• Sonuç bulunamadı

DİYABETLİ HASTALARDA DİYET KALİTESİNİN VE TOTAL ANTİOKSİDAN KAPASİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "DİYABETLİ HASTALARDA DİYET KALİTESİNİN VE TOTAL ANTİOKSİDAN KAPASİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ"

Copied!
239
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

DİYABETLİ HASTALARDA DİYET KALİTESİNİN VE TOTAL ANTİOKSİDAN KAPASİTENİN

DEĞERLENDİRİLMESİ

Dyt. Özlem ÇETİNER

Diyetetik Programı YÜKSEK LİSANS TEZİ

ANKARA 2019

(2)
(3)

T.C.

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

DİYABETLİ HASTALARDA DİYET KALİTESİNİN VE TOTAL ANTİOKSİDAN KAPASİTENİN

DEĞERLENDİRİLMESİ

Dyt. Özlem ÇETİNER

Diyetetik Programı YÜKSEK LİSANS TEZİ

TEZ DANIŞMANI

Prof. Dr. Neslişah RAKICIOĞLU

ANKARA 2019

(4)

ONAY SAYFASI

(5)
(6)
(7)

TEŞEKKÜR

Öncelikle çalışmama dahil olup, bütün sorularımı sabır ve içtenlikle cevaplayan tüm katılımcılara teker teker teşekkür ederim. Çalışmamın başından sonuna kadar her aşamada beni destekleyen, motive eden, yardımcı olan sevgili eşim Sina Çetiner’e, sonsuz manevi desteği için annem Seher Çetin’e, her türlü katkısı ve desteği için Araş.Gör.Dr.Tuba Yalçın’a ve iş arkadaşım Gonca Yıldırım’a, analizlerimde bana yardımcı olan Doç.Dr.Zeynep Göktaş ve Araş.Gör.Kübra Uçar’a, bilgisi, sabrı ve emekleri ile ufkumu açıp beni her zaman bir adım öteye taşıyan danışmanım Prof.Dr.Neslişah Rakıcıoğlu’na teşekkür ederim.

(8)

ÖZET

Çetiner Ö. Diyabetli Hastalarda Diyet Kalitesinin ve Toplam Antioksidan Kapasitenin Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Diyetetik Programı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2019. Reaktif oksijen türevleri, hücrenin DNA, protein ve lipid yapısına zarar vererek normal hücre fonksiyonlarını bozabilir ve diyabetin de içerisinde olduğu pek çok metabolik hastalığın patogenezinde rol oynayabilir. Antioksidan etki gösteren bazı vitamin, mineral ve polifenoller, reaktif oksijen türevlerinin zararlı etkilerini minimize ederek, vücut yapı taşlarını oksidatif hasara karşı korur. Bu çalışmanın amacı diyabetik hastalarda antioksidanların diyetle alımı ile oksidatif DNA hasarı arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu amaçla bu çalışmaya 30 yeni tanılı ve 30 eski tanılı diyabet hastası ile 25 sağlıklı birey olmak üzere toplam 85 kişi dahil edilmiştir. Katılımcılardan üç günlük besin tüketim kaydı alınmıştır. Bu kayıtlar kullanılarak ortalama günlük enerji ve besin ögesi alımı, diyet toplam antioksidan kapasitesi, diyet glisemiks indeksi ve glisemik yükü ile diyet oksidatif denge skoru hesaplanmıştır. Ayrıca bireylerden alınan spot idrar örneklerinde 8-hidroksi-2'-deoksiguanozin (8-OHdG) / kreatinin analizi yapılmıştır. Üç farklı yöntemle analiz edilen diyet toplam antioksidan kapasitesi (Demir iyonunu infirgeyici aktivite (FRAP), Total Radikal Yakalama Antioksidan Potansiyeli (TRAP) ve Trolox Eşdeğer Antioksidan Kapasite (TEAC)), sağlıklı bireylerde eski ve yeni tanılı diyabet hastalarına göre daha yüksektir (p <0,05). Oksidatif DNA hasarının iyi bir göstergesi olan idrar 8-OHdG / kreatinin oranı da, sağlıklı bireylerde, diyabetik hastalara göre daha yüksek bulunmuştur (p <0,05). İdrar 8-OHdG / kreatinin oranı, diyet antioksidan alımını tayin eden hiçbir analiz yönteminin sonucu ile korele bulunmamıştır. Diyabetik hasta gruplarında idrarla okside moleküllerin atımının daha az olması, diyabetin antioksidan sistemde yarattığı olası bir hasarın sonucunu yansıtıyor olabilir.

Antioksidan sistemin etkinliğini arttırmak amacıyla diyabet hastalarının antioksidanlardan zengin besinleri tüketmeleri teşvik edilmelidir.

Anahtar Kelimeler: Diyet antioksidan kapasitesi, tip 2 diyabet, 8-OHdG / kreatinin

(9)

ABSTRACT

Çetiner Ö. The evaluation of Diet Quality and Total Antioxidant Capacity in Patients with Diabetes. Hacettepe University Graduate School of Health Sciences Dietetics Program Masters of Science Thesis, Ankara, 2019. Reactive oxygen species can disrupt normal cell functions by damaging the cell's DNA, protein and lipid structure, and may play a role in the pathogenesis of many metabolic diseases, including diabetes. Some vitamins, minerals and polyphenols, which have antioxidant effects, protect the body against oxidative damage by minimizing the harmful effects of reactive oxygen species. The aim of this study was to investigate the relationship between dietary intake of antioxidants and oxidative DNA damage in diabetic patients. For this purpose a total of 85 individuals of which 30 of them were newly diagnosed type 2 DM, 30 of them were old diagnosed type 2 DM, 25 of them were healthy subjects were included in this study. Dietary record was taken from the participants for three consecutive days. The mean daily energy and nutrient intake, diet total antioxidant capacity, dietary glycemic index and glycemic load and dietary oxidative balance score were calculated from the food consumption records. Spot urine samples were collected from the individuals and 8- hydroxy-2'-deoxyguanosine (8-OHdG) / creatinine analysis were performed in urine.

Dietary total antioxidant capacity analyzed by three different methods (Ferric Reducing Antioxidant Power (FRAP), Total Radical-Trapping Antioxidant Parameter (TRAP) and Trolox Equivalent Antioxidant Capacity (TEAC)) was higher in healthy subjects compared to newly and old diagnosed type 2 diabetic patients (p<0.05). Urine 8-OHdG/creatinine ratio, which is a good predictor of oxidative DNA damage, was also higher in healthy subjects compared to old diagnosed diabetic patients (p<0.05). The urine 8-OHdG/creatinine ratio was not related to dieteary antioxidant intake. Less excretion of oxidized molecules in urine in diabetic patient groups may reflect the result of a possible damage in antioxidant system caused by diabetes. In order to increase the effectiveness of the antioxidant system, the consumption of foods rich in antioxidants should be recommended.

Keywords: Dietary antioxidant capacity, type 2 diabetes, 8-OHdG/creatinine

(10)

İÇİNDEKİLER

ONAY SAYFASI iii

YAYIMLAMA ve MÜLKİYET HAKLARI BEYANI iv

ETİK BEYAN SAYFASI v

TEŞEKKÜR vi

ÖZET vii

ABSTRACT viii

İÇİNDEKİLER ix

SİMGELER VE KISALTMALAR xii

ŞEKİLLER xv

TABLOLAR xvi

1. GİRİŞ ... 1

2. GENEL BİLGİLER ... 3

2.1. Tip 2 Diyabet ... 3

2.1.1. Etiyoloji, patonegenez ve tanı kriterleri ... 3

2.1.2. Komplikasyonları ... 4

2.1.3. Diyet tedavisi ... 5

2.2. Oksidatif Stres Ve Antioksidan Savunma Sistemi ... 8

2.2.1. Reaktif Molekül Türevleri ve Oksidatif Stres ... 8

2.2.2. Antioksidan Savunma ve Onarım Sistemi ... 10

2.3. Hiperglisemi Ve Oksidatif Stres ... 23

2.3.1. Polyol Yolağı ... 24

2.3.2. Heksozamin Yolağı ... 26

2.3.3. Protein Kinaz C Yolağı ... 28

2.3.4. İleri Glikasyon Son Ürünleri (AGEs) ... 29

2.3.5. Gliseraldehit Oto – oksidasyon Yolağı (Enediol Yolağı) ... 29

2.3.6. Oksidatif Stresin Tip 2 Diyabet Patogenezindeki Rolü ... 30

2.3.7. Oksidatif Stres ve Diyabet Komplikasyonları... 32

2.3.8. Diyabetik Bireylerde Oksidatif Stresin Belirlenmesi ve 8-OHdG ………...molekülü ... 33

2.4. Antioksidanların Diyabet Üzerine Etkisi ... 36

2.5.Glisemik İndeks Ve Glisemik Yükün Diyabet Ve Oksidatif Stres Üzerine Etkisi ………..38

(11)

