• Sonuç bulunamadı

Ortaöğretimde vatandaşlık bilincinin oluşmasında T.C inkılap tarihi ve Atatürkçülük dersinin rolü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ortaöğretimde vatandaşlık bilincinin oluşmasında T.C inkılap tarihi ve Atatürkçülük dersinin rolü"

Copied!
88
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

ORTAÖĞRETİMDE VATANDAŞLIK BİLİNCİNİN OLUŞMASINDA T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİNİN ROLÜ

ESMA ERGİNER ÖZYURT

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ORTAÖĞRETİM SOSYAL ALANLAR EĞİTİMİ ANABİLİM DALI TARİH ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

T.C

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

ANKARA

(3)

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koĢuluyla tezin teslim tarihinden itibaren on iki ( 12 ) ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN

Adı : Esma

Soyadı : ERGĠNER ÖZYURT Bölümü : Tarih Öğretmenliği Ġmza :

Teslim tarihi :

TEZİN

Türkçe Adı : Ortaöğretimde VatandaĢlık Bilincinin OluĢmasında T.C Ġnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersinin Rolü

Ġngilizce Adı : The Role of Turkish Republic Revulation History and Kemalism Lesson about Formation of Citizenship in Secondary Education

(4)

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dıĢındaki tüm ifadelerin Ģahsıma ait olduğunu beyan ederim.

Yazar Adı Soyadı: Esma ERGĠNER ÖZYURT Ġmza: ………..

(5)

JÜRİ ONAY SAYFASI

Esma ERGĠNER ÖZYURT tarafından hazırlanan “Ortaöğretimde VatandaĢlık Bilincinin OluĢmasında T.C Ġnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersinin Rolü” adlı tez çalıĢması aĢağıdaki jüri tarafından oy birliği ile Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiĢtir.

Danışman: Prof.Dr. Nuri YAVUZ

Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi ………

Başkan: Prof.Dr. Mehmet ġAHĠNGÖZ

Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi ………

Üye: Doç.Dr. Mehmet Ali ÇAKMAK

Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi ...………

Tez Savunma Tarihi: 20.11.2014

Bu tezin Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olması için Ģartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü

(6)

(7)

TEŞEKKÜR

Tarih: Ġnsanlığın baĢlangıcını hatta dünyanın meydana gelme sürecine kadar uzanan bir süreci kapsayan, geçmiĢten günümüze meydana gelen toplumsal olayların belli bir kronoloji içinde verilmesini sağlayan bir disiplindir. Ancak tarihin görevini bunlarla sınırlı tutmak doğru değildir. GeçmiĢten günümüze tarihin görevlerinin zamana ve mekâna göre dinsel, ideolojik, siyasi ve bilimsel olabildiği görülmüĢtür. Okullarda ise tarih derslerinin vatandaĢ yetiĢtirmek için kullanılması bugüne kadar vurgulanan bir konu haline gelmiĢtir. Bu çalıĢmanın amacı, T.C Ġnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin vatandaĢlık kavramı ile iliĢkisinin ne yönde olduğunu ortaya çıkarabilmektir.

Bu çalıĢmanın gerçekleĢtirilmesinde, görüĢ ve önerileri ile yardımını esirgemeyen danıĢman hocam Prof. Dr. Nuri YAVUZ’a sonsuz teĢekkürlerimi sunarım.

AraĢtırmamda yardımları ile yol gösterici olan ArĢ. Gör. M. Ahmet TOKDEMĠR’e, araĢtırma verilerine yönelik çalıĢmalarımda yardımcı olan ArĢ. Gör. Sinan YAVUZ’a, araĢtırmanın son okumasını yaparak eksiklerin giderilmesinde yardımcı olan Serdar ALKOL’e, saha çalıĢmasında yardımcı olan Emre TAġDEMĠR’e, beni kırmayıp çalıĢmada katılım gösteren öğrenci arkadaĢlara, çalıĢma süresinde hiç bir zaman maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen aileme ve eĢime sonsuz teĢekkürlerimi sunarım.

Esma ERGİNER ÖZYURT ANKARA - 2014

(8)

i

ORTAÖĞRETİMDE VATANDAŞLIK BİLİNCİNİN OLUŞMASINDA

T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİNİN ROLÜ

(Yüksek Lisans Tezi)

Esma Erginer

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Kasım, 2014

ÖZ

Vatandaşlık, devlete siyasal aidiyet olarak tanımlanmış ayrıca bireyi bazı hak ve sorumlulukların bağlı olduğu yasal statü kazandıran bir kavram olarak açıklanmıştır. Klasik/Modern anlayışta vatandaşlık milletle aynı çerçevede düşünülmüş ancak daha sonra dünyada gerçekleşen büyük değişim sonucunda ulus devletlerdeki millet ile eş değer tutulan vatandaşlık anlayışı eleştirilmiştir. Vatandaşlık yeni evrensel hak ve değerleri ifade edebilen bir anlayışa yönelmiş; her ne kadar vatandaşlığa yeni yorumlar getirilmeye çalışılsa da ülkemizde vatandaşlık, kimlik, millet kavramlarını bir bütün olarak algılamaya devam eden bir anlayış söz konusudur. İktidarlar, bireylerin kendilerini tanıdıkları, ortak aidiyet duygusu oluşturabildikleri bir anlayış ile yetişmeleri için genelde eğitimi özelde tarih eğitimini bir araç olarak kullanmışlardır.

Vatandaşlık bilincinin oluşmasında T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin rolü konulu çalışmanın amacı, bireylerin bir vatandaş olarak sorumluluk ve haklarının farkında olmalarında T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin etkisini ortaya koyabilmektir. Araştırmada betimsel yöntemin bir türü olan tarama modeli kullanılmıştır. Araştırma, 2012-2013 öğretim yılında Ankara ilinin Çubuk ilçesinde öğrenim gören ortaöğretim 12. sınıf öğrencilerinden 292 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma doğrultusunda hazırlanan anket formu 292 öğrenciye uygulanmıştır.

Araştırmadan elde edilen verilerin geçerliğini belirlemek için Faktör analizi, KMO ve Barttlet Testi sonuçları değerlendirilmiştir. Ayrıca güvenirliği belirlemek için Cronbach Alpha olarak bilinen iç tutarlılık katsayısına bakılmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin frekans analizleri tablolar halinde gösterilerek yorumlanmıştır. Araştırma sonucunda T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin bilinçli vatandaş yetişmesinde etkili olduğu araştırmaya katılan öğrencilerin anket cevaplarından anlaşılmaktadır. Araştırmada

(9)

ii

öğrencilere yöneltilen açık uçlu sorularda öğrencilerin bu durumu ortaya koymakta belli ifadelerle sınırlı kaldıkları araştırma verilerinden anlaşılmıştır.

Bilim Kodu:

Anahtar Kelimeler: Tarih, Vatandaşlık, Tarih Eğitimi, Sayfa Adedi: 80

(10)

iii

THE ROLE OF TURKISH REPUBLIC REVOLUTION HISTORY

AND KEMALISM LESSON ABOUT FORMATION OF CITIZENSHIP

IN SECONDARY EDUCATION

(Master Thesis)

Esma Erginer

GAZI UNIVERSITY

GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES

November, 2014

ABSTRACT

Citizenship is defined as political affiliation to the state, also it descibes indivual who is dependent on some of the rights and responsibilities as a concept in the legal status. In the classic / modern concept, citizenship considered in the same frame with nation, but then as a result of major changes taking place in the world the understanding of citizenship which is in the nation state held equal. Citizenship tended to the a concept which can express new universal rights and values, although there are attempts to bring new comments to the citizenship, in our country citizenship , identity, perception of the concept of nation consider as a whole. Power usually used history education in special education as a tool which made individuals know themselves and could create a common sense of belonging to catch up with an understanding.

The aim of the study about formation of citizenship of the Turkey Republic Revolution History and Kemalism lesson study on the role is to demonstrate the effect of the Republic of Turkey Revolution History and Kemalism lesson course make the individuals aware of responsibilities and rights as a citizen.

In this study, screening model was used which is a type of descriptive research model. The research was performed in 2012-1013 Education Year in Çubuk Ankara to 292 12th grades students. The questionnaire prepared in accordance research conducted to 292 students.

(11)

iv

Factor analysis, KMO and Barttlet Test results were evaluated to determine currency of data obtained from this study. In addition to determine reliability, known as Cronbach's alpha internal consistency coefficient was evaluated. He data obtained from the study of the frequency analysis were interpreted in tables. As a result of the study, it was understood from the answers of students who attended questionnaire that Turkey Republic Revolution History and Kemalism lesson is effective in training conscious citizens. In this study, it has been understood that students had difficulty in expressing open-ended question questions.

Science Code:

Key Words: History, Citizenship, History Education Page Number: 80

(12)

v

İÇİNDEKİLER

ÖZ ...i ABSTRACT ...iii İÇİNDEKİLER ...v TABLOLAR LİSTESİ………...viii ŞEKİLLER LİSTESİ ...x

KISALTMALAR LİSTESİ ...xi

I.BÖLÜM

GİRİŞ………1

1.1.Problem Durumu ………...1 1.1.1.Problem Cümlesi………..2 1.1.2.Alt Problemler………...2 1.2. Araştırmanın Amacı………...2 1.3. Araştırmanın Önemi……….3 1.4. Varsayımlar………...3 1.5. Sınırlılıklar……….4 1.6. Tanımlar……….4

II.

