• Sonuç bulunamadı

2. GENEL BİLGİLER

2.3. Hiperglisemi Ve Oksidatif Stres

2.3.8. Diyabetik Bireylerde Oksidatif Stresin Belirlenmesi ve 8-OHdG

Oksidatif hasarın laboratuvar ortamında tayini, sağlık taramaları, koruyucu tıp hizmetlerinin geliştirilmesi, çeşitli hastalıklar için risk faktörlerinin belirlenmesi, hastalıkların tahmini, ilaç ve diyet etkisinin gözlemlenmesindeki olası faydalarından ötürü sağlık personeline önemli klinik girdiler sağlar. Son yıllarda oksidatif stres kaynaklı hastalıklarda (kalp-damar hastalıkları diyabet gibi) görülen artış sebebiyle, bu hastalarda oksidatif stresi yansıtan pek çok belirteç tanımlanmış ve konuyla ilgili pek çok çalışma yapılmıştır (95–99).

Reaktif türevlerin hücre bileşenleriyle verdikleri tepkimeler sonucu oluşan metabolitler, oksidatif hasar tayininde sıklıkla kullanılan belirteçlerdir. Lipit, protein ve DNA hasarı sırasında oluşan son ürün veya ara ürünler dokuya özgü veya tüm vücut oksidatif hasarı hakkında bilgi verebilir.

Reaktif türevlerin lipitlerle verdiği reaksiyon sonucu oluşan lipit peroksitleri, kanda ve idrarda gözlemlenebilen reaktif yan ürünlerin oluşumuna katılabilirler.

Lipid peroksidasyonunun en yaygın ara ürünleri arasında malonaldehit (MDA), 4-hidroksinonenal (4-HNE) ve 8-iso-prostoglandin F2-a (8-isoprostane) sayılabilir (11). Zujko ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada (100), MDA ve 4-hidroksi alkenal seviyelerinin sağlıklı bireylerde diyabetli bireylere göre; yeni tanılı bireylerde ise eski tanılı bireylere göre daha düşük olduğu gözlemlenmiştir. Zhang ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada (101) ise yüksek 8-iso-prostoglandin F2-a seviyelerinin diyabetik retinopati oluşumu ve seyrine katkısı olabileceği vurgulanmıştır.

Hücresel proteinler de lipitlere benzer şekilde oksidatif hasara karşı hassastır.

Reaktif türevlerin varlığında, amino asit rezidüleri, oksidasyon veya nitrasyona uğrayabilir. Plazma protein karbonilleri (PPK) ve ileri oksidasyon protein ürünleri (İOPÜ), vücutta oksidatif protein hasarını değerlendirmede sıklıkla kullanılan belirteçlerdendir (11). Pandey ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada (102), diyabetik bireylerde PPK ve İOPÜ’nin sağlıklı bireylere göre daha yüksek olduğu, diyabetik bireylerin protein oksidasyonuna karşı daha hassas olabileceği belirtilmiştir.

DNA, oksidatif stresin bir diğer ve biyolojik olarak en önemli hedeflerinden biridir. DNA ve RNA hasarı diyabetin de içinde olduğu pek çok kronik ve dejeneratif hastalık ile ilişkilendirilmiştir (103). Nükleik asit hasarını yansıtmada pek çok molekül tanımlanmış olmakla birlikte en yaygın belirteçler arasında 8-hidroksi-guanin (8-OHG) ve 8-hidroksi-2’-deoksiguanozin (8-OHdG) sayılabilir (11).

8-OHdG molekülü oksidasyon esnasında guanin bazının 8. pozisyonundaki karbon atomuna bir hidroksil grubu eklenmesiyle oluşur. Guanin, pürin ve pirimidin bazları arasında oksidasyona en hassas olanıdır ve oksidatif DNA hasarının belirlenmesinde sıklıkla okside guanin metabolitleri kullanılır (12).

Okside olmuş DNA molekülü, normal hücresel fonksiyonlarının devamlılığını sağlamak adına, vücuttan uzaklaştırılır. Bu sebeple, dokuların yanı sıra idrar ve diğer vücut sıvılarında da 8-OHG ve 8-OHdG moleküllerini tespit etmek mümkündür. İdrardaki 8-OHdG miktarı aslında, sadece oksidatif hasarı değil,

oksidatif hasar ile onarım mekanizmaları arasındaki dengeyi de yansıtan bir belirteçtir. Tek bir dokudan ziyade tüm vücutla ilgili genel bir bilgi verdiği için oksidatif strese bağlı hastalıkların yanı sıra hücre ölümü ve diyetten de etkilenebilir (12). Yaşa bağlı olarak hücre ölümü de artacağından yaşla birlikte 8-OHdG molekülünün atımı da artış gösterir (94). Yine diyetin enerji ve besin ögesi içeriği ile glisemik indeks/yükü 8-OHdG molekülünün oluşumuna ve atımına etki edebilir (104).

