• Sonuç bulunamadı

Medya ve yoksulluk: Göçmen yoksulların yazılı basında sunumu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Medya ve yoksulluk: Göçmen yoksulların yazılı basında sunumu"

Copied!
114
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

GAZETECĠLĠK ANABĠLĠM DALI

GAZETECĠLĠK BĠLĠM DALI

MEDYA VE YOKSULLUK: GÖÇMEN YOKSULLARIN

YAZILI BASINDA SUNUMU

Gizem Yıldız AKDEMĠR

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DanıĢman

Prof. Dr. Bünyamin AYHAN

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı GĠZEM YILDIZ AKDEMĠR

Numarası 164222001002

Ana Bilim / Bilim

Dalı GAZETECĠLĠK

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı MEDYA VE YOKSULLUK: GÖÇMEN YOKSULLARIN

YAZILI BASINDA SUNUMU

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin imzası

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı GĠZEM YILDIZ AKDEMĠR

Numarası 164222001002

Ana Bilim /

Bilim Dalı GAZETECĠLĠK / GAZETECĠLĠK

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı PROF. DR. BÜNYAMĠN AYHAN

Tezin Adı MEDYA VE YOKSULLUK: GÖÇMEN

YOKSULLARIN YAZILI BASINDA SUNUMU

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan Medya ve Yoksulluk: Göçmen Yoksulların Yazılı Basında Sunumu başlıklı bu çalışma 05/07/2019 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvanı, Adı Soyadı Danışman ve Üyeler İmza

Prof. Dr. Bünyamin AYHAN Danışman Dr. Öğr. Üy. Salih TİRYAKİ Üye

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Yoksulluk, dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de güncelliğini yitirmeyen bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik, sosyal, siyasi temelli olarak birçok nedeni bulunan yoksulluk sorununun, neoliberal politikaların etkisiyle 1980‟li yıllardan bu yana daha derin hissedildiği söylenmektedir. Yoksulluğun nedenleri arasında yer alan en önemli faktörlerden biri de göç olgusu olarak görülmektedir.

Göç, tarihin tüm dönemlerinde karşılaşabileceğimiz bir olgudur. Aynı zamanda çeşitli neden ve sonuçları bulunmaktadır. Bu noktada yoksulluk ve göç kavramlarının doğrudan ilişkili oldukları görülmektedir. Zira yoksulluk, göçe neden olan bir olgu iken; göç de yoksulluğun başlıca sebeplerinden biri olarak belirtilmektedir. Diğer taraftan, göçün karmaşık ve çok boyutlu bir yapısı olması neticesinde ortaya çıkan göçmen, sığınmacı ve mülteci gibi kavramlar da literatürde yer almaktadır.

Yoksulluk sorununun kitlelere aktarılması, tanıtılması ve bu sorunla mücadele için kamuoyu oluşturulması gibi durumlarda ise medya bir araç olarak devreye girmektedir. Bununla birlikte medyanın göçmen yoksullara karşı tutumu ve onları temsil biçimleri büyük önem arz etmektedir. Çünkü medya politik amaçları doğrultusunda hareket ederken, yayınladığı içeriklerin kitleler üzerinde etki yarattığı ifade edilmektedir.

Bu doğrultuda, gazetelerde yoksulluğun nasıl sunulduğu ve göçmen yoksulların hangi şekillerde temsil edildiği analiz edilmektedir. Farklı politik görüşlere sahip olan gazetelerin seçilmesi ise sunum ve temsil bakımından farklılık olup olmadığını ortaya çıkarma amacından kaynaklanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Göçmen, Medya, Yoksulluk.

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı GĠZEM YILDIZ AKDEMĠR

Numarası 164222001002

Ana Bilim / Bilim

Dalı GAZETECĠLĠK / GAZETECĠLĠK

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı PROF. DR. BÜNYAMĠN AYHAN

Tezin Adı MEDYA VE YOKSULLUK: GÖÇMEN YOKSULLARIN

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ABSTRACT

Poverty, as in all parts of the world, is an issue that remains up to date. The issue has many reasons which trace from not only economic but social and political basis, and been felt deeply since the 1980s due to the unbearable influence of neoliberal policies. One of the most important factors among the causes of poverty is migration.

Migration is a phenomenon that inevitably encountered in all periods of history. Besides, it begets various causes and consequences. The intersection of migration and poverity emanated because migration is caused by poverty, while poverty also is one of the major cause for migration. Concepts such as migrants, asylum seekers and refugees that emerge as a result of the complex and multidimensional structure of migration are included in the literature.

In cases such as presenting the information, introduction and creation of public opinion to combat the problem, media take the front line. It's of a very crucial topic of interest for researchers to identify the portray of the poor, migrants in the media.

Because, media being an influential communication tool, takes the lion share in shaping the public about such issues. In light of this, the research has analyzed different newspapers to get the portray of the migrant and the poor.

Key Words: Immigrant, Media, Poverty.

Öğre

n

cin

in

Adı Soyadı GĠZEM YILDIZ AKDEMĠR

Numarası 164222001002

Ana Bilim / Bilim

Dalı GAZETECĠLĠK / GAZETECĠLĠK

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı PROF. DR. BÜNYAMĠN AYHAN

Tezin İngilizce Adı

MEDĠA AND POVERTY: PRESENTATĠON OF THE POOR IMMĠGRANT IN THE PRĠNT MEDĠA

(6)

ĠÇĠNDEKĠLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

TEZ KABUL FORMU ... ii

ÖZET ... iii

ABSTRACT ... iv

İÇİNDEKİLER ... v

TABLOLAR VE ŞEKİLLER LİSTESİ ... vii

GİRİŞ ... 1

BĠRĠNCĠ BÖLÜM YOKSULLUĞA ĠLĠġKĠN TEMEL BĠLGĠLER 1.1.Yoksulluğun Tanımı ve Tarihçesi ……… 3

1.2.Yoksulluğa İlişkin Yaklaşımlar ……….………..……….. 10

1.2.1.Yeni Muhafazakar Yaklaşım ………..… 10

1.2.2.Kapasite Yaklaşımı ………... 12

1.2.3.Yoksulluk Kültürü Yaklaşımı ………...………... 13

1.2.4.Neoliberal Yaklaşım ………..……….…….... 15

1.2.5.Yapısalcı Yaklaşım ………..… 17

1.2.6.Yeni Sağ Yaklaşım ……….. 17

1.3.Yoksulluk Türleri ve Yoksulluğun Ölçülmesi ……….. 19

1.3.1.Mutlak ve Göreli Yoksulluk ……….……….. 19

1.3.2.Objektif ve Subjektif Yoksulluk ……….… 23

1.3.3.Gelir ve İnsani Yoksulluk …………...………...….. 25

1.3.4.Kırsal ve Kentsel Yoksulluk ……… 27

1.3.5.Yoksulluk Sınırı ……….. 30

1.3.6.Yoksulluk Ölçütleri …….……… 32

1.4.Yoksulluğun Nedenleri ………..……… 37

1.4.1.Yapısal Uyum Politikaları ……….…..… 37

1.4.2.Gelir Dağılımındaki Eşitsizlik ………..…….. 38

1.4.3.Göç ve Yoksulluk ……….... 40

1.4.4.Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk ………..………. 41

1.4.5.Eğitim-İşsizlik ve Yoksulluk ………..… 44

(7)

ĠKĠNCĠ BÖLÜM GÖÇ, MEDYA VE YOKSULLUK ĠLĠġKĠSĠ 2.1.Göç Olgusu ve Nedenleri ………...………...…………. 47 2.2.Göç Çeşitleri ………... 50 2.3.Göç Kuramları …..………..…… 52 2.4.Göçmenler/Sığınmacılar/Mülteciler ………..…… 58 2.5.Göç ve Yoksulluk İlişkisi ………...…… 59 2.6.Medya ve Temsil ……….………...…...……….. 60

2.7.Medya ve Yoksulluk İlişkisi ………..…….… 63

2.8.Medyada Yoksulların Temsili ………..…….. 65

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GÖÇMEN YOKSULLARIN YER ALDIĞI HABERLER ÜZERĠNE YAPILAN ARAġTIRMANIN BULGULARI 3.1.Metodoloji ……….………...…….. 72 3.1.1.Araştırmanın Problemi ………….………...… 72 3.1.2.Amaç ………... 72 3.1.3.Önem ………...… 72 3.1.4.Kapsam ve Sınırlılıklar ………..………. 73 3.1.5.Evren ve Örneklem ………... 73

3.1.6.Verilerin Toplanması ve Analizi ………..…….…73

4.1.Bulgular ………...……….74

SONUÇ ………...……. 87

KAYNAKÇA …….………...……...….... 90

(8)

TABLOLAR VE ġEKĠLLER LĠSTESĠ

ġekil 1: İnsani Gelişme Endeksinin Boyutları………...… 34

ġekil 2: Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksinin Göstergeleri………..… 36

ġekil 3: Türkiye‟ye Gelen ve Türkiye‟den Giden Göçün Cinsiyete Göre Dağılımı..49

ġekil 4: Yurt Dışından Gelen ve Yurt Dışına Göçün En Fazla Olduğu İlk 5 İl….... 49

ġekil 5: Vatandaşlık Ülkesine Göre Türkiye‟ye Gelen ve Türkiye‟den Giden Göçün En Fazla Olduğu İlk 5 Ülke……….……….…. 50

Tablo 1: Gazetelere Göre Haberlerin Dağılımı………..………... 76

Tablo 2: Gazetelere Göre Haberlerin Yayınlandığı Sayfa………….………... 76

Tablo 3: Gazetelere Göre Haberlerin Yayınlandığı Konum………. 77

Tablo 4: Gazetelere Göre Haberlerin Sunum Biçimi………...………. 77

Tablo 5: Gazetelere Göre Yazının Türü………...……. 78

Tablo 6: Gazetelere Göre Haberlerin Yayınlandığı Bölüm………..……… 78

Tablo 7: Gazetelere Göre Haberlerin İçeriği…..………..…. 79

Tablo 8: Gazetelere Göre Haberlerin Teması………..…. 79

Tablo 9: Gazetelere Göre Haberlerdeki Temsil Biçimi……….... 80

Tablo 10: Gazetelere Göre Haberlerde Yer Alan Göçmenler………... 80

Tablo 11: Gazetelere Göre Haberlerin Aktörleri……….. 81

Tablo 12: Gazetelere Göre Haberlerin Yaklaşımı………. 82

Tablo 13: Gazetelere Göre Haberde Siyasi Eleştiri Ve Yorum………...……. 82

Tablo 14: Gazetelere Göre Haberlerin Eğilimi……….………… 82

Tablo 15: Gazetelere Göre Haberin Kaynağı……… 83

(9)

