• Sonuç bulunamadı

70’li y

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "70’li y"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

70’li yıllarda bilim çevrelerinin de etkisiyle hareketlenen iklim değişikliği tartışmaları, ’92 Rio Zirvesi’nde İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin imzaya açılması ile yeni bir döneme giriyor; karbon imparatoru Birleşik Devletler’in dönem itibariyle yasal bağlayıcılıktan uzak çerçeve bir sözleşme talebi de böylelikle zirve ile karşılık buluyordu. ’97 Kyoto sürecine kadar süren kriz, protokol görüşmelerinin tıkanması ile esas oğlan ABD aracılığıyla kendi çözümünü üretti. Ünlü yönetmen, Oskar ve Nobel Barış Ödülü sahibi, dönemin Birleşik Devletler başkan yardımcısı Al Gore, ne kadar ekmek o kadar köfte mantığı ile protokolün yasal bağlayıcılığına karşı esnekliklerin varlığını şart koştu ve adeta Kyoto Protokolü’nün ölü doğumunu dünyaya müjdeledi. Gore’un teklifi ürkütücüydü; indirimlerin azaltılması uygulaması ancak pazara dayalı bir emisyon ticareti mekanizmasına bağlı kalmak ile mümkün olabilirdi. Böylelikle havanın metalaşması, piyasalarda alınır satılır bir mal haline getirilmesi bir diğer büyük ağabey AB’nin de sürece ortak olması ile ‘esnek’ bir yaptırım (ve yatırım) anlaşması olarak başlamış oldu.

Gore’un teklifi, iklim değişikliği müzakerelerini tıkayan süreci aşan müjdeli bir haber olarak görüldü adeta. Uzun süre kirletme hakkının satılabilmesi olanaklarını tartışan ABD sermayesi, Gore aracılığı ile dünyaya verdiği mesajla karbon piyasasının başköşesine kalkmamak üzere oturduğunu duyuruyordu. Böylelikle dünya çapında ilk kez uygulanacak karbon borsası sisteminin fikir babası, yayılmacı ve işgalci politikaları sayesinde sermaye birikiminin sınırlarına ulaşan Birleşik Devletler, karbon piyasasını şekillendirebilecek, dünyanın aranan ‘gizli eli’ oluverdi. Birleşik Devletler, mekanizmanın kurulmasını protokolün kendisi için bağlayıcılık şartı olarak sunmasına rağmen; çözümün ortağı olmayı, rekabetçi iddiaları, hep ‘daha fazla’ tavize programlı pazarlık gücünün etkisini azaltma kaygısı ile hiçbir zaman kabul etmedi.

Birleşik Devletler kendi eliyle yarattığı evladını, hamisi AB’ye emanet ederek petrol rüyasını gerçekleştirmek üzere Irak’ı işgal etti. Bugün Irak’taki ABD askeri birliklerinin günlük petrol tüketimi 13,3 milyon; tüm ABD ordusunun günlük tüketimi ise yaklaşık 54 milyon litre (1). Bu oran İsveç ve İsviçre’nin toplam tüketimine neredeyse eşit. Dünyanın petrol devi AB iklim değişikliğinin müsebbibi fosil yakıtlardan vazgeçmeye

niyetli değil…

Kâr için bir fırsat daha: Kyoto Protokolü

Fosil yakıt tüketimine, özellikle petrole dayalı tüketimin açmazlarını aşmak adına büyük oranda karbon ticareti ile telafilere odaklanmış bir sistem getiren Kyoto Protokolü, dünya için kendi ipini çekerken kapitalizmin krizlerle büyüdüğünü ve krizlere çare olamayacağını bir kez daha ispatlıyor. Öyle ki; gövdesine iliştirilmiş üç ‘esneklik mekanizması’ndan birisi olan ‘ortak yürütme’ mekanizması sayesinde protokolü imzalamış gelişmiş ülkelerin, emisyon indirim hedeflerine yatırımları çerçevesinde ulaşmasının yolunu açıyor. “Örneğin Doğu’da yatırım yapan Batılı şirketler enerji verimliliğini artırmak için kendi emisyon düzeylerinde nispi uyarlamalar yapabilmesini, hiç yatırım yapılmasaydı emisyonun daha büyük oranda olacağını ‘ispatlamak’ yeterlilik şartı ile sağlıyor”(2). Böylece Doğu’da yapılan yatırımların, kapitalist Batı ülkelerindeki sera gazı etkisine karşı uygulanması zorunlu ve maliyetli yeni düzenlemelere ve teknolojik uygulamalara geçilmesinde ayak diremeleri kozunu yeniden üretiyor.