Şekil 2.7: Guanin bazı ve okside olmuş DNA ve RNA moleküllerinin kimyasal yapısı (12).

A: guanin bazı, B: okside olmuş guanin bazı 8-hidroksiguanin (8-OHGua), C: Okside olmuş RNA molekülü (8-OHG), D: Okside olmuş DNA molekülü (8-OHdG)

Diyabette, reaktif türlerin artışına bağlı olarak DNA hasarı ve 8-OHdG atımı da artış gösterir. Liu ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada (105) tip 2 diyabetli hastalar, tip 2 diyabete eşlik eden komplikasyonları olan hastalar ile sağlıklı bireyler karşılaştırıldığında; komplikasyonları olan bireylerin, olmayanlara göre; hasta bireylerin ise sağlıklı bireylere göre idrarla 8-OHdG atımının daha yüksek olduğu

gözlemlenmiştir. Pan ve arkadaşlarının çalışmasında (106) ise, diyabet süresi ve 8-OHdG atımı, pozitif ilişkili bulunmuştur.

2.4. ANTİOKSİDANLARIN DİYABET ÜZERİNE ETKİSİ

Diyetle antioksidan alımının arttırılması, tip 2 diyabet ve komplikasyonları üzerindeki olası olumlu etkileri sebebiyle sıklıkla önerilmektedir. Antioksidanlar ve antioksidanlardan zengin besinlerin tüketimi ile diyabet ilişkisi pek çok araştırmacı tarafından irdelenmiştir (107–110).

Mancini ve arkadaşlarının yaptığı, E3N-EPIC (Avrupa Kanser ve Beslenme Prospektif Araştırması – Fransa) kapsamındaki izlem çalışmasında (107), 64223 kadın birey, 15 yıl boyunca diyabet geliştirme riski açısından değerlendirilmiştir.

Çalışmada bireylere uygulanan besin tüketim sıklığı anketi ile, diyetlerinin total antioksidan kapasiteleri hesaplanmıştır. Çalışmanın sonuçları; yüksek diyet total antioksidan kapasitesinin, orta yaşlı kadınlarda diyabet gelişme riskine karşı koruyucu olabileceğini desteklemektedir.

Okubo ve arkadaşlarının çalışmasında (108) ise, yaşları 59-73 arasında değişen 2694 yaşlı birey, diyetle antioksidan alımı ve glikoz toleransı açısından değerlendirilmiştir. Erkek ve kadın bireylerde diyet total antioksidan kapasitesi ile HOMA indeksi ve OGTT 120. dakika glikoz konsantrasyonları negatif ilişkili bulunmuştur. Negatif ilişki, BKİ değeri 30 kg/m2’nin üzerinde olan kadın bireylerde daha kuvvetli bulunmuştur.

Sotoudeh ve arkadaşlarının çalışmasında (109), 150 sağlıklı ve 150 prediyabetik birey, diyet total antioksidan kapasiteleri açısından değerlendirildiğinde, prediyabetik bireylerin diyetle antioksidan alımının sağlıklı bireylere göre istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde düşük olduğu ortaya konmuştur. Diyet total antioksidan kapasitesinin diyabet gelişme riskini değerlendirmede yararlı bir parametre olabileceği vurgulanmıştır.

Cooper ve arkadaşlarının meta analiz çalışmasında (110) ise sebze – meyve tüketimi ile diyabet ilişkisi irdelendiğinde özellikle kök sebzeler ve yeşil yapraklı sebzelerin diyabeti önlemede faydalı etkileri olabileceği belirtilmiştir.

Diyetin toplam antioksidan içeriğinin yanı sıra, antioksidan vitamin ve minerallerin münferit etkileri üzerine yapılmış pek çok çalışma mevcuttur (111–115).

Sluijs ve arkadaşlarının yaptığı EPIC-NL (Avrupa Kanser ve Beslenme Prospektif Araştırması – Hollanda) kapsamındaki 10 yıllık izlem çalışmasında (111), 37846 kadın ve erkek birey, diyetle karotenoid alımı ve diyabet geliştirme riski açısından değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre; β-karoten alımı diyabet geliştirme riskiyle negatif ilişkili bulunurken, β-kriptoksantin, likopen, lutein, zeaksantin ve toplam karotenoid alımı ile diyabet riskinin anlamlı bir ilişkisi olmadığı belirlenmiştir.