BÖLÜM

KAVRAMSAL

ÇERÇEVE………..5

2.1. Geçmişten Günümüze Vatandaşlık (Yurttaşlık)………...…5

2.1.1. Vatandaşlık Nedir?...5

2.2. Vatandaşlığın Tarihsel Süreci……….7

(13)

vi

2.2.2. Türk Devletlerinde Vatandaşlık……….…12

2.2.2.1. İslamiyet Öncesi Türk Devletlerinde Genel Durum……...12

2.2.2.2. Türk-İslam Devletlerinde Genel Durum……….13

2.2.2.3. Osmanlı Devleti’nde Vatandaşlık……….………...15

2.2.3. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Vatandaşlık………...….18

2.2.4. Modern Vatandaşlık………….………...………....21

2.2.5. Küreselleşme Süreci ve Vatandaşlık………..24

2.3. Tarih ve Vatandaşlık………..25

2.3.1. Tarih Nedir?...25

2.3.2. Mustafa Kemal Atatürk’ün Tarih Anlayışı………...26

2.3.3. Tarih Eğitimi ve Vatandaşlık………..27

2.3.3.1. T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi………...29

III.

BÖLÜM

ARAŞTIRMANIN

YÖNTEMİ………..………...32

3.1. Araştırmanın Modeli……….….32

3.2. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi………..33

3.3. Araştırma Verilerinin Toplanması………...33

3.4. Araştırma Verilerinin Analizi………...34

IV.

BÖLÜM

BULGULAR

VE

YORUM………..35

4.1. Araştırma Örneklemine Ait Demografik Bilgiler………35

4.2. Araştırmada Kullanılan Anket Formu……….36

4.3. Araştırmanın Geçerlilik ve Güvenirliğine İlişkin Bulgular………36

4.3.1. Faktör Analizi………...…37

4.3.2. Araştırmanın Güvenirliği………...42

(14)

vii

4.4.1. Frekans Analizi………...42

4.4.1.1. Madde 1’in Frekans Analizi……….…43

4.4.1.2. Madde 9‘un Frekans Analizi………....45

4.4.1.3. Madde 12’nin Frekans Analizi……….…47

4.4.1.4. Madde 17’nin Frekans Analizi……….…49

4.4.1.5. Madde 26’nın Frekans Analizi……….…51

4.4.2. Açık Uçlu Soruların Sınıflandırılması ve Yorumlanması…………...54

4.4.2.1. ‘’Neden T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersini öğreniyoruz?’’ Sorusunun Analizi………....54

4.4.2.2. ‘’Sizce tarih eğitimi ve vatandaşlık arasında bir ilişki var mı, bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?’’ Sorusunun Analizi……….55

V. BÖLÜM

SONUÇLAR VE ÖNERİLER………..57

5.1. Sonuçlar………...………...….57 5.2. Öneriler………...59 KAYNAKLAR………..60 EKLER………..66

(15)

viii

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1. Araştırmaya Katılan Öğrencilerin Okul Türüne Göre Demografik Bilgileri…....35

Tablo 2. Araştırmaya Katılan Öğrencilerin Alan Türüne Göre Demografik Bilgileri…...35

Tablo 3. Araştırmaya Katılan Öğrencilerin Cinsiyete Göre Demografik Bilgileri…..……36

Tablo 4. Anket Formunun Puanlanması ………....36

Tablo 5. KMO ve Bartlett Testi ………. 38

Tablo 6. Faktör Analizi Sonuçlarına Göre Açıklanan Toplam Varyans Oranı …………....39

Tablo 7. Anketi Oluşturan Maddelerin Faktör Yükleri ………...41

Tablo 8.1 Madde 1 - Okul Türü ………...43

Tablo 8.2. Madde 1- Cinsiyet ………..43

Tablo 8.3. Madde 1 - Alan Türü ………..44

Tablo 9.1. Madde 9 - Okul türü ………...45

Tablo 9.2. Madde 9 - Cinsiyet ……….45

Tablo 9.3. Madde 9 - Alan Türü………..46

Tablo 10.1. Madde 12 - Okul Türü………..47

Tablo 10.2. Madde 12 - Cinsiyet………..47

Tablo 10.3. Madde 12 - Alan Türü………...48

Tablo 11.1. Madde 17 - Okul Türü………..49

Tablo 11.2. Madde 17 - Cinsiyet………50

Tablo 11.3. Madde 17 - Alan Türü………..50

(16)

ix

Tablo 12.2. Madde 26 - Cinsiyet……….52 Tablo 12.3. Madde 26 - Alan Türü………..53

(17)

x

ŞEKİLLER LİSTESİ

(18)

xi

KISALTMALAR LİSTESİ

Çev. Çeviren Ed. Editör

MEB Milli Eğitim Bakanlığı s. Sayfa T.C Türkiye Cumhuriyeti TDK Türk Dil Kurumu TTK Türk Tarih Kurumu vb. ve benzeri vd. ve diğerleri

(19)

1

I.BÖLÜM

GİRİŞ

Tarih: Belirli bir yer ve zamanda insan topluluklarının siyasi, kültürel yaşantılarını sebep-sonuç ilişkisi belirterek, belgelere dayandırarak kronolojik sıra ile açıklayan bilimdir. İnsanoğlu her dönemde siyasi, dini ve sosyal sebeplerden ötürü geçmişini bilme ihtiyacı duymuştur. Tarihin amacı bireylere sadece geçmişi öğretmek olmamalıdır. Tarih aynı zamanda bireyin geçmişte yaşanan olaylarla bugün meydana gelen olaylar arasında bağlantı kurabilmesini, eleştirel düşünme becerisi geliştirmesini, kendi kültürel değerlerini öğrenebilmesini sağlamalıdır.

Tarih eğitimi, farklı dönemlerde farklı görevler yüklenen bir disiplin olarak karşımıza çıkmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan önceki süreçte daha çok geçmişe yönelik bilgi ve kültür aktarımının esas alındığı bir ders olan tarihin eğitiminde son elli yılda önemli değişiklikler yaşanmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra tarih, sadece geçmişi öğreten bir ders olarak değil, iktidarlar tarafından bilinçli vatandaş yetiştirilmesinde de etkili olmuştur. Öğrenciler, vatandaşlık kavramının ne olduğunu, hak ve sorumluluklarının neler olması gerektiğini alacakları eğitim yoluyla öğrenebilirler. Bu nedenle tarih eğitimi ile birlikte bireylerde bu bilincin ne kadar oluştuğunun araştırılması da dikkate değer bir konudur.

1.1. Problem Durumu

Siyasi anlamda ilk olarak vatandaşlık Antik Yunan ile ortaya çıkmıştır. Antik çağdan günümüze kadar pek çok anlam yüklenen vatandaşlık kavramı 1789 Fransız Devrimi ile milliyet kavramı ile eş değer olarak ifade edilmiş ancak modern dönemde küreselleşme ve çok kültürlü toplumların ortaya çıkmasıyla tartışmaya açık hale gelmiştir.

Marshall’a göre vatandaşlığın sivil, siyasi ve sosyal olmak üzere üç temel bileşeni vardır. İlk olarak 18. yüzyılda sivil vatandaşlık ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda siyasi vatandaşlık, son olarak ise 20. yüzyılda sosyal vatandaşlık olarak bilinen üçüncü bileşen ortaya

(20)

2

çıkmıştır (Esendemir, 2008, s. 21). Bunun sonucu olarak vatandaşlık daha da derin bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşme çağına girince Marshall’ın da etkisiyle vatandaşlık geleneksel yönlerini geride bırakarak insan hakları gibi evrensel hakları işaret etmeye başladı (Esendemir, 2008, s.28). Bu noktadan hareketle eğitime ve özellikle de tarih eğitimine farklı görevler yüklendiği ifade edilebilir. Geleneksel vatandaşlık anlayışında milli kimlik oluşturma çabalarında tarih eğitimi önemli faktör olurken modern vatandaşlık anlayışı ile kimliğin birbirini tamamlayan şekilde ifade edilmesi yine tarih eğitimi ve vatandaşlığı ortak paydada buluşturmuştur. Geçmişten günümüze bireyin cevabını aradığı ben kimim sorusu çerçevesinde baktığımızda bireyin kimlik tanımını ve geçmiş ile olan bağlantısı tarihin vatandaşlık bilinci kazandırmada etkisi olduğu fikrini doğurmaktadır.

1.1.1. Problem Cümlesi

Problem durumundan yola çıkarak araştırmanın problem cümlesini şu şekilde ifade edebiliriz: “Vatandaşlık bilincinin oluşmasında T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin rolü nedir?”

1.1.2. Alt problemler

1. Araştırmaya katılan bireylerin tarih eğitiminden beklentileri nelerdir?

2. Araştırmaya katılan bireylerin T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersine yükledikleri anlamlar nelerdir?

3. Araştırmaya katılan bireylerin vatandaşlık kavramını anlamlandırmada tarih (tarih eğitiminin) disiplininin etkisi nedir?

4. Araştırmaya katılan bireylerin T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi ile vatandaşlık ilişkisine dair görüşleri nelerdir?

1.2 Araştırmanın Amacı

Bu araştırmanın amacı, T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersini alan bireylerin vatandaşlık bilincinin oluşmasında bu dersin etkisi hakkında görüşlerini ortaya koyabilmektir.

(21)

3 1.3. Araştırmanın Önemi

Günümüz eğitim sistemlerinde değerler ve yurttaşlık eğitimi programlarının bir parçası olarak yer alan yurtseverlik eğitiminin Türk eğitim sisteminde planlı bir biçimde yer alması Tanzimat ile birlikte başlamaktadır. Tanzimat döneminde devleti ve onun yurttaşlarını bir arada tutan bağları güçlendirmek amacıyla yurtseverlik eğitimine önem verilmiş ve bu dönemde eğitimde gerçekleştirilen yenileşme çabalarının bir parçası olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise yurtsever bireyler yetiştirmek Türk Milli Eğitiminin genel amaçları arasında yer alarak, başta tarih, sosyal bilgiler ve vatandaşlık bilgisi dersleri olmak üzere bazı derslerin doğrudan kazandıracağı hedefler arasında yer almıştır.

