• Sonuç bulunamadı

S L n 7!T? 3rtlk cok m«ak

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "S L n 7!T? 3rtlk cok m«ak"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

olduğu halde tarif edilmez bir pislik içinde idi ve adam yüzü san değil artık yeşil bir renk bağlamış bulunduğu halde he­

nüz ağır ağır, belirsiz bir şekil­

de nefes alıyordu. Karısını far- k jdemedi. Zaten gözleri kay­

mıştı. Bu gözler biraz daha ka­

yıp dudaklar hiç kımıldamaz o - lunca, papatyalı ıhlamurun bü­

tün. vazifesini ifa etmiş bulun­

duğunu Madam Rebeka anladı ve iki saat büyük kızla damadın odalarından hiç bir ses duyul­

mamak şartiyle yatak çarşafla­

rını ve halıyı ortadan kaldırıp bunların yerlerine yenilerini koyduktan sonra —yatak takım larmı değiştirirken henüz soğu­

mağa başlayan cesedi de meta­

netini son haddine kadar kulla­

narak evirip çevirdikten ve hat­

ta pijamayı değiştirdikten son­

ra— hamama geçti, ellerini uzun uzun yıkadı: Parmaklarına sin­

miş olan koku Leydi Makbetin ellerindeki kan lekeleri gibi çık mak, dağılmak bilmiyordu!

dağılmak bilmiyordu!

Bundan sonra tekrar ölünün o- dasına girmiş, pencereyi açıp o- dadaki murdar havayı dağıtmış­

tı ve bütün bu işleri yaptıktan sonra nihayet birden: — Jozef, ne oldun Jozef? Koşun, yetişin!

diye bağırmağa başlamıştı.

Sabah oluyordu ve artık büyük kızla kocası uykularına nihayet verip bu davete icabet ettikleri gibi aşağı kattan sesleri duyan Jozefinl'e kocası da yukarı çıktı­

lar. Yahudi mahallesindeki en velveleli aile kavgasını büe göl­

gede bırakacak bir şiddette bir yahudi matemi, büyük çoğunluğu Türk olan bu Yenişehir semtinde

artık kimbilir kaç gün devam et­

mek üzere başlamış bulunuyor­

du...

Şu kadar ki, ölüm sözü henüz ağza alınmış değildi.

Çünkü aile daha dün gece sa­

pasağlam yatmış olan bu adama ölümü konduramıyor, onun mut- k k a yeneceği bir şiddetli buhran yüzünden baygın ve hareketsiz yattığına kani olmak istiyordu.

Nitekim, uykusundan kaldırılıp Eskişehire, Neşet Lâmi Beyin a- partımanına gönderilen kapıcı Dursuna da Mösyö Jozefin bir­

denbire pek ağır şeküde hasta­

lanmış olduğunu bildirerek dok­

toru derhal çağırması tembih e- dilmişti.

(2)

Halbuki zavallı Joz'ef Tudela- nm elleri ve ayaklan soğuduk­

tan, dudakları morardıktan son­

ra kalbi de durmuş ve adam bir bayii zaman önce ölüp gitmişti, bileriyle ayaklarında da morluk lar görünüyordu.

(3)

Kandillideki köşklerinde tele­

fon bulunmadığı için Semiha ad­

res olarak komşuları Itefet Be­

yin köşkünü, onların telefon nu­

maralarını vermişti ve Jozef Tu.

dela altı gün, saat tam on birde, oraya telefon ederek afiyet ha­

berini istedi, her şeyin halledil­

mek üzere bulunduğunu, can sı­

kacak hiç bir şey olmadığım te­

min ederek bir emri bulunup bulunmadığını soıdu.

Bu hal altı gün sürmüştü. Ye­

dinci, sekizinci ve dokuzuncu gün ler Semiha on buçukta gittiği Refet Beylerde, Refet Beyin kızı ve mektep arkadaşı Meziyet ha.

nımla on ikiye kadar kalıp soh­

bet ettikten ve Jozef Tudelamn telefonunu boş yere bekledikten sonra, her sefer daha mütehayyır ve daha endişeli, kendi köşkü­

ne dönüyordu.