Tablo 17: Gazetelere Göre Alınan Görüşlerin Yaklaşımı……….……… 84

Tablo 18: Gazetelere Göre Haberin Öyküsü………...……….. 84

Tablo 19: Haberlerde Görsel Malzeme Kullanımı………..……….. 85

(10)

GĠRĠġ

Günümüzde yoksulluk ve medyadaki temsilleri güncelliğini yitirmeyen bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yoksulluk, en basit anlatımıyla “insanca yaşayabilmek için gerekli olan ihtiyaçlardan mahrum olmak” şeklinde açıklanabilir. 1980‟li yıllarda Türkiye‟nin serbest piyasa ekonomisine geçişi ile aynı anda tüm dünyayı neoliberal düzenin etkisi altına almasının sonucunda emek ucuzlamış, yoksul ülkeler daha da yoksullaşmış ve yoksulluk bireyselleştirilmiştir. Yoksulluğun temelinin atıldığı bu dönemde medya, yoksulları temsil etmede bir araç haline gelmiştir.

Temsil gücünü elinde bulunduran medyanın, haberlerinde yer verdiği kişi, kurum ve nesnenin toplumdaki yerini yansıtması bakımıyla önemlidir. Bu temsiller medya sayesinde meşruluk kazanarak, insanların dünyaya karşı bakış açılarını belirlemektedir (Tanrıöver, 2007:153). Medya sosyal olayları dilsel pratikler, göstergeler ve simgeler sistemi ile biçimlendirerek, yeniden üreterek anlamlandırır. Kitle iletişimi planındaki önemleri nedeniyle gazeteler ise, kimlikleri tanımlamanın, tasarlamanın ve korumanın; benzerleri veya benzer sayılanları bir arada tutarken biz‟den olmayanı dışlamanın, öteki olarak konumlamanın ve bunu pekiştirip, yeniden üretmenin kitlesel uygulayıcıları olarak görünmektedir (Bezirgan Arar ve Bilgin: 16). Medya yoksulluğu yok sayıp görmezden gelirken diğer yandan haber ve programlarla görselleştirilerek seyirlik malzemeye dönüştürür. Yoksulluğun toplumsal boyutları gözden ırak tutulur, gizlenir, bağlamsızlaştırılır. Dramatize edilen bir sunumla duyarlılık ve acıma duygusu uyandırılırken isyan, suç, şiddet gibi eğilimler içeren kriminal söylemi barındırır. Medyada yoksullar genellikle çaresizlik ve muhtaçlık temsiliyeti ile tehlikeli sınıflar olarak sunulurken aşağılama, damgalama, değersizleştirme söyleminin parçaları halinde görünürler. Yoksulluğu tüketim ve gelir dengesizliğine indirgememek gerekirken, yoksulluğu yaşayan bireylerin medyada temsilleri, yoksulluğun arkasında yatan sebepler ve doğurduğu sonuçlar önem arz etmektedir.

Diğer taraftan, yoksulluğun nedenleri olarak sayılabilecek ekonomik, sosyal, siyasi temelli birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerin başında da insanlığın var oluşundan bu yana devam eden göç olgusu gelmektedir. Yapılan araştırmalara göre,

(11)

göç ve yoksulluğun doğrudan bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkündür. Bunun yanında, göç konusuna odaklanıldığında karşımıza göçmen, sığınmacı ve mülteci gibi kavramlar çıkmaktadır. Göçe ilişkin bu kavramların genellikle birbirlerinin yerine kullanıldığı, ayrımlarının yapılmasında zorlanıldığı görülmektedir. Medya içeriklerine bakıldığı takdirde, sığınmacı/mülteci ya da göçmenlerin, çoğunlukla yoksulluğu yaşayan bireyler olarak temsil edildiği gözlemlenmektedir.

Medya kuruluşları ürettiği her içeriği kendi yayın politikasına göre düzenleyerek ve içeriği hedef kitleye ulaştıracağı aracın da özelliklerini göz önüne alarak tek yönlü aktarmaktadır. Fakat bu içerikleri tiraj/reyting kaygısıyla ürettiği zaman ahlaki yozlaşma, şiddet, toplumsal parçalanma gibi olumsuz durumlar ortaya çıkabilmektedir. Medyanın insanların fikir ve davranışlarına bu kadar etki edebilmesi, bir konu veya kişi hakkında olumlu ya da olumsuz tavırlara yönlendirmesi göz önüne alındığında göçmenlerin ve yoksulların nasıl temsil edildiği de önem kazanmaktadır. Bunun yanında bir kurumun, nesnenin ya da bireyin toplumsal yaşamdaki yerini belirleyen şey medyadaki temsilleridir. Sonucunda da bu temsiller birbirleriyle birleşerek dünyaya ve insanlara karşı bakış açılarının oluşumunda katkı sağlamaktadır.

Bu çalışmanın birinci bölümünde yoksulluğa ilişkin temel bilgileri öğrenmek adına; yoksulluk kavramı, tarihçesi, türleri, nedenleri ve yoksulluğa ilişkin yaklaşımlar hakkında bilgi vermeye çalışılmıştır. Yoksulluk oranları ve Türkiye‟de yoksulluğa dair veriler paylaşılmıştır.

İkinci bölümde yoksulluğun başlıca nedenlerinden biri olan göç olgusuna odaklanılmıştır. Göçün nedenleri, çeşitleri, göçmen/sığınmacı/mülteci kavramları ile medya ve temsil konuları üzerinde durulmuştur. Göç ve yoksulluk ile medya ve yoksulluk ilişkisi bakımından değerlendirme yapılmıştır. Medyada yoksulların nasıl temsil edildiğine dair yapılan çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlar aktarılmaya çalışılmıştır.

Son bölümde ise içerik çözümlemesi yöntemi kullanılarak yazılı basında yoksulluğun nasıl işlendiği, sunulduğu ve göçmen yoksulların temsil edilme biçimleri incelenmiş, ortaya çıkan sonuçlardan bahsedilmiştir. Bu araştırma için farklı politik görüşlere sahip gazeteler seçilerek, sunum ve temsillerde farklılık olup olmadığı analiz edilmiştir.

(12)

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

YOKSULLUĞA ĠLĠġKĠN TEMEL BĠLGĠLER 1.1.Yoksulluğun Tanımı ve Tarihçesi

Yoksulluk kavramı, çok yönlü ve karmaşık yapıya sahiptir. Bu sebeple tanımlanması oldukça zor bir kavramdır. Bununla birlikte; yoksulluk kavramının farklı algılanması ve bu olguya farklı yaklaşılması gibi nedenler de kavramın tanımlanmasını zorlaştırmaktadır (Gündoğan, 2008: 43). TÜİK yoksulluk kavramını, “insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumu” olarak tanımlanmaktadır. Yoksulluğu dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türü olduğunu belirten TÜİK, dar anlamda yoksulluğu; “açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu” olarak ifade etmekte, geniş anlamda yoksulluğu; “gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmak” şeklinde tanımlamaktadır (Ensari, 2010: 9). Yoksulluk, insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan kaynaklardan mahrum olma durumu olarak açıklansa da temel olarak; bir kişinin toplumun diğer üyeleriyle kıyaslanmasının sonucu ortaya çıkabilecek bir durumdur (Yazıcı, 2015).

Yoksulluk kavramına değinmeden önce; kapitalist-post kapitalist işleyiş ve zihniyet altında yoksulluğun -geçmişe göre- nasıl bir çerçeve ve zemin farklılaşması üzerinde teşekkül ettiğini göz önüne almak gerekmektedir. Laçiner (2007: 315), bu köklü değişimin özünü şöyle açıklamaktadır:

“Kapitalizm öncesinde üretimin aslan payı üretimle doğrudan ilişkisi olmayan kesimler arasında paylaşılırken, kapitalizmde ise sermaye sahibi olarak üretim sürecinde işgal edilen merkezi konum ve işlevin sonucudur. Sermayeyi temsil eden kesim ve konum, insanların üretime katkı, rol düzeylerini belirler. Kapitalizm öncesinde yoksullar kategorisinin tamamını üretim bilgisine sahip kesimler oluştururken, kapitalizmle birlikte üretici işlevlerinin yeri otomatizasyon ve robotlarla doldurulabilir hale geldi. Toplumsal düzen, işlevler hiyerarşisinde en alttaki kesimin konumlarını asla terk etmemeleri esası üzerine işler. Dolayısıyla yoksulluk en alttakilerin terk etmelerine asla izin verilmeyen üretici işlevlerinin onları mahkûm ettiği bir durumdur.”

Giddens (2008: 397) yaptığı çalışmada yoksulluğu iki ana başlık altında incelemiştir. İlk olarak yoksul olmanın sorumlusunu yine yoksullar olarak gören kuramlar, ikinci olarak toplumdaki yapısal güçler tarafından yoksulluğun yeniden

(13)

üretildiğini iddia eden kuramlar belirtilmiştir. İlk görüşe göre yoksulluk; bireylerin toplum içerisindeki beceri yoksunluğu, ahlaki ya da fiziksel zayıflık, güdü eksikliği ya da ortalamanın altında yetenek yüzünden başarıya ulaşamayan insanların bir özelliği olarak değerlendirilmekte ve yoksulluğun kaynağı olarak bireyin bu olumsuz özellikleri gösterilmektedir. Yoksulluğu açıklama girişimlerinden ikincisine göre ise yoksulluğun artık müdahale edilemeyecek kadar gelişmesi, geniş toplumsal süreçlerden kaynaklanmaktadır.