Bireylerin eşitlik, barış, başkalarına saygı, özgür irade vb. temelde insan haklarına yönelik duyarlı olmaları hakkındaki hususlar, Türk Milli Eğitiminin genel amaçları arasında kendisine yer bulmuştur. Bireylere bu özelliklerin kazandırılmasında da tarih eğitiminin oldukça büyük önem taşıdığı günümüzde kabul görmektedir. Özetle, çağımızda tarih eğitimine ağırlıklı olarak zihinsel becerileri geliştirme görevi yüklenmişse de tarih eğitimi, vatandaşlık ve değer eğitimini destekleyebilecek önemli bir alandır.

Demokratik bir toplumda vatandaşların toplum kurallarını ve yapısını bilmesi bir gerekliliktir. Bu nedenle öğrenciler vatandaşlık hakları ve sorumlulukları konusunda bilgilendirilmelidir. Bu farkındalığın oluşması da doğrudan vatandaşlık eğitimi ile sınırlı bırakılamaz. Tarih eğitimi kimlik arayışında bir rol üstlenerek kendisini burada gösterir. Bu arayış kendimizin ve başkalarının kimliklerini daha iyi anlamamızı ve topluma aidiyet fikrinin oluşmasını sağlamaktadır. Vatandaşlık bilincinin oluşumunda tarih eğitiminin rolünün ne olduğu sorusuna bu araştırma ile cevap bulmaya çalışılacaktır.

1.4. Varsayımlar

1. T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi ile vatandaşlık eğitiminin nasıl bütünleştirilmesi gerektiğine yönelik tespitlerde bulunabilmektir.

2. Araştırmaya seçilen örneklem grubu evreni yansıtır niteliktedir.

(22)

4 1.5. .Sınırlılıklar

Bu araştırma;

1. Yenilenen öğretim programına göre hazırlanan ortaöğretim, yükseköğretim İnkılap tarihi ders kitapları, tarih derslerinin amaçlarına yönelik araştırmalar, YÖK dokümantasyon, Milli Kütüphane’ deki ilgili kaynaklar, dokümanlar ve belgeler ile sınırlıdır.

2. Araştırma Ankara ili Çubuk ilçesi ortaöğretim öğrencileri ile sınırlıdır. Kapsamın teorik yönden bir okul ve sınıf sınırı bulunmamaktadır.

3. Araştırma süresi, 2012-2013 öğretim yılıyla sınırlıdır. 4. Araştırma, ulaşılan yerli ve yabancı kaynaklarla sınırlıdır.

1.6. Tanımlar

Tarih: “Niceliksel zaman açısından geçmişte olup bitenleri toplumların geçirdikleri

dönemleri yer ve zaman belirterek anlatan; geçmişte yaşanan olaylar arasında nedensel ilişkiler kurmaya çalışarak bu ilişkileri belge ve kalıntılara dayandırarak sistematik olarak incelemeyi konu edinen disiplin” (Demir ve Acar, 2005, s. 392).

Eğitim: “Teorik ya da teknik bilgi, değer, sosyal rol veya davranış kalıplarının, okul kurumunun yaptığı gibi formel yahut gazete, dergi, aile…vb. kurumların yaptığı gibi informel yöntemlerle insanlara aktarılması” (Demir ve Acar, 2005, s. 119).

Öğretim: “Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim.

Öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi” (TDK, 2005, s. 1533).

Vatandaşlık: “Devlete siyasal aidiyet olarak tanımlanmakla birlikte bireyi bir dizi özel

hak ve sorumlulukların bağlı olduğu yasal statüyle donatmaktır” (Safran ve Dilek, 2008, s. 23).

(23)

5

II. BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1. Geçmişten Günümüze Vatandaşlık (Yurttaşlık)

Bu bölümde vatandaşlık kavramının içeriği, bu kavramın nasıl ortaya çıktığı ve tarihsel süreçte geçirdiği anlam değişikliklerine değinilerek genel bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır. Vatandaşlık kavramının ortaya çıkışından itibaren hem felsefi hem de siyasi anlamlar yüklendiği görülmektedir. Günümüzde bu kavramın tanımını yapan bireylerde, kendi siyasi tercihleri ve dünya görüşlerinin de etkili olduğunu söylemek mümkündür.

2.1.1. Vatandaşlık Nedir?

Vatandaşlık kavramı, sosyal bilimler içerisinde en genel anlamıyla Demir ve Acar tarafından “anne babanın uyruğuna, üzerinde dünyaya gelinen ülkeye veya yasaların gerektirdiği belirli şartları taşıyıp taşımamaya bağlı olarak belirlenen ve kişilerin hangi devlet veya millete bağlı olduklarını ifade eden kimlik” (Demir ve Acar, 2005, s. 423) şeklinde ifade edilmiştir.

“Toplumların devlet biçiminde örgütlenmelerinden bu yana devletin yurttaş ile ilişkisi kurulmuş, çeşitli rejimlerde farklı rejim ve içerikte olduğu görülmüştür” (M. Gündüz ve F. Gündüz 2002, s. 5). Kadıoğlu (2008, s. 21) ise literatürde vatandaşlık kavramının dört farklı şekilde kullanıldığını ifade etmiştir. Bunlar:

1. Ulusal kimlik veya milliyet olarak tanımlanan vatandaşlık, 2. Evraklar temelinde tanımlanan vatandaşlık,

3. Haklar temelinde tanımlanan vatandaşlık,

(24)

6

1. Ulusal kimlik veya milliyet olarak tanımlanan vatandaşlık: Modern toplumların varlıklarını devam ettirebilmek için ulusal kimliklere ihtiyaç duydukları bir gerçektir. İnsanların ancak bir ulus-devletin üyesi olarak varlıklarını sürdürebilecekleri şeklinde düşünce yapısı ortaya çıkmış ve vatandaş kavramı ulusal kimlik/milliyet ile eşanlamlı olarak algılanır hale gelmiştir. Vatandaşlık olgusunun ulusal kimlik veya milliyet ile eşanlamlı olarak algılanmasının kökleri Fransız Devrimi’ne kadar gider. Bu dönemde, ulus olgusu devletin egemenliğinin kaynağı olarak ortaya çıkmıştır (Kadıoğlu, 2008, s. 22). Modern dönemde de ulusal bilince sahip, ulus devlete karşı sorumluluklarını yerine getiren bireyler için “vatandaş” ifadesi kullanılmıştır. “Gündelik dilde “milliyet” sözcüğü hem ulusal kimlik ve aidiyete hem de vatandaşlığa ilişkin bir kavram olarak algılanmaya başladı” (Kadıoğlu, 2008, s. 24).

2. Evraklar temelinde tanımlanan vatandaşlık: Günümüzde “vatandaşlık” ifadesi zaman zaman bireylerin hukuki konumunu belirleyen nüfus cüzdanı, pasaport gibi evraklarda kullanılmaktadır (Kadıoğlu, 2008, s. 24).

3. Haklar temelinde tanımlanan vatandaşlık: T.H. Marshall yazılarında modern vatandaşlığın sivil, siyasal ve sosyal haklar içerdiğini ifade etmektedir. T.H. Marshall’ın temellendirdiği bu anlayışa daha sonra tekrar değinilecektir (Kadıoğlu, 2008, s. 27).

4. Görev ve sorumluluklar temelinde tanımlanan vatandaşlık: Ulus-devlet anlayışı çerçevesinde vatandaşlık daha ziyade görevlere vurgu yapılarak ifade edilmiştir. Bu ilişkinin ortaya çıkışını sağlayan devlet olduğu için daha çok sorumluluklar ve görevler ön plana çıkmıştır. Vatandaşlık görevlerinin neler olduğu en açık haliyle milli eğitim müfredatında yer alan vatandaşlık eğitiminde gözlemlenebilir. Bu anlayışta vatandaş, İktidarın belirlediği görev ve sorumlulukları yerine getirmekle yükümlüdür (Kadıoğlu, 2008, s.28).

Yapılan vatandaşlık tanımlamalarında günümüzde haklar temelinde tanımlanan vatandaşlık haricindeki ifadelerle günlük hayatta sıklıkla karşılaşılmaktadır.

Vatandaşlık kavramının tanımlanması sadece bu sınıflama ile sınırlı değildir. “Vatandaş” kavramının tam olarak neyi ifade ettiği düşüncesi birçok yeni soruyu da beraberinde getirmiştir. Kapsamlı olarak ileride modern vatandaşlık başlığı altında incelenecektir. “Modern yurttaşlık fikrinin, toplumun her üyesini ırk, din, cinsiyet, yaş ve sınıf ayrımı yapmaksızın kapsayıcı bir niteliği vardır. Kent devletlerinden imparatorluklara kadar her

(25)

7

siyasal bütünlük içinde üyeliği tanımlayan statü olarak bir yurttaşlık kategorisi mevcuttur” (Kartal, 2010, s. 11).