Bu sükûtu bazan anî bir has­

talığa atfedip merak ediyor, fa­

kat Jozef Tudelamn namına te­

lefon edecek kimse bulamaması­

nı havsalası almıyordu. Daha çok da ihmale mal ederek o za­

man büyük bir hiddet içinde 'bo­

ğuluyordu.

«Vay körolası pinpon vay! Ken dini şimdid'en naza mı çekiyor?

Aptal gibi âlâ kısmeti teptim.

Bana meheldir! Herif işte yet­

mişlik karısının hükmü altına gi­

riverdi.»

Bu sözleri ertesi güne kadar artık kendi kendine yüz kere, bin kere tekrar ediyordu. Ayrıca da annesinden yiyebileceği papara­

lardan, onun sonu gelmiyecek vıı yırlarından çekiniyordu, bundan dolayı da hakikî vaziyeti gizli­

yor, endişelerini hiç açmıyarak telefonda konuşup dönmüş ol­

duğunu söylüyordu. Babasının mühtedi olmasına rağmen haki­

katen pek samimî bir müslüman olan ve kendini halis Türk sa­

yan annesi Güzide hanım, bu iz­

divaca hiç gönlü istemeden rıza göstermişti. Razı olmadan evvel de sonsuz mahzurları ve tehli­

keleri hakkında uzun nutuklar vermişti. Şimdi; fikirlerinin bu kadar çabuk haklı çıkmasiyle müftehir; neler söylemezdi! Ne­

ler söyliyeceğini Semiha pekâlâ tahmin diyor, kaldı ki aynı şey­

leri bizzat kendisi kendi kendine söylüyordu:

(4)

«Nasıl, küçük hanımefendi, yaşı yaşına uygun, kendi milli­

yetinden, kendi dilinden bir a- damı, bütün mazini affeden, hiç değilse bilmiyen bir adamı bıra­

kıp yabanın elli beşlik yahudisi- ni karısından ayırmağa kalkar mısın, herifi Mişonluktan İzak- lıktan çıkarıp kendisine varmağa teşebbüs eder misin? Bari kendi­

sini yalnız bırakma, tepesinde b'ekle! Madamasiyle, kızları, da- matlariyle kalır kalmaz işte kör olası cayıverdi. Sen de öteki kıs­

meti teptiğin için cascavlak kal­

dın. Alık karı, işte bu macera­

dan da iki elin böğründe çı­

kıyorsun!»

Halbuki esasında bildiğimiz gibi, mesele hiç de öyle değildi. Is- tanbula giderken Jozef Tudela- dan izdivaç hazırlıkları namı al­

tında ve hâriciyeye inleye püfle- 1 ye çalışmak üzere üç dört sene devam etse eline geçmiyecek b iı ( parayı pek usta nazlardan son-|

ra almış bulunuyordu. Şu kadar ki, bu nihayet bir hazır paray­

dı ve hazıra dağlar dayanmadı­

ğını S'emiha bilmez değildi.

Üçüncü gün, yine on ikiye ka­

dar boş boşuna bekleyip hasislik leri ile öteden beri nam vermiş olan Refet Beylerce yarım ağız­

la dahi yemeğe davet edilmeden köşküne dönerken, hatırına bir­

den bir ihtimal gelecekti. Jozef Tudela kendisine yoksa bir sür­

priz mi hazırlamıştı? On günlük hasretine dayanamıyarak koşup gelmiş de şimdi kendisini köşk­

te mi bekliyordu? Dün ve evvel­

ki gün telefon etmemiş bulunma­

sı bundan mı ileri gelmekteydi?

Kendisini bu ümide kaptırdık­

tan sonra içine hafifçe bir korl ku da girdi: Allah vere de an­

nesi kendi yaşındaki bu yahudi damada karşı dürüşt bir muame­

lede bulunmamış olsaydı.

Fakat köşklerine ayak atınca, bu ümidin boş bir hayalden iba­

ret olduğunu derhal anladı. An­

nesiyle taşılkta karşılaşmış ve Güzide hanım kendisine:

— Mişonun neler söyledi? Ne zaman teşrif ediyor? demişti.