Osmanî (2003: 1-9)‟nin çalışmasında yoksullukla ilgili üç yaklaşımdan bahsedilmektedir. Bunlar; yoksulluğun kavramlaştırılmasında yetenek ve kapasite, dış etkenlere karşı zayıflık ile kırılganlık, sosyal dışlanmışlıktır. Yetenek ve kapasite yaklaşımında; bireyin sahip olduğu birtakım fırsatlar ve özgürlükler, yaşam kalitesini arttırmak için kullanılmaktadır. Eğer bu yetenek ve kapasite kullanılmazsa, birey istenilen yaşam kalitesine ulaşamayıp, yoksul sınıfına dâhil olmaktadır. Dış etkenlere karşı zayıflık ve kırılganlık yaklaşımı; normalde yoksul olmayan kişilerin ekonomik kriz yüzünden yoksullaşmasını belirtmektedir. Bireyin tamamen yoksullaşmasa bile yaşanan krizden etkilenmesi de kırılganlık yaklaşımını ifade etmektedir. Zaten yoksul olan kişiler ise böyle bir durumla karşılaştığında yoksullukları derinleşmektedir. Aynı zamanda hem yoksul hem kırılgan olarak anılmaktadır. Sosyal dışlanmışlık ise insanların eğitim ve siyaset gibi sosyal topluluklardan ve sosyal hayattan soyutlanmaları durumunu anlatmaktadır. Kaynaklarda sosyal dışlanmışlık ve yoksulluk kavramları ayrı olarak açıklansa da birbiriyle ilişkili kavramlardır (akt. Bedir Akçelik, 2010: 41).

Diğer taraftan Eric Hobsbawm (1969) ise; toplumsal yoksulluk, sefalet ve moral yoksulluğu olmak üzere yoksulluğun üç farklı anlamı üzerinde durmaktadır. Toplumsal yoksulluk kavramı ile yoksulluğun sadece maddi yetersizlikten oluşmadığı bunun dışında insanlara karşı sömürü uygulamaları ve aşağılama söylemiyle de kendini gösterebileceği durumlar anlatılmaktadır. Maddi bir gelir olmasına rağmen yoksulluk yaşanması, bu kavramın tanımlanmasında farklılıklar oluşmasına sebep olmaktadır. Sefalet, kişilerin yaşamlarını sürdürebilmek için kaynaklara sahip olmama durumunda başkalarından yardım alarak hayatta kalabilmelerini ifade etmektedir. Moral yoksulluğu ise, sefalet ve toplumsal yoksulluk durumlarının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Tanımlama yaparken o

(14)

toplumun alt kültürleri ve kurumların değer sistemleri dikkate alınmaktadır (akt. Çiğdem, 2007: 206).

Yoksulluğun zamana göre tanımı yapılırken, kalıcı yoksulluk ve geçici yoksulluk olarak ele alınmaktadır. Kişinin yoksulluk durumu uzun sürüyorsa buna kalıcı yoksulluk denilmektedir. Kalıcı yoksulluğun nedenleri arasında düşük eğitim seviyesi ve toprağa kısıtlı erişim gibi nedenler bulunmaktadır. Geçici yoksulluk ise yoksulluk durumunun kısa bir süre içerisinde yaşanıp bitmesi anlamına gelmektedir. Araştırmacılara göre bu yoksulluk tipinin oluşumunda boşanma ve işsizlik gibi durumlar etkili olmaktadır (Jargowsky ve Bane, 1991: 235).

Yoksulluğun ölçülmesi ve tanımlanmasıyla ilgili olarak en yaygın kullanım mutlak yoksulluk ve göreli yoksulluk kavramlarıdır. Dumanlı (1995: 212)‟nın tanımına göre, “mutlak yoksulluk, hane halkının ya da kişilerin yaşamını fiziksel olarak devam ettirebilmek için ihtiyaç duyduğu asgari tüketim düzeyini ifade etmektedir.” Mutlak yoksulluk düzeyinin saptanması için yapılan uluslararası çalışmalarda günlük tüketim değeri, temel ihtiyaçlar üzerinden değil dolar üzerinden belirlenmektedir. Bu değer yoksul ülkeler için iki dolar, en yoksul ülkeler için de bir dolar limitindedir (Gül, 2002: 108). Dünya Bankası‟na göre ise; “günlük geliri 2.400 k/cal. besini almaya yetmeyen bireyler mutlak yoksul insanlar” olarak tanımlanmıştır (Demirtürk vd, 2011: 40).

Yoksulluk denildiğinde herkesin aklına daha çok göreli yoksulluk kavramının geldiği bir gerçektir (Sipahi, 2006: 176). Kavram için insanların toplumsal bir varlık olarak görülmesi önemlidir. Zorunlu olarak tüketilmesi gereken mallar ve toplumsal farklılıklar bir araya getirilerek, yoksullar için bir yaklaşım oluşturulmuştur (Uyan Semerci, 2011: 2). Toplumsal olarak yaşanan farklılıklardan dolayı yoksulluğun kapsamı ülkeye, döneme ve refah düzeyine göre değişmektedir. Ülke içinde ya da ülkeler arasında yoksulluk oranlarının karşılaştırılabilmesi, toplam nüfusta kimlerin yoksul olarak görülüp görülmediğine bağlıdır. Bunun için mutlak yoksulluk, öznel yoksulluk, göreli yoksulluk, insani yoksulluk, kırsal yoksulluk, kentsel yoksulluk gibi yaklaşımların incelenmesi ve kimlerin yoksul olarak adlandırılacağına karar verilmesi gerekmektedir (Avcı, 2003: 125).

George Simmel toplumsal bir bakış açısıyla yoksulluğa odaklanarak, yoksul olmayan kişilerin de etik sorumlulukları olduğunu çünkü tüm bireylerin toplumsal

(15)

yaşamın bir parçası olduğunu savunmaktadır. Fakat bu durum bireylere tanınan hak ve isteklerden daha fazlasını meşru kılabilir, sonucunda da sosyal hayattaki denge sekteye uğrayabilir. Yoksulluk bu yönüyle sosyolojik anlamları içinde barındırır. Toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik kaynaklarından yararlanamayan yoksullarda kimlik problemleri başlayarak, yoksulluğun getirdiği kötü şartlar daha da artmaktadır (Çiğdem, 2007: 205-206).

Yoksulluğun siyasi, ekonomik ve sosyal nedenlerle oluştuğu bilinmektedir. İşsizlik, istihdam sorunu, fiziksel engelli olma, düşük eğitim seviyesi, sağlık olanaklarından yararlanamama gibi faktörler bu nedenlerin başında gelmektedir. Sayılan faktörler başka problemlerin de ortaya çıkmasını tetiklemektedir. Bu sosyo-ekonomik sorunlardan bazıları; barınma, aile yapısındaki bozulmalar, ailede gelir getiren birey sayısında azalma, yaşlı bakımının yetersizliği ve aile içi şiddetin artması ve sosyal dışlanmadır (Yazıcı, 2015).

Yoksulluğun tarihçesinde devletin görevlerinden olan sosyal yardım ve güçsüzleri koruma gibi hizmetler neoliberal politikaların etkisiyle son bulmuştur. Hizmetlerin kesilmesiyle yoksulların yaşadığı şartlar gitgide zorlaşmıştır. Ulusal ekonomide sınırlı kalmayan bu durum büyük ölçüde yayılarak yoksulluğun tüm dünyada derinleşmesine olanak vermiştir. Refah devletinin ilkelerinden olan adil gelir dağılımı ve insanlara tanınan sosyal haklar gibi uygulamaları ortadan kaldıran neoliberal politikalar, ülkelerde ekonomik krizlerin yaşanmasına ve toplumda işsizlikle birlikte borçlanmalara sebep olmuştur. Bunların yanında ülke genelinde tasarruf ve yatırım yaptırımları büyük oranda düşmüştür (Dağtaş, 2006: 32). Sayılan nedenlerden dolayı günümüzdeki yoksulluk sorununun neoliberal politikaların etkisiyle ortaya çıktığı söylenebilir.

Dünyadan sonra ülkemizde yaşanan yoksulluk sorununun tarihçesine bakıldığında ise, neoliberal politikaların hem medyadan destek alarak hem de devletin dış politikasında yaşanan eksikleri bu olaya dâhil ederek insanları tüketime yönlendirdiği görülmüştür. Artan sosyal eşitsizliklerin ardından 2000‟li yıllarda iki büyük ekonomik krizin yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Kriz sonrasında doğal bir sonuç olarak işsizlik ve yoksulluk sorunu daha da büyümüş, kırsal alandan göçenler kentlerdeki gecekondulaşma görüntülerini ortaya çıkarmıştır (Işık, 2007: 53). Türkiye‟nin büyüyen ve gelişen bir ekonomiye sahip olduğu görülmektedir. Ancak

(16)

ekonomi bir pastaya benzetilirse, pasta büyüdükçe dilimlerin de herkes için büyümesi söz konusu değildir. Ülkemizde de geçerli olan bu durumda ekonomi büyür ancak ekonominin herkes için büyüdüğü ve yoksulluğun bu şekilde yok olduğu söylenemez. Bunun nedeni bahsedilen pasta dilimlerinin herkes için eşit bölünmemesidir. Ayrıca ekonominin büyümesiyle her dilim de eşit bir şekilde büyümemektedir. Türkiye‟de yoksulluk değerlerinin sürekli olarak değişkenlik göstermesi, gelir eşitsizliği ve sınıfsal farklılıkların oldukça fazla olmasından kaynaklanmaktadır (Uyan Semerci, 2011: 3). Buna göre Türkiye‟de yoksulluğa dair güncel veriler incelendiğinde;

 İşsiz sayısı 2019 yılında geçen yıla göre 1 milyon 259 bin kişi artarak 4 milyon 668 bin kişiye yükselmiştir. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,8 puan artarak yüzde 27,7 olarak gerçekleşmiştir (TÜİK, 2019).

 İstihdam edilenlerin sayısı 2019 yılında geçen yıla göre 872 bin kişi azalarak 27 milyon bin 578 kişi, istihdam oranı ise 1,9 puanlık azalış göstererek yüzde 44,5 olmuştur (TÜİK, 2019).