2.2. Vatandaşlığın Tarihsel Süreci

2.2.1. Batı Dünyasında Vatandaşlık

Siyasi anlamda berrak bir yurttaş imgesi, ilk olarak Antik Yunanlılarda görülmüştür. Buradaki yurttaşlık idealinin ve buna paralel olarak ortaya çıkan politikanın, çok dikkatli bir biçimde incelenmesi gerekmektedir. Kuşkusuz Antik Yunan yurttaşlık ideali günümüze göre, kadınlara ve yabancılara davranış biçimleri, köleliği meşru görmesi gibi eksiklerine rağmen her gün uygulanacak bir politikanın temelini oluşturması açısından ilgi çekici olduğu söylenebilir (M. Gündüz ve F. Gündüz, 2002, s. 10). “Yunan yurttaşlık ideali özünde bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada insanlar, içkin nitelikteki toplumsal ve siyasal bir gelişme süreci sonucunda, kendi kendini gerçekleştirip yüksek yeterliliğe sahip bir yurttaş haline gelmiştir” (M. Gündüz ve F. Gündüz, 2002, s. 13). Antik yunan kent devletleri (polis), hem ilk yurttaşlık fikrinin gelişmesi açısından hem de -çelişkili bir biçimde- dışlayıcı niteliği bakımından önemli siyasi oluşumlardır. Yurttaşlığın, bu küçük ölçekli, özerk birimlerde, siyasal özgürlüğün bir ifadesi olarak ortaya çıktığı ancak özgürlük alanı, dolayısıyla da siyasi katılım ve siyasal topluluğa üyelik, ayrıcalıklı bir yurttaş grubu dışındakilere katı bir biçimde kapalı olduğu görülmektedir (Kartal, 2010, s. 12). “Yurttaş olanların yasaların yapılmasına, yönetici seçimine, yargılamaya doğrudan katılmaya, savaş ve barışa karar vermeye, antlaşmaları onaylamaya hakları vardır” (Göze, 2007, s. 6). Ancak bu doğrudan siyasi katılım dışında yurttaşların da düşünce, inanç özgürlüklerinin bulunmadığı ve özel, sosyal, ekonomik hayatlarının da polis tarafından düzenlendiği bilinmektedir.

Platon ve Aristoteles, Antik Yunan’da devlet kavramı üzerine önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. “Platon’a göre; toplumun doğuş nedeni, insanların tek başlarına kendi kendilerine yetememeleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başkalarının yardım ve işbirliğine gerek duymalarıdır” (Göze, 2007, s. 21). Platon, birçok eksikliği insanların bir araya gelerek, birbirleriyle yardımlaşarak giderebildiğini ifade eder ve bunu “toplum düzeni” olarak adlandırır. Platon toplumun temelde üreticiler sınıfı ve toplumu koruyan, yöneten sınıf olarak iki sınıfa ayrıldığını ifade eder.

(26)

8

Platon’a göre en iyi devlet biçimi kendi ütopyasıdır. Buna göre; devleti bilge krallar yönetecek, yeni doğan çocuklar ailelerinden alınacak ve devlete verilecektir. Devlete ait olan çocuk iki evreli bir eğitimden geçer. İlk olarak beden eğitimi, matematik, gök bilimi gibi dersleri alacak ikinci evrede ise felsefe ve edebiyat gibi üst düzey dersleri alacaktır. Verilen bu eğitim sonrasında yapılan sınava göre en iyiler devleti yönetmeye aday olacaktı.

Toplumda bir kısım insanlar, insandaki beyin ve kafanın yaptığı işleri yaparlarken diğer bir kısım insanlar da daha önemsiz görevleri yerine getirirler. Nasıl ki insanın vücudundaki uyum, her organın kendi görevini yapması ile sağlanırsa devlet içinde de uyum ve adalet, her sınıfın, her bireyin kendi yerinde kalması ve kendi görevini yapması ile sağlanır (Göze, 2007, s. 29).

Platon’a göre sınıflar ve mesleki işlevler arasındaki uyum, adil devletin niteliklerini belirlemekte ve kişinin hakları da toplum içindeki rol ve işlevine bağlıydı.

Yurttaşlığın klasik anlamı Aristoteles’in Politika adlı eserinde ortaya çıkmıştır. Aristo yurttaşlığın, devlet gibi tartışmalı bir konu olduğunu vurgulayarak tek bir tanım üzerinde genel bir uzlaşmanın sağlanamayacağını belirtmiştir. Aristo iyi yurttaşı şöyle tanımlamaktadır: “ iyi yurttaş hem yönetmeyi hem de yönetilmeyi bilmeli ve bu kapasiteye sahip olmalıdır ki bu tam anlamıyla erdemdir.” İnsanın mükemmelliğe polis’ in bir üyesi olduğunda ulaşabileceğini savunmaktadır. Ona göre iyi yurttaş, hem iyi yönetmeyi hem de iyi itaat etmeyi bilmekle sorumludur (Kartal, 2010, s. 12-13). “Aristoteles’e göre, bir kimse yasama ya da yargılama yetkisine katılmaya hak kazanır kazanmaz yurttaş olarak kabul edilir” (Göze, 2007, s. 44).

Aristoteles, yurttaşlık eğitimine önem vermiş ve bir devletteki eğitim sisteminin herkes için aynı olması gerektiğini ifade etmiştir. Genç insanların demokraside demokrasi yandaşı, oligarşide ise oligarşi yandaşı yurttaşlar olarak yetiştirilmeleri gerektiği fikrini savunmuştur. Çocukların eğitiminde iyi ahlaki karakter kazandıracak bir müfredatı gerekli görmüş, müfredatın temeline ise estetik ve müzik eğitimini koymuştur. İyi eğitim, görevlerini en iyi şekilde yapma isteğine sahip yurttaşlar kazandıracaktır.

Antik Yunan kent devletlerinde (polis), haklar ve yükümlülüklerden oluşan bir statüye sahip olanlar vatandaş olarak kabul edilmiştir. Vatandaşları köle ve yabancılardan ayıran ise siyasal hayata katılım haklarının bulunmasıdır. Antik Yunan’da çok sınırlı bir grubun ayrıcalığı olarak temellenen vatandaşlık modeli bulunmaktaydı. Roma’da patrici (ayrıcalıklı sınıf) ve pleplerin (sıradan halk) varlığıyla somutlaşan (her ikisi de yurttaş olan patrici ve pleplerin arasına sokulan sınıf ayrımından ötürü) iki düzeyli bir yurttaşlık anlayışı ortaya çıkmıştır: Hem katılım hem de statüyü içeren yurttaşlık ile yalnızca statüyü

(27)

9

içeren yurttaşlık (Üstel, 1999, s. 53). “Roma’nın yurttaşı olmak, geçerli bir hukuksal statüye sahip olmak anlamını taşıyordu. Yunan yurttaşlık ideali ise özünde bir yaşam biçimiydi, dolayısıyla da ikili ya da çoklu yurttaşlık anlayışı bu kavrama yabancıydı” (Üstel, 1999, s. 54).

Roma’da vatandaşlık statüsü; farklı vatandaşlık sınıflarının bulunması, kölelerin de vatandaşlık hakkına sahip olabilmesi yönüyle Antik Yunan’daki vatandaşlık statüsünden daha esnek bir yapıya sahiptir (Heater, 2007, s. 49). Roma’da sıradan halk (pleb), hakları için büyük toprak sahibi olan ayrıcalıklı sınıfa (patrici) karşı mücadele etmeleri ve patricilerin direnememesi sonucunda bir tür vatandaşlık kazanmışlardır.

Yurttaşlığı hukuki bir statü olarak gören modern anlayışın temellerinin Roma’da atıldığı bilinmektedir (Kartal, 2010, s. 20). Roma vatandaşlığında ödevler, temelde “askerlik hizmeti, mülkiyet ve vergileri ödemek” olarak şekilleniyordu. Roma’da ödevlerin haklarla dengelendiği, bunun yanında özel ve kamusal ayrımın olduğu görülmekteydi. Özel alandaki haklar (diğer vatandaşlarla evlilik, ticaret yapma) vatandaş olamayanlara tanınmıyordu.

“Roma yurttaşı, Atina yurttaşı gibi kanunları yapan ve işleten değil, hukukun koruması altında olan kişiydi. Böylelikle yurttaşlığın geniş ve heterojen bir nüfusa yaygınlaştırılması kolaylaşmıştı” (Kartal, 2010, s. 21). Ancak Romalıların Latin ve Roma vatandaşlığı olarak iki türlü bir vatandaşlık anlayışı geliştirmesi ve böylelikle bir kimsenin hem yaşadığı kentin hem de Roma’nın vatandaşı olabilme hakkını kazandırıyordu.

Yurttaşlık bir yandan Antik Yunan’dan günümüze bir “erdem” olma niteliğini (söz konusu erdeme yüklenen anlamlar zaman ve mekâna bağlı olarak değişmiş olsa da) korumuştur. Burjuva liberal devrimlerinden itibaren, kapitalizmin yükselmesine paralel olarak gelişen ve farklılaşmakta olan bir haklar (ve aynı zamanda görevler) sistemine katılma/kullanma anlamında “olgusal” bir niteliği sahiptir (Üstel, 1999, s. 51).

Her ne kadar Antik Yunan’da Aristo’nun “iyi yurttaş, hem iyi yönetmeyi hem de iyi itaat etmeyi bilmelidir” ifadesi bugün üzerinde düşündüğümüz vatandaşlık kavramının temelini oluştursa da günümüzdeki vatandaşlık kavramını tam anlamıyla ifade etmedi. Roma döneminin sınıf mücadeleleri ve arkasından Ortaçağ Avrupası’nda toprak mülkiyetine dayalı siyasi iktidar ve ona tabi olan köleleşmiş kimselerin varlığı, Antik Yunan’daki vatandaşlık kavramı yerini tebaa anlayışına bıraktı.

