• Sonuç bulunamadı

Şiiri ve sanatı üzerine Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın kendi görüşleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şiiri ve sanatı üzerine Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın kendi görüşleri"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

" t İ U ,

İ M '- ı- â fo

7"7— S/L-t'SLJT

ŞİİRİ VE SANATI ÜZERİNE

RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI’NIN KENDİ GÖRÜŞLERİ

Behçet Neeatigil

t ki belge:

Halen İstanbul’da Kabataş Erkek Lisesi Fransızca öğretmenlerinden sa­ yın Sadullah Gür, bana iki belge ve şu bilgiyi verdi (temmuz 1973):

«İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Fransızca okutmanlığı yap­ mış olan ağabeyim Mehmet Fuat Gür (ölm. 1963), 1933-1934 ders yılında Antakya Lisesinde son sınıf öğrencisiydi; Adana’da çıkan Ferdâ gazetesi ya­ zarlarından Ali İlmî Fânî de lisenin edebiyat öğretmeni. Ali İlmî Fânî bey bir yazılı yoklamada sınıfa Rıza Tevfik beyin şairliğini soruyor. Rıza Tevfik bey o sırada Antakya’ya gelmiştir. Ali İlmî Fânî bey, yazılı yoklama kâğıt­ larını dostu Rıza Tevfik beye verir, ona okutur. Kâğıtlar içinde en çok ağa- beyiminkini beğenen şair, bu kâğıdın arkasına kendi görüşlerini, öteki kâğıt- lardakinden çok daha geniş, belirtir. Ağabeyim, her iki kâğıdı kıymetli bir hâtıra olarak ölümüne kadar saklamıştı.»

Aşağıda bugünkü harflerimize aynen aktardığım her iki belgenin asılları şimdi Türkiyat Enstitüsü arşivindedir.

1 — İmtihan kâğıdı:

Soru: Rıza Tevfik nasıl bir şairdir? Diyorlar ki o hece vezniyle yazdığı şiirlerde Gevherî’yi, Karacaoğlan’ı taklit etmiştir. Bu iddia ne dereceye ka­ dar doğrudur?

Cevap: Filozofun hayat ve eserlerini okuduktan sonra onun hakkında şu fikirleri yürütmek mümkündür: Filozof muhakkak dimağ kabiliyeti çok yük­ sek bir adamdır. Onda her fakülte haddinden fazla bir kabiliyete, bir inkişafa mazhar olmuştur. Hâfızası altı yedi lisanı mükemmel hıfzeder. Zekâsı şim­

(2)

206

diye kadar gelen muhtelif filozofların eserlerini tetkik edecek kadar nüfuzlu­ dur. Hassasiyeti Türk tarih-i edebiyatında pek az şaire nasip olmuş bir dere­ cededir. Vücut kabiliyetini söylemeyeceğim; işittim ki yüz yirmi kilo siklet- leri havada dolaştıracak bir enerjiye sahiptir. İşte bence filozofu hiç bir mes­ lekte durdurmayan, o daldan dala, filozofken şairliğe, doktorken bektaşiliğe, hamamda güreş yaparken nâzırlığa atan kudret ,onun bu fakültelerinin fev­ kalâde inkişafından doğmuş bir muvazenesizliğin neticesidir.

Filozof şimdiye kadar geçip çıktığı mesleklerden acaba hangisinde daha ziyade muvaffak olmuştur? Şüphesiz bu şairliğindedir. Şair Rıza hassasiye­ tinin ve dimağ kabiliyetinin yüksekliği sayesinde bilhassa Tekke ve Halk şa­ irlerini okumuş, onlardan zevk almış ve o vadide en güzel koşmalarını, nefeslerini yazmıştır.

Diyorlar ki: Bizzat kendisinin dediği üzere, en çok sevdiği şey güreşler yapmak, Halk şairlerini okumakmış. Filozof hakikaten Halk şairlerini iyice anlamış ve yazdığı şiirlerde hemen hemen bütün Halk şairlerini geçmiş gibi­ dir.

