• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.2. Vatandaşlığın Tarihsel Süreci

2.2.3. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Vatandaşlık

Modern ulus kavramı, Türkiye açısından bakıldığında Fransa ve Almanya’nın ulus anlayışı ile paralellik göstermektedir. Alman milliyetçiliği kültürel bir akım olan romantizmin etkisiyle ortaya çıktı. Bu akım Fransız kozmopolitliğini eleştirmesi açısından önemlidir. Alman romantik hareketi ulus fikrini Bismarck’ın ulus-devlet girişimden önce ortaya atmıştı. Kadıoğlu’nun (2008, s. 172) Brubaker’den aktardığına göre;

Ütopya’nın tüm vatandaşlarını ütopyaca konuşmak başka, tüm ütopyaca konuşanları ütopya vatandaşı yapmak bambaşka bir şeydir. Kabaca söylersek, birincisi Fransız ikincisi Alman milliyet modelini temsil etmektedir. Gerek hukuksal (vatandaşlığa kabul gibi) gerekse kültürel olarak asimilasyon, siyasal üyelik kavramına ve Fransızların Roma’dan aldığı bir gelenek olan,

19

devletin yabancıları vatandaşa, köylüleri ya da göçmen işçileri Fransız’a dönüştürebileceği inancını varsayar (Kadıoğlu, 2008, s. 172).

Bu bilgiden yola çıkılarak Fransız vatandaşlık kavramının asimilasyonist ve devlet merkezli geliştiği, Alman vatandaşlık kavramının ise daha çok kültürel çerçevede ortaya çıktığı söylenebilir. Fransız milliyetçiliğinde medeniyete vurgu yapılırken Alman milliyetçiliğinin daha kültürcü özellik taşıdığı görülmektedir. “Türk milliyetçiliği hem medeniyetçi hem de kültürcüdür. Bu nedenle paradoksal bir doğaya sahiptir. Medeniyet ve kültür arasındaki paradoks en iyi Ziya Gökalp’in yazılarında ifade bulur. Yazılarında bahsettiği milliyetçilik bireyci ve kozmopolitandır, ancak özgün ve yerel kimliğin korunmasından yanadır” (Kadıoğlu, 2008, s. 173). Gökalp medeniyet ve kültürü birbirinden ayrı olgular olarak görmemiş aksine bu ikisini sentezlemeye çalışmıştır.

Bu durum Türkiye açısından değerlendirildiğinde ise Türkiye’deki vatandaşlık kavramının ağırlıklı olarak Fransız vatandaşlık anlayışının hâkim olduğu ancak Alman vatandaşlık anlayışının da izleri olduğu yorumuna ulaşılabilir. Türkiye’de iktidardan bireye verilen sorumluluklar ve imparatorluktan ulus-devlet anlayışına geçişte bir ulus oluşturma anlayışı Fransız modeli ile benzerlik gösterir. Ortak kültür, ortak dil ve ortak tarih oluşturma yönünde gösterilen çabalar ise Alman vatandaşlık anlayışı ile benzerlik göstermektir. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte Osmanlı Devleti’nin sona ermesi, imparatorluktan ulus- devlete geçiş sürecini oluşturmaktadır. Bu süreç içinde 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bir ulus-devlet inşa sürecinin başladığı bilinmektedir (Kadıoğlu, 2008, s. 227). Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra, Cumhuriyet Dönemi’nde Tanzimat döneminden itibaren devam eden vatandaş olma süreci dinamik yapısını sürdürmeye devam etmiştir. Aslında Türkiye’deki cumhuriyetçi vatandaşlığın kuruluşunun 1920’lerden çok daha önce başlamış Avrupalı bir proje olduğu yorumu yapılabilir. Irka ve etnikleştirilmiş bir Türklüğe dayalı Türk kimliği ve vatandaşlığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcında yaygınlaşmış bir anlayıştır (Keyman ve İçduygu, 2009, s. 46). 1921 Anayasası’nda vatandaşlık kavramı üzerinde çok durulmamış, vatandaş olarak kimlerin ifade edileceğine değinilmemiştir.