Annesi hiç hesapta yokken pey da olan bu namzet damattan haz­

zetmediği için ona Mişon adım takmıştı. Semiha buna şimdiye kadar hiç hiddetlenmeyip sadece bir iki kere ve gülrek: «— Anne bu Mişon sözünü dilüıe pek pe- resenk ettin. Günün birinde he­

(5)

rif Ahmet mi Mehmet mi her ne olacaksa olduktan sonra da ken dişine Mişon deyivereceksin!»

demiş olduğu halde bu sefer i- çinde bir bora kabarırken yine (Mişon) sözünü duymak kendi­

sini fevkalâde sinirlendirdi ve içinden: «— Allah Mişonu da, sîzleri de, beni de, hepimizi bir­

den kahretsin!» diyerek omuz­

larını silkti, odasına çekilip öğ­

le yemeğine kadar hiç ortaya çıkmadı.

Komşulardan biri misafir gel miş olduğu için annesi de ken­

disini aramadı ve öğle yemeği için sofraya geç oturuldu.

Sofrada lokmaları ağzında bü yüyecek büyüyecek, boğazından geçmiyecekti. Güzide hanımsa mutad iştihasile yemeğini ye­

miş, sonra da öğle uykusu için odasına çekilmişti.

Genç kadın arkasından acı a- ci gülmüş: «— Öyle ya, birkaç sene yaşatacak bir para temin edildi. O vakte kadar da Semi- ha hanım nasıl olsa bir şey bu­

lur, niçin üzülmeli?» diye mı- rıldanmıştı.

Ve mutlak bir sessizliğe gö­

mülen köşkte genç kadın biran çıldırmaktan korktu, dışarı fır­

ladı. Caddeye inip iskele yolu­

na kadar yürüdü, sonra yoku­

şa kıvrılıp bir kaç adım ilerli- yerek telefon santral binasın^

vardı. Santral memuresi hanim nakış işliyor, içeri taraftan bu­

laşık yıkanmasına mahsus gü­

rültüler duyuluyordu.

Memure hanım ziyaret kabul eden asri bir hanımefendi eda- sile hal-hatir sordu ve söz uza­

madan gelenin Ankarayı isteme sinden, sıhhatine rağbet edilmş meşinden biraz muğber, kendin den istenen şeyi yaptı. Fakat hat pek yüklü olduğu için bek­

lemek icabedeceğini de ilâve etti.

Semiha; — Müstacel verin, demişti.

Müstacel telefon etmek için de yarım saat beklemek icabet- mişti. Nihayet Ankara verildi vt gürültüler içinden çıkan bir ses: «Tudela Efendinin mağaza­

sı, ben damadı möşyö Alber Vin terman!» dedi.

Bu herifin Jozefin mağazasın­

da bulunduğu vaki olmaz gibiy­

di. Hele Istanbulla konuşmak i -

■şinin ona düşmesinde hiç bir

(6)

mana yoktu. Bir şeyler olduğun*

dan emin, sesi heyecandan gay- riihtiyarî^ titreyerek, Semiha:

" Tudela Efendi ile görüşmek istiyorum, dedi.

. Telefon çok uğultulu olduğu için Alber Vinterman konuşa­

nın kim olduğunu farketmemiş olacaktı. Genç kadına biraz sert biraz dürüşt gibi gelen bir eda ile: — Kendisine ne söyliyecek- siniz? demişti.

— Görüşeceğim.

— Maalesef artık kabil değil­

dir!

Semiha sinirlenmişti:

^ — Mühim bir şey söyliyece- ğim, möşyö. Ben Semiha!

O zaman Alber Vinterman Avrupalı terbiyesinin bütün za­

rafeti içinde, fakat yine kuru ve resmî, fransızca olarak ce»

vap verecekti: — Maalesef kaa«

bil değil madam! Çünkü kayın- pederim evvelki gece sabaha karşı öldü ve dün gömüldü. Bu haberi bildiren kâğıdı bugün namınıza postaya verebildik.