3. GEREÇ VE YÖNTEM ... 39

3.1. Araştırmanın Yeri, Zamanı ve Örneklem Seçimi ... 39

3.2. Araştırmanın Genel Planı ... 39

3.3. Verilerin Toplanması ve Değerlendirilmesi ... 40

3.3.1. Anket Formu ... 40

3.3.2. Besin Tüketim Durumunun Saptanması ve Değerlendirilmesi ... 41

3.3.3. Diyetlerin Total Antioksidan Kapasitesinin Hesaplanması ... 42

3.3.4. Diyetlerin Glisemik İndeks ve Glisemik Yük Değerlerinin ………...Hesaplanması ... 42

3.3.5. Diyet Oksidatif Denge Skorunun Hesaplanması... 43

3.3.6. Fiziksel Aktivite Durumunun Saptanması ... 44

3.3.7. Antropometrik Ölçümler ... 44

3.3.8. Biyokimyasal Bulgular ve 8-OHdG/kreatinin oranının ölçülmesi... 45

3.3.9. Verilerin İstatistiksel Açıdan Değerlendirilmesi ... 45

4. BULGULAR ... 47

4.1. Bireyi Tanımlayıcı Genel Özellikler ... 47

4.2. Diyabet Hastalarının Hastalığa İlişkin Özellikleri ... 49

4.3. Diyabetli ve Sağlıklı Bireylerin Genel Beslenme Alışkanlıkları ... 53

4.4. Bireylerin Fiziksel Aktivite Durumları ... 55

4.5. Bireylerin Antropometrik Ölçümleri ... 59

4.6. Bireylerin Günlük Enerji ve Besin Ögesi Alımları ... 65

4.7. Bireylerin Diyet Total Antioksidan Kapasitesi ... 102

4.8. Bireylerin Diyet Glisemik İndeks ve Yük Değerleri ... 116

4.9. Bireylerin Oksidatif Denge Skoru... 123

4.10.Bireylerin Biyokimyasal Bulguları ... 128

4.11.İdrar 8-OHdG/kreatinin oranının tanımlayıcı özellikler, fiziksel aktivite, beslenme durumu, antropometrik ölçümler ve biyokimyasal bulgular ile ilişkisi ... 130

4.12.Diyet Antioksidan Kapasitesi Analizleri ile Oksidatif Denge Skoru, Glisemik İndeks, Glisemik Yük, Antropometrik Ölçümler ve Biyokimyasal Bulgular ile İlişkisi ………….136

5. TARTIŞMA ... 141

5.1. Bireylere İlişkin Tanımlayıcı Bilgiler ... 141

5.2. Diyabet Hastalarının, Hastalığa İlişkin Özellikleri ... 142

5.3. Hasta ve Sağlıklı Bireylerin Genel Beslenme Alışkanlıkları ... 146

5.4. Bireylerin Antropometrik Ölçümleri ... 148

(12)

5.5. Bireylerin Fiziksel Aktivite Durumları ... 147

5.6. Bireylerin Günlük Enerji ve Besin Ögesi Tüketimi ... 151

5.7. Bireylerin Diyet Total Antioksidan Kapasitesi ... 155

5.8. Bireylerin Diyet Glisemik İndeks ve Glisemik Yük Değerleri ... 157

5.9. Bireylerin Diyet Oksidatif Denge Skorları ... 158

5.10.Bireylerin Biyokimyasal Bulguları ... 159

5.11.8-OHdG değerinin diğer parametreler ile ilişkisi... 162

5.12.Diyet Total Antioksidan Kapasitesinin Diğer Parametreler ile İlişkisi ... 166

6. SONUÇLAR VE ÖNERİLER ... 170

6.1. Sonuçlar ... 170

6.2. Öneriler ... 181

7. KAYNAKÇA ... 183

8. EKLER ... 197 EK-1: Etik Kurul Onay Formu

EK-2A: Vaka Grubu İçin Aydınlatılmış Onam Formu EK-2B: Kontrol Grubu İçin Aydınlatılmış Onam Formu EK-3A: Vaka Grubuna Uygulanan Anket Formu

EK-3B: Kontrol Grubuna Uygulanan Anket Formu Ek-4: Orjinallik Raporu

9. ÖZGEÇMİŞ ...

(13)

SİMGELER VE KISALTMALAR

4-HNE 4-hidroksinonenal

8-OHdG 8-hidroksi-2’-deoksiguanozin 8-OHG 8-hidroksi-guanin

ADA Amerikan Diyabet Derneği

AGE Glikasyon Son Ürünü

AKŞ Açlık Kan Glikozu

ALSWH Avustralya Kadın Sağlığı Üzerine Boylamsal Araştırma

AOC Antioksidan Kapasite

AR Aldoz Redüktaz

BDE Bağ Ayrıştırma Enerjisi

BeBİS Beslenme Bilgi Sistemi

BKİ Beden Kütle İndeksi

CHO Karbonhidrat

cm santimetre

Cu Bakır

CVD Karidyovasküler Hastalıklar

DAG Diasilgliserol

DM Diabetes Mellitus

DN Diyabetik Nefropati

DRI Günlük Önerilen Alım Düzeyi

DYA Doymuş Yağ Asidi

E3N-EPIC Avrupa Kanser ve Beslenme Prospektif Araştırması – Fransa EPIC-NL Avrupa Kanser ve Beslenme Prospektif Araştırması – Hollanda

Fe Demir

FRAP Demir İyonunu İndirgeyici Aktivite GADPH Gliseraldehit-3 Fosfat Dehidrogenaz GFAT Fruktoz-6-Fosfat-Amidotransferaz

Glisemik İndeks

GLUT Glikoz Taşıyıcı Protein

GPx Glutatyon Peroksidaz

(14)

GSH Glutatyon

GSSG Glutatyon Disülfit

GY Glisemik Yük

H2O2 Hidrojen Peroksit HbA1c Glikolize Hemoglobin

HDL Yüksek Densiteli Lipoprotein

HO-1 Hem Oksijenaz – 1

H-ORAC Hidrofilik Oksijen Radikalini Absorbe Etme Kapasitesi IDF Uluslararası Diyabet Federasyonu

IP İyonizasyon Potansiyeli

IRS-1 İnsülin Reseptör Substrat - 1 İOPÜ İleri Oksidasyon Protein Ürünleri

JDCS Japonya Diyabet Komplikasyonları Çalışması

JNK C-Jun N-Terminal Kinaz

kg/m2 kilogram/metrekare

LDL Düşük Densiteli Lipoproten

L-ORAC Lipofilik Oksijen Radikalini Absorbe Etme Kapasitesi MAPK Mitojen-Aktive Protein Kinaz

mcg mikrogram

MDA Malonaldehit

mg miligram

mg/dL miligram/desilitre

mL mililitre

Mn Manganez

mRNA Mesajcı RNA

MUFA Tekli Doymamış Yağ Asidi NAD Nikotinamid Adenin Dinükleotit NADPH Nikotinamid Adenin Dinükleotit Fosfat NEFA Non-Esterifiye Yağ Asitleri

NF-ƙB Nüklear Faktör kappa B ng/mg nanogram/miligram

NHANES Amerika Ulusal Sağlık ve Beslenme Araştırması

(15)

Nrf2 Nüklear Faktör Eritroid 2-Bağımlı Faktör

O2 Oksijen

O-GlcNAc O-Bağımlı Beta N-Asetilglikozamin OGTT Oral Glikoz Tolerans Testi

ONOO- Peroksinitrit

ORAC Oksijen Radikalini Absorbe Etme Kapasitesi PAL Fiziksel Aktivite Düzeyi

PAR Aktiviteye Özgü Fiziksel Aktivite Oranı PDX-1 Pankreatik Duedonal Homebox Gen 1 PI3-K Fosfotidilinositol 3-Kinaz

PKC Protein Kinaz C

PPK Plazma Protein Karbonilleri PUFA Çoklu Doymamış Yağ Asidi RNS Reaktif Nitrojen Türevleri ROS Reaktif Oksijen Türevleri

SAPK Stres ile Aktive Olan Protein Kinaz SH-2 Src-Homoloji -2

SOD Süperoksit Dismutaz

TEAC Trolox Eşdeğer Antioksidan Kapasitesi

TG Trigliserid

TP Toplam Fenolikler

TRAP Total Radikal Yakalama Antioksidan Potansiyeli TÜBER Türkiye Beslenme Rehberi

UDP-GlucNAc UDP-N-Asetilglikozamin

USDA Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı USRDS Amerika Renal Veri Sistemi

VLDL Çok Düşük Densiteli Lipoprotein

Zn Çinko

(16)

ŞEKİLLER

Şekil Sayfa

2.1 Diyabetin akut ve kronik komplikasyonları 4

2.2 Antioksidanların sınıflandırılması 13

2.3 Glutatyon ve glutatyon peroksidaz enziminin antioksidan aktivitesi

14

2.4 Gliko oksidatif stres yolakları 24

2.5 Polyol Yolağı 25

2.6 Heksozamin Yolağı 27

2.7 Guanin bazı ve okside olmuş DNA ve RNA moleküllerinin

kimyasal yapısı 35

4.1 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin Carlsen FRAP değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

107

4.2 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin Pellegrini FRAP değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

108

4.3 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin TRAP değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

109

4.4 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin TEAC değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

110

4.5 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin H-ORAC değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

111

4.6 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin L-ORAC değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

112

4.7 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin Total ORAC değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

113

4.8 Yeni tanılı ve eski tanılı diyabet hastaları ile kontrol grubundaki bireylerin TP değerleri ile hesaplanan dTAC değerine besin gruplarının katkısı (%)

114

(17)

