• Sonuç bulunamadı

5. TARTIŞMA

5.2. Diyabet Hastalarının, Hastalığa İlişkin Özellikleri

Bu çalışma kapsamında, yeni ve eski tanılı tip 2 diyabet hastalarının hastalık süreleri, aile diyabet öyküleri ve diyabete eşlik eden hastalıkları sorgulanmıştır. Aile öyküsü, tip 2 diyabetin de içinde olduğu pek çok metabolik anomali için güçlü bir risk faktörüdür. Tip 2 diyabet için riskteki artış, hem genetik faktörler hem de aile bireyleri ile paylaşılan ortak çevresel bileşenlerle açıklanabilir. BKİ, bel çevresi gibi antropometrik ölçümler, fiziksel inaktivite ve yaşam tarzı ile ilişkili risk faktörleri, tip 2 DM için majör risk faktörleri olup, aileler arasında bu tür özelliklerin kümelenmesi, aile öyküsüne atfedilebilecek aşırı riskin bir kısmını açıklayabilir (143). InterAct çalışması kapsamında 8 farklı Avrupa ülkesinde yürütülen geniş çaplı bir araştırmada, birinci derece akrabaları arasında tip 2 diyabet bulunan bireylerin diyabet için yüksek risk altında olduğu gözlenmiştir(HR: 2.72 (95% CI: 2.48, 2.99)).

Aynı çalışmaya göre, birinci derece akrabalardan herhangi birine ait DM öyküsü (anne veya baba), diyabet gelişimi açısından benzer risk oranına sahipken, her iki akrabada da DM olması, risk oranını arttırmaktadır(HR: 5.14 (3.74, 7.07)) (143). Bu çalışmada değerlendirilen yeni ve eski tanılı diyabet hastalarının aile diyabet öyküleri benzerdir. Eski tanılı diyabet hastalarında diyabetli kardeş öyküsü yeni tanılılara göre daha fazla bulunmuştur, ancak bu fark istatistiksel açıdan anlamlı değildir (p=0,067).

Her iki grupta dağılımın benzer olması beklenilen bir sonuçtur.

Diyabet vücuttaki birçok farklı organ ve sistemini etkileyebilir, zamanla ciddi komplikasyonlara yol açabilir (144). Yapılan bir çalışmada tip 2 diyabet hastalarının

%97.5’inin en az bir; %88.5’inin ise en az iki komorbiditeye sahip olduğu gözlenmiştir (145). Bu çalışmaya dahil edilen diyabet hastalarının %76,7’si en az bir komorbiditeye sahiptir. Eşlik eden hastalıklar arasında en sık obezite, hipertansiyon, hiperlipidemi, böbrek hastalıkları, tiroid hastalıkları ve kardiyovasküler hastalıklar görülmektedir.

Diyabette görülen hipertansiyon, plazmanın artması ve periferal vasküler direnç ile yakından ilişkilidir. Diyabet patogenezinde görülen hiperglisemi ve hiperinsülinemi kaynaklı insülin direnci, damar içi sıvı hacminin artışıyla sonuçlanır.

Bunun yanı sıra diyabet hastalarında vasküler yapının değişmesi periferal arter basıncını arttırır. Bu iki mekanizma sistemik kan basıncının artışından sorumludur (146). Colosia ve arkadaşlarının yaptığı sistematik derlemede (147) Afrika, Asya, Avrupa ve Amerika’nın da içinde bulunduğu farklı kıtalardaki, farklı ülkelerde yapılan çalışmaların çoğunda tip 2 diyabet hastaları arasında hipertansiyon görülme sıklığı %60’ın üzerinde bulunmuştur. Bu çalışmada ise diyabetik bireylerde hipertansiyon görülme sıklığı toplamda %43,3 olup; yeni tanılı bireylerde %33,3;

eski tanılı bireylerde %53,3 bulunmuştur. Eski tanılı diyabet hastalarında yeni tanılı bireylere göre prevelansın yüksek olması, hipergliseminin vasküler sistemde yarattığı hasarın kümülatif etkisinin artan süre ile birlikte bu grupta daha net gözlemlenebilmesi ile açıklanabilir.