(28)

10

“16. yüzyıl başlarında Avrupa’da devletler (İngiltere, Fransa, İspanya ve Polonya), her ne kadar dil ve etnik topluluklar açısından homojen olmasalar da egemen devletler olarak siyaset sahnesine çıkmışlardı” (Kartal, 2010, s. 27). İktidar herhangi bir grup ya da kuruma verilmemiş ve egemenlik kralın (ya da kraliçenin) şahsında toplanmıştır. Bu dönemin egemen devletinden biri Fransa, 16. yüzyıl ortasından itibaren yüz yıl boyunca dokuz Din Savaşı ile uğraşmıştı. Yine bu dönemde egemen devlet olan İngiltere ise 15. yüzyıl ortalarından 17. yüzyıl ortasına kadar Gül Savaşları ve İç Savaş’la meşguldü. Böylesine karmaşık bir dönemde Antik Yunan’da temelleri atılan vatandaşlık kavramından farklı olarak yeni bir vatandaşlık anlayışının oluşmaya başladığı söylenebilir. Bu kavramının yeni koşullarla uyum sağlamasına çalışılırken yeni sorunlar da ortaya çıkmıştır. Bu sorunların ilki kent-vatandaşlığından ulus-devlet vatandaşlığına geçiş sürecidir. Kent yurttaşlığı modern anlamdaki gibi birey-devlet arasındaki ilişkiyi ifade etmiyordu. İngiltere ve Fransa’da henüz tam anlamıyla ulusal bir bütünleşmenin gerçekleşmemiş olması sadakat konusunun ikinci sorun olarak karşımıza çıkmasına neden olmuştur. Diğer bir sorun ise monarşilerde halkın- yurttaş değil- kralın tebaası olması durumudur. 16. ve 17. yüzyıllarda, özellikle kıta Avrupa’sında, kralın gücünün İngiltere’deki kadar kısıtlanmadığı monarşilerde, tebaanın yurttaş olup olamayacağı sorunu gündemde olmuştur (Heater’den aktaran Kartal, 2010, s. 28). Tebaa ile vatandaşlığın ilişkilendirilerek yeni bir vatandaşlık tanımının yapılması, vatandaşlığın bir görevler zümresi olarak ifade edilmesi, halkın isteklerini ifade edebilecek temsili kurumlara sahip olması gibi çözümler getirilmeye çalışılmıştır (Heater, 2007, s. 91-92).

İlk olarak 17. yüzyılda, İngiltere’de, kral-tebaa ilişkisini devlet-yurttaş ilişkisine dönüştüren temeller atıldığı söylenebilir. 17. yüzyıl İngiltere’sinde oluşmakta olan yurttaşlık anlayışında, sadakat, haklar ve ödevler hala ortaçağ tarzındaydı, sınıfsal ayrımlar katıydı ve yerel özellik korunuyordu (Heater’den aktaran Kartal, 2010, s. 30). Soylular sınıfı yargıçlar olarak yerel yönetimleri kontrolleri altında tutmuşlardır. Sadece mülk sahipleri oy verme, jüri üyeliği görevi ifa etme ve vergi ödeme anlamında yurttaş kabul edilmişlerdi. 1647’de (Albay Rainborough) tarafından yurttaşların oy verme hakkı ilan edildi (Kartal, 2010, s. 30). 17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın başlarında İngiliz tebaasını yabancılara karşı korumak amacıyla birçok kanun çıkarılmış ve siyasal ve medeni haklarla tanımlanan bir vatandaşlık modeli oluşmaya başlamıştır.

Bu dönemde vatandaşlık kavramının şekillenmesinde Thomas Hobbes ve John Locke’un toplumsal sözleşme kuramlarının gelişmesi ve Amerikan kolonilerinin bağımsızlıklarını

(29)

11

ilan edip Birleşik Devletlere dönüşmesinin önemli yeri olduğunu ifade etmek gerekir. Hobbes’un kuramında yurttaşlar bir kez otoriteyi yöneticiye teslim ettikten sonra pasif olarak itaat etmek zorunda olarak ifade edilmiştir. Locke ise yönetimin meşruluğu için halkın rızasının gerekliliğini önemle vurgulamıştır (Kartal, 2010, s. 31). Locke’a göre, devletin kuruluş amacı vatandaşların hayatlarını ve özgürlüklerini korumak için kurulmuş ve bu nedenle de vatandaşların isteklerine cevap vermekle yükümlüdür ve siyasi iktidar sınırlandırılmalıdır.

Amerikan kolonilerinin bağımsızlığını kazanıp Amerika Birleşik Devletleri adını almıştır. Amerikan kolonileri tarafından 18. yüzyılın ikinci yarısında haklar uğruna mücadele verilmiş ve görevler sorumluluk bilinci çerçevesinde yerine getirilmiştir. Bu gelişmelerden sonra “citizen” kelimesi sadece kentin değil, bir devletin üyesi anlamında da kullanılmaya başlanmıştır (Heater, 2007, s. 99). Amerikan kolonileri 1776’da ilan ettikleri Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde “yaşama, özgürlük ve mutluluğu arama” haklarına değinmiş; herkesin canını, özgürlüğünü ve malını koruma hakkının olduğunu savunmuşlardır. Amerikalılar haklarını ilan ettikten sonra, İngiliz tebaası olmaktan çıkıp Amerikan vatandaşı olmuşlardır.

18. yüzyılda dünyada yaşanan değişimler vatandaş kavramının şekillenmesinin tamamlanması olarak yorumlanabilir. Bu durumun gerçekleşmesinde hem Amerikan Devrimi hem de Fransız Devrimi’nin (1789) etkisi büyüktür. Üstel, çalışmasında vatandaşlık kavramının yükselişini Fransız Devrimi’ne dayandırmaktadır.

Yurttaşlığın altın çağı hiç kuşkusuz, ulus-devletin yükselmesiyle eş zamanlı olarak yaşandı. Fransız Devrimi’yle başlayan dönemde yurttaşlığın sınırları bir yandan siyasal ve medeni hakların kazanılmasına paralel olarak genişlerken ulus-devletin bizzat kendi topraksal sınırları da yurttaşlığın ulusla özdeşleşmesi sonucunu verdi. Ulus kavramı, sosyal çeşitlilikten birlik ve bütünlük imgesi yaratmayı hedefleyen bir simgeleştirme işlemiyle yakından ilgili olduğundan, bu suretle yaratılan mitsel varlığın oluşturucu unsurlarından farklı olarak bölünmez niteliği ve ortak iradesi ile anlam kazanan bir özgül şahsiyete sahip olması beklenmekteydi. Bu anlayış ise yurttaş kavramına başka bir anlatımla insana değil ama bağlantı ve kimliklerinden soyutlanmış, mantıkla “aydınlandığı” varsayılmış, egemenliğin kullanımına eşit ve özgür bir biçimde katılma özelliği ve yeteneği ile donatılmış yurttaşa dayanmaktaydı (Üstel, 1999, s. 54).

Fransız Devrimi ile birlikte eski rejime ait ayrımcı unvanlar resmen kaldırılmış ve monarşinin tebaasını ifade etmek için “vatandaş (citiyon)” kavramı kullanılmıştır. Devrimin gerçekleşmesiyle ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’yle insanın vatandaş olarak sahip olduğu hakları üzerinde durulmuştur. Bildirgenin ilk beş maddesinde

(30)

12

insan, egemenlik, özgürlük, hukuk kavramlarına gönderme yapılmıştır. İlk olarak insanların haklar ve özgürlükler açısından eşit olarak doğdukları ifade edilir. Sonrasında egemenliğin kaynağının ulus olduğu, vatandaşın hukuki haklarına değinilmiştir. “Devrimin eşitlikçi vatandaşlık fikrinin en etkili siyasal kuramcısı hiç kuşkusuz ki Jean-Jacques Rousseau’dur. Ona göre özgürlük, diğer yurttaşlarla işbirliği içinde kişinin ödevlerini yerine getirmesiyle elde edilir ve korunur” (Kartal, 2010, s. 38).

Kartal’ın (2010, 40) Tilly’den aktardığına göre; “Fransız devrimcilerinin yeni cumhuriyetçi anlayışları Avrupa’da oluşmakta olan ulus-devletler için bir model olmuştur. Devrim, yurttaşlığın gelişmesinde önemli faktör olan, doğrudan yönetimi sağlayarak, ulusal yasamadan yerel birimlere kadar ulaşan bir yönetim hiyerarşisi kurmuştur.”

Fransız Devrimi’nin gerçekleşmesi vatandaşlık kavramının yeniden şekillenmesini sağladığı ve günümüzdeki vatandaşlık anlayışına doğru bir yol izlendiği şeklinde yorum yapılabilir. Kartal’a göre;

Yurttaşlığın kurumsallaşması açısından, 19. ve 20. yüzyılda yaşanan ulus inşası ve devletleşme süreçlerinin etkisi büyük olmuştur. Yeni kurulan devletlerin anayasa yapımı ve uygulamaları ve kamusal eğitim sistemlerini geliştirmeleri hem milliyetçiliğe hem de yurttaşlığın kurumsallaşmasına hizmet etmiştir. “Halkların kendi kaderini tayini” ve “egemenlik” 20. yüzyıl boyunca yeni ulus-devletlerin oluşumunun dayandığı siyasal söylemler olmuştur. Milliyetçilik bir yandan aidiyet duygusuyla yurttaşları birleştirirken diğer taraftan da milliyet ile yurttaşlığın özdeşleşmesine neden olmuştur. Böylece yurttaşlığın öngördüğü hukuki ve siyasal kimlik, milliyetçiliğin kültürel kimliği ile çakışmıştır (Kartal,2010, s. 40-41).