Onun bir koşması, bir nefesi bize o asırlardaki Türk halkının edebî zev­ kini, tekkeciliğin, tasavvufun Halik’le mahlûku bir gören ruhunu tamamiy- le gösterir:

Gel derviş beri gel yabana gitme Her ne arıyorsan inan şendedir Nefsine beyhude eziyet etme

Kâbeyse maksudun Rahman şendedir

O da zamandan şikâyetçi; artık peymanelerde eski neş’enin kalmadığım, meyhanelerin eski âlemlerin maziye karıştığını, sahbaların yıkıldığını söy­ lüyor :

Dün gece ye’s ile kendimden geçtim Teselli aradım meyhanelerde Baht-ı dûn elinden bir dolu içtim O neş’e kalmamış peymanelerde Çöl müdür bu Yârab ses yok seda yok Gülşenler bozulmuş bûy-i vefa yok Evleri dolaştım bir âşinâ yok Ay balkır o ıssız gamhanelerde

O da bir zamanlar selefleri gibi her şeyi rindliğe dökmüştü, dünyaya me­ telik vermiyordu:

(3)

Hey Rıza arifiz derviş-nihadız Alâik kaydından çözüldük şadız Mest-i lâ-ya’kılız gamdan âzâdız Postu meyhaneye serenlerdeniz

Sofulara o da kızgındı, ara sıra onları haşlıyordu: Mîrâc’ı anlatma eşek değilim

Bildiğin kadar da melek değilim Günahkâr insanım ördek değilim Bu ağır gövdeyle uçamam hocam

Filozofun şimdiye kadar edebiyat kitaplarında söylenilmek istenmeyen bir tarafı vardır: Filozof gerek vatanda olduğu vakit, gerek menfada iken va­ tan için içten gelen bir sevgi göstermesidir. Filozofun vatan sevgisi aşağıki be­ yitlerde ne kadar canlıdır:

Yüce Balkanları duman bağlamış Yine mi gurbetten kara haber var Seher vakti burda kimler ağlamış Çimenzar üstünde taze çiyler var Ufukta iz gördüm kızıl bayraktan Dumanlar ağıyor nemli topraktan Tekbîr sedaları gelir uzaktan Hudut boylarında sanki mahşer var Benim öksüz ruhum yasa bürünür Hamza Bey koyunda gezer görünür Safvetinde ancak vatan görünür Gözümde titreyen bir damla yaşın Bizi barıştıran bu an’anâtm Sarsıcı duygusu vatan aşkıdır Hep şu hâtıralar şi’r-i hayatın Ruhumda gün gibi batan aşkıdır

Filozof Rıza Tevfik’i Gevherî’yi, Karacaoğlan’ı taklit etmekle itham et­ mek istemişlerdir. Bu sırf garazkârane söylenmiş bir sözdür. Vakıa Filozof,

(4)

208

Gevherî’yi, Karacaoğlan’ı candan severek okumuştur, fakat o içten gelerek yazdığı şiirlerde bir taklit havası aramak lüzumsuz bir zahmettir.

Bence Filozof kadar, yazdığı şiirleri külfetsiz ve tamamen duyarak yaz­ mış şair azdır. O sade bir lisanla, her türlü edebî şekillerden âri yazdığı ne­ feslerde kendi ruhunu maharetle gösterir. Hattâ onun öyle şiirleri vardır ki, içersinde çok kullanılan teşbih’ten bile bir taneye tesadüf edilmez.

2 — Rıza Tevfik’in Görüşleri: Numara 5.

Efendim,

Arkadaşlarınıza arzettiğim mülâhazat-ı umumiye (ki harikulâde olan istidadınızı ve zevk-i şi’rinizi pek ziyade takdir ve tahsin ettiğimden dolayı bu acele müsveddatınıza büyük bir kıymet verdiğimi söylemek şevkiyle yazıl­ mıştır), sizin hakkınızda da harfi harfine doğrudur. Lütfen arkadaşlarınızın kâğıtlarını da okuyunuz. Size pek çok teşekkür ederim ki iki mühim nokta üzerine pek doğru ve pek mühim fikirler beyan etmişsiniz. O kadar ki sîzle­ re ithaf etmek şevkiyle yazmağa başladığım kitaba sizin işaretiniz üzerine bir bâb ve bir mebhas daha ilâve edeceğim ve buna vesile ihdas etmiş olduğunuz için size pek medyun ve müteşekkirim. Pek mühim görüşlerinizden birisi be­ nim vatanıma karşı ne kadar büyük bir sevgi beslediğimi ve bunu şiirlerim­ de nasıl bir hiss-i ihlâs ile ifade etmiş bulunduğumu pek güzel bir surette ib­ raz edişinizdir. Hele bu iddiayı teyit için şiirlerimden intihap etmiş olduğu­ nuz misaller o kadar muvafık ve o kadar belâgatle bu vatan sevgisini nâtıktır ki onlardan daha iyilerini bulmak mümkün değildir: Filhakika bütün sev­ gilerimin mehd-i neş’eti ve mahall-i inkişafı benim doğup büyüdüğüm gezip dolaştığım her cilve-i hüsnüne âşinâ olmakla şairliğe kadar yükselebildiğim o dilber yerlerdir. Bütün o yerlerin müdafaası uğrunda ömrünü telef eden yi­ ğit ecdadım ve anam babam kardeşlerim onun sinesinde yatıyorlar. Ben o yerlere çocukluğumdan beri âşık olmasaydım şair olmazdım. Şairliğim bile hamiyyet-i vataniyye cilvesidir. Bu hakikati samimiyyen itiraf ve teslim et­ meyen bir kimse yoktur eminim. Lâkin bunu sizin kadar merdane söyleyen olmadı. Onun için siz büyük bir dost ve mert bir müdafisiniz. Buna teşekkür ederim. Lâkin pek iyi anladığınız ve pek zarifane bir eda ile anlattığınız gibi bu hakikat (şimdiye kadar edebiyat kitaplarında söylenilmek istenilmeyen) bir hasletimdir. Bunu yalnız sizin gibi kendi vicdanının sesini dinleyen, saf kalbli bir tek adam hakkıyla anlar ve itiraf ederse beni hoşnut etmek için kâ­ fidir. Ben bu gibi keyfiyetlerde riyakâr ve korkak bir ekseriyetin hükmüne ve tavrına zerre kadar ehemmiyet vermem. Bundan maada benim şiirlerimde