TABLOLAR

Tablo Sayfa

2.1 Reaktif Oksijen ve Nitrojen Türevleri 5

2.2 Oksidatif stres kaynaklı hastalıklar 7

2.3 Polifenoller ve Diyetsel Kaynakları 18

4.1 Bireylere ait genel özellikler. 44

4.2 Diyabetli bireylerin hastalıklarına ilişkin bilgilere göre dağılımı. 46 4.3 Diyabetli hastaların diyete uyum ve beslenme alışkanlıklarına

göre dağılımı. 48

4.4 Diyabetli ve sağlıklı bireylerin beslenme alışkanlıklarına göre dağılımı.

50 4.5 Bireylerin alkol tüketim durumuna göre dağılımı. 51 4.6 Bireylerin fiziksel aktivite durumlarına göre dağılımı 52 4.7 Bireylerin günlük fiziksel aktivite için harcadıkları süre (dakika). 53 4.8 Bireylerin günlük fiziksel aktivite için harcadıkları enerji (kkal). 54 4.9 Erkek bireylere ilişkin bazı antropometrik ölçüm değerleri. 57 4.10 Kadın bireylere ilişkin bazı antropometrik ölçüm değerleri. 58 4.11 Bireylerin antropometrik ölçümlere göre dağılımı. 59 4.12 Erkeklerin günlük enerji ve besin ögesi alımları. 62 4.13 Erkeklerin kahvaltı öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 65 4.14 Erkeklerin kuşluk öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 67 4.15 Erkeklerin öğle öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 69 4.16 Erkeklerin ikindi öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 71 4.17 Erkeklerin akşam öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 73 4.18 Erkeklerin gece öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 74 4.19 Kadınların günlük enerji ve besin ögesi alımları. 77 4.20 Kadınların kahvaltı öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 81 4.21 Kadınların kuşluk öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 83 4.22 Kadınların öğle öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 84 4.23 Kadınların ikindi öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 86 4.24 Kadınların akşam öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 87 4.25 Kadınların gece öğününde enerji ve besin ögesi alımı. 89 4.26 Erkek bireylerin günlük besin tüketim miktarları. 91

(18)

4.27 Kadın bireylerin günlük besin tüketim miktarları. 93 4.28 Kadın ve erkek bireylerin günlük enerji ve besin ögesi

gereksinimini karşılama durumu (%). 96

4.29 Kadın ve erkek bireylerin diyetlerinin günlük ortalama total antioksidan kapasite değerleri.

99 4.30 Kadınların diyetlerinin günlük ortalama total antioksidan

kapasite değerleri.

100 4.31 Erkeklerin diyetlerinin günlük ortalama total antioksidan

kapasite değerleri.

101 4.32 Kadın ve erkek bireylerin günlük diyetlerinin glisemik indeks ve

glisemik yük değerleri.

113 4.33 Kadın ve erkek bireylerin diyet glisemik indeks ve glisemik

yüklerinin değerlendirilmesi. 114

4.34 Bireylerin besin tüketim sıklığı (%) (son 1 ayda). 116 4.35 Besin tüketim sıklığına ilişkin gruplar arasındaki farkın

anlamlılık değerleri. 118

4.36 Kadın ve erkek bireylerde diyetin oksidatif denge skoru. 121 4.37 Erkeklerde diyetin oksidatif denge skoru. 122 4.38 Kadınlarde diyetin oksidatif denge skoru. 123 4.39 Bireylerin bazı biyokimyasal bulguları. 124 4.40 Yaş, eğitim süresi, diyabet yaşı, PAL değeri, enerji ve besin

ögesi alımı ile İdrar 8 - OHdG/kreatinin oranının ilişkisi.

128 4.41 Diyet total Antioksidan Kapasitesi, Oksidatif Denge Skoru,

Glisemik İndeks ve Glisemik Yük değerleri ile İdrar 8 - OHdG/kreatinin oranının ilişkisi.

130

4.42 Antropometrik Ölçümler ve Biyokimyasal Bulgular ile İdrar 8 - OHdG/kreatinin oranının ilişkisi.

131 4.43 Oksidatif Denge Skoru, Glisemik İndeks ve Glisemik Yük

değerleri, Antropometrik ölçümler ve biyokimyasal bulgular ile FRAP – 1 analizinin ilişkisi.

134

4.44 Oksidatif Denge Skoru, Glisemik İndeks ve Glisemik Yük değerleri, Antropometrik ölçümler ve biyokimyasal bulgular ile Total ORAC analizinin ilişkisi.

135

4.45 Oksidatif Denge Skoru, Glisemik İndeks ve Glisemik Yük değerleri, Antropometrik ölçümler ve biyokimyasal bulgular ile TP analizinin ilişkisi.

136

(19)

1. GİRİŞ

Diyabet; pankreasın ihtiyacı karşılayacak kadar insülin üretemediği veya vücudun insülini efektif olarak kullanamadığı kronik bir hastalıktır (1). Dünya Sağlık Örgütü’nün 2016 yılı raporuna göre, 18 yaş ve üstü bireylerin %8.5’i diyabet hastası iken, 2012 yılında diyabet sebebiyle hayatını kaybeden kişi sayısı yaklaşık 1.5 milyondur (2). Klinik olarak diyabet, yüksek seyreden kan glikozu (hiperglisemi) (≥126mg/dl) ile karakterizedir. Hiperglisemi, uzun dönemde kalp, böbrek, sinirler ve gözleri etkileyerek, diyabet komplikasyonlarının oluşumuna sebebiyet verebilmektedir.

Oksidatif stres, hem Tip 2 diyabet oluşumu hem de diyabet komplikasyonlarının gelişiminde rol oynayabilen önemli bir aktördür. Temel olarak oksidatif stres, reaktif oksijen türevlerinin (ROS) yapımı ve bozunumu arasındaki dengenin bozulması sonucunda oluşan fizyolojik durumu tanımlamada kullanılır (3).

Klinik çalışmalar sonucu elde edilen veriler, sistemik oksidatif stresin metabolik sendrom ve komponentleriyle yakından ilişkili olduğunu göstermektedir (4,5).

Kronik hiperglisemi ve hiperlipidemi, ROS oluşumu için önemli bir risk faktörüdür (6). Hipergliseminin, ROS birikimine katkısı farklı metabolik yolaklar üzerinden gerçekleşebilmektedir. Temel olarak hiperglisemik koşullarda glikolitik yolağın aktivitesinin artması ve mitokondriyal elektron taşıma sistemi üzerinde oluşan elektron basıncı, ROS oluşumuna katkı sağlar. Reaktif oksijen türevlerinin oluşumu ve birikimi daha sonra glikolizde görevli kilit enzimlerden gliseraldehit 3-P dehidrogenaz (GAPDH) enzim aktivitesini baskılayarak hücreyi, glikozu alternatif yolaklarla metabolize etmeye zorlar. Glikoliz ve krebs döngüsünün etkinliği azalır;

polyol yolağı, hekzozamin yolağı ve Protein kinaz C (PCK) aktivitesi artar. Tüm bu alternatif metabolik yolaklar hücrede ROS oluşumunu daha da arttırır (7). ROS birikimi, insülinin gen ekspresyonunu ve beta hücrelerden insülin salınımını post- translasyonel faktörler aracılığıyla azaltarak insülin direnci patogenezine katkı sağlayabilir (8). Hiperglisemi kaynaklı ROS birikimi ayrıca, diyabet komplikasyonlarının oluşumunda da önemli role sahiptir.

(20)

Normal fizyolojik konsantrasyonlarda ROS, endojen antioksidan savunma mekanizması tarafından tutulur. Ancak oksidatif stresin, antioksidan sistem tarafından tolere edilemeyecek boyutlara ulaşması daha çok reaktif ürün oluşumu ve birikimiyle sonuçlanır (9). Serbest radikallerin hücresel çevreden temizlenemediği durumda, bu moleküller hücrenin nükleik asit, lipid ve protein yapısını bozar (10).

Nüklear ve mitokondriyal DNA yapısındaki guanozin, oksidasyona en hassas baz olup reaktif oksijen türevleri varlığında, 8-hidroksi-2’-deoksiguanozine (8-OHdG) bozunur (11). 8-OHdG, oldukça stabil bir moleküldür. Dokularda ve idrarda 8-OHdG miktarının ölçülmesi tüm vücut DNA hasarı hakkında bilgi verir (12).

Diyabet oluşumu ve diyabet oluştuktan sonraki sürecin yönetimi, yaşam tarzı değişiklikleri ve diyet regülasyonu ile mümkündür. Diyetle egzojen olarak antioksidan alımı ROS birikimine karşı koruyucu etki göstererek hem Tip 2 DM oluşumu hem de DM komplikasyonlarının engellenmesinde etkili olabilmektedir (13).

Bu bağlamda bu çalışmanın amacı, yeni tanı almış ve uzun dönem diyabetli hastaların oksidatif stres durumlarını değerlendirerek, diyetin total antioksidan kapasitesinin oksidatif stres belirleyicisi 8-OHdG ile ilişkisini saptamaktır. Yine bu çalışmada diyetin glisemik indeks (Gİ) ve yükü (GY) ile oksidatif stres belirteci arasındaki ilişki değerlendirilecektir. Çalışma için belirlenen hipotezler aşağıdaki gibidir:

 Hipotez 1: Diyabetli olma durumu ve diyabet süresi, oksidatif stres belirteci 8-OHdG ile ilişkilidir.

 Hipotez 2: Diyetin total antioksidan kapasitesi, oksidatif stresi oksidatif stres belirteci 8-OHdG ile ilişkilidir.

 Hipotez 3: Diyetin glisemik indeks ve glisemik yükü oksidatif stresi oksidatif stres belirteci 8-OHdG ile ilişkilidir.

(21)

2. GENEL BİLGİLER 2.1.TİP 2 DİYABET

2.1.1. Etiyoloji, patonegenez ve tanı kriterleri

Tip 2 diyabet mellitus (DM), diyabetin predominant formu olup, tüm DM vakalarının %90’ından sorumludur (14). Gelişmekte olan ülkelerde sıklıkla 40-60 yaş arası bireyleri etkilemektedir ve insidansı hızla artış göstermektedir (15).