Çok meşguldük, af buyurun!

Semiha hiç bir şey söyleme­

den telefonu kapadı...

Evvelsi gece, sabaha karşı öl­

müş, dün gömülmüş, haber ve­

ren ilân mahiyetinde kart ancak bugün namına postaya verile­

bilmiş!

Bunları ağır ağır düşündü ve sonra kendisinin de hayret et­

tiği, hakikaten hayret ettiği bir1 şey oldu: Gözleri birdenbire yaş la dolmuştu!

«Bereket ki Refet Beylerin eylerinden telefon etmedim, Me zıyyet bu ağlayışıma kahkaha­

larla gülerdi!» diye mırıldandı.

Halbuki kendisi; «Yoksa he­

rif Müslüman olmaktan vazgeç­

ti de benim Raşel veya ikinci hi Rebeka olmamı mı isti­

yor!» a kadar neler düşünmüş, nelere ihtimal vermişti! Fakat güudüz telefonda sesi sapasağ­

lam, o kadar neş’eli ve ümidli g<tlen bir adam nasıl olur da o

gece ölü verirdi! ı

Santral memuresi şişman ha­

nim gayritabiî bir vaziyet oldu­

ğunu anlamış, sualler sormak îhtiyacile yanıyor, fakat buna cür’et edemiyordu. Semiha hiç bı* şey söylemeden hafif bir baş selâmile ayrılmıştı. Binanın bah çesinde birden hiddetle durdu.

Ve haberi veren o Alber Vin­

terman olacak herife bütün nef ret ve gayzını boşaltmamış:

(7)

XXXII

Semiha köşkten içeri girince annesiyle alt kattaki taşlıkta kar Silaştı ve çehresinin solukluğunu, gözlerinin kızartısını Güzide ha- mm derhal farketti.

— Ne var Allah aşkına? Nere­

ye gitmiştin? Adnandan yoksa fena bir haber mi var? diye he­

yecanla sordu.

Hayır, Adnandan gelmiş fe na bir haber yok. Fena haberi şimdi telefondan, Ankaraya te­

lefon ederek aldım.

dit ıena bir haber bu lunmadığını öğrenince Güzide hanımın yüzü derhal ferahlamış, tı. Kızının anlatmağa koyulduğu Şeyleri yüzüne fazla bir heyecan, ' fazla bjr keder gelmeden, dene­

bilir kı hattâ lâkayıt, hemen he- cekti Sakİn Ve memnun dinliye-

~ Üç gündenberi Jozef Tu- deladan hiç bir haber yoktu. Si­

ke «telefon etti, görüştük» deyi­

şim hep yalandı. Bugün de tele-

S L n 7!T? 3rtlk cok m«ak

ettim. Ortadaki gayrı tabiî hali öğrenmek, anlamak için santra­

ca gidip Ankarayı istedim. Mağa­

radan kuçuk damadı cevap ver­

ir ve kendisinin evvelki gece ö - fm ü lm ü ş bulunduğunu bildirdi. Bu anı ölüm bana doğ­

rusu pek şüpheli göründü. Ka­

rısına verdiği mühlet tam bit­

mek üzereyken geceleyin bu ö- lug pek gar ipi

Genç kadın bu son iki cümle­

yi âdeta kendi kendine konuşur gibi söylemişti. Bütün yol müd­

detime düşünmüş olmakla bera- ber belki ancak bu iki cümleyi söylediği sırada katiyet kesbeden kararını bildirmek üzere de ilâ­

ve edecekti:

Yarınki sabah treniyle An­

karaya gidiyorum.

— Ankaraya mı?

— Evet, Ankaraya.

— Ne yapacaksın orada?

» ~~ 5eyi anlarnağa çalışaca­

ğım. Anlayacağım da!

—-i } cyı anıamak sözüyle kasdettığm nedir? Bu ölümü ta­

bu bir olum olarak kabul etmi­

yor musun?