(5)

pek mühim bir cihete dikkat etmişsiniz ki onu şimdiye kadar kimse görmemiş­ ti ve bana ihtar ve işaret eden olmamıştı. O da şiirlerimin pek çoğunda teş­ bih’ten eser olmamasıdır. Siz mülâhazatınızı bu mühim keyfiyeti nazar-ı dik­ kate arzetmekle bitirmişsiniz ve «hattâ onun öyle şiirleri var ki içersinde ede­ bî şekillerde en çok kullanılan teşbihlerden bile bir taneye tesadüf edilmez» demişsiniz. Nüfuz-u nazarınızı cidden tebrik ederim. Teessüf ederim ki ma­ kaleniz bu sözlerle hitam bulmuş ve belki bu garibenin sebebi ne olabilece­ ğine dair kendi düşüncenizi beyan etmeğe vakit bulamamışsınız. Bu hususta ne düşündüğünüzü ve bu keyfiyeti neye atfedebildiğinizi pek bilmek ister­ dim. Maamafih ben size bu mühimmeyi kısaca arzedeyim; çünkü bu işare­ tiniz, kitabımda «Sanayi-i edebiyye» ve «Üslûb-i mecazî» evsafına dair dahi bir bahis açmak lüzumunu ihtar etti. Binaenaleyh tafsilâtını orada görecek­ siniz. Teşbihler, istiareler, mübalâğalar, kinayeler, ihamlar ve bütün mecaz

(figure)’lar, bir fikri kabiliyyet-i tabiiyyesinden ziyade bir kudret-i beyan ile ve muciz bir surette eda etmek ve tesirini arttırmak için kullanılan «fikir ta­ vırları» ve «ifade şekilleri»dir. Fikir ( l ’idee) dahi mutlaka cismanî bir şeyi veyahut ruhanî bir haleti göstermek için bir işarettir ki onu bir lafz-ı mahsus ile tebliğ ederiz. Bir fikir ile ifade ettiğimiz bir şeyin, bir haletin, bir keyfiye­ tin bir cihetini, bir tavrını âdeta tabiî bir lisan ve üslûb ile kuvvetli ve şiddetli göstermek istersek çok uzun sürer ve tarife kaçmış oluruz, sözümüz o kadar kuvvetli olmaz. Onu dolgun bir kelime ile ifade edebilir de birçok evsafını birden ifade edebilirsek o zaman şiddetle nazar-ı dikkate çarpar. Bunun için de o evsafı câmi olan başka bir şeye onu benzetip, beyan etmek istediğimiz o evsafı tek bir kelime ile beyan etmekten kolay ve müessir bir çare-i ifade bu- lamamışızdır. Meselâ I. Sultan Bayezid çok énergique, çok tetik ve çevik bir adamdı. Kendisini Bursa’da meşgul gören Karaman beyi bir fesat çıkarmağa teşebbüs eder etmez Bayezid’i hemen Konya’da görür ve şaşırırdı, ilâh ilâh di­ yerek onun evsafını uzun uzadıya (ve her sırası geldikçe) tarife kalkacakla­ rına, Türkler pek tabiî olarak sürat ve şiddet-i tesir hususunda her kuvvetin fevkinde bildikleri «yıldırım» hadisesini hatırlamışlar ve o adamı —aynı ev­ safa malik olduğundan dolayı— yıldırıma benzetmişler ve belki evvelâ «he­ rif, yıldırım gibi bir anda her yere yetişiyor» demişlerdir ki bu halde yani «yıl­ dırım gibi» tabirini kullanmış olmakla bir teşbih yapmış oluyorlar. Sonra bi­ raz daha mübalâğa etmişler (çünkü insanın muhayyilesi fıtraten mübalağa­ ya meyyaldir!) ve «yıldırım gibi değil aynen yıldırım!» diyerek aradaki «gi­ bi» edat-ı teşbihi de kaldırıp atarak «Yıldırım Bayezid» deyivermişler ki bu şeklinde ona «istiare» diyoruz. Gitgide de böyle istiareler bir sıfat-ı kâşife ve mümtaze haysiyetini ihraz eder ve en sonunda bir lakab olur kalır. «Sansar Mahmut Ağa» ve «Öküz Paşa» gibi. Hattâ döne dolaşa isim bile olur. Çok âıle isimleri böyledir ve menşe’leri bir istiaredir. İlââhirihi !