Gelişmekte olan ülkelerde DM görülme sıklığındaki bu artış, Batı diyeti ve yaşam tarzının (yüksek yağlı diyet ve düşük fiziksel aktivite) benimsenmesine bağlı ağırlık kazanımı ve obeziteyle ilişkilendirilmektedir (16). Diyetin makro besin ögesi dağılımının değişimi, basit şeker tüketiminin artışı, posa tüketiminin azalması, obeziteye ve glikoz tolerasında bozulmaya sebep olmaktadır (17). Sağlık Bakanlığının 2015 yılı verilerine göre Türkiye’de tip 2 diyabetli hasta sayısı 6.095.579 (%7.7)’dur (18).

Tip 2 diyabet, plazma glikoz seviyelerinin artışına sebep olan, insülin sekresyonu ve insülin aktivitesinde meydana gelen bir defektin karmaşık etkileşiminden kaynaklanan bir hastalıktır. Tip 1 diyabetin aksine, tip 2 diyabette beta hücre hasarına sebep olan bir otoimmüniteden söz edilemez. Kan glikoz seviyelerinin artışını takiben beta hücrelerden insülin salınımı artar ve kan glikozu normal aralığına çekilir. Ancak uzun dönem hiperglisemi, hem perifer dokularda insülin direncine, hem de beta hücrelerde fonksiyon kaybına sebebiyet vererek kan glikoz düzeylerinin regülasyonunu bozar (19). Tip 2 diyabet gelişimi, kişinin genetik alt yapısı ve çevresel faktörlerin bir araya gelmesinin doğrudan bir sonucu olarak nitelendirilebilir (20). Obezite, stres, yetersiz fiziksel aktivite, sigara ve alkol tüketimi diyabet için değiştirilebilir risk faktörleri arasında yer almaktadır. Özellikle global düzeyde obezite görülme sıklığının artışı, tip 2 DM prevelansını da ciddi seviyelere ulaştırmıştır (17).

Klinik olarak diyabet tanısı, açlık kan glikozu ölçümü veya 75 g oral glikoz tolerans testi (OGTT) ile konulur. Amerika Diyabet Derneği (ADA) kriterlerine göre açlık kan glikozu değerinin 126 mg/dL’ye eşit veya fazla olması, 75g OGTT’nin 120. dakikasında kan glikozunun 200 mg/dL’ye eşit veya fazla olması halinde

(22)

diyabet tanısı konulur. Tip 2 diyabet hastaları sıklıkla uzun yıllar tanı almadan yaşamlarına devam edebilirler. Hiperglisemi yavaş gelişir ve erken evrelerde semptomlar, hastanın fark edebileceği kadar şiddetli olmayabilir. Ancak yine de, tanı konmamış hastalar da, diyabetin kronik komplikasyonları açısından risk altındadır (21).

2.1.2. Komplikasyonları

Kronik hiperglisemi, çok sayıda organ ve dokuda hasara neden olabilir. Çoğu hücre, hiperglisemik koşullar altında hücreye glikoz taşınma miktarını regüle eder ve hücre içi ortamı yüksek glikoz seviyelerinin negatif etkisinden koruyabilir. Buna karşılık, β hücreleri, nöronal ve endotelyal hücreler gibi bazı hassas hücreler, hücre içi ve hücre dışı glikoz regülasyonunu sağlayamazlar ve hücre içi glukoz seviyelerini hücre dışı konsantrasyonlara eşitlerler. Dolayısıyla, hipergliseminin olumsuz etkilerine daha duyarlı hale gelirler (22).

Diyabet seyri boyunca, hiperglisemi, akut ve kronik komplikasyonlara neden olarak hastalığın prognozunu olumsuz yönde etkiler. Akut komplikasyonlar daha çok insüline zıt etki gösteren hormonların akut aktivitesi ile ilişkilendirilirken, kronik komplikasyonlar uzun dönem hipergliseminin damarlar üzerine etkilerinin bir göstergesidir (22). Diyabetle ilişkili mortalite ve morbidite oranları akut ve kronik komplikasyonların gelişimiyle ilişkili olduğundan diyabet seyrinin takibi oldukça önem arz etmektedir. Diyabetin akut ve kronik komplikasyonları, Şekil 2.1’de özetlenmiştir.

Şekil 2.1: Diyabetin akut ve kronik komplikasyonları (23) KOMPLİKASYONLARIDM

Kronik komplikasyonlar Mikrovasküler

kompliksyonlar -Nefropati

-Nöropati -Retinopati

Makrovasküler komplikasyonlar

-İnme -Koroner Arter

Hastalıkları -Hipertansiyon

Akut komplikasyonlar -Diyabetik ketoasidoz

-Hiperglisemik, hiperosmolar nonketotik koma

-Hipoglisemi

(23)

2.1.3. Diyet tedavisi

Diyabet tedavisi, beslenme, fiziksel aktivite ve farmakolojik tedavinin bir arada yürütüldüğü interdisipliner bir tedavi sürecini gerektirir. Tedavide bireye özgü hedefler mevcut olmakla birlikte plazma glikoz ve lipidleri ile kan basıncı için ADA tarafından önerilen hedefler aşağıdaki gibidir;

HbA1c <7%.

Kan basıncı <140/80 mmHg.

Düşük Densiteli Lipoprotein (LDL) kolesterol <100 mg/dL; trigliserid

<150 mg/dL; Yüksek Densiteli Lipoprotein (HDL) kolesterol >40 mg/dL erkek bireyler için; HDL kolesterol >50 mg/dL kadın bireyler için (24).

Bu hedefler doğrultusunda, diyabetik bireylerin diyetlerinin düzenlenmesi ve uygun diyet tedavilerinin uygulanması elzemdir. Uygulanacak beslenme tedavisinin, metabolik kontrol kriterleri gibi kişiye özgü olması önemlidir. Kanıtlar, diyabet hastalarının tümüne önerilebilecek, protein, karbonhidrat ve yağdan gelen enerji dağılımının ideal bir oranının olmadığını göstermektedir (B seviye kanıt). Ancak yine de sağlıklı bir beslenme düzeninin oluşturulabilmesi için günlük önerilen alım düzeyi (DRI) değerlerine göre makro besin ögelerinin toplam enerji içindeki dağılımı karbonhidrat, protein ve yağ için sırasıyla %45-60, %20-35 ve %10-35 değerleri arasında olmalıdır (25).

Karbonhidrat alımı ve mevcut insülin miktarı, postprandiyal glisemik cevabı etkileyen en önemli faktördür ve bireyin diyeti planlanırken mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Yüksek ve düşük miktar karbonhidrat alımının glisemik kontrol üzerine etkilerini inceleyen mevcut çalışmalar çelişkili sonuçlara ulaşmıştır (26–28).

Yüksek karbonhidratlı diyetler sıklıkla total enerjideki karbonhidrat oranının ≥%55 olduğu diyetleri tanımlarken, düşük karbonhidratlı diyetlerde karbonhidrat miktarı 21g/gün karbonhidrat ile %40 karbonhidrattan gelen enerji/toplam enerji aralığında değişmektedir. Bir yıl süresince izlem yapılan iki farklı randomize kontrol çalışması, düşük veya yüksek karbonhidrat tüketiminin glisemik kontrol kriterlerinde anlamlı

(24)

bir fark oluşturmadığını ortaya koymuştur (26,27). On üç çalışmanın değerlendirildiği bir meta analiz çalışmasında ise düşük karbonhidratlı diyetlerin diyabetik bireylerde HbA1c, açlık kan glikozu ve bazı lipid fraksiyonlarını iyileştirmede etkili olduğu gösterilmiştir (28).

Tüketilen karbonhidrat miktarı kadar, karbonhidratın kaynağı de diyabet hastaları için önem arz etmektedir. Düşük glisemik indeks (GI) ve düşük glisemik yüklü (GY) diyetler, kan glikozunun regülasyonu üzerindeki olası olumlu etkileri sebebiyle diyabet hastalarına sıklıkla önerilmektedir. Glisemik indeks, karbonhidrat içeren besinlerin tüketimleri sonrası, kan glukoz düzeyini yükseltici etkilerinin değerlendirilmesinde kullanılan bir yaklaşım olup, 50 gram karbonhidrat içeren test yiyeceğinin 2 saat içerisinde oluşturduğu kan glikoz eğrisinin altında kalan alanın, aynı miktarda karbonhidrat içeren referans yiyeceklerin (beyaz ekmek veya glikoz) oluşturduğu alana kıyası, şeklinde tanımlanabilir. Bir besinin GI’i 55’den az ise düşük, 56-69 arasında ise orta, >70 ise yüksek GI’li besin olarak sınıflandırılır (29).

Beyaz ekmek, pirinç, tatlı kekler ve pastalar yüksek GI’li, bazı tahıllar ve bazı tropikal meyveler orta GI’li, sebzeler, meyvelerin çoğu, tam tahıllar, kurubaklagiller ve süt ürünleri ise düşük GI’li besinler kategorisine girer (30). Glisemik Yük (GY) kavramı ise, belirli miktardaki spesifik bir besinin oluşturduğu insülin ihtiyacı ve glisemik yanıt seviyesini belirlemede kullanılan bir terimdir. Tüketilen besin kadar tüketim miktarı da glisemik yük hesabında önem arz etmektedir. Bir besin porsiyonunun GY’ü 10’un altındaysa düşük, 11-19 arasında ise orta, 20’den fazla ise yüksek GY’lü olarak nitelendirilir (29). Glisemik indeks ve yükün metabolik kontrol kriterleri üzerine etkilerini değerlendiren çalışmalardan çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. Aynı bireylerde ve bireyler arasında, aynı besine verilen glisemik cevap değişkenlik gösterebildiğinden ve pek çok farklı çalışmada “düşük glisemik indeksli diyet” ve “düşük glisemik yüklü diyet” kavramları farklı şekilde tanımlandığından net bir etkiden bahsetmek mümkün değildir (24).