‘Temiz Kalkınma Mekanizması’ ve ‘Emisyon Ticareti’ ile, gelişmiş ülkelere Güneyde emisyonunu indiren (ya da karbon salımını artıran) bir ülkede yatırım yapma olanağı tanıyor. Bu sistem de özünde kapitalist Batı’nın, Güney ülkelerine temiz teknolojiler satma olanaklarını arttırarak kapitalizme yeni dünya pazarları açıyor. Keza, dünya karbondioksit emisyonunun %20’sinden sorumlu olan ormansızlaştırma sorununa çözüm olarak da, çevreyi kirleten bazı işletmelerin üçüncü dünyadan aldıkları topraklara direnci kuvvetli ve çabuk büyüyen genetiği değiştirilmiş ağaçlar dikerek kuzeyde kullandıkları fosil yakıtlardan ortaya çıkan karbon için kredi elde etme imkânını sunuyor. Bu da, ölümü gösterip sıtmaya razı ederek, yani GDO’lu ürünlerin ihracatını iklim değişikliği kâbusu ile mümkün kılarak, amiyane tabirle kap ve pazarla (cap and trade) metodu ile az gelişmiş ülkeleri sistem içi krizlerle terbiye olanağı sağlıyor.

Karbon imparatoru ABD Bali’de sahne aldı

Bali İklim Değişikliği görüşmeleri henüz başlamadan, Birleşik Devletler’in bir kozu olarak 3 Aralık 2007’de karbon emisyon değerlerinin alınıp satılabilmesine geniş olanaklar sağlayan ve şirketlere büyük serbestiler getiren

(2)

Lieberman-Warner İklim Güvenliği Tasarısı, ABD Senatosu çevre ve Kamu İşleri Komitesi tarafından onaylanmıştı. ABD, Bali’de karbon borsasının en büyük ekonomik gücü olarak masaya bu rahatlıkla oturdu.

180 ülkeden on bine yakın delegenin katıldığı BM İklim Değişikliği Konferansı’nın Endonezya’nın Bali Adası’nda yapılan zirvesi bu sebeple adeta esas oğlan ABD’nin çıkarlarının konuşulduğu bir zirveye dönüştü. Dünyanın geleceği; rekabet, ulusal çıkarlar, uluslararası dengeler ve istatistikî veriler üzerine yapılan tartışmaların gölgesinde kaldı. Dünya ölüme doğru giderken, ekonomizm bakışı ile pazarlık yapabilmenin rahatlığı içerisindeki ABD ile Kanada ve Japonya’ya sera gazı salımlarını 2020’e kadar %25-40 oranında azaltmaları yönünde yapılan baskılar ise hiçbir sonuç vermedi. Birleşik Devletler, 2012 sonrasında Kyoto’nun yerini alacak anlaşmayı imzalayacağını beyan etse de zorunlu kısıtlamalara karşı çıktı, çıkmaya da devam edecek.

Lieberman-Warner İklim Güvenliği Tasarısı ABD’nin temiz kalkınma mekanizması ve karbon ticaretinden sağlayacağı kârı arttırmayı hedeflediği için, ABD diğer tüm görüşmeleri kendi çıkarları için tıkamakta hiçbir beis görmüyor. Yeryüzü Dostları (Friends of the Earth) örgütüne göre tasarı, hala yüz milyarlarca doları fosil yakıt endüstrisine girdi olarak sunuyor ve getirdiği sistem ile emisyon ticaretini 2036 yılına kadar bugünkü kirleticilere bahşederek yaklaşık 1-1,5 trilyon doların da bu yolla fosil yakıt endüstrisine armağan edilmesine, devamında da bu kirlilik ruhsatlarının alınıp satılmasına imkan sağlıyor. Tasarı henüz temsilciler meclisi ve başkanın onayından geçmese de ABD başkanlık seçimlerinde önemli bir koz olarak adayların seçim malzemesi ve şirketlerden alacakları seçim yardımının temeli olacağa benziyor.