(6)

210

Şimdi bu «mecaz»ların yerinde ve lâyıkıyla kullanılmasını —söze kuv­ vet ve marifet-i tebliğe müessir bir eda temin etmek maksadıyla— öğreten bir hususî ve pek eskiden beri malûm ve muteber bir «ilim» vardır ki ona «ilm-i belâgat = La Rhétorique» derler ki mecazların envaını tetebbu eder ve bu suretle bir fikri daha muciz fakat çok daha müessir bir surette eda ede­ bilmek kanaatine müstenit bir ilimdir. Eski Yunan bu ilmi sarf ve nahiv ve felsefe ve edebiyattan evvel yani onları zapt u rapta alıp da «usûlî = systé­ matique» bir ilim şeklinde tesis etmezden çok evvel tedvin ve talim ederdi. Nihayet Aristo belâgati bir ilim şekline koydu ve pek mühim bir kitap da yaz­ dı ki bütün âlem-i medeniyyetin ve Arab hükemasının bu hususta menba-ı malûmatı odur ve biz Türkler de onu Arablardan aynen almışızdır. Maa- mâfih her millette teşbihin, kinayenin ve envâ-ı mecazâtın en iyisini avam yapar. Onun için bu ilmi ancak Avrupa üniversiteleri resmen okutuyorlar. Eski ehemmiyetini bugün çok kaybetmiştir.

Bana gelince benim fikrim bu hususta büsbütün başkadır. îlm-i belâ­ gati hiç bir vakit istihfaf etmemekle beraber, şu hakikate çoktan kani olmu­ şumdur ki, alelumum sanayi-i nefise başlı başına bir lisan-ı ifadedir ve her şûbe-i sanatın kudret-i belâgati kendi vesait-i ifadesine tâbi bir şekilde ve o nisbettedir. Sonra asıl maksat haricî şeyleri resm ve taklit veya tasvir ve tarif değil, o şeylerin ruhuma tesirini her hangi bir vasıta-i ifade ile ve kemal-i sa­ mimiyetle eda edebilmektir. Tabiîdir ki bir musikişinas bunu ahenkle, bir ressam şekil ve renkle, bir şair ahenktar ve mürettep sözlerle yapabilir. Üçün- cüsü şudur ki ben her zaman bana hariçteki şeylerin tesirini eda etmek mec­ buriyetini hissetmem. Bazan büsbütün kendi ruhumun en derin kaygılarını ve duygularını ifşa etmek ve onlara —en münasip düşen— bir şekl-i ifade ve­ rip (hiç cismanî olmayan ve olamayan) o duygulan güya maddî bir şekilde harice çıkarmak isterim ; ve itikadım şudur ki en birinci şart-ı belâgat bu gibi derin duyguları kemal-i samimiyet ve ihlas ile gönlüme söyletmektir, ilm-i belâgatin öğrettiği sanayi-i lafziyye ve etvar-ı fikriyye ile eda etmek değil.. (Tarifi kabil olmayan ve hiç bir kelimenin havsala-i beyanına giremeyen ve sözün dar ve kaskatı kalıbına göre bir şekil alamayacak kadar seyyal olan) ruhumdaki melâl-i hasreti hangi teşbih ve istiare acaba kemal-i belâgatle eda edebilir?.. Bunu tecrübe etmedim değil!.. Çok defa tecrübe ettim. Nihayet lâyıkıyla gördüm ve pek iyi anladım ki doğrudan doğruya tesirat-ı hariciyye- ye atf ve isnadı mümkün olmayan bu gibi esaslı hâlât-ı ruhiyeyi olduğu gibi arzedebilmek ve kat’an teşbihlerin ve mecazâtın muavenet-i ifadesine hele ta- rifata hiç yanaşmamak en belîgane bir surette eda etmektir. Ben şairlikte ken­ dimi kâtib-i vahy addederek bir şahs-ı sâlis menzilesinde tutarım. Ruhum ne söylerse onu nakletmeğe çalışırım. Buna yeni kitabımda misaller