Karbonhidrat cinsi ve kimyasal yapısı da metabolik kontrol kriterleri üzerinde önemli etkiye sahiptir. Diyet posasının, postprandiyal glisemi ve kardiyovasküler sağlık üzerine olumlu etkileri sebebiyle, diyabetik bireylerde tüketimi desteklenmektedir. Günlük diyet posası için önerilen alım miktarı, diyabetli

(25)

bireylerde sağlıklı bireylere benzer şekilde 14g/1000kkal veya 25-38g/gündür (24).

Amerikan Diyabet Derneği, kurubaklagiller, tam tahıllar ve sebze-meyveleri, hem iyi birer posa kaynağı olmaları hem de zengin vitamin-mineral içerikleri sebebiyle diyabetli bireylerin diyetinin önemli birer parçası olarak nitelendirmektedir (25).

Diyabetli bireylere önerilen protein alım düzeyi, karbonhidratlara benzer şekilde, sağlıklı bireyler için yapılan önerilerle örtüşmektedir. Normal böbrek fonksiyonu olan tip 1 veya tip 2 diyabetli kişilerde, ADA toplam günlük enerji alımının % 15-20’si oranında protein alım önerisinde bir değişiklik yapılması için yeterli kanıt bulamamıştır. Diyabetik nefropati geliştiren hastalarda ise, bu değerler değişkenlik gösterebilmektedir (24).

Tip 2 diyabetik bireylerde protein sindirimini takiben, akut bir insülin yanıtı oluşabilir. Ancak uzun dönem yüksek protein ve düşük proteinli diyetlerin etkileri değerlendirildiğinde proteinin insülini uyarıcı akut etkisi, uzun dönemde gözlemlenmemiştir (25). Bununla birlikte 2010 yılında yapılan bir çalışmada yüksek protein, düşük yağlı diyetlerin; düşük protein yüksek yağlı diyetlere kıyasla, postprandiyal insülin yanıtında herhangi bir değişime sebep olmamasına karşın, açlık kan glikozu, kan lipit profili ve vücut ağırlığı üzerine olumlu etkileri olduğu gösterilmiştir (31).

Karbonhidratlar ve proteinler gibi, toplam yağ alımında da diyabetli bireylere özgü optimal alım düzeylerini belirlemek için yeterli kanıt yoktur ve hedeflerin kişisel olması önerilmektedir (C seviye kanıt) (24). Öğün içinde tüketilen yağın, glikoz emilimini yavaşlattığı ve kan glikoz düzeyinin pik yapma süresini geciktirdiği düşünülse de in vivo çalışmalar, bu akut etkiyi göstermede yetersiz kalmaktadır (32,33). Uzun dönem yüksek yağ alımının etkileri değerlendirildiğinde ise, yüksek yağ tüketiminin insülin direnci gelişimi ve obezite ile ilişkilendirildiği görülmektedir (34,35). Tüketilen yağ miktarı kadar yağın cinsi de glisemik kontrolde önem arz etmektedir. Doymamış yağ asitlerinden zengin Akdeniz diyetinin, glisemik kontrol ve kardiyovasküler sağlık üzerine olumlu etkileri olabileceği değerlendirilmektedir (B seviye kanıt). Tersi olarak doymuş yağ asitleri, kolesterol ve trans yağ asidi alımının sağlıklı bireylere özgü önerilere benzer şekilde sırasıyla ˂%7, ˂200mg ve

˂%1-2 değerleriyle sınırlandırılması önerilmektedir (C seviye kanıt) (24).

(26)

Mikro besin ögesi alım düzeyleri için makro besin ögelerine benzer şekilde diyabetik bireylere özgü önerilen alım düzeyleri bulunmamaktadır. Bu bireylere planlanan diyetlerin, optimal alım düzeylerini karşılaması hedeflenmelidir (E seviye kanıt) (24). Birçok mikro besin ögesinin, insülin yapısı ve aktivitesinde rol aldığından, diyabetin medikal tedavisinde yeri olabileceği öngörülmektedir (25). Ancak, vitamin-mineralllerin supleman olarak diyabet tedavisinde kullanımını önermek için yeterli kanıt yoktur (C seviye kanıt) (24). Bu sebeple, gereksinimlerin diyetsel kaynaklardan karşılanması önemlidir.

2.2. OKSİDATİF STRES VE ANTİOKSİDAN SAVUNMA SİSTEMİ 2.2.1. Reaktif Molekül Türevleri ve Oksidatif Stres

Reaktif oksijen ve nitrojen türevleri (ROS ve RNS), vücutta fizyolojik ve patofizyolojik süreçlerde pek çok enzim ve gen bağımlı reaksiyonun başlatılmasında veya uyarılmasında etkin rol oynayabilen moleküllerdir. Normal konsantrasyonlarda hücre homeostazı ve strese adaptif yanıtta yardımcı rol oynayabildikleri gibi, yüksek konsantrasyonlarda protein, lipid ve nükleik asit hasarına ve hatta hücre ölümüne sebebiyet verebilirler (36).

ROS ve RNS, radikal ve radikal olmayan reaktif türevleri içeren iki alt gruba ayrılır. Atomik yapısında bir veya daha fazla eşleşmemiş elektron bulunduran ve genellikle yüksek reaktiviteye sahip moleküller serbest radikaller olarak adlandırılır.

İki serbest radikalin aynı eşleşmemiş elektronu paylaşması sonucu oluşan moleküller ise non-radikal formlar olarak bilinir (Tablo 2.1). Radikaller, radikal olmayan türlere göre daha kararlıdır, ancak reaktiviteleri genellikle daha yüksektir (37).

Reaktif oksijen türevleri, vücutta normal hücre metabolizması sonucu, moleküler oksijenden veya sigara, radyasyon ve ağır metallere maruziyet sonucu oluşabilmektedir. Benzer şekilde RNS, nitrik oksit metabolizması sonucu oluşabildiği gibi egzojen kaynaklarca da artış gösterebilir. Fizyolojik açıdan en önemli reaktif oksijen formları; hidroksil radikal, süperoksit anyon ve hidrojen peroksittir (37). Süperoksit anyonu, diğer tüm reaktif oksijen türlerinin öncüsüdür.

Süperoksit dismutaz enzimi ile hidrojen peroksit haline dönüştürülebilir; hidrojen peroksit de daha sonra metal iyonları aracılığı ile hidroksil köküne dönüşebilir (7).

(27)

Hidroksil radikali ROS'un en reaktifidir ve hücrenin makro moleküllerine zarar verebilir. Ayrıca, çoklu doymamış yağ asitlerinden elektron kopararak lipid peroksidasyonunu başlatabilir (38). Süperoksit aynı zamanda, nitrik oksit ile tepkime vererek peroksinitrit (ONOO-) oluşumunda da rol oynayabilir (7). Peroksinitrit seviyelerinin artışı, hidroksil radikaline benzer şekilde lipid peroksidasyonunu uyarabilmektedir (39).

Tablo 2.1: Reaktif Oksijen ve Nitrojen Türevleri (38).

Radikal Formlar Non – radikal formlar Reaktif Oksijen Türevleri Süperoksit: O-2 Hidrojen peroksit: H2O2

Hidroksil: OH-2 Hipokloröz asit: HOCl Peroksil: RO-2 Hipobromöz asit: HOBr Alkoksil: RO- Ozon: O3

Hidroperoksil: HO-2 Singlet oksijen: ∆g Reaktif Nitrojen Türevleri Nitrik oksit: NO- Nitrojen dioksit: NO2

Nitröz asit: HNO2 Nitrozil katyon: NO Nitrozil anyon: NO-NO- Dinitrojen tetraoksit: N2O4

Dinitrojen trioksit: N2O3

Peroksinitrit: ONOO-

Peroksinitröz asit: ONOOH Alkilperoksinitrat: ROONO

Reaktif oksijen türevlerinin çoğunlukla, oksijenden köken aldıkları için, vücutta oksijen tepkimelerinin temel kaynağı olan mitokondride üretildikleri düşünülmektedir. Enerji üretim reaksiyonları sırasında mitokondri, elektron taşıma sistemi boyunca indirgenen substratlardan yüksek enerjili elektronları alır ve bir dizi indirgenme ve yükseltgenme tepkimesinden geçirerek sistem boyunca taşır. Bu taşınım sırasında meydana gelen elektron kaçakları, moleküler oksijen varlığında serbest süperoksit radikallerinin oluşumuyla sonuçlanabilmektedir (10). Elektron taşıma sistemine giren elektronların, yaklaşık %1-3’ünün sistemden sızarak süperoksit molekülü oluşumuna katıldığı bilinmektedir (37). Bunun dışında NADPH

(28)

oksidaz ve ksantin oksidaz enzimlerinin aktivitesi, oto-oksidasyon reaksiyonları, demire bağlı hem proteininin oksijenle reaksiyonu ve fagositik hücrelerin aktivitesi de intrasellüler ROS oluşumuna katkı sağlayabilmektedir (39).

Egzojen kaynaklı ROS oluşumunda ise, sigara, ozon maruziyeti, iyonize radyasyon, hiperoksi ve ağır metal iyonları etkili olabilmektedir. Sigara dumanı, süperoksit ve nitrik oksit gibi birçok oksidan ve serbest radikaller ile organik bileşikler içerir. Buna ek olarak, sigara dumanının akciğer içine teneffüs edilmesi, nötrofillerin ve makrofajların birikimi gibi bazı endojen mekanizmaları aktive eder, bu da oksidan hasarını daha da arttırır. İyonize radyasyon, O2 varlığında, süperoksit ve organik radikalleri hidrojen peroksit ve organik hidroperoksitlere dönüştürür. Bu hidroperoksit türleri Fenton reaksiyonları vasıtasıyla Fe ve Cu gibi redoks aktif metal iyonlarıyla reaksiyona girerek hidroksil radikali oluştururlar (37).