~ ^m iyorum . Bir kere damat r» J ^ ° nu âdeta güzüme ka­

padı; Belli ki konuşmaktan kork-

(8)

Aralarında bir dakikalık bir sü kût oldu. Ve bu sükût dakikası içinde galiba heı iki kadın da maziye, ancak iki yıllık bir ma­

ziye daldılar. Sonra Güzide ha­

nım dedi ki:

— Hatırlar mısın, Ali Hayret­

tin Beyin karısı Mehlika hanımı bırakıp seni almağa karar verdi­

ği günün gecesinde kalb sekte­

sinden ölüverigi de benim tuha­

fıma gitmişti. Bu işin bir cina­

yet olması ihtimali hatırıma gel­

mişti. fakat sen şüphelerime iş­

tirak etmemiş, «kadıncağızın gü­

nahına girme!» demiştin. Vazi­

yet tamamiyle aynı, bu sefer ni­

çin tesadüf, kader demiyor da iş­

te cinayetler, zehirlemeler farze.

diyorsun? Mehlika hanımın evin­

de düşmanlarını zehirlemekle meşhur Borjiyalarm eczahanesi mi var ki kadın derhal kocasını zehirlesin, demiştin? Şu halde a- ' dı Rebeka mıdır, nedir, işte o

karın ağrısı karının eczahanesi bulunduğuna niçin hükmediyor­

sun?

Semiha omuzlarını kaldırdı:

— Vaziyet aynı değil ki! Hay­

rettin ayrılma kararım bildirece­

ği gece ölmüştü. Bu, kararını bil­

dirdikten tam bir hafta sonra ö - lüyor. Sonra bunun mirasçıları bir değil bir kaç kişi, ikisinin Mehlika kadar âciz ve bîçare ol­

duklarım kabul etsek bile karı­

sı, küçük kızı ve onun kocası şeytanı ata ters bindirecek ka­

dar kurnaz mahlûklar!

— Peki, gideceksin de ne o- lacak?

— Bir kere anlayacağım. Kuv vetle zannettiğim gibi bir cinayet varsa^ bu cinayet yapanın yanın­

da kâr kalmamalıdır.

Güzide hanımın kaşları çatıl, mış, düşünceden alm buruşmuş- tu. — Bu hareket Güzide hanın»

oğlunu kızına daima tercih et«

mig bulunmakla beraber kızını da seven bir anneydi. — Öyle ise ben de beraber gelirim, seni

(9)

yalnız kollayamam, dedi.

— Hayır, annec, yalnız git­

mem lâzım. Seninle beraber ol.

mak hareketlerimi ancak güçleş­

tirebilir.

— Evet amma, b'en burada me­

raktan çıldırırım. Mademki bun.

lar rou derecede cüretli mahlûk­

lar, sana da bir şey yaparlar.

Semiha: — Bana ne yapacak­

lar, ne yapabilirler? dedi.

Güzid'e hanım: — Ne bileyim ben? Belli ki Allahtan korkmaz müthiş şekilde cüretkâr mahlûk­

lar! diye söylendi.

Semiha dedi ki: — Benim kılı­

ma dokunamazlar. Yanlarına mi­

safir inecek değilim ya- Onların1 daha geldiğimi duymalarından önce ben lâzım gelen teşebbüs­

lerde bulunur, onları kıskıvrak yakalatırım.

Ve ertesi sabahki trenle An- karaya hareket etti. İçinden he- yacanlı, fakat görünüşte gayetle1 sakindi ve kılığına kıyafetine dai ma gösterdiği itinada en küçük S bir fark yoktu.

Bir talih eseri olarak trende de hiç bir tanıdığa rastlamadı. V'e daima pek kalabalık olan, bir seyran yeri, bir mesire manzarası arzeden Ankara garında da aynı hüsnü talih devam ederek kim­

seye hesap vermek zorunda kal­

madı.

Semiha istasyon meydanında hemen bir otomobile atladı ve şoföre «Ankara Palas!« emrini verdi.