Sorun Kyoto’nun çok ötesinde; kapitalist üretim ve ticaret ilişkilerinde

Atmosferde biriken karbon kökenli gazların %80’inin ulaşım, ısınma ve sanayiden kaynaklı olduğu bilinmesine rağmen karbon salımını azaltacak fosil yakıt üretiminden vazgeçmek bir yana bu üretimin hareketliliği ve yarattığı hegemonya üzerinden yeni pazarlar yaratılması planları iklim değişikliği krizini bir çevre sorunu olmaktan çıkarıyor. İklim değişikliği bir çevre sorunu değil, bir sistem sorunudur. Uluslararası sermaye, krize çözüm bulmaktan çok krizi derinleştirecek ve dünyanın henüz ölüsü çıkmadan krizden mümkün olduğunca elde edilecek yüksek kârlardan pay kapma peşinde oldu, bundan sonra da öyle olacak. Bu anlamda kalıba girmeyi reddediyor ve radikal çözümler yerine, kendisini ve krizi yeniden var edecek esneklileri inşa etmeye diplomasi ve ulusal çıkarlar adıyla devam ediyor.

Kapitalist sermaye, var oluş nedeni olan kârlılığını arttırmak adına çözümler yaratmakta usta. Örneğin %5’lik emisyon indiriminin tesisini, verimliliğini arttırarak yapmak yerine güneyde yeni bir yatırımla yerine getirmeyi, bu sayede de temiz kalkınma mekanizmaları ile karbon ticaretinden pay kapmanın ve teşvik almanın yollarını kendisine açıyor. Bu süreçte Kyoto’nun neo-liberal yüzünü ve sermayeye sağladığı kirli olanaklarını ortaya dökenler, iklim krizinin müsebbibleri karbon ve petrol endüstrisinin imparatorları ile aynı kefeye koyularak serbest pazar çevrecileri tarafından itham edilmek, yargılanmak ve infaz edilmek pahasına mücadelelerini yükselterek tarihe not düşmeye devam ediyor. Ne var ki iklim değişikliği krizinin aşılmasında Kyoto’nun tek hedef olarak gösterilmesi, verili durumlar arasında bir tercih yapmak zorunda olan sivil toplum çevrecilerinin ideolojik teslimiyetinden başka bir şey değildir. “Ya kâr tanrılarına başkaldıracağız, ya da kontrolden çıkan ekolojik ve toplumsal krizin sonuçlarıyla yüzleşmeye hazırlanacağız.”*

Emre Baturay ALTINOK Ekoloji Kolektifi

Dipnotlar:

1-Tokar Brian; Bali İklim Görüşmelerinde Neden Gerçek Bir İlerleme Sağlanamadı? İklim Adaleti İçin Halkın

Gündemine Doğru. Çev.: Ali Kerem SAYSEL, (Tokar Brian; Why No Real Progress at Bali Climate Talks? Toward a People's Agenda for Climate Justice) bgst.org 19.12.2007

2-Tanuro Daniel; Kyoto: Dehşet İklimi. Çev.:Ekoloji Kolektifi (Tanuro Daniel; Kyoto: Climate Of Fear, Socialist Resistance, IV Online Magazine : IV358, April ’94) ekolojistler.org 15.12.2007

(3)

* Rachel Carson, Sessiz Bahar

Referanslar

Benzer Belgeler

KKTC’de hiçbir fosil yakıt rezervinin bulunmadığı ve kullanılan tüm fosil kaynaklı yakıtların yurt dışından ithal edildiği göz önünde bulundurulduğunda

Elektrik ark ocağı prosesiyle, hurdandan üretim Yüksek fırın prosesiyle entegre demir çelik üretimi, enerji tüketiminin %70’lere varan kısmını kömür ve kok

çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin, sadece gaz salınımlarına dair rapor sunmaktan öte bir yükümlülüğünün olmadığı bir Kyoto Protokolü, elbette ABD’nin

Konya bölgesinde elektrik da ğıtımını yapan Meram Elektrik ile Güneydoğu’da elektrik dağıtımını yapan Fırat Elektrik’in devredilirken kasas ında “unutulan”

Ancak bilimsel bulgularla ortaya at ılmasından Kyoto Protokolünün imzalanmasına kadar geçen on sekiz yıllık süre, hâlâ küresel ısınmanın ve iklim de ğişiminin

Komisyona Türkiye'nin orta düzeyde sanayile şmiş bir ülke olarak küresel iklim değişikliğinde azımsanmayacak bir paya sahip olduğunu, sera gazı salımlarında ilk 20

İşte o zaman şimdi başlayan süreç tam olarak sonuçlanm ış olacak, zaman içinde zengin ülkeler emisyon haklarını güvence altına alacaklar ve bununla sedece çevreyi

BMĐDÇS’de Türkiye’nin durumu incelendiğinde, Türkiye, OECD üyesi bir ülke olarak hem sera gazı salınımlarını azaltmada birinci derecede sorumlu olacak EK I