Metal2+ + H2O2 Metal3+ + OH

-

+

.

OH Fenton reaksiyonu

Normal fizyolojik konsantrasyonlarda ROS, endojen antioksidan savunma mekanizması tarafından tutulur. Ancak yüksek konsantrasyonlarda, antioksidan sistem, reaktif oksijen türevlerini tolere etmede yetersiz kalır (10). Reaktif oksijen türevlerin yapımı ve bozunumu arasındaki dengenin bozulması sonucunda oluşan bu fizyolojik durum ise oksidatif stres olarak tanımlanır (3). Reaktif türevlerin birikimi, antioksidan miktarları sınırlı olduğunda kümülatif olarak birikerek doku ve organlara zarar verebilmektedir. Oksidatif stres bugün, diyabetin de içinde olduğu elliden fazla hastalığın patolojisiyle ilişkilendirilmektedir (Tablo 2.2).

2.2.2. Antioksidan Savunma ve Onarım Sistemi

Oksidatif strese verilen hücresel tepkilerin ilk adımı, oluşan hasarı en aza indirgemek ve hücreyi, hasar gören hücresel bileşenlerden arındırmak veya onarmak için antioksidan savunma ve onarım sistemini kullanmaktır. Canlı organizmalar nihayetinde oksidan kaynaklı yaşlanmaya yenik düşse de, oksidatif olarak hasar gören hücresel bileşenler, ömür boyu çoğu canlı için çok düşük seviyelerde tutulur.

Oksidan hasarın asgari düzeyde tutulumu, antioksidan bileşiklerin, antioksidan

(29)

enzimlerin, hasar giderme enzimlerinin ve onarım enzimlerinin çoklu etkileşimli sistemleri ile başarılır. Buna ek olarak, aerobik organizmalarda hem oksijen perfüzyonu hem de hücresel / doku oksijen konsantrasyonu sıkı bir homeostatik mekanizma ile kontrol edilir (40).

Tablo 2.2: Oksidatif stres kaynaklı hastalıklar (23).

Akciğerler Astım, kronik bronşit

Böbrekler Glomerulonefrit, kronik böbrek yetmezliği Eklemler Artrit, romatizma

Beyin Alzheimer, Parkinson, hafıza kaybı, depresyon, inme Gözler Katarakt, retinal hastalıklar

Fetus Preeklemsi, intrauterin büyüme yetersizliği

Kalp damarları Arterioskleroz, hipertansiyon, iskemi, kardiyomiyopati, kalp yetmezliği

Çoklu organ Kanser, diyabet, inflamatuar hastalıklar, yaşlanma

Antioksidanlar, etkilerini enzimatik veya non-enzimatik reaksiyonlarla gösterebilirler. Non-enzimatik antioksidan bileşikler arasında yer alan C ve E vitaminleri, ubiquinone, ürik asit ve diğerleri, daha önemli hücresel bileşenleri oksidan hasardan doğrudan korumak için oksidasyona "feda edilir". Süperoksit dismutaz (SOD), glutatyon peroksidaz ve kuinon redüktaz gibi antioksidan enzimler ise, oksidanları daha az reaktif türlere dönüştürmek için katalitik olarak etki gösterirler. Sitoplazmada ve çekirdekte regülatör olarak görev yapan proteazom, okside proteinleri tanır ve seçici olarak indirger. Benzer şekilde okside membran lipidleri, lipazlar tarafından (özellikle fosfolipaz A2) tanınır ve seçici olarak uzaklaştırılır. Okside DNA molekülleri ise endonükleazlar, glikosilazlar, polimerazlar ve ligazlar gibi geniş çaplı DNA onarım enzimleri aracılığıyla onarılır veya uzaklaştırılır (40).

Son olarak, oksijen konsantrasyonun homeostatik kontrolü, çok hücreli canlılarda oksidasyon olasılığını doğrudan sınırlar. İnsanlarda solunum ve dolaşım sistemleri, dokulara oksijen taşınıp karbondioksitin uzaklaştırılması için bir araya gelir. Dokulara oksijen taşınımı sırasında, akciğerlerdeki atmosferik oksijen

(30)

konsantrasyonu (%20), %2-5 seviyelerine kadar düşer. Buna ek olarak, oksijen için mitokondriyal sitokrom oksidazın afinitesi çok yüksektir ve hücrelere taşınan oksijenin çoğu, sitokrom oksidaz enzim kompleksi tarafından bağlanır. Oksidatif strese karşı savunmada, hücresel oksijen konsantrasyonunu asgari seviyede tutmak elzemdir (40).

Antioksidanlar

Antioksidanlar, düşük konsantrasyonlarda makro moleküllerin (proteinler, nükleik asitler, çoklu doymamış lipidler ve şekerler) serbest radikal aracılı reaksiyonlar yoluyla oksidatif hasar görmesini önleyebilen bileşiklerdir. Bu etkilerini reaktif türleri doğrudan sönümleyerek, enzim aracılı hasarı inhibe ederek veya metal iyonları şelatlayarak (Fe2+, Cu+) gösterebilirler. Oksidatif süreçlerin belirgin olduğu pek çok hastalıkta antioksidanlar olumlu etkiler gösterebilmektedir (41).

Antioksidanlar temel olarak enzimatik ve non-enzimatik olarak iki ana gruba ayrılabilir. Enzimatik antioksidanlar, endojen olarak sentezlenebilirken; non- enzimatik antioksidanlar diyet yoluyla vücuda alınabilir. Diyet antioksidanları, vitaminler, mineraller ve polifenollerin de içinde olduğu geniş bir sınıfı kapsar (Şekil 2.2) (42).

Enzimatik Antioksidanlar

Enzimatik antioksidanlar primer ve sekonder olmak üzere iki ayrı sınıfta incelenebilirler. SOD, katalaz ve glutatyon peroksidaz, ROS'u ara ürünlere inaktive eden primer antioksidan enzimlerdir. Hidrofilik ve lipofilik yapıları sayesinde hem suda hem yağda aktivite gösterebilirler. İkincil antioksidan enzimler arasında ise glutatyon redüktaz, glikoz-6-fosfat dehidrojenaz ve glutatyon-S-transferaz sayılabilir.

Bu enzimler, peroksit düzeyini düşürerek ROS'u doğrudan detoksifiye ederek ya da birincil antioksidan enzim aktivitesinin devamlılığını sağlamak için NADPH ve glutatyon sağlayarak aktivitelerini gösterirler (43).

(31)

Şekil 2.2: Antioksidanların sınıflandırılması (42)

Oksijen metabolizması sırasında üretilen yüksek reaktiviteye sahip sitotoksik bir ROS olan süperoksit bileşiği, süperoksit dismutaz (SOD) olarak bilinen bir metaloenzim ailesi tarafından daha az reaktif bir ürün olan hidrojen peroksite (H2O2) dönüştürülür. Dokulardaki süperoksit dismutazlar, süperoksidin moleküler oksijen ve peroksite dönüşümünü katalize eder ve bu nedenle hücrenin, aerobik solunumun toksik ürünlerinden korunması için kritik önem taşır (38).

2O2.-

+ 2H+ H2O2 + O2

(32)

Glutatyon (GSH), çoğu memeli hücresindeki en önemli antioksidandır.

Tripeptit yapısındaki bu molekül (γ-Glu-Cys-Gly), birçok hücresel fonksiyonu yerine getirir. Özellikle, tiol içeren kısmı güçlü bir indirgeyici ajandır. Glutatyon, sürekli olarak metabolizmada oluşan reaktif oksijen ara ürünlerinin ve serbest radikallerin temizlenmesinde, önemli işleve sahiptir (38).

Hücre içi H2O2 seviyelerinin artmasıyla, GSH, glutatyon peroksidaz enzimi aracılığı ile glutatyon disülfite (GSSG) okside olur. Bu oksidasyon tepkimesi sırasında bir molekül hidrojen peroksit de, iki molekül H2O molekülüne çevrilir.

GSSG daha sonra glutatyon redüktaz enzimi ile tekrar GSH’a indirgenebilir. Bu tepkime, birçok hücrede hidrojen peroksitin detoksifiye edilmesinde önemli bir metabolik yolaktır. Dolayısıyla membran lipidlerinin oksidasyona karşı korunması için de elzemdir (38).

Şekil 2.3: Glutatyon ve glutatyon peroksidaz enziminin antioksidan aktivitesi (44) Hidrojen peroksitin (H2O2) degredasyonunda görev alabilen bir diğer önemli antioksidan enzim katalazdır. Katalaz, hidrojen peroksiti 2 molekül su ve 1 molekül oksijene nötralize eder. Aynı zamanda, çeşitli hidrojen donörlerinin de oksidasyon tepkimelerini katalizler (38). Katalaz, tüm enzimler içinde en yüksek devir hızlarından birine sahiptir. Bir katalaz molekülü dakikada yaklaşık 6 milyon hidrojen peroksit molekülünü su ve oksijene dönüştürebilir. En aktif çalıştığı hücreler hepatositler ve eritrositler olmasına karşın, tüm dokularda bir miktar katalaz bulunur (45).

(33)

H2O2 2H2O + O2

Non-enzimatik Antioksidanlar

Non-enzimatik antioksidanlar, yapısında monohidroksi/polihidroksi fenol grubu bulunduran kimyasal bileşiklerdir (43). Serbest radikallerin oluşturduğu oksidan stresin önlenmesinde, iki temel mekanizma üzerinden etkilerini gösterirler.