 Gelir dağılımı eşitsizliğinin en düşük olduğu iller Erzurum, Erzincan, Bayburt olurken, eşitsizliğin en yüksek olduğu iller ise İstanbul, Adana, Mersin ve İzmir olarak belirlenmiştir (TÜİK; 2017).

 Okur-yazar olmayanların yüzde 25,4‟ü, bir okul bitirmeyenlerin yüzde 21,7‟si, lise ve dengi okul mezunlarının yüzde 5,5‟i yoksul iken, yükseköğretim mezunları yüzde 1,5 ile en düşük yoksulluk oranına sahip grup olmuştur (TÜİK, 2017).

 Nüfusun yüzde 69,2‟si konut alımı ve konut masrafları dışında taksit ödemeleri veya borçları olduğunu, yüzde 60,8‟i evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını karşılayamadığını ve yüzde 13,4‟ü konut masraflarının hanelerine çok yük getirdiğini belirtmektedir (TÜİK, 2017).

 Finansal açıdan zorluk yaşama durumunu ifade eden maddi yoksunluk oranı; 2016 yılında yüzde 32,9 iken 2017 yılında 4,2 puan düşerek yüzde 28,7 olarak gerçekleşmiştir (TÜİK, 2017).

 TÜİK (2015) tarafından yapılan yoksulluk çalışmasına göre; 2015 yılında kişi başı günlük harcaması, 2,15 doların altında kalan kişilerin oranı yüzde 0,06 seviyesinde

(17)

gerçekleşmiştir. Yoksulluk sınırı, 4,3 dolar alındığında, 2014 yılında yüzde 1,62 olan yoksulluk oranı, 2015 yılında yüzde 1,58 olarak tahmin edilmiştir.

Yukarıda aktarılan ülkemizin yoksulluğa ilişkin istatistikleri, diğer kurumların araştırma sonuçlarıyla daha da geliştirilebilir olacaktır.

Yoksulluğu Türkiye‟nin kültürel tarihi açısından inceleyen Erdoğan (2007: 36)‟a göre, yoksulluk bir yaşam standardı ya da maddi bir sorun olmaktan çok hissetme yapısı şeklinde nitelendirilmiştir. Yoksullar için kullanılan garip, gariban, öksüz, yetim gibi ifadeler ile kimsesizlik ve çaresizlik vurgusu yapılmaktadır. Aynı zamanda yoksulların acı çektiklerini düşündüren bu ifadelerin arasından garip sözcüğü, “yabancı” anlamı ile ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla bu ilişki, yoksulların yabancı olarak görüldüğünü ve toplumdan dışlandığını göstermektedir

Açıkgöz ve Yusufoğlu (2012: 87-96)‟nun yaptığı çalışmada; Türkiye‟de var olan yoksulluğu etkileyen faktörler ele alınmıştır. Ülkemizde yoksulların birtakım haklardan yoksun olmasını, küresel ve toplumsal etmenlerle açıklamışlardır. Yazarların araştırmasına göre, “toplumsal hayata katılımın tek ölçütünün para olması, para piyasalarındaki dalgalanmalar, medyadaki zenginlik vurgusu, mal-mülk edinmede herhangi bir sınırın olmaması, yükselme veya kalkınmada yapabilirlikler yerine meşru ya da gayri meşru fırsatları kullanma ölçütünün ön planda olması” gibi hususlar toplumu etkilemektedir. Bu etmenlerin sonucu olarak da toplumdaki kesimler arasında önemli farklılıklar oluşmaktadır. İnsanlar artık zengin olma amacıyla her yola başvurmaya başladıklarında, bu yollar herkes tarafından meşru görülmektedir. Genellikle kanaatkâr olarak anılan yoksulların yerine de açgözlü ve hırslı gibi tasvirler kullanılmaya başlanmıştır. İşsizlik konusu ele alındığında sıkça rastlanan bir durum olan insanların sürekli işe girme ve çıkmaları, bu kesimlerin yoksulluk seviyelerinin değişmesine neden olmaktadır. Yoksulluğun sebeplerinden biri de eğitimsizliktir. Genel olarak yardıma muhtaç olan birey ya da bireylerin büyük bir kısmı eğitimsizlerden, eğitim almayan veya alamayanlardan oluşmaktadır. Yapılan araştırmalar, eğitim düzeyinin arttıkça yoksulluk seviyesinin de düştüğünü göstermektedir.

Sipahi‟nin Konya‟da yaşanan kentsel yoksulluğu ortaya çıkarmak üzere yaptığı araştırmada ise, yoksulların düzenlenen sosyal ve kültürel faaliyetlere katılmadıkları hatta kentte bulunan mekânları hiç görmedikleri sonucu çıkmıştır. Bunun dışında

(18)

yoksulluk sebebiyle ekonomik, sosyal vs. birçok alanda sorun yaşadıkları, eğitim ve sağlık olanaklarından yararlanamadıkları, sosyal güvencelerinin olmadığı gibi bulgulara erişilmiştir. Bahsedilen insanlar sadece evlerinde vakit geçirdikleri ve komşulardan başka kimseyle görüşmedikleri için kentsel bütünleşme ya da kentin bir parçası olma imkânlarının yok olduğu görülmüştür. Bununla birlikte Konya‟daki yoksulluk kültürünün, insanları tamamen sistemden kopardığını söylemek mümkün değildir (Sipahi, 2006: 187).

Yazıcı (2015)‟nın ifade ettiği gibi, 2000‟li yıllardan günümüze kadarki dönemde, Türkiye‟de yoksulluk oranlarının artmasına rağmen yayın organlarındaki ilgili haberlerin düşüşe geçtiği görülmektedir. Bu duruma sebep olarak, medyanın iktidara olan yakınlığı neticesinde politik amaçlara göre hareket etmesi olduğu söylenebilir. Yoksulluk ile ilgili haberler, ekonomi ve bireylerin yaşam standartlarındaki değişimler ile ilgili konuların yayın organları tarafından yayınlanması kısıtlanmıştır.

Yayınlanmasında engel bulunmayan yoksulluk haberlerinde ise yoksullar ya cinayet olayında sapık katil zanlısı ya da çaresiz ve muhtaç kişiler olarak olaya dâhil edilmektedir. Yayın organlarının kullandığı bu dil, yoksulları dışlamaktadır. Tehlikeli sınıf olarak gündeme taşınan yoksullar, isyan ve suç imgeleriyle ilişkilendirilmektedir. Kriminal söylemin ağırlıklı olduğu bu temsiller medya içeriklerine yavaş yavaş yerleşmektedir (Erdoğan, 2007: 308).

Yukarıda bahsedilen yoksullarla ilgili söylemler ve yargılara ek olarak; „Yoksullar cahil, tembel ve suçludur‟, „Yoksullar kötü birer anne babadır‟, „Çocuklar kirli, pis, tembel, güzel yazamaz‟ gibi birçok olumsuz ifadeler de yayın organları tarafından kullanılmaktadır. Yoksulların tedirginlikle anılması, şiddete ve suça yatkın olduklarının düşünülmesi ve bulundukları bölgelerde asayiş suçlarının artış göstermesi dışlanmalarını sağlayan durumlardan bazılarıdır. Ayrıca yoksulların potansiyel suçlu olarak algılanmaları ve yoksul olmalarındaki suç kendilerindeymiş gibi bahsedilmeleri, yoksulları daha çok mağdur etmektedir. Bu durumların onur kırıcı bir dille aktarılması da dışlanmayı arttırmaktadır (Uyan Semerci, 2011: 5).

Yoğun bir şekilde yaşanan göçlerin de yoksullukla doğrudan bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkündür. Çağlayan‟a (2008) göre göç ve yoksulluk arasındaki ilişki dört eksen üzerinde şekillenmektedir. Bu faktörler yazar tarafından

(19)

şu şekilde sıralanmıştır: “yoksulluğun göç için itici bir etmen olması, yoksulluğun potansiyel göçmenlerin göç hareketlerini kısıtlaması, göçün yoksulluğa yol açması ve göç sonrasında göç edenlerin çeşitli nedenlerle yaşadıkları yoksullaşma, göç yolu ile yoksulluğun azaltılması.” Son olarak yoksulların yaşam koşullarını değerlendirirken konut problemlerine bakıldığında insan sayısı kalabalık olan hanelerde yoksulluğun daha yoğun yaşandığı birçok araştırmayla tespit edilmiştir. TÜİK‟in geçmiş yıllarda yaptığı araştırmaya göre, hane nüfusu 1-2 kişi olan hanelerin yoksulluk oranı yüzde 11,52 iken, 7 kişiden fazla nüfusa sahip olan hanelerin yoksulluk oranı yüzde 38,50‟dir.

Ülkemizdeki araştırmacılar tarafından son dönemlerde yeni yoksulluk kavramı ortaya atılmıştır. Yeni yoksulluk kavramına göre, yoksulluk geçici değildir ve bu durum işsizliğe bağlı olarak değişmemektedir. Sosyal dışlanmayla da ilişkilendirilen bu kavram, yoksulluğun nesilden nesle aktarılması ve çalışan yoksullar gibi yeni yeni ortaya çıkan kategorileri açıklamak için önem arz etmektedir. Kente göç edip yetersiz istihdam sebebiyle mağdur olan nüfus, yeni yoksullar tanımının içindeki en büyük grubu oluşturmaktadır (Buğra ve Keyder, 2003).

Sonuç olarak; toplum içerisinde, sosyokültürel ve politik sistem içerisine dâhil edilen bu kesim, sorunlu olarak ifade edilmektedir ve şiddete, insan hakları ihlaline, dışlanmaya maruz kalmaktadır. Bu durumun medya tarafından marjinalleştirildiği ve basına yeterince yansıtılmadığı görülmektedir (Yazıcı, 2015).

1.2. Yoksulluğa ĠliĢkin YaklaĢımlar

Yoksullukla ilgili birçok farklı yaklaşım mevcuttur. Bu yaklaşımlar yoksulların yoksul olmalarının ve yoksul kalmalarının sebepleri ile yoksulluktan kurtulma çabaları üzerinde çeşitli bakış açıları ortaya koymuşlardır.