(7)

verece-ğim. Fakat şiir ile tasvir yapacak olursam, yani Frenklerin tabirince «pitto­ resque» bir şey, bir tablo, bir manzara, bir «portrait» yapacak olursam —çün­ kü bu da bir «genre»dır, bir nevi şiirdir— o vakit teşbih de kullanırım ve âdeta ressamın boya kullandığı gibi dikkatle ve yerinde kullanmağa çalışı­ rım ki yaptığım tablo daha parlak olsun ve reng-i hakîkîsi ile «Canlı = vif» görünsün. Meselâ Koca Haşan Dayı unvanlı şiirimde birçok köy, kır, şelâle, orman manzaralarından maada bir de ihtiyarın kendi «portrait»si tasvir edil­ miştir. Orada «Yaşlı gürbüz bir yörüktü, paslanmış bir demirdi» ve «Bir dev­

rilmiş kütük gibi kımıldamaz dururdu» ve «Baykuş gibi şu kovukta geçer gecem

gündüzüm» ve «Biraz daha kurcaladım canlı mezar taşını» gibi teşbihler ve istiareler kullanmışım ki çok yerindedir. Hattâ bazı şiirlerimde bana şiddetli tesir eden şeyin güzelliğini ve evsaf-ı cemilesini büsbütün ihmalederek mün­ hasıran bende hasıl ettiği tesîratı şi’ren ifade ederim. «Gözlerin» unvanlı şii­ rim bu tarz şiirin pek muvaffakiyetli bir misalidir ve pek sevdiğim şiirlerim- dendir. Dikkat ederseniz onda da hiç sanayi-i lafziyye olmadıktan maada ba­ na şiddetle tesir etmiş olan o gözlerin hiç bir vasfını söylememişim ve yalnız «koyu menekşeye çalan» diye renginden bir lem’a arzetmekle kalmışım. Bu kadar yeter. Bu bahis gayet mühim olduğu için bu kadarcık işaret etmeğe mecbur oldum ve hepiniz içindir. Yalnız siz bu noktaya dikkat etmiş olduğu­ nuzdan dolayı, sizin kâğıdınıza bu tafsilâtı yazdım. Bu şeyleri Gevherî’den falan öğrenmiş olmadığımı temin için yemin etmeğe lüzum görmüyorum, fa­ kat hiç bir kitaptan da öğrenmedim. Kendi vicdanımla yarım asırdan ziyade bir müddetten beri hasbıhal etmekteyim, ancak bu tecrübe ile öğrendim, hat­ tâ doğru zannettiğim birçok nazariyyat-ı felsefiyyeyi de yine bu gibi tecrü­ beler sayesinde tashihe muvaffak oldum.

(8)

B.' Necatigil • Lovha I

e u . V Ci s

Z.S -c\<v “ ->■> 2 t r * - m- ''- * 1. * ' - ^ > / J ' I* r*~* s* L+

-. r fi ^ J f ü J ^>- . » — - ' y^t-"