Diyabetik bireyler arasında sıklıkla karşılaşılan bir diğer sağlık problemi obezitedir. Obezite, metabolik hastalıkların gelişiminde en önemli risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple, diyabetik bireylerde obeziteyi, hastalığın bir komplikasyonu olarak değerlendirmekten ziyade, hastalığa zemin hazırlayan bir faktör olarak değerlendirmek daha doğrudur. Adipoz doku vücutta, yağ asitlerinin yanı sıra pek çok hormon, sitokin ve proinflamatuar ögenin de salınımından sorumlu endokrin bir organ olarak görevini yapar. Obeziteyle birlikte, bu ögelerin salınımının bozulması, metabolik homeostazı da bozar. Non-esterifiye yağ asitlerinin (NEFAs) salınımı, obeziteyle artar ve bu durum sıklıkla insülin direnciyle ilişkilendirilir.

Plazma NEFA seviyelerinin uzun dönem yüksek seyretmesi ayrıca, insülin salınımının aşırı uyarımına sebebiyet vererek beta hücrelerinde fonksiyon kaybına yol açabilir (148). Colosia ve arkadaşlarının yaptığı bir derlemede (147), farklı ülkelerdeki 35 çalışmada tip 2 diyabet hastaları arasında obezite görülme sıklığının çoğunlukla %35(6,5-85,5)’in üzerinde olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada ise diyabet hastalarında obezite görülme sıklığı toplamda %65 iken; yeni tanılı bireylerde

%66,7; eski tanılı bireylerde ise %63,3’tür. Eski ve yeni tanılı bireylerde obezite sıklığının benzer olması, vücut kompozisyonunun hastalığın bir sonucu olmaktan ziyade, oluşumundaki etken rolü ile ilişkilendirilebilir. Kontrol grubu ile

kıyaslandığında her iki hasta grubunda obez bireylerin dağılımı beklenildiği gibi kontrol grubuna kıyasla daha fazladır (p=0,001) (Tablo 4.11).

Dislipidemi (LDL-C düzeyinde artma, HDL-C düzeyinde azalma, trigliserid düzeyinde artma), diyabetik bireylerde sıklıkla görülen ve kardiyovasküler hastalıklar için risk faktörü oluşturmasından dolayı önem verilmesi gereken bir diğer komplikasyondur. Diyabetik bireylerde insülin direnci, adipoz dokudan NEFA salınımını arttırarak plazma NEFA seviyelerinin artışına sebep olur. Bu artış, karaciğerde VLDL üretimini tetikler ve plazma VLDL seviyelerinin artışıyla sonuçlanır. Diyabette kan lipitlerinin artışı, VLDL miktarındaki artışın yanı sıra vasküler endotelyum üzerindeki lipoprotein lipaz aktivitesinin azalmasıyla da ilişkilendirilmektedir. Lipoprotein lipaz büyük ölçüde trigliseritlerin dolaşımdan temizlenme oranını belirler ve etkinliğinin azalması postprandiyal lipemi ile ilişkilendirilir. Bu iki mekanizma, diyabetik bireylerdeki hiperlipideminin temelini oluşturmaktadır (149). Amerika Ulusal Sağlık ve Beslenme Araştırması (NHANES) 1999-2000 verilerine göre diyabetik bireylerde dislipidemi (LDL-C > 100 mg/dL) görülme sıklığı %25.3 olarak bulunmuştur ve bu rakamın sağlıklı bireylerden farklı olmadığı bildirilmiştir (%24.3) (150). Bu çalışmada, hastaların tanı beyanına göre hiperlipidemi görülme sıklığı toplamda %38,3 bulunmuştur. Yeni tanılı ve eski tanılı bireylerde bu oranlar sırasıyla %36,7 ve %40 olup, gruplar arasında anlamlı bir fark yoktur. Diyabet komplikasyonlarının görülme sıklığının, diyabetin süresiyle pozitif ilişkili olduğu düşünülürse, iki grup arasında anlamlı bir fark olmaması beklenen bir sonuç değildir. Bu durum yeni tanılı diyabet hastalarının hastalığa yakalanma ve tanı alma zamanı arasında geçen sürenin belirsizliğinden kaynaklı olabilir. Tip 2 diyabetin, erken evrelerinde semptomlar hastaların fark edebileceği kadar şiddetli olmayabilir ve bu da tedavi almaksızın geçen sürenin uzamasına ve hastanın diyabet komplikasyonları açısından risklere açık hale gelmesine sebebiyet verebilir.