1.2.1. Yeni Muhafazakâr YaklaĢım

Yeni muhafazakârlar; sosyal devlet anlayışına bağlı yapılan yardımların, çalışkan ve başarılı olan bireyleri cezalandırmaktan başka bir şey olmadığını savunmaktadır. Zenginden alıp fakire verme durumunun yoksulları tembelliğe ittiği, kuralsızlığı getirerek, toplumda suçu arttırdığı iddia edilmektedir. Bunun sonucunda da yoksullar çalışmayı bırakarak yardımlarla yaşamlarına devam etmekte ve yoksulluğun süreklileşmesine neden olmaktadır. Başarılı ve çalışkan bireylerin

(20)

gelirlerinin yoksullara verilmesi, başarılı insanlar için bir cezalandırma olarak görülmektedir. Bu nedenle bireylerin zararına olacak bu yardımlar yani sosyal programların kaldırılması gerekmektedir (Kasalak, 2013: 13-14).

Yeni muhafazakâr yaklaşımda, yoksul olmanın sorumluluğu yoksullara aittir. Birçok ülkede sosyal ve ekonomik haklar, toplumun tümüne ücretsiz ve evrensel olarak sunulması gerektiği şeklinde yorumlanmaktadır (Mead, 1986). Ancak bunun bir sonucu olarak; yardımların yoksulların durumlarını iyileştirerek daha fazla çocuk sahibi olmalarına yol açtığı ve topluma daha fazla yoksul kazandırdığı iddia edilmektedir (Murray, 1994). Hatta yoksulların diğer vatandaşlar gibi çalışmak yerine, sosyal yardımlarla ya da işsizlik tazminatlarıyla geçinerek daha kolay ve basit yaşamı tercih ettikleri şeklinde görüşler de bulunmaktadır (Katz, 1989). Bu görüşte böyle bir refah durumunun etik olup olmadığı ve yoksulların ahlaki değerleri sorgulanmaktadır (Friedman, 2001-2002).

Yoksulların işgücüne katılma oranlarındaki düşük değerler göz önüne alındığında; çalışma arzularında zayıflık, cinsel bilgi eksikliği ve iradesizlik gibi nedenlerle erken yaşta çocuk sahibi olma, müferreh programlara olan aşırı istekli tutum ve davranışları olduğu, ayrıca suça eğilimlerinin yüksek olduğu ileri sürülmektedir (Murray, 1994; Mead, 1986).

Yukarıda ifade edilen görüşler doğrultusunda; refah yardımlarının tahribatını ortadan kaldırmak ve bireylerin yoksulluk durumlarını iyileştirmek için yardım programlarının kaldırılması gerektiği, hatta yoksullarda davranış değişimlerinin, çalışma ve yaşam ahlakı kazandırılması için gerekli programların uygulanması gerekli görülmektedir (Gilder, 1981: 69; Mead, 1986).

Yeni muhafazakâr yaklaşımın özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

 Bu yaklaşımın piyasa anlayışı, muhafazakâr ve otoriter olarak kabul edilmektedir. Devlet, düzeni sağlamanın ötesinde toplumdaki ahlaki değerlerin korunması konusunda da etkili olmalıdır.

 Yoksulluğun bireysel nedenlerden kaynaklandığını belirten yaklaşım, bu görüşüyle yeni liberallere benzemektedir. Yoksulluk durumuyla karşı karşıya gelmemek için bireylerin iş gücü piyasasına girip sorumluluk sahibi olmaları gerekmektedir. Fakat zorla çalıştırma gibi bir durum ortaya çıkar ise toplumsal denetim arttırılır ve liberalizme ters düşen otoriter yöntemler uygulanır.

(21)

 Vatandaşın sahip olması gereken sosyal haklar ve devletin bu haklara karşı olan sorumluluğu görmezden gelinmektedir. Sosyal devlet programlarının da tamamen bitirilmesi gerektiği savunulmaktadır.

 Sivil toplum kuruluşlarının desteği ve aile dayanışmasıyla birlikte yoksulluk sorununun üstesinden gelineceği düşünülmektedir. Bunların yanında geleneksel kurumlar ve toplumdaki hayırsever insanların katkısı da problemin çözümü için yardımcı olacaktır (Gül ve Sallan Gül, 2007: 14-15)

Bu yaklaşıma göre yoksulluk sorununun azalması için yapılan çalışmalar, ters bir etki yaratarak yoksulluğu kronikleştirmektedir. Yoksullar yaşamlarını sürdürebilmek için maddi kazanç sağlamak yerine, düzenli olarak yapılan yardımlarla hazıra alışmaktadır. Sonucunda da hiçbir zaman çözüme kavuşmayan ve kronikleşen bir yoksullukla karşı karşıya kalınmaktadır (Kasalak, 2013: 14).

1.2.2. Kapasite YaklaĢımı

Amartya Sen‟in ortaya koyduğu kapasite yaklaşımına göre, insanların yapabileceği ve olabileceği şeylerin sınırını belirten kavram kapasitedir. Yapılabilecek şeylerin sayısının artması ve önünde engel varsa kaldırılması da kalkınma kavramıyla ifade edilmektedir (akt. Kabaş, 2006: 79). Diğer bir deyişle bu yaklaşım insanların ne yapabildiklerine ve ne olabildiklerine odaklanmaktadır. Kazanılan gelir ve yapılan harcamaları arka planda tutmayı tercih eden kapasite yaklaşımı, liberal politik çerçeve içerisinde eşitlik konusunu da tartışmaktadır (Nussbaum, 2005; Robeyns, 2005). Bu bağlamda kapasite yaklaşımı “insanların yararlandığı gerçek özgürlükleri genişletme süreci” olarak görülen bir kalkınma yaklaşımı öne sürmektedir (Alkire, 2005; Clark, 2005; Evans, 2002; Fleurbaey, 2002; Stewart, 2005; Sen, 2004). Kapasite yaklaşımında bahsedilen kalkınmanın asıl amacı özgürlüklerin genişletilmesi olarak görülmektedir; kalkınmada araç olarak kullanılacak şey de yine özgürlükler olacaktır.

Kalkınma, özgürlük alanlarının genişleme süreci şeklinde tanımlanırken, yoksulluk ise kapasite yoksunluğu olarak ifade edilmiştir. Yoksulluk; standart ölçüt olan az miktardaki gelirden ziyade temel kapasitelerden yoksunluk olarak görülmektedir (Sam, 2008: 66). Temel kapasitelerden yoksunluk ise erken ölüm, yetersiz beslenme, tekrarlayan hastalıklar, okuryazarlık oranının düşük olması gibi

(22)

durumlarda meydana gelebilmektedir (Sen, 2004: 36; Townsend, 1985: 666). Sen‟e göre, gelir ile kapasite arasındaki ilişki farklılık gösterebilmektedir. Kişilerin yaşı, cinsiyeti, toplum içindeki rolleri, yerleşim yerleri, müdahale edilebilecek veya edilemeyecek değişiklikler gibi durumlar kişilerin gelir elde etmelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Sayılan engellerle karşılaşan kişiler, gelirlerini kapasiteye dönüştürmekte zorlanmaktadır. Örneğin; özürlü ya da ağır hasta olan bir kişinin, diğer insanlarla aynı işlevlere sahip olması için daha fazla gelire ihtiyacı olabilmektedir. Böyle bir durum, kapasite yoksunluğunun gelir yoksulluğundan daha önemli olabileceğini göstermektedir (Sen, 1999: 127-128).

Kapasite yaklaşımı, yoksulluk araştırmalarında insanların ulaşmak istedikleri amaçların daha önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Amaçları doğrultusunda hareket eden kişileri de gerekli olan özgürlüklere yönlendirmektedir (Clark, 2005; Evans, 2002; Sen, 1999; Sen, 2004). Örneğin; geliri yüksek olan ancak siyasal katılım fırsatı olmayan bir birey yaygın bilinen anlamıyla “yoksul” değildir, ancak özgürlük açısından oldukça yoksul görünmektedir (Sam, 2008: 67).

Sonuç olarak toplumdaki gelişmeleri geniş bir çerçevede ele alan kapasite yaklaşımında özgürlüklerin genişletilmesi için milli gelirin büyümesi ve bireysel gelirin artması gerekmemektedir. Bu iki faktör özgürlükleri genişletmek için amaç değil, araç olarak kullanılabilir. Yaklaşım içerisinde araçlar ile amaçlar ve kapasiteler ile işlevler arasındaki farklara odaklanılmaktadır. Kuramda; insanın amaç olarak ele alınması, kişinin özne olduğunun farkına varması ve toplumsal grupların farklılıklarına vurgu yapılması söz konusudur. Ancak tanımlama ve değerlendirmede ölçüm sorunlarının ortaya çıkması, kapasite yaklaşımı açısından önemli bir sorun teşkil etmektedir. Bu nedenle kapasite yaklaşımı, kalkınma ve yoksulluk kavramları içerisindeki her sorunu ele alan bir teori olmaktan ziyade, çözüm üretme sürecinde düşünsel bir çerçeveyi ifade etmektedir (Sam, 2008: 68).

1.2.3. Yoksulluk Kültürü YaklaĢımı

Oscar Lewis‟in ortaya koyduğu yoksulluk kültürü kavramsallaştırmasında ifade ettiği yoksulluk kavramı; bir alt kültür olarak ailede nesilden nesle geçen bir yaşam şeklidir. Ayrıca Lewis, yoksulluk kültürünün oluşum ve gelişimini bazı koşullara bağlamaktadır:

(23)

 Para ekonomisi, ücretli işçilik ve kâr amacıyla üretim

 Sürekli, büyük ölçüde işsizlik

 Düşük ücretler

 Ya hükümet baskısı ya da isteyerek sosyal, politik ve ekonomik örgütlenmenin dar gelirli tabak için sağlanmaması

 Tek taraflı yerine çift taraflı akrabalık sisteminin varlığı

 Hakim sınıfta servet birikimine yönelen, alt tabakaya mensup olmanın kişisel yeteneksizlikten ileri geldiğini savunan bir değer yargısı (Lewis, 1965: L-LI).

