilinen ve sanal ortamlarda ve sosyal ağlarda davranış ve öğretileri tanımlayan teknik kelime ise ‘Netiket’ tir.. • Fransızca görgü

Açık lisans altında eğitim, öğretim ve araştırma gibi etkinliklerde ücretsiz olarak kullanılabilen dijital eğitsel kaynaklara açık eğitsel