; .✓ •* ¿ j ss ->* oyy /•'. tiZuj> & - 1 í’/^- r-~ 1 e ^ «." t*-p »¿ju> —-l

' : •■* ^ /-'•• /-JI J ^ ^ ^ *•* ¿~i¿ ¿I j --- t

(.. ¡/ j . ^ j/ * ^ A-< yAs^- ^ V^ */■ • i/-/ ^ c/ r*~ Lp • ^ ■/'^', r* ^ _,v : ^ - JL t*- # -*- ^ ^ r ^ i V//- İ-»—^ «I**"' ^ îv^->^ cl*?. Cr r^ r» . - c  J -* s~ ■ ' * - -*>J c * f i ^ ^ *■• - ' o — I i*e> # J1“ t j ^ ^ t* juU ^ « - ° . - ^..v. '. r U - ^ r r ^ ' -» 1* --' u *^ '* «'*•' >’ > ' n . ^ .-r*4- V>-4 . ^ ^ ^ f ^ l ’ V ‘-'-j* r-,,i-» ^ y ^ S * J* , 1¿* .>* i v ^ ^ I r * ^ ^ * ' \r ^ '' \? _L y * p > l » ' ' ' . ^ ^> . oi>.; <¿ l>~> s r —¿1 „ - ' U r \ ¿ U A— * ^ y j ^ ^ c jS » ' ---- V, s * K t £ ( * e». İA û ¿ l* s f i û>^- — L —^ .« —* ( . ^ J f s ^ - ^ L » * 1 (L. / » ^ / r ' ^ J r J S s * / V — / > ; v V > Í * r*“4 ’ s- \J \ . « yS-*> - v s y J r .* „ • ( ^'■ '. ^ u *t f i y r * y **■ 1 • -» * c ‘ ^■ -* Q> ~ - '' ¿ J : r ¿ ¿ .>. j ^ , 1 •• / f-* _* ¿ l^ L . ,*>-*- û i - ^ J» ---^ O ---^ rS * yi* * ---* ï İ- fi*9*=**-^1

.-'fie r »/i/ÿi r^-’ -» rv-r“; /■— ^ ffis^ ts fi J. i ;

2 / ' • * . r ' » « ' • ' . / < s -py ¿ - - i 1¿ U - r+ A ' • O - J < 0 I (2-X-vA-*' C f i s y i - . Ş - . f s s y ?" V v-^s r fi^s*~ y s . • / v ■t> ■* £- t* s y k¿ + » . - hl"m> H**-, - » ' r-* < 1 1 t V V ✓ r --J , - y ' > -* 1 ■ • • C .. y X -> / 0 -» > y . - / fi 9^- ,- t ' bJs^ç^S r r*-—)

(9)

* Js* r Û-» . VJ'J J C ıJ. - > " r -ı > - , r f - — ' ? » • V r U - / v r ^ Î . 1 « ^ . V " f ir ^ - / o U r < t* ı <• , r ** s** * ■ ' v ı • J • / r L / " ^ ^ 1 C *4— * r - * - ; r > r s J J ■ ' y J s ' r U . V - ' K L. t* c • -' + • . r f* -*>" r'-'' t'" . ^ v>. „ __> I " ' 1'- '“ -' • ı~—' ' ^ ‘ _ f»/- v L ■ r^. J/jl »s :. » r L " ---4 L*1 t- w ı .V r I ’ J ' „ e*--*'' c'' t.- r<. ^ / i //■ ->. • ' . * . -■ ’. J J , i- / ( , * •• * ' L- ;^. r ^ ' ✓ J- JL-V f V '." ' cT'jt •%« w > c. »✓ -** .-«? C- r r v z :\ ^ r J . * v

r^ j e^. ! ¡i v ' i s i» * f f ’J «" İ,_->A / o ‘-ÎO, ’ ^ ' » J |* :V . ^ v . ^ > y > (f, ^ . - ^ , * » ^ ' u- . v j ı ..jr r vi r' 1 c-'‘ ' - « y / ,v ->« «'•»>. *«ı , umm=^0C, u. j- _ ' . ^ c„ I r # . . . •‘" ^ r' t—'* 1 û>> * r1 i-' Cv1 1 »> Lfcl» r^ - . .T

(10)

B. Necatigil Levha III - J ~ t * C r y \ A ' « -* I . . # » ı /.* - s* p " 1 ^ X » r y / ı * ^ '•*>--* * - . « Z' • ** -. fy/_, * S > 4 * J + s - ~ * S L > > r i r A i l / O i* •» v v ✓ — > -■ ✓ . - ' - A v ¿i»- rr - >->>l J> • ■ ' L * r . " -- ✓ '>''✓ i ”/ ' *- ’ * •' # t . v A ^ A' - . “ | • U . ' / V*"*'"'!*'' ' u >*■>"' f^ . " u> , ** u ^ s* 1- y s- —' * ^ ^ r . - i»«-'-}-1'’ ı —' »;/-•''- *'••" , , , a J ' f - / » ¿ T ’ ^jûî İ > V *IC-' ¿ { -> C ,~ . '" «._<,• S * - ^ ' ıJ . - j; - v o^(¿¿A ^-' « // «A, r» <---■,-' •»' A' • V -4^1 ^ /V -' * "'•'*’ L> a . .. . /* -»c - . 3* -O , / e/ ^ ?-> / . . A ^ ' s s S ^>> r '< / * ^ ■ V- *■ /-» / ^ i / / ^ ' o j * y Ju <; /J ^ V y u r> ■ 4*f o\> » i j**■ ( * • -^. +SJ-*’ ***%- •. >* C, ^ 1-^0 > * l . J > K -r *