Lewis; yukarıda sayılan koşulların sonucunda bazı yoksul gruplarda oluşan bu yaşam tarzını yoksulluk kültürü olarak nitelendirmektedir. Bu kültürün incelenebilmesi için de köylerdeki ve şehirlerdeki gecekondu mahallelerinin analiz edilmesinin daha uygun olabileceğini ifade etmektedir.

Ayrıca belirttiği bu koşulların; toplum yapısını değişime uğratarak, kapitalist sisteme geçiş yaptırdığını söylemektedir. Toplumdaki bireylerin, sosyal ilişkilerinde ekonomiyi merkeze almaları ve insan emeğinin ücretlendirilmesi gibi etmenlerin geleneksel toplum yapısını değiştirerek, kapitalist sistemin toplum yapısına yerleşmeye başladığını vurgulamaktadır. Yapılan incelemeler, kapitalist sistemin yerleşme aşamasında olduğu ülkelerde sürekli artan işsizlik ve buna bağlı olarak emeğin karşılığının alınamadığını ve toplumsal örgütlenmenin düşük olduğunu göstermektedir. Yoksulluk kültürü, sınıflara ayrılmış ve kişisellik karşısında eğilmiş kapitalist sistem içerisinde bulunan en alt sınıfın tepkilerine uymaya çalışmaktadır (Lewis, 1965: LII).

Lewis, yoksulluk kültürünün ancak bazı hususlarda ortadan kalkacağı, yoksul insanların var olmalarına rağmen yoksulluk kültürünün olmayacağını ileri sürmüştür. Bu durumu ise şu şekilde ifade etmiştir; “Yoksul sınıf farkı gözetmeye başlar, sendikalarda militanlaşır, dünya hakkındaki bilgisi genişlerse ne kadar yoksul olursa olsun artık yoksulluk kültürünün bir parçası değildir” (Lewis, 1965: LVII).

Ayrıca Lewis, bazı toplumlarda yoksulluğun olmasına rağmen, bu toplumların yoksulluk kültürü içinde değerlendirilemeyeceğini savunmaktadır. Lewis (1965) çalışmasında bu toplum ve toplulukları;

(24)

 İlkel, okuma yazması hiç bulunmayan kişilerin teknolojik yetersizliği, yetersiz tabii kaynakları ya da ikisinin varlığından dolayı berbat bir yoksulluk içinde bulunanlar

 Hindistan‟daki aşağı kastlar

 Doğu Avrupa‟daki Yahudiler

 Sosyalist ülkelerdeki yoksullar şeklinde sıralamaktadır.

Araştırmacıya göre ihtilaller yapılması, gelişmemiş ülkelerdeki toplulukların yoksulluk kültürü içinde olmasını ortadan kaldırabilecektir. İhtilal olarak ifade edilen şey toplum üzerinde değişiklikler yaratmaktır. Bu değişiklikler zenginliğin dağıtılması, yoksulların örgütlenerek toplumda var olduklarını göstermeleri şeklinde uygulamaya konulabilir. Güç ve liderlik duygusu kazandıran bu tip ihtilallerin, yoksulluğu tamamen ortadan kaldırmasa da çoğu zaman yoksulluk kültürünün başlıca bir takım özelliklerini yok etmeyi başardığı öne sürülmektedir (Lewis, 1965: LXII).

1.2.4. Neoliberal YaklaĢım

Günümüz dünyasının hâkim ideolojisi neoliberalizm olarak gözlenmektedir ve sermayenin biriktirildiği kanalların genişlemesinde ve yoksulluğun derinleşmesinde önemli rol oynamaktadır. Küresel yoksullaşmaya doğru giden bu yolda uluslararası kuruluşlar, yoksulluğun sona ermesi için mücadele etmekte ve ortaya koydukları söylemleri uygulama kanallarını genişletmektedirler. Neoliberal düşünürler yoksulluk sorununu serbest piyasa ekonomisine bıraktıklarında, problemin çözüleceğini savunmaktadırlar (Nakiboğlu, 2004: 1-2). Onlara göre yoksulluk geçici ve kısa süreli olarak görülmektedir fakat piyasa yoksulluk sorununu uzun bir sürede çözecektir.

Bir kişinin neden yoksul sayıldığına ilişkin birçok farklı yaklaşım incelendiğinde, yoksulluğun sistemsel bir problem olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, Birleşmiş Milletler Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Haklar Komitesi, yoksulluğu; “uygun bir yaşam düzeyinden zevk almak için gerekli kaynakların, yapabilirliklerin, fırsatların, güvenlik ve gücün ve diğer medeni, kültürel, ekonomik, politik ve sosyal hakların süreğen ya da kronik yoksunluğuyla karakterize olan bir insanlık durumu” olarak tanımlamaktadır (Nakiboğlu, 2004: 2). Bu durumda bazı insanların bu haklara sahip olurken bazılarının sahip olamaması tamamen sistemsel bir sonuçtur ve

(25)

yoksulluk ekonomik bir sonuç değil mülkiyet ilişkileriyle bağlantılı olan siyasal bir konudur. Böyle bir sistemde güçlüler güçlerini kuşaktan kuşağa devrettiğinden dolayı sorunun çözümü için en baştaki mülkiyet ilişkilerine müdahale etmek gerekmektedir. Yani sosyal organizasyon kökten bir dönüşüme uğrarsa, yoksulluk sorunu da ortadan kalkabilecektir.

Neoliberal düşünürler, refah programlarına maruz kalınmasıyla yoksulluğun yaratıldığını öne sürmektedir. Ekonomik ve psikolojik bağımlılık sorunu olan yoksulluk, bireysel olarak sorumluluk alınması ve piyasa süreçlerinin de desteği ile çözülebilecektir (Gül ve Sallan Gül, 2004: 4). Kuram içerisinde yoksulluğun nedeni olarak görülen diğer bir nokta yoksulların kendisidir. Aynı zamanda yoksulluğun kurbanı olarak da değerlendirilen yoksullar; kişisel beceri, çaba, sorumluluk ve disiplinden yoksun, tutumlu olmayan ve sadece dünyevi zevklere odaklanan kişiler olarak resmedilmektedir (Şenses, 2003: 145-146).

Yeni liberallere göre toplumdaki herkes rastlantısal olarak zengin ya da yoksul olabilir, doğal olarak yoksulluk da rastlantısal ve kişiseldir. Dolayısıyla devlet müdahalesine, sosyal devlet programlarına, ekonomik haklara, özgürlüklere yani yoksulluk için çözüm üretmeye gerek olmadığı düşünülmektedir. Devlet, piyasanın doğal işleyişinin ürünü olan sonuçları ve refah dağılımını yeniden düzenlemeye kalkışmamalıdır. Zaten kaynak ve refah dağılımı adildir ve rastlantısal olarak oluşan yoksulluk durumunda da eşitsizlikle karşılaşıldığında bunun doğal görülmesi beklenir (Hayek, 1993). Şanslı ve yetenekli olarak görülen yoksul olmayan kesimin bu sistemde daha başarılı olabileceği öne sürülmektedir. Bu nedenle, refah hizmetleri ya bedeli ödenerek piyasa koşullarında sağlanmalı ya da gönüllü kuruluşlar aracılığıyla edinilmelidir (Gül ve Sallan Gül, 2007: 11). Bu olgularla birlikte 1960‟larda hâkim olan yoksulluğun tamamen ortadan kaldırılabileceği düşüncesi yok olmuştur. Yaşanan olaylar, yoksulluk sorununu devletin sorumluluğundan çıkarmak için gerekçe gösterilmiştir. Sonucunda sosyal politika uygulamalarında serbest piyasa kuralları geçerli olmuştur.

Tüm toplumlarda zenginlerin daha zengin olması, yoksulların daha çok yoksullaşması neoliberal politikalarla ilişkilendirilmektedir. Zira bu durumun neoliberal ideolojinin yoksullukla mücadele konusuna odaklanması süreciyle paralel olarak ilerlediği bilinmektedir (Nakiboğlu, 2004: 9).

(26)

1.2.5. Yapısalcı YaklaĢım

Düşünürler bu yaklaşımda yoksulluğun sebebini, gelir dağılımında yaşanan eşitsizliklere bağlamaktadır. Aynı zamanda yoksulların piyasaya giriş yapabilmeleri için bireysel yeteneklerinin yetersiz olduğu belirtilmektedir. Yoksulların alt yapı ve sermaye eksikliğini de devletin karşılaması beklenmektedir. Sonuç olarak yoksullar iş hayatına girseler bile başarılı olamayacak ve düşük ücretler kazanacaktır; yoksulluktan hiçbir şekilde kurtulamayacaklardır (Kasalak, 2013: 16).

Yapısalcı yaklaşımda, kapitalizmin piyasada yarattığı eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin sonucu olarak yoksulluğun ortaya çıktığı düşünülmektedir. Yoksulluğun ortaya çıkışında iki etmenin etkili olduğu belirtilmektedir. İlk olarak yoksullukların bireysel yeteneklerinin yetersiz olmasına vurgu yapılmaktadır. Yoksulların iş bulmalarına ve piyasaya girmelerine destek verilerek, devlete yük olmanın önüne geçilmek istenmektedir. İkinci olarak, piyasada formel ve enformel olarak ikiye ayrılan yapının kutuplaşma yarattığı öne sürülmektedir. Kentsel alanlarda tarım dışı sektörde insanların geçici ve düşük ücretli enformel sektöre doğru yöneldikleri, bununla birlikte yoksulluğun arttığı görülmektedir (Gül ve Sallan Gül, 2004).