Birinci mekanizmada, antioksidan bileşik, bünyesindeki hidrojen atomunu serbest radikale vererek, kendisi bir radikal haline gelir. Bu mekanizmada, O-H bağlarının bağ ayrıştırma enerjisi (BDE), antioksidan etkisini değerlendirmede önemli bir parametredir, çünkü OH bağının zayıflaması serbest radikalin etkisizleştirilmesini kolaylaştıracaktır.

R

.

+ ArOH RH + ArO

.

İkinci mekanizmada, antioksidan, serbest radikale bir elektron transfer ederek radikal bir katyon haline gelir. Bu mekanizmaya göre, iyonizasyon potansiyeli (IP) ne kadar düşük ise antioksidandan elektron koparmak o kadar kolay olacaktır. Bağ ayrıştırma enerjilerinin ve IP'lerin hesaplanması fenolik antioksidanların etkinliği ve aktivitesi hakkında bilgi verir (41).

R

.

+ ArOH R

-

+ ArOH

.

+

Vitaminler

A, C ve E vitamini ile koenzim Q10 (ubikinon), antioksidan aktivite gösteren non-enzimatik bileşikler grubunda ele alınabilir.

A vitamini, görme, gen ekspresyonunun regülasyonu ve doku farklılaşması üzerindeki görevlerinin yanı sıra vücutta antioksidan korumada da görev alabilen hidrofobik bir vitamindir.

A vitamini aktivitesi gösteren bileşenler iki alt gruba ayrılır. A vitaminin öncü formları olarak bilinen ilk grubu; retinol, retinaldehit ve retinoik asit oluşturur. İkinci

(34)

grupta ise karotenoidler yer almaktadır. Yapısal olarak A vitaminine benzeyen karotenoidler yaklaşık 600 alt bileşenden oluşan bir gruptur. Bunların sadece 50 kadarı provitamin A aktivitesine sahiptir. Alfa, beta ve gama karoten ile kriptoksantin bunlar arasında en önemlileridir (46).

A vitamini aktivitesi gösterme durumundan bağımsız olarak pek çok karoten molekülünün antioksidan aktiviteye sahip olduğu rapor edilmiştir. Bunlar arasında, insan diyetinde ve dokularda önemli miktarlarda bulunan likopen, lutein, kantaksantin, neoksantin, violaksantin, astaksantin ve zeaksantin sayılabilir. Öncü formlar arasında ise retinol ve dehidroretinolün antioksidan aktivite gösterdiği rapor edilmiştir (46).

A vitamininin öncü formları ve karoteinoidlerin vücuda alımı diyet yoluyla gerçekleşmektedir. Öncü formların zengin kaynakları arasında hayvansal kaynaklı besinler ve karaciğer yer almaktadır. Karoteinoidler ise daha çok yeşil, sarı ve kırmızı sebze-meyveler ile süt ve süt ürünleri, karaciğer ve margarinde bulunur (47).

Türkiye Beslenme Rehberi verilerine göre yetişkin erkek bireyler için günlük önerilen A vitamini alım düzeyi miktarı toplam 750 mcg retinol eşdeğeri (RE) iken kadınlar için bu değer 650 mcg RE’dir (48).

A vitamini ve karotenoidler antioksidan aktivitelerini, yapılarındaki hidrofobik polien zincir vasıtasıyla gerçekleştirirler. Tekli oksijen molekülünü sönümleyerek, radikalleri nötralize ederek veya peroksil köklere bağlanıp, stabilize ederek etkilerini gösterebilirler. Genel olarak, polien zinciri ne kadar uzun olursa, peroksil radikal stabilizasyon kabiliyeti de o kadar artar (46). A vitamininin öncü formları arasında antioksidan aktivitesi en yüksek molekül retinoldür. Retinol, peroksil moleküllerin oluşumunda zincir reaksiyonları kırarak, hücre membranının lipid fazında hidroperoksit moleküllerin oluşumunu engeller. Karotenoidler ise etkilerini tekli oksijen ve peroksil radikallerini tutarak gösterir. Karşılaştırmalı in vitro testler ışığında elde edilen verilere göre likopen, tekli oksijen molekülünün süpürülmesinde en etkili A vitamini bileşeniyken; aynı zamanda peroksil radikallerin tutulumuna da önemli katkı sağlar (49). Kimyasal yapıları sebebiyle A vitamini ve karotenoidler yüksek oksijen konsantrasyonlarında oto-oksidasyona uğrayarak

(35)

oksijen radikallerinin oluşumuna zemin hazırlayabilirler. Bu sebeple sigara içen bireylerin karoten takviyesi almaları önerilmemektedir.

C vitamini veya askorbik asit, insanlarda ve bazı diğer hayvan türlerinde vitamin olarak işlev görev elzem bir mikro besin ögesidir. İnsan vücudunda, kollajen sentezinin de dahil olduğu 8 temel enzimatik reaksiyonda kofaktör olarak görev yapan askorbik asit bunun yanı sıra güçlü bir antioksidandır (46).

C vitaminin insan diyetindeki zengin kaynakları arasında brokoli, yeşil biber, turunçgiller, karnabahar, yeşil yapraklı sebzeler, domates ve kivi sayılabilir. Erişkin erkek bireylerin günlük C vitamini gereksinmesi 110 mg iken erişkin kadınlarda bu miktar 95 mg’dır (48).

Askorbik asit, süperoksit, hidroperoksil radikaller, peroksil radikaller, singlet oksijen, ozon, peroksinitrit, nitrojen dioksit, nitrik oksit ve hipokloröz asidin de içinde olduğu birçok reaktif oksijen ve nitrojen türünü hızlıca sönümleyerek vücudu oksidatif hasara karşı korur. Bunun yanı sıra, radikal moleküllerle verdiği tepkime sonucu α-tokoperoksil radikaline yükseltgenen α-tokoferol molekülünün yeniden indirgenerek vücutta tekrar kullanımını sağlar. İn vitro deneylerden elde edilen sonuçlara göre C vitamini gibi ko-oksidanların eksikliğinde α-tokoferolün pro- oksidan olarak hareket ettiği gösterilmiştir. Ancak yine de bu iki vitaminin in vivo etkileşimi henüz net değildir (50).

C vitamini, α-tokoferolün yanı sıra, ürat, glutatyon ve beta karoten moleküllerinin oksidasyon ürünlerinin de indirgenmesinde görev alır. Askorbik asidi ideal bir antioksidan yapan özelliklerinden bir tanesi güçlü bir indirgen olmasından ileri gelir. Bir diğer önemli özelliği de radikal türlerle verdiği reaksiyon sonucu oluşan askorbil radikalinin stabilitesinin yüksek ve reaktivitesinin düşük olmasıdır (50).

A vitaminine benzer şekilde askorbik asit de yüksek konsantrasyonlarda pro- oksidan aktivite gösterebilir. Okside metal iyonları varlığında (örn. Fe3+, Cu2+) askorbik asit, bu iyonlara elektron bağışlayarak indirger ve daha sonra bu formlar O2

ile reaksiyon vererek oksijen radikallerini oluşturabilir. Askorbat, demir veya bakır tuzları ile reaksiyona girerek nükleik asit, protein ve çoklu doymamış yağ asitleri gibi

(36)

hücre bileşenlerine zarar verebilen H2O2, O2•- ve OH • oluşumuna yol açar. Demir- askorbat karışımları çoğunlukla in vitro ortamda lipid peroksidasyonunu uyarmak için kullanılır ve askorbatın geçiş metalleriyle girdiği bu tip pro-oksidatif reaksiyonlar, askorbik asidin izole hücrelerde gözlemlenen sitotiksik ve mutajenik etkilerinin temelini oluşturur. Ayrıca, yüksek serum askorbik asit seviyelerinin, ferritindeki Fe3+ iyonlarını indirgeyerek katalitik olarak aktif olan Fe+2 formuna dönüştürdüğü öne sürülmektedir (51).

E vitamini, tokoferol ve tokotrienol bileşik grupları için genel bir tanımlayıcıdır. Vücutta temel olarak, hücre membran ve plazma lipoproteinlerinde radikal bileşiklerin tutulumunda görev yapar. Özellikle, lipid peroksit radikallerinin zincir reaksiyonlarını durdurarak, hücrede çoklu doymamış yağ asitlerini oksidasyondan korur (47).

Tokoferol ve tokotrienol bileşik grupları içinde biyoyararlılığı en yüksek bileşik α- tokoferoldür. Bu sebeple, E vitamini alımı, genel olarak mg α- tokoferol eşdeğeri cinsinden ifade edilir. E vitamininin, insan diyetindeki zengin kaynakları arasında bitkisel yağlar ve yeşil yapraklı sebzeler sayılabilir. α- tokoferol çoğunlukla, bitki hücrelerinde kloroplastta bulunduğundan yeşil bitkiler, sarı bitkilere göre daha yüksek miktarda E vitamini içerir. Buğday tohumu, ayçekirdeği ve ayçiçek yağı α- tokoferolden zengin iken mısır ve soya fasulyesi yağı daha çok γ-tokoferol içerir (51). Türkiye Beslenme Rehberi’ne göre erişkin erkek bireylerin E vitamini gereksinmesi 13 mg/gün, kadınların ise 11 mg/gün’dür (48).