(11)

• W - O ' *>)>J 'dülAU/l* ı¿ Ş o j f j j : \\j,y ı C\»c^>j^(/Z)s j ¿*şir e ) y y o f o y j-SÂ> W<aO ¿ J js ü e ) '¿ ‘¿ y '¿ s \ u k * . < û v <yy» *j >C^û>> , ^ i _ i j b * £ / -j -j -j ' f f t y -j c± ; }j«J e ü İ / Î > V j>>ûL o ^ ' . ' J y y y o y ‘& ^ K& y o J J ' 'j* V ' çAÎ M «->M* U>j ^ *_> V y I s ^ S S 'S ^ i <0 ö r!/. v -» > Ç X .^ y ^ eL . ^ / ¿ ^ j / o y j s l y * ^ ( /F jS 'fy u - f * t^ ^ t» t ¿K*^ j y j i/JoiJ-r* </V"

'-f'&’\/L)*>JyZ- röjrf}j+>\j ftju^ • I ✓ ir ' oSuy^s, ¿ s j f o v

£>jjb>\i y ^ )icy j *>S*.yj ^ y ' _Ai C>Σ-»J.>W-?' <

c y _ y f ^ - ^ y y <w ^ ti,t> ; -uVj *A A >y cfy<3 m a>

çjy.?r-Jt> sjjjSj-'C - cb& y u-l î ^ y \ / f i j y y y

. & k \ A — âAi_>•

«f»? ı> '.> ''^ ¡ ¿ ^ ^ ¡ y y >y. -y-> ı> -. ^ U# bb

< y y y .y ^srf.'ctij \ - t s j ' S y ^ t y ^ o y \ » y ^ e> J^Jy ^ - f i * ^ ¿ Ş c - fiy \>xy r ^ y < î \ , j - ^ j y i \ ^ e \ t / j S • çy> v& * Vy - j & y K>>j j/ j c~~j j s.

( < y ^ & y(zy/y /J*jjy^J< zJİÂ> y ı/j£ > j> yi\e}^\

0 ^ .^ lc A 3 ^ a Ç U J»U»- — - <2Xİ ı>>^ > .

-^b y ^ \/fijJP } a K ç b y ^ s * e r IJ» W i

(12)

B. Necatigil Levha V > >j Ü2>l ■ s} ^ J 0 O J J » . ı s j j - * U j ' s J j , I J v Ll. \ j ¿ ¿ Ş ^ y s . L lly I ^ A o * c J i c\P) 1 ¿Jkyi ¿¿“»J ^'j^^aj j , a j t i j U t f j 4J 4İ 'j ^ ■f!*dh->/V-^Jİf ^ >c* JJs^‘S' l* j~ «J> ~**j ‘•S&Iajİ* 4 ¿ J s*> ( fr " 0\^t> c\> ts' J ^j^ . “ * ¿ 6 ,- --- - " t * jr m ş jiJ L \J tJ - > fc----~ • ^ r * r v /. , */ * ' ( f i t * c ' t e r - > < X * J •<»feı/u U ^ >? / i (» W ^ V i i ,>‘^ ^ ^ ' ° ' tf>;T , ¿ £ ¡ . ¿ 1 J a ) ‘S j ( * J » Z '

& • ^ OMm\i^J> c yS u ^y i/^el^j', L""' •/ . /^J JÎ ' ' l_^ “^ '

l O u ^ <jrjJ*s <ji/?s, cJC-Â^y c£S\> s ‘ «/■*£•*£' ^ '

s J j; j ^ j* t ¿l»jt-y^(/ _>_-- ^ (/< y ı ‘-‘ j^ -' O y ^ ^ ^

^>*><¿>1. & r ~ <

>* c^«->L *> 1¿y li * *jy y; Uv<A/y^7 CJ >Ji * ^ * °^>’ *r^ *

y-Zf V<> UVI ^ı < ^ l . v Vy U a^-»v^ A

û4î < 4-»y o^Ç\iy» ‘^ -^ y .A İ— 0 v>0*

M*». >yj->UPy<»y\y< jyL»_r .¿.y o v *j j& ,' ^

oAijA; CXj ¿) t ¿WOipijU*^s* ‘ >>0/ı/Ü^^—öf-C

t#jvj;l/ j / L>/,’ J~>. ’j^ ; Üu*j \J>'S İ/j/İ» \* /OJ¿'û İ**’ 0J e^S

-y t O i <>* ) cAiy • ¿»Ay /-y . * ‘ ** * ■/‘ -/T' j * ş j**)

ji/y y < « y y U y ^ Vi r t#->'y/'