Diyabette kardiyovasküler hastalıklar, toplam mortalitenin yaklaşık üçte birinden sorumludur (151). Kronik hipergliseminin damar yapısı ve kan basıncında meydana getirdiği değişimler, diyabette kardiyak fonksiyonların bozulmasıyla ilişkilendirilir (152). Einarson ve arkadaşlarının 57 çalışma 4,549,481 tip 2 diyabetli bireyi kapsayan sistemik literatür derlemesinde (153), tip 2 diyabetli hastalarda

kardiyovasküler hastalıkların görülme sıklığı toplamda %32.2 olarak bulunmuştur.

Bu çalışmaya dahil edilen eski ve yeni tanılı diyabet hastalarında ise kardiyovasküler hastalık görülme sıklığı her iki grupta da %10 olarak bulunmuştur. Einarson ve arkadaşlarının derlemesindeki sonuçlar ile kıyaslandığında, bu çalışmada değerlendirilen popülasyonda CVD görülme sıklığının daha düşük olduğu görülmektedir. Bunun sebebi değerlendirilen grupların yaş ortalaması arasındaki fark ile açıklanabilir. Derleme çalışmada değerlendirilen diyabetli bireylerin yaş ortalaması 63,6±6,9 yıl olup, bu çalışmada değerlendirilen grubun yaklaşık 10 yaş daha fazlasıdır. Diyabetik bireylerde kardiyovasküler hastalık prevelansı yaşla birlikte artış göstermektedir. Bu durum kardiyovasküler hastalık görülme oranları arasındaki farkı açıklayabilir. Eski ve yeni tanılı diyabetik bireyler arasındaki fark değerlendirildiğinde ise iki grubun benzer dağılım gösterdikleri görülmektedir. Bu benzerlik yine yaş ortalamasındaki yakınlık ile açıklanabilir.

Kronik böbrek hastalıkları diyabetin bir diğer önemli komplikasyonudur.

Hiperaminoasidüri ve hiperglisemi, diyabette böbrek hemodinamisinin ve glomerüler filtrasyon hızının bozulmasından sorumlu, patogenezle ilişkilendirilen temel metabolik değişikliklerdir (154). Amerika Renal Veri Sisteminin (USRDS) 2016 yılı raporuna göre, tip 2 diyabet hastalarında böbrek hastalığı geliştirme sıklığı %40 olarak bildirilmiştir (155). Bu çalışmaya dahil edilen yeni ve eski tanılı diyabet hastalarında böbrek hastalığı görülme sıklığı ise sırasıyla %6,7 ve 16,7 olarak bulunmuştur (Tablo 4.2). Eski tanılı bireylerde, yeni tanılı bireylere göre prevelansın daha sık olmasına karşın aradaki fark, istatikstiksel açıdan anlamlı değildir (p=0,195). Bu çalışmanın sonuçları ile USRDS raporu arasındaki fark, bu çalışmada incelenen grubun daha genç olmasına ve buna bağlı olarak diyabet yaşının da daha küçük olması ile açıklanabilir. Yine ülkelerin sosyo-kültürel faktörleri, beslenme alışkanlıkları ve etnik farklılıklar bu sonuçlarda etkili olabilmektedir.

Tiroid hastalıkları ve diyabet, klinikte karşılaşılan en yaygın iki endokrin bozukluktur ve birbirlerini karşılıklı olarak etkiledikleri gösterilmiştir. Özellikle zayıf glisemik kontrollü hastalarda tiroid hormon seviyelerinin de değiştiği görülmüştür (156). Perros ve arkadaşlarının çalışmasında (157), tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluğu görülme sıklığı erkeklerde %6.9, kadınlarda %10.9 olarak

bulunmuştur. Diez ve arkadaşlarının (158) çalışmasında ise, kadın ve erkek tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluğu prevelansı %32,4 bulunmuştur. Aynı çalışmanın sonuçlarında, diyabet süresi ile tiroid fonksiyon bozukluğu arasında anlamlı bir ilişki bulunmadığı da belirtilmiştir. Nitekim bu çalışmada da yeni ve eski tanılı diyabetik bireylerde tiroid hastalıkları görülme sıklığı her iki grupta da %23,3 olarak bulunmuştur.