Ancak 1921 Anayasası’nda halkın yönetimde söz sahibi olmasına önem verilmiştir. Bu anayasada egemenliğin esasen halka ait olduğu, halkın bu yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi eliyle kullanacağını belirtmiş ayrıca yerel yönetimlerde de yine halkın söz sahibi olacağı ifadesinde bulunulmuştur. 1924 Anayasası’nda 1921 Anayasası’nda yer almayan

20

vatandaşların hak ve özgürleri “Türklerin Kamu Hukuku” başlığı ile düzenlenmiştir (Yalçın vd., 2010, s.88). Vatandaşlık kavramı 1924 Anayasası’nın 88. Maddesi’nde şu şekilde ifade edilmiştir:

Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir. Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelip de memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince

Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür ( http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa24.htm ).

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde gerçekleştirilen reformlarda devletin belirleyici rolü devam etmiştir. Bu durum yapılan devrimlerin halka kabul ettirilmek istendiği için taban devrimi değil tavan devrimi olarak ifade edilmesine neden olmuştur. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Türk vatandaşlarının tam aktif vatandaş oldukları söylenemez (Esendemir, 2008, s. 68-69).

Türk devletinin ulusundan ayrılmazlığı ve sınırların değişmezliği Türk ulusal kimliğinin temelinde bulunan önemli bir unsurdur. Türk vatandaşlığı devlet otoritelerince yukarıdan tanımlanan bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Vatandaşlık kavramının ayırt edici özellikleri ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 tarihli kongresinde şekillenmiş ve partinin simgesi olarak “altı ok” ifadesi kullanılmıştır. Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Cumhuriyetçilik, devletçilik, İnkılapçılık olarak belirtilen bu altı ok 1937’de Anayasaya dâhil edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bunları içselleştirmeleri beklenmiştir (Kadıoğlu, 2008, s. 174-175).

19 Şubat 1932’de Türkiye’de 14 ilde Halkevlerinin açılmasındaki amaç Cumhuriyetin ilkelerini yaymak ve bu ilkeler doğrultusunda oluşması beklenen ideal Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısını arttırabilmekti. Ayrıca 1931’de Türk Tarih Kurumu ve 1932’de Türk Dil Kurumu’nun kurulması yine Halkevlerinin kuruluş amacı ile paralellik göstermektedir. TTK, İslam öncesindeki Türk varlığının üzerinde dururken TDK ise tüm dillerin anası olan Türk dilinin zenginliğini ortaya çıkarmaya çabalamıştır. Halkevleri, TTK ve TDK Türkiye’de bireyselliğe ilişkin zihniyeti oluşturmadan önce, vatandaşı oluşturma yönünde çaba göstermişlerdir. Bu durum vazifeleri haklardan daha önemli kabul eden bir vatandaşlık olgusunun oluşmasına yardım etmişlerdir (Kadıoğlu, 2008, s. 175).

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk’üm demeyi” Türk olmaya üstün tutan “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü ulusa aidiyeti yurttaşlık ilişkisi olarak kavramsallaştırmaktır (Bilgin, 1998, s. 123). Atatürk’ün vatandaşlık kavramı üzerine düşünce yapısını açıkça

21

ortaya koyar. Atatürk’ e göre vatandaşlık, millet, dil, kültür ve ideal birliği ile birbirine bağlı olanlardan oluşur; yani vatandaşlığın soy kütüğünden değil sonradan kazanılan özelliklerle ortaya çıktığını ifade eder.

Mustafa Kemal’in manevi kızı Afet İnan 1930’da “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adlı eserini Mustafa Kemal’in katkıları ile yayınlanmıştı. Bu kitapta vatandaşın aile, devlete ve topluma karşı görevleri tanımlanmıştı (Kadıoğlu, 2008, s. 177). Bu kitapta vatandaşın devlete karşı olan üç önemli görevi olduğu ifade edilmiştir. Bunlar; seçmek, vergi vermek ve askerlik yapmak olarak belirtilmiştir (İnan, 2000, s. 101).

1924 Anayasası’ndan sonra vatandaşlık, 1961 Anayasası’nda 54. Maddede daha kapsamlı açıklanmıştır. Bu tanım 1982 Anayasası’nda da aynen yer almıştır. 1982 Anayasası’nın 66. Maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” ifadesine yer verilmiştir (Duman, Karakaya ve Yavuz, 2001, s.172).

Benzer Belgeler