(10)

XXXIII

Semiha hanım Ankara Palasa tabiîdir ki kibarlık taslamak ve

bu otelin zengin müşterileri a- rasında yeni “bir macera aramak emeliyle seçmiş değildi. Fakat is­

tasyona en yakın olan otel bu oteldi, şehre girmeden, çarşıda Tudela ailesinden herhangi bir kimseye rastlamadan kendisini o . raya atmak ve dört duvarı ara­

sına iltica etmek istiyordu. O- radan İktisat Vekâletindeki ar­

kadaşı Necla Hanımı telefonla çağırıp kendisiyle bir hareket plâ nı tanzim edecekti.

Kaldı ki, Ankarada kendi vazi­

yetinde, kendisi gibi güzel bir genç kadın yalnız olarak ancak Ankara Palasa inebilirdi.

Sade «oda yok» diye bir aksi ce i vap almak ihtimalinden endise- 1 liydi.

Böyle bir aksi cevapla karşı- laşmaaı ve kendisine verilen küçük odaya ufak bavulunu bı­

rakır bırakmaz otelin telefon santralına koşup Neclâyı aradı.

Ancak «daha erken, belki de gel memiştir!» diye düşünüp üzülü­

yordu. Nedâ nazlılığı meşhur o- lup daha yukarıdakilerin müsa mahalari hasebile müdürlerin kendilerine söz söyliyemedikle- ri, söyledikleri takdirde de ters lendikleri daktilolardandı. Fa­

kat hayırlı bir tesadüfle işinin başına gelmişti ve bu, Semiha- nın yola çıkışından beri karşı­

laştığı dördüncü hüsnü talihi, trende ve istasyonda bir tanı­

dığa rastgelmemek ve otelde bir oda bulmaktan sonraki hüsnü talihi teşkil etti. İşlerin bundan sonra da iyi yürüyeceği hakkın da birden bir emniyet duydu.

Neclânın telefondaki ilk sözü;

— Olandan tabiî haberin var?

demek olmuştu.

— Evet, evet var. Zaten geli­

şim de bundan.

— Nereden telefon ediyor­

sun?

— Ankara Palastan, oraya indim. Seni hemen odamda bek liyorum. Sade rica ederim, gel­

miş bulunduğumu hiç kimseye söyleme!

— Peki. Nihayet yirmi daki­

ka sonra oradayım.

Semiha odasına döndü ve yü­

zünü gözünü sabunla yıkayıp

(11)

saçım düzeltirken aynada çeh­

resinin hatlarını âdeta değişmiş, gözlerini fersiz ve derisini yer yer sarkmış buldu. Adeta bir tehlike duygusu içinde, bir teh­

likeden kurtulmağa can hevli- le çalışan bir insan hissi içinde çantasındaki boya kutucukları- na iltica etti. Kendini şimdiye kadar hiç bu derecede yorgun ve solgun, geçkin, cazibesini ve kudretini kaybetmiş bir kadın olmağa bu derecede namzet gör memişti. Makyajını yaptıktan, sonra beş on dakikayı da kafe­

se kapatılmış bir kaplan gibi kü çük odanın karyoladan serbest kalan beş altı adımlık sahasın­

da birteviye gide gele, içi içine sığmıyarak geçirdi.

Nihayet kapıya vurulmuş ve yol gösteren bir otel hademesi­

nin arkasından arkadaşı görün­

müştü.

iki gene kadın öpüştüler. Son ra Neclâ elini Semihamn bir şa kağına dayayarak: — Senin bi­

raz ateşin var, dedi.

— Uykusuzluktan, yorgunluk tan olabilir: Yataklı yoktu, hiç uyuyamadım.

— Biraz uzanıp dinlensen!

Semiha omuzlarını silkip in­

ce çekik kaşlarını kaldırdı:

— Buraya dinlenmeğe gelme­

dim! dedi. Sonra da ilâve etti:

— Öyle bir heyecan içindeyim ki gözüme günlerce, haftalarca uyku girmiyeceğini sanıyorum.

Sen bu işe ne dersin, Neclâ?

Muhatabı hiç bir şey söyle­

meden başını eğdi. Çantasını a- çarak içinden dörde bükülmüş bir gazete sahifesini: — Bugün kü gazete, oku! diyerek uzattı.