Rafighi ve arkadaşlarının yaptığı randomize kontrol çalışmasında (112) ise C ve E vitaminlerinin suplementasyon olarak alımının diyabetik bireylerde HbA1c değeri üzerine etkisi incelenmiştir. Tek başına C vitamini, tek başına E vitamini, C ve E vitamini kombinasyonu alan gruplarda plazma HbA1c seviyelerinde düşüş gözlemlenirken plasebo grubunda herhangi bir fark gözlemlenmemiştir.

Vashum ve arkadaşlarının ALSWH (Avustralya Kadın Sağlığı Üzerine Boylamsal Araştırma) kapsamındaki 6 yıllık izlem çalışmasında (113), 8921 orta yaşlı kadın birey değerlendirilmiş, bunlardan 333 tanesi izlem sürecinde diyabet tanısı almıştır. Diyetle çinko alım düzeyini belirlemek amacıyla bireylere besin tüketim sıklığı anketi uygulanmıştır. Çalışmanın sonucunda, yüksek çinko alımı ve çinko/demir oranının, düşük diyabet riskiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir.

Fenercioğlu ve arkadaşlarının çalışmasında (115) ise 114 tip 2 DM hastası kadın ve erkek birey rastgele deney ve kontrol grubu olarak ikiye ayrılarak, deney grubuna 3 aylık süre kapsamında nar ve yeşil çay ekstraktı ile C vitamini içeren bir tablet verilirken, kontrol grubuna plasebo verilmiştir. Üç aylık süre sonunda bireylerin plazma açlık glikoz, HbA1c, LDL, HDL, TG, MDA, total GSH, H2O2 ve AOC değerleri başlangıç seviyeleri ile karşılaştırılmıştır. Deney grubunda GSH, AOC ve HDL seviyeleri artış gösterirken MDA ve LDL seviyelerinin düştüğü gösterilmiştir. Çalışmada, zengin polifenol içeriğine sahip takviyenin, tip 2 DM’nin kardiyovasküler komplikasyonlarına karşı koruyucu olabileceği vurgulanmıştır.

2.5.GLİSEMİK İNDEKS VE GLİSEMİK YÜKÜN DİYABET VE OKSİDATİF STRES ÜZERİNE ETKİSİ

Yüksek glisemik indeksli diyetler, vücutta serbest radikal oluşumuna katkı sağlayarak oksidatif strese yol açabilir. Yüksek GI’li diyetlerin uzun dönem tüketimi ateroskleroz ve diyabet gibi etiyolojisinde kronik oksidatif stres yatan hastalıkların oluşum riskini arttırabildiği gibi hastalık seyrini de olumsuz etkileyebilir (116).

Arikawa ve arkadaşları yaptığı çalışmada (116) 306 premenapozal sağlıklı kadının diyetlerinin glisemik indeks ve yükü ile oksidatif stres parametreleri arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Besin tüketim sıklığı anketi aracılığıyla hesaplanan glisemik indeks ve yük değerleri için bireyler 4 farklı çeyrekliğe ayrılarak her grup için plazma F2-isoprastan seviyelerinin ortalaması hesaplanmıştır. Plazma F2-isoprastan seviyelerinin glisemik yük arttıkça lineer bir artış gösterdiği, benzer artışın BKİ≥25 kg/m2 olan kadınlarda glisemik indeks değeri arttıkça görüldüğü ortaya konulmuştur (116).

Koloverou ve arkadaşlarının yaptığı meta analiz çalışmasında (117) ise tam tahıllardan ve sebze – meyveden zengin Akdeniz diyetine uyum ile diyabet insidansı arasındaki ilişki irdelenmiştir. Dokuz prospektif ve bir klinik çalışmanın sonuçlarının değerlendirildiği meta-analizde Akdeniz diyetine uyumun, diyabet geliştirme riskini

%23 oranında azalttığı belirlenmiştir.

Yine Koloverou ve arkadaşlarının yaptığı 10 yıllık izlem çalışmasında (118) Akdeniz diyetine uyum arttıkça, serum TAC değerlerinin arttığı, okside LDL değerlerinin düştüğü gösterilmiştir. Benzer şekilde plazma açlık kan glikozu, insülin, inflamatuar ve koagülant belirteçler de Akdeniz diyetine uyum ile azalmıştır.

Akdeniz diyetinde özellikle tam tahıllar, meyveler ve kurubaklagillerin olumlu etkiler ile daha kuvvetli ilişkisi olduğu gösterilmiştir.