2.2.2. Türk Devletlerinde Vatandaşlık

2.2.2.1. İslamiyet Öncesi Türk Devletlerinde Genel Durum

Eski Türklerde siyasî teşkilatlanmanın en üst makamını oluşturan “İl” in toprağı, halkı, idarî, hukukî nizamları ile görevi, yurdu ve ahaliyi korumaktır. İlde bulunan hükümdarın görevi, ülke ya da yurdu, halk adına korumaktır. Türkler, bağımsız yaşayabildikleri toprağı vatan olarak görmüşler bağımsız olmadıkları coğrafyaları ise kolayca terk edebilmişlerdir. Asya Hunları, Göktürkler, Uygurlar gibi eski Türk devletlerinde ferdî haklar ve mülkiyet hakkının olduğu bilinmektedir. Türk ilinin siyasî birliğini oluşturan boylarda, ortak mülkiyet otlaklar ve yaylaklar olup mülk ve sürü sahipleri buralardan yararlandığı ölçüde vergi verirlerdi. Bu vergiler sayesinde ilin malî ve askerî ihtiyaçları karşılanırdı. Bozkır

(31)

13

kültürünün köleliği önlemesi, adalet ve eşitlik prensiplerinin gelişmesinde etkili olmuştur (Mumyakmaz, 2008, s. 28).

“Kul” tabiri eski Türklerde esirlik ve haklarından mahrum kalma anlamında kullanılmıştır. Beylerin devlet içerisinde sorumlulukları dâhilinde hakana yardımcı olmaları halktan üstün tutulmalarını sağlamıştır. Aç doyuran, çıplak giydiren, savaşlarda ve avlarda üstün yetenek gösteren kişiler beylik makamını kazanıyorlardı. Devlet yönetiminde üstlenilen vazife toplumdaki hiyerarşiyi belirlemekteydi (Kafesoğlu, 2003, s. 239-243). Devletin, emretme hakkı bulunmaktaydı ancak itaat edenlerin, bu hakkın meşruiyetini tanımaları gerekmekteydi. İslamiyet öncesinde Türklerde egemenlik Tanrının armağanıydı. Bu anlayışa karşılık halk hükümdarı insanüstü bir varlık olarak da görmemiştir. Hükümdarın vazifelerini gerçekleştiremezse kut’ tan düştüğü ve vazifesinin Tanrı tarafından geri alındığına inanılırdı. Genel olarak hükümdar, idaresinde bulunanları soy, din, dil ayrımı gözetmeksizin töreye göre yönetirdi (Mumyakmaz, 2008, s. 29). Toy(Kurultay), Asya Hunlarında devlet ve millet meselelerinin uzun uzadıya tartışılıp karara bağlandığı meclisti. Hükümdarın yerine Toy’un idaresinde yetki sahibi olan idareciler, hanedan mensupları dışından devlete hizmetleri ve dirayetli kişilikleri ile seçkinleşmiş, halk tarafından sevilen kişilerdi. Toyda hükümdara vekâlet eden yöneticiler, halk arasında itibar kazanmış kimselerdi. Öteki Türk devletlerinde de benzer meclisler bulunmaktaydı. Göktürk ve Uygurlarda siyasî, askerî, iktisadî ve kültürel bütün meselelerin görüşülüp karara bağlandığı “Tabgaç Meclisi” bulunuyordu (Kafesoğlu, 2003, s. 259-261).

2.2.2.2. Türk-İslam Devletlerinde Genel Durum

Türklerin hâkim olduğu kültür çevresinde din en önemli unsur kabul edilmekteydi. Türklerin fütuhat felsefesine uygun düşen İslam’ı yayma düşüncesi sonucunda eski Türk kültür merkezleri Buhara, Semerkand, Balasagun civarında yaşayan Türkler hızlı bir şekilde İslamiyet’i benimsedi. Basmıl, Yabaku gibi Türk boylarının İslamiyet’i kabul etmemesi İslam’ı benimsemiş Türklerin mücadelelerine neden olmuştur. Karahanlılar Mani ve Buda dinindeki Uygurların Müslüman olmalarına çalışmışlardır. Gaznelilerde İslam, devlet ve halk birliğini sağlayan en önemli unsur sayılmıştır (Mumyakmaz, 2008, s. 30)

Selçuklu Devleti hem Türk hem de İslam unsurlarına dayanan bir yapıda kurulmuştu. “Selçuklu İmparatorluğu kurulurken, Türk hâkimiyet telakkisine göre devlet, başta bulunan

(32)

14

hanedanın ortak malıdır” (Köymen, 1998, s. 11). Türkmen beyleri de askerî hiyerarşiye idarî, askerî ve siyasî haklarla katılmışlardır. Selçuklularda Tuğrul Bey’in başa geçmesinden itibaren merkeziyetçi devlet yapısı kurma isteği ve çabası feodal beylerin karşı çıkışları ve isyanlara neden olmuştu. Bu sebeple Türkmen aristokrasisinin nüfuzu zamanla kölelikten gelen Türk emirleri ile kırılmıştı. Ancak bu emirlerin mevkileri de yine feodal esaslara göre şekillenmişti (Turan, 2003, s. 306-307).

Selçuklularda göçebe feodalizme göre yapılandırılmış bir toprak hâkimiyeti söz konusudur. Bu toprak hâkimiyeti ise “iktâ” olarak adlandırılmıştı. Selçuklular bu yapı ile askerlerini imparatorluğun dört bir yanına dağıtmış ve toprak vergilerine bağlı bir ordu oluşturmuş ayrıca Türkmenlerin geçimleri ile de ülkenin imar ve idaresi sağlanmıştır. İktâlar babadan oğula devredilebiliyordu bunun yanında iktâlar arttıkça gelir de artacağından iktâ sahipleri de ülkenin imarına önem veriyordu. İktâ sahipleri bir devlet memuru olarak görüldüğünden halkın devlete ödediği vergi dışında vergi alamazlardı. Selçuklu Devleti bu sistem sayesinde hem askerine maaş ödemeden ordusunu besliyor hem de Türkmenleri devlete ve toprağa bağlıyordu (Turan, 2003, s. 308-309).

Ordu mensupları arasında bölüştürülen iktâların vergileri yine ordu mensuplarına ödenirdi. İktâlarda çalışan “reaya” dan alınacak vergi miktarı iktânın bulunduğu bölgeye, elde edilen ürünün cinsine ve verim derecesine göre her Büyük Divan tarafından tespit edilir ve iktâ sahipleri bu miktarın üzerinde vergi alamazdı. Reayanın mülküne el uzatılması, aile dokunulmazlığına el uzatılması veya reayanın hakkına tecavüz edilmesi gibi durumlarda, köylü ve çiftçi büyük divana hatta doğrudan doğruya sultana şikâyet hakkına sahip olurdu. İktâ sahibinden hoşnut değilse başka bir yere göç edebilme hakkına sahipti. Selçuklu döneminde Türkler, hayvancılık dışında esnaf, zanaat sahibi, nakliyeci, işçi olarak ekonomiye katılmışlardı. Farklı meslek grupları neticesinde kaleden ibaret kasabalar büyüyerek şehirler oluştu. İktisadî hayatta Müslüman Türkler Ahilik adı altında teşkilatlanmıştı. Bu teşkilât Müslümanlara belirli imtiyazlar sağlarken gayrimüslimlere kapalıydı (Mumyakmaz, 2008, s. 32).

İslam öncesinde Türklerde (Göktürk, Uygur, Hazar) kendilerine sığınan yabancı din mensuplarını himaye etmiş ve bu anlayış Selçuklularda da devam etmiştir. Selçuklu idaresindeki Yahudi ve Hıristiyan gayrimüslim unsurlar huzur içinde yaşamışlardır. Selçukluların Hıristiyan dininin hâkim olduğu toprakları fethetmelerine rağmen Hıristiyan kaynakları Alp Arslan ve Melikşah’ın adalet ve merhametinden övgüyle söz etmişlerdir. Melikşah devlet merkezini Rey’den İsfahan’a taşıyınca bu bölgede yoğunlukta olan

(33)

15

Yahudi nüfus daha da artmıştır. Ermeni Patriği Basille’nin 1090’da Melikşah’tan kiliselere, manastırlara ve rahiplere konan verginin affını istemesi ve Sultanın ise bu talebi kabul etmesi bu dönemde gayrimüslim tebaa ile olan ilişkilere ışık tutmaktadır (Turan, 2003, s. 321-322).

2.2.2.2. Osmanlı Devleti’nde Vatandaşlık

Osmanlı Devleti’nin devlet geleneği ve egemenlik anlayışının temelinde İslam devlet geleneğinin bulunduğu ayrıca Orta Asya Türk Devlet geleneği ile yakın doğu Bizans, Sasani devlet anlayışını özümsemiş olduğu ifade edilmektedir. Osmanlı devletinde yerli yerinde duran ve birbirine karışmayan sınıflar bütününden oluşan tebaa bulunmaktadır. Arap-İslâm siyasî düşüncesinde, statükocu topluma yabancı bir anlayış söz konusudur. Bu anlayışa göre toplum Allah’ın emaneti olarak idareciye teslim edilirdi. İdarecinin adaletle yönetmediği takdirde idareci değiştirilebilirdi. Bu yapının Yunan ve Hind İran siyasî düşüncesinin etkisiyle hızla değişime uğrayarak statükocu bir nitelik kazanmıştır. Bu siyasî gelenek, Emevî ve Abbasî dönemlerinden itibaren saltanat kavramı etrafında merkezileşmiş bir otorite olarak Osmanlılara kadar gelmiştir (Mumyakmaz, 2008, s. 33-34).