Ankaranın yarı resmî gazete­

si (Hâkimiyeti Milliye) nin iç sahifesini uzatmıştı ve bu sa- hifenin dördüncü sütununda Se miha bir kaç satırının etrafını kalemle işaretlenmiş gördü.

Dudaklarında acı bir tebes­

sümle: — Ölümünün ilânı mı?

dedi.

Gazete sahifesini elinde tutu­

yor ve okumakta âdeta tered­

düt ediyordu.

Sonra başını eğip okudu*

VEFAT

«Şehrimizin pek maruf tüc­

carlarından olup, Karaoğlan çar şisında büyük bir nalbur mağa­

zasına sahip bulunan Jozef Tu

(12)

dela efendi pek kısa bir hasta­

lığı müteakip Yenişehirdeki a- pai'tımanmda evvelki gece ve­

fat etmiş, cenazesi dün akraba- larile bir çok dostlan hazır bu­

lunduğu halde kaldırılıp asri mezariığa gömülmüştür. Kendi­

si hayır ve hasenatiyle tanınmış olup Türklüğe muhabbeti ve memleketine bağlılığiyle ma­

ruftu.

(Dul zevcesi Madam Rebeka ile kızları ve damadları Stüde Beyker otomobil ve kamyonları1 ajanı Mösyö Alber Vintcrman ve Eskenazi Feryano efendi ta­

rafından) kaydı da bu satırların

altına ilave edilmiş bulunuyor- v.

du.

Gariptir ki, ilânı okuyan Se- mihanın ilk düşüncesi ikinci da madm, Mösyönün, bu münase­

betle de büyük damadın üstün­

da yer almış bulunduğu keyfi­

yeti oldu. Sonra bu ölüm ilânı, telefondaki konuşmanın vereme­

miş olduğu kat’î kanaati verdi.

Sapsarı ve bumburuşuk yüzi- le Rebekayı, sakil suratlı, saç­

ları perişan, kıyafeti perişan, çıplak ve kirlice ayakları yün terlikli Rozayı ve boyalı, yapma­

cıklı çehresi, fazla itinalı kıyafe- tile Jozefini, sonra iki damadı, bütün çehresi çil içinde, kızıl saçlı, kızıl kaşlı ve beyaz kir­

pikli, tipik yahudi suratlı Eske­

nazi ile miyop gözlüklerinin » arkasmdan sert ve mağrur ba­

kışlı, ilk iş olarak kaynatanın servetinin kaabil olduğu kadar büyük bir kısmına oturduktan sonra sonsuz ikballer tahayyül eden Alberi, lâpa semizliğiyle küçük Jozefe kadar cümlesini

(13)

\

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Adayların 26 Ekim 2020 Tarihi itibari ile kendilerine verilen randevu saatinde sınav yerinde hazır olmaları gerekmektedir.. Adaylar randevu saatlerini

FRONT. A.I.M 2 Akt f / Inakt f VIDEO UYUMU FRONTEL A.I.M ALARM IZLE MERKEZ AYARLARI. APN

İletim hattının su seviyesinin üstünden geçirilmesi halinde iletim hattı yüksekliği feyezan su seviyesinin üstünde

Bunun içindir ki, bu stadyumun ilk esas kısmını teşkil eden, asıl müsabaka yeri, diğer ikinci kısımlık temrin ve spor yerlerinden yüksek olarak inşa edilmiş ve bu

Karaköy köprüsü üzerinde mimar Abidinin projesine göre İstanbul belediyesi tarafından kurulan ışık sütunu, köprünün inşaatına uygun olması için demirden

In Turkey, in this context, the citizens of other countries, in exchange for making direct investments over a certain amount, purchasing real estate, holding or

içindeydi. Bu nedenle, sözkonusu stratejik zemin üzerinde oluflan Ameri- kan-Rus ittifak›n›n içinde o da yer al›yordu. Dolay›s›yla, bölgede bir Ame-

Amonyak üretiminde kullanılan ham madde- ler aşağıdaki tabloda elde edilen amonyağın içindeki saf azot miktarına göre verilmiştir.. Gelişmekte olan ülkeler ve Doğu Avrupa'-