^ A Îy U ^ ^ y M c iy V y L ; ¿ ¿ S C ^ S J * o ^C rte-s:^ ¿**~ > ¿ * s ' 4>>>L _ ^ > ^ (^ ^ y y t c M '4 > L » y , tf^ -' i/^ O 1-»

* * * * * i» y t <î l /* # ı X»

(13)

C V ^ K ş , C & C X > V İ > l c / f c Z > ) Ja V , . , . ^ k£ı » ¿ } ^ y jOl> ' ; \ : -* ; , T c C j r ^ ' - '* * « ^ ^ e ¿ E T » •* *’ - ? - ; j> * 4 ..'r > ^ i ,J , ' i, Î J İ * . . ¿ f l i t ^ V )

■ s s L t l t ? “ ‘

£ . j s j î '—O >> ‘¿fV * *y '¿ V J- u* /V I ı ,~» ^ "** * Aile U» ¿^¡L, û ^ j \ \ j \ o i s j ^ s

- l u t < V ^ J ->’/*■»y ^ j ^ I ^ y ¿yyİM otfau**

.■J*<^ * 0J^ S S ' j >^’j 6JJoyj>SJ yiJ^C i L *L> **1* /• î j «<S» „ MJ>se>S' a X - a^!i w /»!.'J. 1 jTC • c . » I' ! . .c X t j *

t y u l. . , ^ ^ •- A î t û j t ''^ y y ı öu f ı . > j» c jt v ıiy -» - • . ‘ ,‘-f ^ y W y ¿¿®ı » V > l £ * * f *.; » • ? " * * < £ < $ ^ . -,a>11* j y J t J l* ( a-* L—L* l»^ti» b ^ t/^' aÂ* (J-tı» ı e J^ j» . y j o^.. L,^ o j^ & j-1 * V; aİ— o j \ j l Jt> V-^# •bfl,iî.<- « . . . , „ r 7 7 . . . , t - ' ~ * c S ' ^ . X , ^ ¿ ^ c X ^ J t — ..— c y — . e s y v . y j ç ^ ü j .' J ' J £■' w z~ — O J v u * ' <#> l»V>y ¿u y ^ L | JdC» S y £ > \jJ jj& J ^ ifJ J ^

I ^JLm*.»\İ\*c2a-'\js’r

r*j)'yJ^ \j£L£> t ^f.\S- S ft/Jt C & y J ı) ^ ‘f \ - 'S S * A^& * İ*J>

• j Li Wj /vL»^^/!/; ¿j jS -' 1 * 'b L

^ a j^ 1 û L ^ y ı

Sj* o __ »^a— U* ¿I I - ı»^ty <y û-l> ( L li I (¿ J y ?

<s jL Lr-fy& J

C ^ > 9J s * ^ ->V ■ ^-r'dfs. \ j i ç » ^ U y /

a ,- * ^ • cy > ti 'y lii# -y

(14)

B. Necatigil Levha VII

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu nakillerde bir vericiden alınan kök hücreler alıcının kendi kök hücrelerinin yerine konuyor, ancak önce alıcının kendi kök hücrelerinin radyasyonla ya da ilaçla

Çün­ kü Türkçe, fakat pek acemi ve bo­ zuk bir Türkçe ile söylemmiş bir­ çok değersiz lâflarla dolu müntehi- Uat kitapları okudum ki adları be­

Merhum Albay Hasarı Rıza Bey’in kızı, merhum Yarbay Asım Bey’in eşi, merhume Ahsen Hanım’ın kardeşi, merhum General Necip Zobu, şehit Cevdet Rıza,

O halde bü yük vapurlardaki kumaşlı yerler lüks m u’ Birçok zaman yolcuların haklı isyanlarını mucip olan bu nokta da ehemmiyetle dikkate alınmalıdır.

Bu karşılamaya varsanız , hemen diyim ki size,b iz çok - tan bıraktık bıyık altından gül­ m eyi, 142 dişim izle birden gü­ lüyoruz.. Bu da ancak zekamızı

Da­ mat Halil Paşazade Mahmut Paşa ile evlenmiş, iki oğlu dünyaya gel­ miştir.. Devrinin en alafranga ha­ nımlarından

Çalışma arkadaşı olarak pek kolay değil, çok dikkatli olmak lazım.. Ken­ disi perfeksiyonist olduğu için etrafın­ dan da böyle şey

Rahmetli Çallı için gösterilen muhabbet ve | saygıda her şey yerli yerinde ve tastamamdır, î Onu resim tarihimize böyle