Yapısında bulunan C-6 hidroksil grubundaki fenolik hidrojenin reaktivitesi ve kromanol halka sisteminin eşleşmemiş elektron sabitleme yeteneği sayesinde E vitamini, içinde bulunduğu membranda radikal kaynaklı zincir reaksiyonları durdurarak PUFA’ları korur. Serbest radikal süpürme yeteneği olarak adlandırılan bu eylemi, yapısındaki fenolik hidrojeni, eşleşmemiş elektronu olan serbest radikale vererek gerçekleştirir. Hidrojenini kaybettikten sonra alkol formundan yarı stabil tokoperoksil (veya kromanoksil) radikal formuna dönüşür. Oluşan radikal form, C vitamini aktivitesi ile tekrar tokoferol bileşenine indirgenerek antioksidan aktivite gösterebilir (51).

(37)

Ubikinon (koenzim q10), mitokondride elektron taşıyıcısı olarak görev yapan ve bu sebeple vücuttaki tüm enerji üretim reaksiyonlarında aktif rol oynayan bir vitamindir. E vitaminine benzer şekilde, membran lipitlerini oksidan hasara karşı koruyarak vücutta antioksidan aktivite de gösterebilir (47).

Ubikonon, vücutta sentezi gerçekleşebilen bir vitamindir ve bu sebeple, diyetle alımı ve supleman olarak kullanımının yararlı etkileri ile ilgili kanıta dayalı öneriler mevcut değildir (47).

İndirgenmiş form olan ubikinol, hücre membran lipidlerini ve dolaşımdaki lipoproteinleri peroksidasyondan korur. Özellikle, CoQ10H2, ubiquinol-10, LDL’lerde tespit edilmiştir. LDL’lerde ubikinon içeriği ve peroksidasyon ilişkisini inceleyen çalışmalar, oksidasyon sürecinin erken basamaklarında, ubikinonun en aktif antioksidan olduğunu göstermiştir (52,53). Peroksil radikallerinden korunmanın yanı sıra, ubikinon ko – oksidan olarak da görev yapar. Alfa tokoferol radikalini, alfa tokoferole indirgeyerek, hücreyi olası bir pro-oksidan aktiviteden de korur ve E vitaminin antioksidan olarak tekrar kullanımını sağlar (54).

Mineraller

Çinko, selenyum, bakır ve magnezyum, antioksidan aktivite gösteren non- enzimatik bileşikler grubunda ele alınabilir.

Çinko, metaloenzim ve protein yapısına katılarak pek çok metabolik tepkimede kofaktör olarak görev yapan önemli eser elementlerden bir tanesidir.

Vücutta en sık bulunan eser element olan çinko, iskelet kası, kemik ve deri yapısına katılır. Gen ekspresyonu ve immün sistemin regülasyonu gibi önemli metabolik fonksiyonlarının yanı sıra antioksidan aktivite de gösterir (47).

Çinkonun zengin kaynakları arasında kırmızı et, deniz ürünleri (özellikle istiridye), organ etleri, tam tahıllar ve kurubaklagiller sayılabilir. Ancak, bitkisel kaynaklı besinlerde (tahıllar ve kurubaklagiller) yüksek fitik asit içeriği sebebiyle biyoyararlanım daha düşüktür (47). Günlük önerilen alım düzeyi yetişkin kadın bireyler için 7,5-12,7 mg/gün iken, erkek bireyler için 9,4-16,3 mg/gündür (48).

(38)

Çinko, antioksidan aktivitesini farklı metabolik yollardan gösterebilir. İlk olarak, NADPH oksidaz enzim aktivitesini inhibe ederek, O2‘den reaktif süperoksit molekülü oluşumunu azaltarak radikal süpürücü olarak çalışabilir. Bunun yanı sıra çinko, süperoksit molekülünün daha az reaktif bir molekül olan H2O2’ye dönüşümünü katalizleyen süperoksit dismutaz (SOD) enziminin kofaktörü olarak görev yapar. Son olarak, •OH radikallerinin süpürülmesinde görev alan metallotionein oluşumunu uyararak hücreyi oksidan hasara karşı korur (55).

Bir diğer antioksidan mineral olan selenyum, selenosistein formunda, en az 30 seleno-proteinden oluşan ve önemli enzimatik fonksiyonları olan bir mikro besin ögesidir. Glutatyon peroksidaz ve thioredoksinlerin de içinde bulunduğu bu seleno- proteinler vücutta genel olarak redox tepkimelerinde görev alırken bazıları antioksidan aktivite de gösterebilmektedir (47).

Selenyumun zengin kaynakları arasında, balık, istiridye, organ etleri ve tahıllar sayılabilir. Hayvansal kaynaklı besinlerin biyoyararlanımı bitkisel kaynaklara göre daha düşüktür. Bu sebeple insan diyetinde selenyum alımına en büyük katkıyı buğday yapar (47). Günlük önerilen alım düzeyi yetişkin kadın ve erkek bireyler için 70 mcg/gün’dür (48).

Selenyum bileşenleri antioksidan etkilerini, reaktif türlerin zincir reaksiyonları kırarak veya oluşumlarını önleyerek gösterebilir. Selenyumun en bilinen antioksidan fonksiyonu glutatyon peroksidaz enziminin yapısına katılarak, H2O2 gibi peroksit radikallerin indirgenmesidir. Bunun yanı sıra demir ve bakır iyonlarına bağlanarak hücrede •OH oluşumunu önler ve hücreyi DNA hasarına karşı korur (56).

Bazı selenyum bileşenleri ya da onların metabolitleri, antioksidan, prooksidan veya özel durumlara bağlı olarak hem antioksidan hem prooksidan gibi hareket edebilirler. Pek çok çalışma, selenometionin, metilselenosistein ve selenosisteinin, reaktif türleri süpürücü etkisini ortaya koymuştur. Ancak bunun yanında selenometionin ve metilselenosisteinin prostat ve akciğer kanser hücrelerinde metil selenid formasyonuna bağlı olarak prooksidan aktivite gösterdiği de gözlemlenmiştir.

İnorganik selenid, glutatyonla tepkime vererek selenoglutatyon oluşturabilir ve bu

(39)

bileşik, akciğer kanser hücrelerinde glutatyon peroksidaz aktivitesiyle süperoksit radikali oluşumuna katılabilir. Elemental selenyum, süperoksit ve singlet oksijeni in vitro ortamda temizleyebilir ancak aynı zamanda melanom hücrelerinde apoptozisi uyaran reaktif türevlerin oluşumunu da indükleyebilir. Bu sebeple, farklı selenyum türlerinin nasıl metabolize edildiğinin ve hangi alım düzeylerinde antioksidan veya prooksidan aktivite gösterdiğinin belirlenmesi, oksidatif stres kaynaklı hastalıklardan korunmada önemlidir (57).

Bakır ve magnezyum mineralleri ise antioksidan etkilerini çinkoya benzer şekilde, süperoksit dismutaz enzim aktivitesinin etkinliğini arttırarak gösterirler. Bu sayede süperoksit radikallerinin hücresel ortamdan temizlenmesinde yardımcı rol oynarlar.

Polifenoller

Bitkisel kaynaklı polifenoller, diyetteki majör antioksidan bileşenlerdir.

Polifenollerin diyetteki temel kaynakları meyveler ve bazı meşrubatlardır. Elma, üzüm, armut, vişne ve kırmızı meyvelerin 100 gramları yaklaşık 200-300 mg polifenol içeriğine sahiptir. Bir bardak kırmızı şarap veya bir kupa çay/kahve yaklaşık 100 mg polifenol içeriğine sahiptir. Tahıllar, çikolata ve kurubaklagiller de diyetteki diğer polifenol kaynaklarıdır. Diyetle polifenol alımı günde yaklaşık 1g’dır.

Bu miktar diğer bilinen tüm antioksidanlardan daha yüksektir. Örneğin, günlük C vitamini alımına kıyasla 10 kat, E vitamini ve karotenoid alımına kıyasla, polifenol alımı 100 kat daha fazladır (58).

Besinlerde yüzlerce polifenol içeriği tanımlanmıştır. Polifenoller, flavonoidler, fenolik asitler, stilbenler ve lignanlar olmak üzere dört ana başlık altında incelenebilir. Flavonoidler grubu da ayrıca kendi içinde flavonlar, flavonoller, flavanonlar, izoflavonlar, proantosiyanidinler ve antosiyaninler olarak altıya ayrılır (59) Polifenoller ve zengin besinsel kaynakları Tablo 2.3’te özetlenmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bazal insülinin sağlanması için uzun etkili insülinler kullanılırken bolus insülin ihtiyacı için hızlı etkili insülinler kullanılmaktadır.. Nadiren

Fiziksel aktivite, risk azaltma, stres yönetimi, sağlık sorumluluğu ve sağlıklı diyet alt boyutları ile toplam puan or- talamaları karşılaştırıldığında gruplar

Buna karşın prostat kanseri riski DM’li hastalarda daha düşüktür (6). Çok sayıda epidemiyolojik veri bulun- masına karşın DM ve kanser riski ilişkisinin temel

Öz-bakımı arttıkça açlık kan șekeri, HbA1c, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı, LDL kolesterol ve beden kitle indeksi değerleri azalmaktadır1. Diyete uyum

Bizim çalışmamızda HbA1c düzeyi 8 ve üstünde olan olgularda koroner arter hastalığı ve hipertansiyon sıklığı, HbA1c 8’in altında olan olgulara göre anlamlı

The second group of tools can handle large ontologies by visualizing only the most important classes in the ontology (e.g., KC-Viz) or supporting a simplified view of the ontology;

Akut myokard enfarktüsü geçirmiş, 75 g’lık OGTT’ye göre diyabet tanısı konulan grupta, normal glikoz toleransı olan veya kontrol tip 2 diyabet hastalarına

White gösterdi ki pankreas başlan- gıçta insülin direncini aşırı insülin salgılayarak yenmek ister; fakat bu çaba sonucu pankreasın insülin ya- pıcı beta