Yapısalcı düşünürler, yoksulluğun tamamen ortadan kaldırılarak eşitliğin ve toplumsal adaletin sağlanabileceğine inanmaktadırlar. Vurgulanan temalar arasında; sınıflar arasında mesleki yapıda ve ücretlerde karşılaşılan kutuplaşmalar ve düşük gelir-eğitim seviyesine sahip olanlar için iş piyasasında azalan olanaklar daha belirgin bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Düşünürler; kapitalist sistemin düzenlenmesi ile ekonomiye gerekli müdahaleler uygulandığı takdirde toplumda önemli değişimlerin gerçekleşebileceğini ifade etmektedirler. Bu müdahalelerin ekonomik olarak zor durumda olan bölgelerin ve grupların gelir dağılımından daha eşit pay almasını sağlayarak ve yoksullara insanca bir yaşam seviyesini yakalayacakları yardımların sunulması, piyasa ekonomisinin ortaya çıkardığı eşitsizliklerin ve toplumsal adaletsizliklerin üstesinden gelebileceğini vurgulamaktadırlar (Kasalak, 2013: 16).

(27)

Yeni sağ olarak adlandırılan akım, felsefik arka planında Adam Smith, de Tocqueville, Schumpeter, Hayek ve Friedman gibi düşünürlerin çalışmalarını barındırmaktadır. Yeni sağ yaklaşımın birçok fikir ve çalışmadan yararlanmasına rağmen, bazı temel argümanlar üzerine kurulduğu söylenebilmektedir. Bu argümanlar araştırmacılar tarafından şu şekilde sıralanmaktadır; “toplumun düzen ve adalete doğru doğal bir eğiliminin olması, eşitsizliğin kişisel girişimciliğin ve sosyal özgürlüğün kaçınılmaz ve katlanılır sonucu olması, kapitalizmin uzun vadede büyüme ve yüksek yaşam standartlarının güvencesi olan bir sistem olması, girişimcinin bütün kazanımlarının ekonomik büyümeden kazanıldığının temel göstergesi olması ve ekonomik büyümenin ilk başta yoksulluğu azaltması daha sonra ise mutlak anlamıyla yoksulluğu ortadan kaldırması.” (akt. Özdoğan, 2009: 40). Sayılan maddelerde görüldüğü üzere bireysellik ön plana çıkarılarak, piyasanın özgürlük alanı genişletilmek istenmektedir. Başka bir ifadeyle, devletin toplumun işleyişine karışmaması, piyasanın özgürlüğüne müdahale etmemesi, bireyin hareket alanını kısıtlamaması gibi konular vurgulanmaktadır.

Araştırmacılara göre gelişmiş devletlerdeki yoksulluk sorunu, ekonomi ile ilişkili değildir. Yoksulluk, insanların refah programlarına maruz kalmasıyla ortaya çıkan psikolojik bir sorundur. Bu programların yanında yoksulluğu ortaya çıkaran faktörlerden biri de yoksul insanların sosyalleşme süreçlerinin eksik kalmasıdır. Sayılan nedenlerden dolayı, yoksulların sosyal ilişkiler geliştirebilecekleri ortam yaratmak ve olumlu davranış sergilemelerini sağlamak; yoksulluk sorununun süreçlerine odaklanmak için gerekli olmaktadır (Kasalak, 2013: 17-18).

Yeni sağ düşünürlerine göre devlet yalnızca kanundan, düzenden ve iç-dış güvenlikten mesul olmalı, bunun yanında bazı kamu mallarını tedarik etmekle ilgilenmelidir. Bu şekilde devletin toplum üzerindeki müdahaleleri ne kadar azalırsa, gelişme o kadar hızlı ve yeterli olacaktır (akt. Özdoğan, 2009: 40). Uygulanan politikalar sonucu devletin müdahaleci tavrının azaltılmasıyla birlikte sosyal güvenlik sistemleri refah devletlerinde piyasaya daha fazla açılmıştır. Yeni sağ akımla birlikte politik alanda ekonomik amaçlar vurgusu artmıştır (akt. Özdoğan, 2009: 40).

Yeni sağ yaklaşıma göre yoksulluk probleminin, yoksulları yardıma bağımlı hale getirmesi sebebi ile devletin müdahalesiyle veya kamusal yardımlarla

(28)

çözülemeyeceği düşünülmektedir. Bunun yerine yoksulları çalışmaya yönlendirmek ve bireylerin sorumluluk kazanmasını sağlamak gibi çözümler üretilmelidir. Yeni sağ yaklaşım, yoksullara yapılacak olan yardımların onları tembelleştirdiğini ileri sürmektedir. Bunun yerine yoksul insanlara iş imkanı sağlanmalı, sorumluluklarının bilincinde olmalarını öğretmek gerekmektedir (Kasalak, 2013: 18).

1.3. Yoksulluk Türleri ve Yoksulluğun Ölçülmesi

Yoksulluk kavramının literatürde mutlak/göreli yoksulluk, objektif/sübjektif yoksulluk, gelir/insani yoksulluk, kırsal/kentsel yoksulluk gibi sınıflandırmaları bulunmaktadır.

1.3.1. Mutlak ve Göreli Yoksulluk

Mutlak yoksulluk, yoksulluk kavramları içindeki en eski ve en temel yoksulluk kavramıdır. Bireylerin yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olan minimum gıda düzeyini ifade etmektedir. Bir diğer tanımı ise; “gıda düzeyinin de ötesinde sağlık, giyim, barınma, eğitim gibi temel ihtiyaçların da karşılanma düzeyidir” (Erdugan, 2010: 9). Yapılan bu tanımlamaya göre, yaşamak için gerekli olan gereksinimlerini karşılayamayan, gelirleri yetersiz kalan insanlar mutlak yoksulluk kavramına dâhil olmaktadır. Mutlak yoksulluk dünyadaki bütün ülkeler için kullanılabilir bir terimdir ve küresel yoksulluk sınırını ortaya koymak için ihtiyaç duyulmaktadır. Araştırmacılara göre bu şekilde ülkeler arası yoksulluk karşılaştırmaları yapmak kolaylaşmaktadır. Fakat her ülkenin farklı koşullara ve farklı gelir dağılımlarına sahip oldukları düşünülürse; mutlak yoksulluk kavramı bu faktörleri dikkate almaması sebebiyle bazı araştırmacılar tarafından eleştirilmektedir (Aktan ve Vural, 2002: 5).

Şenses (2002: 63)‟in ifadesine göre mutlak yoksulluk; “hane halkı ya da fertlerin biyolojik olarak kendilerini üretebilmeleri için ihtiyaç duydukları asgari gelir ve harcama düzeyi olarak tanımlanmaktadır. Tüketim harcamalarına göre yapılan hesaplamalar, bir kimsenin günlük olarak alması gereken kaloriyi sağlayacak temel gıdaların gerektireceği harcamaya göre yapılmaktadır. Buna göre, en düşük maliyetli gıda harcamalarının parasal değeri bir yoksulluk eşiği oluşturmakta, gelir azlığı dolayısı ile bu eşiğin altında kalanlar mutlak yoksul olarak nitelendirilmektedir.”

(29)

Dünya Bankası mutlak yoksulluk tanımını şu şekilde aktarmıştır; “günlük 1 veya 1,5 doların altında gelir ile yaşamaya çalışan insanlar mutlak yoksul olarak nitelendirilmektedirler.” Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde mutlak yoksulluk miktarı 1,25 dolar olarak belirlenmiştir. Yapılan araştırmalara göre dünya çapında 2,8 milyar olan yoksul nüfusunun, yaklaşık 1,1-1,3 milyarlık kısmı mutlak yoksulluk kategorisine dâhil edilmektedir.

Mutlak yoksulluk hesaplamaları, insanların günlük tüketmesi gereken kalori ihtiyacına göre yapılmaktadır. Bu ihtiyaçlar miktar olarak günümüzde günlük 1 veya 1,5 dolara tekabül etmektedir. Yani mutlak yoksulluk kavramı ile gıda yoksulluğu tanımı, ölçütleri bakımından birbiriyle eşdeğerdir. Dünya çapında geçerli olan bu standartların dışında, her ülkenin yoksulluk hesaplamaları değişiklik göstermektedir (Açıkgöz ve Yusufoğlu, 2012: 84). Hesaplamalarda göz önünde bulundurulması gereken iki faktör, asgari tüketim miktarı ve asgari ürün fiyatıdır. Yoksulluk sınırı bu iki faktör baz alınarak çizilmektedir. Ürün fiyatı, asgari tüketimi sağlamak için gerekli olan para miktarını belirtmektedir. İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek için tüketim yapmaya mecburdur dolayısıyla tüketim için gerekli olan parasal değerlerin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Sonucunda, belli bir sınırın altında yaşamak imkânsız hale gelecektir ve yoksulluk sınırı oluşacaktır. Yoksulluğa mutlaklık niteliğini kazandıran bu durumdur (Şenses, 2003: 58-59).

Mutlak yoksulluk, birey ve hane halkının yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması olarak tanımlanmaktadır. Bireyin ihtiyaçlarını asgari oranda karşılayıp karşılamadığını esas almakta ve karşılayamaması durumunda yoksul olarak kabul edilmektedir. Mutlak yoksullukta yoksulluk sınırı iki biçimde belirlenmektedir;

Gıda yaklaĢımı: Yoksulluğun belirlenmesinde, bireyin yaşamını devam

ettirebilmesi için ihtiyacı olan gıda maddelerinin maliyeti dikkate alınmaktadır. Gıda yaklaşımında, insan yaşamı için gerekli kalori miktarının karşılanabilmesi yani tüketim harcamalarının yapılabilmesi esas alınmaktadır. Eğer birey, günlük gıda ve kalori ihtiyacını karşılayamıyorsa yoksul olarak tanımlanmaktadır. Dünya Bankası çalışmasına göre, “bir insanın hayatta kalabilmesi için gerekli günlük kalori miktarı 2400 k/cal olup, bu kalori değerine karşılık gelen besin değerini alamayan kişiler yoksul olarak kabul edilmektedir” (Demirtürk vd, 2011: 40).

(30)

Daha çok işçi sınıfının durumuna odaklanan ve sendikalaşmış kurumlar arasında önemli bir yere sahip olan TÜRK-İŞ tarafından her ay düzenli olarak çalışanların geçim şartlarını ortaya koymak ve gıdalardaki fiyat değişikliğinin aile bütçesine etkilerini belirlemek amacıyla açlık ve yoksulluk sınırı araştırması yapılmaktadır. 2018 Temmuz ayı sonuçlarına göre; dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.738,00 lira olarak hesaplanmıştır (TÜRK-İŞ, 2018).