Barış ve düzeni sağlama amacı çerçevesinde Osmanlı toplumunda herkesin kendisine uygun sosyal seviyede bırakılması anlayışının olduğunu söylemek mümkündür. Osmanlı Devleti’nde cemiyet iki grup altında toplanabilir. Bunlardan birincisi Askeri adı altında toplanan ve görevleri icabı vergilerden muaf olan kısım; ikincisi ise şehirliler, köylüler ve göçebe aşiretlerin meydana getirdiği reaya denilen vergi mükellefi gruptu (Halaçoğlu, 2007, s. 101). Ayrıca reayadan olup, padişah beratı ile bir kısım vergiden muaf tutulan “muaf ve müsellem reaya” olarak ifade edilen zümreyi eklemek gerekir. Osmanlı toplumunda sınıflar arasında kesin bir ayrımın olmadığı bilinmektedir. Padişahın beratı ile askeri sınıftan bir kimse reayaya dâhil olurken reayadan bir kimse de padişahın beratı ile askeri gruba dâhil olabilmektedir. Bu durum sınıf anlayışının Avrupa’dan farklı olduğunu göstermektedir. Öyle ki toplumun her kesimi tabi bulundukları kanun ve nizama göre hareket etmek durumunda olup, Müslüman olsun, gayrimüslim olsun her bir fert eşit hak ve hukuka sahip olmuştur (Halaçoğlu, 2007, s. 101).

Miri topraklar üzerinde tasarruf hakkına sahip olan köylüler, hususi bir vergilendirmeye tabi tutulmuş, toplumsal konumları da ödedikleri vergilere belirlenerek Tahrir Defterlerine

(34)

16

kaydedilmiştir. Ekonomide temel olarak toplumun tüm kesiminin ihtiyaçlarının karşılanması anlayışı hâkimdir. Devlet ve onun adına hareket edenler ekonomik kaynaklar üzerinde kesin söz hakkına sahipti. Toplumun bu kesimine diğer kesimine göre ayrıcalıklı bir kaynak tahsisi yapılmaktaydı. Ancak bu ayrıcalıklı durumun görev süreleri ile sınırlı tutulması zengin ve ayrıcalıklı bir zümrenin oluşmasını engelledi. Ziraat Osmanlıda ekonominin hâkim sektörü idi. Toprak üretici köylü aileler arasında eşit olarak paylaştırılıyor ancak toprağın mülkiyeti yine devlette kalıyordu. Toprağı işlememek ve terk etmek devlet tarafından yasaklanmıştı (Mumyakmaz, 2008, s. 34-35). “Şehirlerde ise ticaret, endüstri ve benzeri işler yapan esnaf olarak adlandırılan kimseler bulunmaktaydı. Devlet ekonomisine, pazarlarda sattıkları mallar dolayısıyla verdikleri vergilerle katkıda bulunmuşlar, buna bağlı olarak da “Lonca” adıyla meydana getirdikleri teşkilatlar sayesinde idarede söz sahibi olmuşlardır” (Halaçoğlu, 2007, s.103).

Osmanlı Devleti İslam zimmet hukukuna dayanarak gayrimüslimleri devlet güvencesi altına almıştır. Gayrimüslimler evlenme, boşanma, vasiyet gibi medeni haklarını kendi dini ve hukuki sistemlerine göre düzenleme idare etme yetkisine sahip olmuşlardır.

Osmanlı Devleti’nin Batılı devletlere verilen kapitülasyonlar sayesinde gayrimüslimeler üzerinde himaye kurarak Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale edebilme hakkına sahip olmaya başlamışlardır. 1789’da meydana gelen Fransız Devrimi gayrimüslimler arasında ayaklanma ve bağımsızlık fikirlerinin açığa çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu noktada Osmanlı Devleti tebaasının bir arada olması ve İmparatorluk içerisinde birliğin devamı için 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nı ilan etmiştir. Osmanlı Devleti’nde kul ve tebaa anlayışından vatandaşlık anlayışına dönüşümünün temelini Tanzimat Fermanı oluşturur. “Tanzimat kelimesi, “tanzim” (nizam verme, düzenleme) kelimelerinin çoğuludur; düzenlemeler demektir” (Bolay, 2002, s. 517). Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Osmanlı tebaasına can, mal ve namus güvenliğinin sağlanacağı garantisi verilmiş, bazı bireysel hak ve özgürlükler de verilmiştir. Bu belge ile ilk kez devlet Müslim ve gayrimüslimler ile bir nevi sözleşme yapmak suretiyle onları muhatap kabul etmiştir. Bu fermanda “ bu İmparatorluk ödünleri dini ya da mezhebi ne olursa olsun bütün uyruklarımızı kapsar” ifadesi, Osmanlı tebaasında bulunan her kesimin kanun önünde eşitliğini resmi politika haline getirmiştir. Osmanlı uyruğundaki herkesin çok milletli kardeşliği ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla devlet ve vatandaşlık kavramları gittikçe Batılılaşmış ve laikleşmişti (Davison, 2005, s. 41-42). Bu durum Müslümanlar arasında hoşnutsuzluğa neden olmuş, gayrimüslimler yeni bir çağın başlangıcı olarak görmüşlerdir.

(35)

17

Müslim ve gayrimüslimlerin din ve vicdan hürriyeti hususunda eşitlik ifadeleri yer almıştır. Bu durum siyasi, hukuki ve ekonomi alanlarına yönelik eşitlik talepleri ve onların karşılanmasına yönelik gelişmelere zemin hazırlamıştır.

Büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimleri bahane ederek, müdahalelerinin sürmesi nedeniyle Osmanlı devleti bunun önüne geçebilmek için Kırım Harbi sonrasında 25 Şubat 1856’da Paris Antlaşması’nın imzalanmasından altı hafta önce Islahat Fermanını ilan etti. Ferman, İngiliz, Fransız ve Avusturya büyükelçiliklerinin baskısı altında hazırlanmış ve 1839’da Tanzimat Fermanında belirtilen ilkeler yeniden ifade edilmişti (Lewis, 2009, s. 162). Bu fermanda din farkı gözetmeksizin herkesin memuriyete ve devlet okullarına girebilmesi, verginin Osmanlı tebaasından eşit olarak alınması gibi kuralların yanında cizyenin kaldırılacağı ve gayrimüslimlerin de askere alınacağı ifadelerine yer verilmiştir. Gayrimüslimlerin askerlik yükümlülüğü için kaldırılmış bir vergi olan cizye gibi toplanacak ve “bedel” adı verilen bir tür muafiyet vergisi vermeleri istenmiştir (Lewis, 2009, s. 162).

Osmanlı Devleti, 19 Ocak 1869’da uyrukluk (tabiiyet) ve uyrukluğa kabul kanununun Osmanlı topraklarında yaşayan her şahsın din ve mezhep farkı gözetmeksizin aksi kanıtlanmadıkça herkesin Osmanlı tebaası sayılacağını belirterek Osmanlı uyruğundaki hiç kimsenin Bab-ı Ali’nin onayı olmadan başka bir devletin vatandaşlığına geçemeyeceği vurgulanmıştır (Davison, 2005, s. 275). Bu kanun vatandaşlığın hukuki boyutunu tanımlaması açısından önemlidir.

Öte yandan, Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyıldan itibaren eski gücünü kaybetmeye başlaması üzerine devletin yeniden eski gücünü kazanabilmesi için ıslahat çalışmaları gerçekleştirmiştir. Ancak 19. yüzyıldan itibaren devlette artık hürriyet, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerinin bulunmasının gerekliliğini, halkın vatan sevgisi ve Osmanlılık bilinci çerçevesinde birleşmesi gereğini savunan Genç Osmanlılar grubu ortaya çıkmıştır. Genç Osmanlılar yönetimde mutlakıyeti değil meşrutiyeti istiyordu. Abdülhamid’in Kânun-i Esasi’yi destekleyeceğine dair söz vermesi üzerine 31 Ağustos 1876’da Abdülhamid’in padişahlığı ilan edildi (Lewis, 2009, s. 223). 23 Aralık 1876’da bir fermanla ilân edilen Kânun-i Esasi’de; kanun önünde bütün Osmanlı halkının eşit olduğu kabul edilmiş, herkese şahsi mesken, eğitim, yayın, ortaklık kurma hakkı verilmiştir. Ayrıca kimseden kanunsuz para alınamayacağı, vergilerin herkesin gelirine ve gücüne göre hesaplanacağı müsadere ve angaryanın yasak olduğu belirtilmiştir (Turan vd., 2011, s. 36). “Kanun-i Esasi, devletin bütünlüğü, eğitimde devlet denetimi ve resmî dil olarak Türkçenin

(36)

18

kullanılmasını esas alırken, Osmanlı Devleti tebaasının din, dil ayırt etmeksizin kabiliyetlerine göre eşit şekilde değerlendirilmesi ile temel hak ve hürriyetlerin kullanımı konusunda teminat veriyordu” (Mumyakmaz, 2008, s. 48). Abdülhamid Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında 14 Şubat 1878’de Meclisi kapattı. Meclisin kapanmasından sonra Abdülhamid’e olan muhalefet artmış ve 1889’ da gizli olarak İttihad-ı Osmani Cemiyeti adı ile kurulmuştur. Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i Tıbbıye’deki katılımlarla yurt içinde ve dışında üye sayısının artmasıyla yeni şubeler açılmıştır (Hayta ve Ünal, 2008, s. 194). Abdülhamid’ in cemiyetin varlığından haberdar olması üzerine liderlerden bir kısmı tutuklanmış sonra serbest bırakılmışlardır. Bu tarihlerde yurt dışındaki muhalefetin merkezi Ahmet Rıza’nın Paris’te kurduğu İttihat ve Terakki adlı cemiyet idi. 1906’da Selanik’te gizli kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, 14 Eylül 1907’de merkezi Paris’te olan Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ile birleşmiştir (Turan vd., 2011, s. 42-43). Osmanlı tebaasından olan ve devlete mensubiyeti kabullenmiş Ermeni ve Arapları da çatısı altında toplamaya çalışmıştır. 1908’de meydana gelen siyasi olaylar neticesinde Abdülhamid Kânun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğe koyarak II. Meşrutiyeti ilan etmiştir. Üstel’e göre Tanzimat Fermanı ve daha sonrasında meydana gelen reform süreçlerinin özellikle de II. Meşrutiyet dönemiyle beraber Osmanlı toplumu Padişaha kul olmaktan çıkarak vatandaş statüsüne kavuşmuştur.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar geçen dönemde Osmanlı toplumu tebaa olarak atfedilmiştir. Bireysel hak ve özgürlüklerden yoksun mevcut yönetim sisteminin bir gereği olarak da siyasal katılımdan uzak bir toplum yapısı söz konusu olmuştur.