Temel Ġhtiyaçlar YaklaĢımı: Bu yaklaşım yukarıda bahsedilen gıda

harcamalarının dışında barınma, giyinme ve ısınma gibi ihtiyaçları da göz önünde bulundurmaktadır. İhtiyaçların tamamı belirlendikten sonra bunları karşılamak için gerekli olan gelir hesaplanmaktadır. Hesaplanan gelir düzeyine ulaşamayan bireyler yoksul olarak kabul edilmektedir. Gıda yaklaşımına göre belirlenen sınır açlık sınırı olarak ifade edilirken, temel ihtiyaçlar yaklaşımına göre belirlenen sınır yoksulluk sınırı olarak tanımlanmaktadır (Arabacı, 2011: 122-123).

TÜRK-İŞ‟in açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasının 2018 Temmuz ayı sonuçlarına göre; dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 5.662,00 lira olarak hesaplanmıştır (TÜRK-İŞ, 2018).

Mutlak yoksulluk kavramına dâhil edilmeyen bazı durumların olduğunu tespit eden çalışmalar, göreli yoksulluk kavramını ortaya çıkarmışlardır. İnsanların yeme, içme, giyinme ve barınma gibi biyolojik varlıklarını sürdürme amacından çok, toplumsal yaşama da dâhil olma süreçleri göreli yoksulluk kavramıyla tartışılmaktadır. Kavram içerisinde kişilerin, toplumun yaşam standartlarına uyum göstermeleri ve toplumda varlıklarını sürdürmeleri en önemli noktadır.

Gelir ve refah dağılımının hangi kriterlere göre yapıldığı, göreli yoksulluğun ölçülebilmesi için bilinmesi gereken bir noktadır. Zira yoksul insanların olanaklarıyla ortalama durumdaki insanların olanakları karşılaştırıldığında, yoksulların yeterlilik durumu ölçülmektedir (Erol, 2006: 11). Adam Smith‟in tanımına göre, “temel ihtiyaçlarını mutlak olarak karşılayabilen ancak kişisel kaynakların yetersizliği yüzünden toplumun genel refah düzeyinin altında kalan ve topluma sosyal açıdan katılımları engellenmiş olanlar göreli yoksullardır.” Tanımdan da anlaşılacağı üzere,

(31)

yoksulluk göreli bir kavram olarak yorumlanmakta ve sosyal gelişime önem verilmektedir. Bireylerin gereksinimlerini temin etme konusunda yeterli olup olmadığı, toplumun diğer bireyleriyle karşılaştırılarak göreli yoksulluk tanımları yapılmaktadır (Arpacıoğlu ve Yıldırım, 2011: 63).

Zengingönül (2004: 109) göreli yoksulluğu, “bir ferdin ya da hane halkının, içinde bulunduğu sosyal grubun ya da yerleşim biriminin içindeki diğerlerine göre yoksulluğu incelediği gibi, bu sosyal grubun ya da yerleşim biriminin diğer grup ve birimlerle karşılaştırılması” olarak tanımlamaktadır. Göreli yoksulluk bireylerin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ile ilgilidir. Sallan Gül‟ün (2002: 109) belirttiği gibi, “göreli yoksulluk bireyin insanca bir yaşam sürdürebilmesi için yaşadığı toplumsal çevredeki temel altyapısal, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayamamasını ve birçok şeyden yoksun olmayı ifade eder.”

Az gelişmiş ülkeler göreli yoksulluk tanımı içerisinde bulunabilirse, bu onlar için bir kalkınma belirtisidir. Bu yoksulluk tipinde bireyin algıladığı ya da hissettiği ihtiyaçlar kendileri tarafından karşılanmak zorundadır. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır ve topluma ayak uydurmalıdır. Günümüzde de yoksulluk denildiği zaman genellikle göreli yoksulluk kavramı akıllara gelmektedir (Sipahi, 2006: 176). İnsanların birlikte yaşadığı toplumun ortalama bir refah düzeyi vardır ve bu refah düzeyinin altında kalanlar göreli yoksulluğa dâhil olamamaktadır. Refah düzeyi bireylerin ya da hane halkının, tüketim veya gelir seviyelerine göre belirlenmektedir. Ancak yapılan çalışmalara bakıldığında, özellikle gelişmiş ülkeler için tüketim seviyesi değil toplam gelir seviyesi referans alınmaktadır. Bu durum için kullanılan tanım şöyledir; “toplam geliri belli bir miktarın (yoksulluk çizgisi) altında olan birey veya hane halkı yoksul olarak tanımlanır” (TÜSİAD, 2000: 97-98).

Göreli yoksullukta orta düzeyde kazanılan gelir dikkate alınır ve bu gelirin yarısını kazanamayanlar yoksul olarak tanımlanmaktadır. Bireylerin ya da hane halkının refah düzeyleri, kavram için dikkat alınan diğer bir etmendir (Şenses, 2003: 91-92).

Bir yerde göreli yoksulluk varsa mutlak yoksulluk olmayabilir fakat mutlak yoksulluğun olduğu yerde göreli yoksulluk kesinlikle olmak zorundadır (Tufan ve Karataş, 2003: 16). İki yaklaşımın da ortak noktası, bireylerin gelir düzeyidir. Gelir düzeyinin hangi faktörlere bağlı olarak oluştuğu analiz edilebilirse, bu düzeyin

(32)

altında kalan kesim de tespit edilebilir. Bu şekilde kimlerin yoksul olup olmadığını ortaya koymak daha da kolaylaşacaktır (Dansuk, 1997: 5).

Gelişmekte olan ülkelerde mutlak yoksulluğun çok sık görülmesi, araştırmalar tarafından kanıtlanmıştır. Diğer yandan gelişmiş ülkelerde ise bu tip yoksulluk görülmemektedir. Bu nedenle gelişmiş ülkelerdeki yoksulluk gündemini daha çok göreli yoksulluk oluşturmaktadır (Arabacı, 2011: 123).

1.3.2.Objektif ve Subjektif Yoksulluk

Objektif bakış açısı, yoksulluğun oluşumundaki etkenleri ve insanları yoksulluktan kurtarmak için nelere ihtiyaç olduğunu araştırmaktadır. Subjektif yaklaşım ise insanların mal ve hizmet seçimlerini, bu mal ve hizmetlere ne kadar değer verdiklerini içermektedir. Görüldüğü gibi bu yaklaşım bireysel faydaya büyük önem vermektedir (Beken, 2006: 12).

Özsoy‟un (2004) tanımlamalarına göre objektif yaklaşım diğer bir deyişle refah yaklaşımı, “yoksulluğu neyin meydana getirdiği ve kişileri yoksulluktan kurtarmak için nelerin gerektiği konusunda önceden belirlenen değerlendirmeleri içermektedir.” Subjektif yaklaşım yani fayda yaklaşımı ise, “yoksulluğun tanımlanmasında kişilerin tercihlerine önem vermektedir. Uygulamada, kişilerin elde ettiği toplam faydanın hesaplanmasında karşılaşılan güçlükler, genellikle objektif yaklaşımın benimsenmesini gerektirmektedir.”

“Objektif yoksulluk, yoksulluğu neyin oluşturduğu ve insanları yoksullaştırıcı durumlarından çıkarmak için neye gereksinim duyulduğu gibi normatif yargıları ifade eder. Başka bir ifadeyle; tespit edilebilir ve doğruluğu kanıtlanabilir bir standart ya da standartlar setinin aşağısında kalma durumudur” (Metin, 2013a: 27). Subjektif yoksulluk, kişilerin kendilerini yoksul olarak görüp görmediklerine göre belirlenmektedir. Bu kavramda kişilerin düşüncelerine önem verilir, onların görüşünden bağımsız olarak nesnel ölçütler geliştirilemez. Kişilere anket tekniğinin uygulanmasıyla elde edilen veriler, mevcut koşulları hakkında bilgi vermektedir. Kendilerini yoksul olarak görüp görmedikleri de anket yoluyla ortaya çıkan sonuçlar arasında bulunmaktadır. Tüm bu sonuçlara göre subjektif yoksulluk sınırı belirlenmektedir (Erdugan, 2010: 9-12).

Şekil

ġekil 1: Ġnsani GeliĢme Endeksinin Boyutları (UNDP, 2014).
ġekil 2: Toplumsal Cinsiyet EĢitsizliği Endeksinin Göstergeleri.
ġekil 4: Yurt dıĢından gelen ve yurt dıĢına göçün en fazla olduğu ilk 5 il.
ġekil  5: VatandaĢlık  ülkesine  göre  Türkiye'ye  gelen  ve  Türkiye'den  giden  göçün  en  fazla olduğu ilk 5 ülke
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

 Yoksulluğun; sürdürülebilir geçimin sağlanması için yeterli gelir ve üretim kaynaklarından mahrumiyet, açlık ve yetersiz beslenme, hastalık, eğitim ve diğer

İnsan topluluklarının coğrafi, tarihsel, iktisadi durumunun oluşturduğu sosyal ve kültürel çeşitliliği anlamak için çalışmalar yapan Adli Antropoloji ve

Yoksulluk sınırının altında bir gelirle geçinen 20 milyona yakın yurttaşın temel gıda kaynağının başta ekmek olmak üzere tahıl kaynaklı olduğunu belirten Prof..

Eğer özel mülkiyet diye bir şey olmasaydı, sözlüklerde zenginlik ve yoksulluk kelimeleri de olmazdı… Eğer insanlar üretmek ve yaşamak için gerekli araçlara

 Aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı 1990 ile 2015 arasında 1,9 milyardan 836 milyona düşmek suretiyle, yarıdan fazla azalmış olsa da, hala çok sayıda

Yoksullukla mücadele örgütlü değil (partiler, sendikalar), STK’lar eliyle.5. Yeni Kavramlar:

Dünya Bankası: Kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması!. BM Kalınma Programı: Kamu güç, görev ve yetkisinin rüşvet, kayırmacılık, sahtekarlık

bir ceylanın peşinde koşarken kargalar besledi yalnızlığımı dudaklarında gölgemi getir boğazında akan bir nehir. beni bir balığın ağzında unuttular dualarla