2.2.3. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Vatandaşlık

Modern ulus kavramı, Türkiye açısından bakıldığında Fransa ve Almanya’nın ulus anlayışı ile paralellik göstermektedir. Alman milliyetçiliği kültürel bir akım olan romantizmin etkisiyle ortaya çıktı. Bu akım Fransız kozmopolitliğini eleştirmesi açısından önemlidir. Alman romantik hareketi ulus fikrini Bismarck’ın ulus-devlet girişimden önce ortaya atmıştı. Kadıoğlu’nun (2008, s. 172) Brubaker’den aktardığına göre;

Ütopya’nın tüm vatandaşlarını ütopyaca konuşmak başka, tüm ütopyaca konuşanları ütopya vatandaşı yapmak bambaşka bir şeydir. Kabaca söylersek, birincisi Fransız ikincisi Alman milliyet modelini temsil etmektedir. Gerek hukuksal (vatandaşlığa kabul gibi) gerekse kültürel olarak asimilasyon, siyasal üyelik kavramına ve Fransızların Roma’dan aldığı bir gelenek olan,

(37)

19

devletin yabancıları vatandaşa, köylüleri ya da göçmen işçileri Fransız’a dönüştürebileceği inancını varsayar (Kadıoğlu, 2008, s. 172).

Bu bilgiden yola çıkılarak Fransız vatandaşlık kavramının asimilasyonist ve devlet merkezli geliştiği, Alman vatandaşlık kavramının ise daha çok kültürel çerçevede ortaya çıktığı söylenebilir. Fransız milliyetçiliğinde medeniyete vurgu yapılırken Alman milliyetçiliğinin daha kültürcü özellik taşıdığı görülmektedir. “Türk milliyetçiliği hem medeniyetçi hem de kültürcüdür. Bu nedenle paradoksal bir doğaya sahiptir. Medeniyet ve kültür arasındaki paradoks en iyi Ziya Gökalp’in yazılarında ifade bulur. Yazılarında bahsettiği milliyetçilik bireyci ve kozmopolitandır, ancak özgün ve yerel kimliğin korunmasından yanadır” (Kadıoğlu, 2008, s. 173). Gökalp medeniyet ve kültürü birbirinden ayrı olgular olarak görmemiş aksine bu ikisini sentezlemeye çalışmıştır.

Bu durum Türkiye açısından değerlendirildiğinde ise Türkiye’deki vatandaşlık kavramının ağırlıklı olarak Fransız vatandaşlık anlayışının hâkim olduğu ancak Alman vatandaşlık anlayışının da izleri olduğu yorumuna ulaşılabilir. Türkiye’de iktidardan bireye verilen sorumluluklar ve imparatorluktan ulus-devlet anlayışına geçişte bir ulus oluşturma anlayışı Fransız modeli ile benzerlik gösterir. Ortak kültür, ortak dil ve ortak tarih oluşturma yönünde gösterilen çabalar ise Alman vatandaşlık anlayışı ile benzerlik göstermektir. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte Osmanlı Devleti’nin sona ermesi, imparatorluktan ulus-devlete geçiş sürecini oluşturmaktadır. Bu süreç içinde 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bir ulus-devlet inşa sürecinin başladığı bilinmektedir (Kadıoğlu, 2008, s. 227). Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra, Cumhuriyet Dönemi’nde Tanzimat döneminden itibaren devam eden vatandaş olma süreci dinamik yapısını sürdürmeye devam etmiştir. Aslında Türkiye’deki cumhuriyetçi vatandaşlığın kuruluşunun 1920’lerden çok daha önce başlamış Avrupalı bir proje olduğu yorumu yapılabilir. Irka ve etnikleştirilmiş bir Türklüğe dayalı Türk kimliği ve vatandaşlığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcında yaygınlaşmış bir anlayıştır (Keyman ve İçduygu, 2009, s. 46). 1921 Anayasası’nda vatandaşlık kavramı üzerinde çok durulmamış, vatandaş olarak kimlerin ifade edileceğine değinilmemiştir.

Ancak 1921 Anayasası’nda halkın yönetimde söz sahibi olmasına önem verilmiştir. Bu anayasada egemenliğin esasen halka ait olduğu, halkın bu yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi eliyle kullanacağını belirtmiş ayrıca yerel yönetimlerde de yine halkın söz sahibi olacağı ifadesinde bulunulmuştur. 1924 Anayasası’nda 1921 Anayasası’nda yer almayan

(38)

20

vatandaşların hak ve özgürleri “Türklerin Kamu Hukuku” başlığı ile düzenlenmiştir (Yalçın vd., 2010, s.88). Vatandaşlık kavramı 1924 Anayasası’nın 88. Maddesi’nde şu şekilde ifade edilmiştir:

Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir. Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelip de memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince

Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür ( http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa24.htm ).

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde gerçekleştirilen reformlarda devletin belirleyici rolü devam etmiştir. Bu durum yapılan devrimlerin halka kabul ettirilmek istendiği için taban devrimi değil tavan devrimi olarak ifade edilmesine neden olmuştur. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Türk vatandaşlarının tam aktif vatandaş oldukları söylenemez (Esendemir, 2008, s. 68-69).

Türk devletinin ulusundan ayrılmazlığı ve sınırların değişmezliği Türk ulusal kimliğinin temelinde bulunan önemli bir unsurdur. Türk vatandaşlığı devlet otoritelerince yukarıdan tanımlanan bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Vatandaşlık kavramının ayırt edici özellikleri ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 tarihli kongresinde şekillenmiş ve partinin simgesi olarak “altı ok” ifadesi kullanılmıştır. Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Cumhuriyetçilik, devletçilik, İnkılapçılık olarak belirtilen bu altı ok 1937’de Anayasaya dâhil edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bunları içselleştirmeleri beklenmiştir (Kadıoğlu, 2008, s. 174-175).

19 Şubat 1932’de Türkiye’de 14 ilde Halkevlerinin açılmasındaki amaç Cumhuriyetin ilkelerini yaymak ve bu ilkeler doğrultusunda oluşması beklenen ideal Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısını arttırabilmekti. Ayrıca 1931’de Türk Tarih Kurumu ve 1932’de Türk Dil Kurumu’nun kurulması yine Halkevlerinin kuruluş amacı ile paralellik göstermektedir. TTK, İslam öncesindeki Türk varlığının üzerinde dururken TDK ise tüm dillerin anası olan Türk dilinin zenginliğini ortaya çıkarmaya çabalamıştır. Halkevleri, TTK ve TDK Türkiye’de bireyselliğe ilişkin zihniyeti oluşturmadan önce, vatandaşı oluşturma yönünde çaba göstermişlerdir. Bu durum vazifeleri haklardan daha önemli kabul eden bir vatandaşlık olgusunun oluşmasına yardım etmişlerdir (Kadıoğlu, 2008, s. 175).

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk’üm demeyi” Türk olmaya üstün tutan “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü ulusa aidiyeti yurttaşlık ilişkisi olarak kavramsallaştırmaktır (Bilgin, 1998, s. 123). Atatürk’ün vatandaşlık kavramı üzerine düşünce yapısını açıkça

Şekil

Tablo 1. Araştırmaya Katılan Öğrencilerin Okul Türüne Göre Demografik Bilgileri  Değişken                                                                                     Öğrenci Sayısı                   %                         Anadolu Lisesi
Tablo 3. Araştırmaya Katılan Öğrencilerin Cinsiyete Göre Demografik Bilgileri  Değişken                                                                                            Öğrenci Sayısı              %                        Kız
Tablo 6.  Faktör Analizi Sonuçlarına Göre Açıklanan Toplam Varyans Oranı
Şekil 1. Faktörlerin öz değerlerine göre oluşturulan çizgi grafiği
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

 İzmir Müdafa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti: İzmir’in Yunanlılara verilmesini engellemek amacıyla

 Sivas Kongresi öncesi kongrenin toplanmasına engel olmaya çalışan Damat Ferit, kongre ka- rarlarının Padişaha iletilmesine de engel oldu. Bunun üzerine Mustafa Kemal

 Ayaklanmaların çıkmasında İtilaf Devletleri’nin ve İstanbul hükümetinin kışkırtmalarının büyük etkisi vardır.. İstanbul hükümeti

Güneyde başarılı olamayan Fransızlar Sakarya Savaşı’ndan sonra yapılan Ankara Antlaşması ile Anadolu’yu boşaltmışlardır...

 17 Şubat 1926 yılında TBMM tarafından Türk Medeni Kanunu olarak kabul edilmiştir.. Ceza Kanunu İtalya’dan (1926),Hukuk Muhakemeleri Usul Kanunu İsviçre’den

edebiyatçılarımızı en fazla etkileyen yönü genellikle Türk milletinin vatanı ve bağımsızlığı için gösterdiği.

Mudanya görüşmelerinde Türkiye’yi temsil eden İsmet Paşa (sağdan ikinci) ve İtilaf Devletleri temsilcileri..  Bu ateşkese göre; 14/15

Mustafa Kemal’in ordumuzun daha fazla kayba uğramaması için bütün sorumluluğu üzerine alarak verdiği çekilme kararı Mecliste de sert tartışmalara neden